Sual: Reşid Rıza’nın Muhaverat kitabında, dinde reformcu diyor ki (Taklit ictihadın neticesidir. Bunun olmadığı yerde, o da olmaz. Bütün ittifaklı meseleleri bitirenlerin, ihtilaflı ibadetleri yapması lazım değildir. Hepsini terketmeleri caizdir. Bilmediği bir kimseyi taklit etmek, şuurlu ve basiretli olur mu? Fetva almak, taklit olmayıp, nakil ve rivayet kabilindendir. Reyini almak ve ictihadını benimsemek için, müctehidler arasında aranılan üstünlük, Halifeler ile diğer Sahabiler arasında, bahis mevzuu olan üstünlük gibi değildir. Yani, Allahü teâlâ katındaki üstünlük değildir. Ölçü, bilgi, araştırma ve görüş kuvvetidir. Daha sonra gelen, daha üstün olabilir. İmamlar içinde en kuvvetli olanı, imam-ı Şâfiîdir. Delilini bulamadığım zaman, delilini üstün gördüğüm mezhebe uyarım. Yani, hem müctehid, hem de mukallid olurum. Yalnız taklitçi olmaktan kurtulurum. Şimdiki müslümanlar, ne mezhep biliyor, ne de iman. Çoğunun din bilgisi, Allah birdir ve göktedir. Peygamber, semaya çıkarak Allah’ı gördü). Buna ne cevap vermek lazım?
Cevap: Reşid Rızanın bu yazıları da, kendi görüşlerinin ifadesidir. İslam alimi olmadığı için, hatta, önceki yazıları, hangi yolun yolcusu olduğunu açıkladığı için, onun, bu derme çatma yazılarına cevap vermeye değmez. Fakat, (Sinek küçük ise de, mideyi bulandırır) ata sözü gereğince, gençleri bunun şerrinden korumak için, birkaç kelime yazmak uygun olacaktır.
İctihad olmayan yerde taklit olmaz sözü, doğru değildir. Çünkü, Nisa sûresi, 58. âyet-i kerimesinde meâlen, (Resûlüme itaat ediniz) buyuruldu. Ashâb-ı kirâm, bu emre uyarak, Resûlullahın her dediğini yaptılar. Kendilerini ölümlere attılar. Hiçbiri delil, senet aramadılar. Resûlullahı kayıtsız şartsız taklit ettiler. Bu emirler Vahiy ile idi. İctihad karışık değildi. İctihad yapılan işlerde ise, Ashâb-ı kirâm da ictihad yapıp, ictihadlarını Resûlullaha söylerlerdi. İctihadları, bazen Resûlullahın ictihadına uymazdı. Böyle olduğu zamanlarda, Vahiy gelerek, hangi ictihadın doğru olduğu belli olurdu. Bazen Ashâbın ictihadına uygun Vahiy gelirdi. Resûlullahın vefatından sonra, Ashâb-ı kirâm ictihad edilecek mevzularda birbirlerine uymadılar. Müctehidin, başka müctehidi taklit etmesinin caiz olmadığı, bundan anlaşıldı. Bir mukallidin bütün meselelerde bir müctehidi taklit etmesi lazımdır. Mukallid, binlerce mesele içinde, ittifaklı ve ihtilaflı olanları arayıp bulup öğrenmeye mecbur değildir. Mecbur olsaydı, Ashâb-ı kirâm, Tabiine bunu emrederdi. Müslümanları buna mecbur tutmak, ümmet-i Muhammede güçlük çıkarmak olur. Dinimiz, güçlük çıkarmayınız, kolaylaştırınız buyuruyor.
Dinde reformcuya göre, her bir müslüman binlerle mesele içinde ittifaklı olanları ve ihtilaflı olanları öğrenecek ve ayıracak, ittifaklıları yapacak, ihtilaflıların üzerinde de incelemeler yapacak, delillerini arayıp bulacak, hangisinin daha kuvvetli olduğunu anlayacak, ondan sonra da, bunu isterse yapacak, isterse yapmayacak. Bu ne biçim mantık ve ne biçim teklif? Müslümanların hiçbir şey bilmediklerini, Allah göktedir diyecek kadar cahil olduklarını kendisi de yazıyor. Böyle insanlara bir mezhebi öğretmek mi, yoksa bunun önüne yukarıdaki güçlükleri çıkarmak mı daha uygundur? Aklı olan, insafı olan, yani Allah için ve din için konuşan bir kimse, elbet hemen cevabını verir. Fakat, dinde reformcunun niyeti, müslümanlara ve İslamiyete hizmet olmayıp, müslümanları ürkütmek, dinden ayırmak ve İslamiyeti içerden yıkmak olduğu, kitabın başından beri birçok sözünden anlaşılmıştır. Buna (sus be zındık, müslümanları aldatamazsın) demekten başka cevap verilemez.
Ashâb-ı kirâm rey almak ve ictihadını sormak için, Allahü teâlâ katındaki üstünlüğü ararmış da, ölçü, bilgi ve araştırma aramazmış! Bu da, onun bölücü, yıkıcı sözlerinden biridir. Ashâb-ı kiramı lekelemeye kalkıyor. Onlarda, ölçü, bilgi olmadığını söylüyor. 4 halife, Ashâb-ı kirama, (Bunu hanginiz biliyor?) derler. Bilenden öğrenirlerdi. Çünkü, Ashâb-ı kiramın hepsi, Allahü teâlâ katında üstün idiler. Üstünlük farkları değil, bilgileri, görüşleri sorulurdu. Ehl-i sünnet âlimleri de, böyle yaptılar. Her işlerinde, Ashâb-ı kiramın izinde yürüdüler.
İmamlar içinde en yüksek imam-ı Şâfiî olduğuna inanmak suç değildir. Fakat imam-ı Şâfiî’nin kendisi, İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin daha yüksek olduğunu söylemiştir.
Dinde reformcular, 4 mezhebi ve böylece Ehl-i sünneti ve bu vasıta ile İslamiyeti yıkmak için, mezheplerin telfiki yani kolaylıklarını toplayıp, geri kalanını atmak üzerinde çok duruyorlar. Hangisinin kitabında olursa olsun, Ehl-i sünnet âlimlerinden getirdikleri misallere bakılırsa, hanefi mezhebindeki üç imamın ictihadının birleştirildiğini yahut başka mezheplerin ictihadlarının, (haraç) meşakkat olduğu zaman birleştirildiğini ileri sürmektedirler. Bunlardan ikisinin de caiz olduğunu biz de söylüyoruz. Çünkü, bir mezhebin içindeki imamların ictihadları, mezhep imamının ictihadı demektir. Bunları birleştirmek, mezhep imamının ictihadından dışarı çıkmak olmaz. Bunu önceki maddede uzun bildirmiştik. Dinde reformcular, akıllarınca kurnazlık yaparak, caiz olan şeyleri yazıyor, bunları ileri sürerek, kendi bozuk ve yıkıcı fikirlerini, din ve ibadet şekline sokmak istiyorlar.
Tavsiye Yazı –> Reşit Rıza kimdir?