Sual: İslam hukukunda örf adetin yeri nedir?
Cevap: Örf ve âdet, İslâm hukûkunun kaynaklarındandır. İslâm hukûkunun kaynakları 2 kısımda mütâlaa edilir. Kitap (Kur’ân-ı kerîm), sünnet (hadîs-i şerîfler), icmâ (bir asırda bulunan müctehidlerin bir meselenin hükmü hakkında söz birliği etmeleri) ve kıyâs (müctehid denilen bir âlimin ictihâdı) birinci derecede, aslî kaynakları teşkil eder. Bu 4 ana kaynaktan başka, ikinci derecede, tâlî kaynaklar da vardır ki, istihsan, mesâlih-i mürsele, örf ve âdet bunlardandır.
İslâm hukûkunda Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf, icmâ-i ümmet ve kıyâs-ı fukâhâ ile açıkça bildirilmeyen hususlarda örf ve âdet de delil kabûl edilmektedir.
İslâmiyetin ilk yıllarında örf ve âdet, muhtelif şekillerde İslâm hukûkuna girmiştir. Bu durum, bir kaç madde hâlinde şöyle özetlenebilir:
1) İslâm orduları tarafından fethedilen yerlerde, nasslara (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere) ters düşmeyen örf ve âdetler benimsendi.
2) Bâzı nasslar ve özellikle hadîs-i şerîfler örf esâsına dayanıyordu. Meselâ arpa ve buğday alış-verişinin ölçek hesâbına dayanması bir örf ve âdetti.
3) Bâzı örf ve âdetler, Peygamber efendimizin emirleriyle ve gördüklerinde beğenip, yasak etmemeleriyle meşrûiyet kazandı.
4) Dört büyük mezhep imâmlarından İmâm-ı Mâlik hazretleri, hakkında nass bulunmayan bir meselede, Medîne şehri halkının o konudaki örf ve âdetini delil kabul etti. Çünkü bunlar, Peygamberimizin görüp beğendiği bir âdettir.
İslâm hukûkunda her örf ve âdet hükümde esas alınmaz. Nass (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf) ile bildirilmiş olmayan bir hükmü anlamak için umûmî âdetler delîl olur. Âdetin umûmî olması için Eshâb-ı kirâm zamânından kalma ve müctehitlerin kullanmış olması ve devamlı olmaları gerekir. Bu sebeple Sahâbe devrinden, zamânımıza kadar Müslümanlar arasında teâmül hâline gelip, hakkında nass bulunmayan ve yüksek din âlimi olan ve müctehidlerce kabûl edilip, kendisiyle amel edilmiş bulunan bir örf, icmâ gibidir. Muâmelâttaki hükümler için, bu beldenin nassa muhâlif olmayan âdetleri delil olabilir. Ancak, haram işleyenler çoğalır, haramlar âdet hâline gelmiş olsa bile helal olmaz. Fakat, mübah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamâna uyulur. Teknikte ilerleyenlere ayak uydurulur. Din bilgilerinde, ibâdetlerde zamâna uyulmaz.
İslâm âdeti, bütün insanların, âile ve komşuların birbirine karşı haklarını, vazîfelerini, suçları açıkça bildirmiş. Bu değişmez kavramlar üzerinde temel hükümler kurmuştur. Fakat bu değişmez hükümlerin hâdiselere tatbikini sınırlamamış, örf ve âdetlere göre kullanılmasının değişebileceğini belirtmiştir. Bu îtibârla ortaya çıkan birçok hâdisenin hükmünü tespit etmekte meşrû örf ve âdetler esas alınmıştır. İslâm hukûku kitapları olan fıkıh kitapları bunun misalleriyle doludur. İslâm âlimleri, dünyânın her yerinde ortaya çıkan meseleleri fıkıh kitaplarında bildirilenlere benzeterek hükümlerini beyân etmişler, asırlardan beri karşılaştıkları hâdiselerin hükmünü ortaya koymakta çâresiz kalıp, sıkıntıya düşmemişlerdir.
Allahü teâlâ, ibâdetlerle ve evlenme, alış-veriş ve kul hakları ile ilgili bilgilerin hepsini açık ve kesin olarak bildirmedi. Kısa ve kapalı bıraktığı bilgileri Peygamberinin açıklamasını diledi. Peygamberi de, bunların hepsini tam açıklamadı. Kapalı bıraktığı bilgilerin açıklanmasını ve bunların günlük hâdiselere tatbik edilmesini müctehid âlimlere bıraktı. Bu âlimler bu vazîfeleri yaparken, aralarında dînen meşrû, makbul görülen ayrılıkları oldu. Böylece mezhepler meydana geldi. Müslümanlara, ibâdetlerini yaparken, memleketlerinin örf ve âdetlerine, iklim şartlarına ve kendi fizik yapılarına uygun ve daha kolay olan mezhebi seçmek imkânı sağlandı. Ayrı mezheplerin bulunması, Müslümanlar için rahmet ve kolaylık oldu.
İslâm hukûkunda, örf ve âdete bağlı kalınarak husûsî hukûkun birçok meselesinde hüküm verilmektedir. Fıkıh kitaplarında yer alan ve örfî kâideler, Mecelle’de geniş olarak düzenlenmiştir. Bu kâidelerden bâzıları şunlardır:
Madde-36: “Âdet muhakkemdir. (Dînî bir hükmü ispat için örf ve âdet hakem kılınır. Nizâ; ihtilâf zamânında ona mürâcaat olunur.)”
Madde-43: “Örfen ma’rûf olan şey, şart kılınmış gibidir.”(Halk arasında örf ve âdet hâlini almış olan şey, kânun nazarında açık olarak şart kılınmış gibidir.)
Madde-45: “Örf ile tâyin, nass ile tâyin gibidir.”(İhtiyaç olduğunda dîne uygun olan örf ve âdetle amel etmek vâciptir.)