Sual: Müfti kime denir? Müftü olmak için şartlar nelerdir?
Cevap: Herhangi bir şeyin (hâdisenin) dîne (İslâmiyete) uygun olup olmadığını bildiren cevaba fetva denir. Fetvâ veren âlime “müftî”, sorana da “müsteftî” denir. Müftîye bugün hatalı olarak müftü denmektedir.
İslamiyette şeyhulİslam, yani diyanet işleri reisleri ve İslam müftüleri vardı. Müftü adını taşıyan devlet memurlarının da bulunduğu zamanlar oldu. İslam müftüsü ile müftü denilen memurları birbirine karıştırmamalıdır.
İslam müftüleri, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını, yani ahkâm-ı İslamiyeyi bildiren âlimler idi. Müftü denilen devlet memurları ise, zaten ahkâm-ı İslamiyeyi bilmezlerdi. Allahü teâlânın yasak ettiği bir şeyi, kanun emretseydi, bu şeyi yapmak câiz değildir demezlerdi. Allahü teâlânın emrettiği bir şeyi, bir zalim terk etseydi, bu şeyi yapmak lazım olduğunu söyleyemezlerdi. Susarlar veya tersini söylerlerdi. Böylece, kendileri dinden çıkar, müslümanları da günaha veya küfre sürüklerlerdi. Cengiz askerinin, İslam memleketlerine yayılıp, camilerin yıkıldığı, müslümanların öldürüldüğü zamanlarda ve Fatımiler ve Resûliler zamanlarında, hatta Abbasiler zamanında, böyle müftü denilen devlet memurları, haramlara câizdir dediler. Hatta, Kurân-ı Kerîme mahluktur dediler. Müftü adı verilen bu memurların böyle uydurma fetvalar vererek dinin yıkıldığı zamanlarda, fıkıh kitaplarına uyanlar, doğru yolda kaldı. Dinlerini kurtarabildi.
Fetva demek, herhangi bir şeyin ahkâm-ı İslamiyeye uygun olup olmadığını bildirmek demektir. Yalnız, (uygundur) veya (câiz değildir) demek, fetva olmaz. Bu cevabın, hangi fıkıh kitabının, hangi yazısından alındığını da bildirmek lâzımdır. Fıkıh kitaplarına uymayan fetvalar yanlıştır. Bunlara bağlanmak câiz değildir. İslam bilgilerini öğrenmeden, bilmeden, âyet-i kerime veya hadis-i şerif okuyup da, bunlara kendi kafasına, kendi görüşüne göre mânâ verenlere İslam alimi denmez. Bunlar Beyrut’taki papazlar gibi, Arapça bilen bir tercüman olabilir. Ne kadar yaldızlı, parlak söyleseler ve yazsalar da, hiç kıymeti yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına ve bunların yazdığı fıkıh kitaplarına uymayan sözleri ve yazıları Allahü teâlâ beğenmez.
İbni Âbidin, 4. cilt, 301. sayfada, kadı, yani hakimleri anlatırken buyuruyor ki “Fasıkın müftü olması uygun değildir. Bunun verdiği fetvalara güvenilmez. Çünkü fetva vermek, din işlerindendir. Din işlerinde fasıkın sözü kabul edilmez. Diğer 3 mezhepte de böyledir. Böyle müftülere bir şey sormak câiz değildir. Müftünün müslüman olması ve akıllı olması da, söz birliği ile şarttır. Adile sâliha olan kadının ve dilsizin fetvası kabul olunur. Müftü ve hakim, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfenin sözüne uygun olarak fetva verir. Aradığını onun sözlerinde açıkça bulamazsa, İmâm-ı Ebû Yusuf’un sözünü alır. Onun sözlerinde bulamazsa, İmâm-ı Muhammed Şeybani’nin sözünü alır. Ondan sonra İmâm-ı Züfer’in, daha sonra Hasen bin Ziyad’ın sözünü alır. Müctehid-i fil-mezhep âlimlerinden Ashâb-ı tercih olan müftüler, ictihadlar arasında delilleri kuvvetli olanları seçerler. Müctehid olmayanlar, bunların tercih etmiş oldukları söze uyar. Böyle yapmayan müftülerin ve hakimlerin sözü kabul edilmez. Demek ki tercih ehlinin seçmemiş olduğu şeylerde, İmâm-ı Âzâm’ın sözünü almak lâzımdır. Müftünin müctehid-i fil-mezhep olması lâzımdır. Böyle olmayana müftü denilemez, nâkil, fetvayı iletici denir. Nâkiller fetvaları, meşhur fıkıh kitaplarından alır. Bu kitaplar, meşhur olan mütevatir haberler gibi kıymetlidirler”.
Mecelle’nin önsözündeki mazbata [kararname]nin sonunda diyor ki “Nasıl yapılacağı Nass ile açıkça bildirilmemiş olup ictihad ile anlaşılan bir iş için, çeşitli ictihadlar bulunduğu zaman, İmâm-ı müslimin hazretleri, bu ictihadlardan hangisi ile amel olunmasını emrederse, o işi bu emre göre yapmak vâcib olur.”
Redd-i Vehhâbî kitabında diyor ki Nisa sûresinde, “Bir işte anlaşamazsanız, bu işin hükmünü Allahtan ve Resûlullahtan anlayınız!” mealindeki 58. âyet-i kerime, “Bir işte anlaşamazsanız, bu işin nasıl yapılacağını, âlim olanlarınız Allah’ın kitabından ve Resûlullahın sünnetinden anlasınlar. Âlim olmayanlarınız ise, âlimlerin anladıklarına uyarak yapsınlar” demektir. Görülüyor ki bu âyet-i kerime, mezhep imamlarını taklit etmeyi emretmektedir. İbni Hümam, Fethu’l-kadir kitabında diyor ki “Müftünin müctehid olması lâzımdır. İctihad derecesine yükselmiş âlim olmayan din adamı müftü olamaz. Müctehid olmayan din adamı müftü yapılırsa, bunun müctehidlerin bildirdiklerini okuyup, öğrenip, bunları söylemesi lâzımdır”.
Kifâye kitabında, orucu anlatırken diyor ki “Müctehid olmayan din adamı, bir hadis işitince, bu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Müctehidlerin âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden anlayarak, öğrenerek verdikleri fetva ile amel etmesi lâzımdır. Böyle yapmazsa, vâcibi terketmiş olur”.
Takrir kitabında da böyle yazılıdır. Mekâtib-i Şerîfe kitabının 88. mektubunda buyuruyor ki “Hadis-i şerifte, ‘Her yüz senede bir müceddid zâhir olur. Ümmetimin işlerini yeniler’ buyuruldu. Mesela, sultanlar içinde Ömer bin AbdülAziz, din bilgilerinde İmâm-ı Şâfiî, tasavvufta Mâ’rûf-i Kerhî, esrar bilgilerinde İmâm-ı Muhammed Gazâlî, feyiz vermekte ve harikalar, kerâmetler göstermekte, Abdülkâdir Geylânî, hadis ilminde Celâlüddîn-i Süyuti, tarîkat, hakikat ve akâid bilgilerinin inceliklerini açıklamakta ve kalplere akıtmakta İmâm-ı Ahmed Rabbânî müceddid-i elf-i sani, müceddid idiler. Hepsi, İslamiyetin yayılmasına, kuvvetlenmesine hizmet ettiler.”
Tavsiye Yazı –> Fıkıh-mezhep-İmam-ı Azam
Tavsiye Yazı –> İslam hukukunda Mecelle’nin önemi nedir?