Sual: Hastalıkta tevekkül nasıl olur?
Cevap: İlac 3 türlüdür: 1. kısım ilaçların tesiri, faydası katidir, meydandadır. Ekmeğin açlığı, suyun susuzluğu gidermesi böyledir. [Kinin bileşiklerinin sıtmaya, salicylatların romatizmaya, aşı ve serumların, antibiyotiklerin ve sülfamidlerin de bakterilere karşı tesiri böyledir. İbni Âbidin “rahmetullâhi aleyh” 5. cilt, 215. sayfada diyor ki “Ölmeyecek kadar ve namazı ayakta kılabilecek kadar yemek, içmek farzdır. Bu kadar yememek büyük günahtır. İlac kullanmayıp ölürse, günah olmaz. Çünkü, ilacın faydası katî değildir.) Görülüyor ki faydası katî olan ilaçları kullanmak farz olmaktadır. Tesiri katî olan sebeplere yapışmanın vâcib olduğu ve bunları kullanmayıp zarar görmenin günah olduğu, Muhammed Mâ’sûm Fârukî’nin “rahmetullâhi aleyh” 182. mektubunda ve Hadika’nın 343. sayfasında de uzun yazılıdır.] Yangını su ile söndürmek de böyledir. Tesiri muhakkak olan bu gibi ilaçları kullanmamak tevekkül değil, ahmaklıktır ve haramdır.
2. kısım ilaçların tesiri katî olmadığı gibi, zan ile de değildir. Fayda ihtimali vardır. Efsun yani, fen yolu ile tecrübe edilmemiş maddeler ve Kurân-ı Kerîmden olmayan, mânâsız yazılar kullanmak ve ateşle dağlamak ve fal bakarak, uğurlu sanarak kullanılan şeyler böyledir. Tevekkül etmek için, bunları kullanmamak lâzımdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki bunları kullanmak, sebeplere fazla düşkün olmak alâmetidir. Bu üçünden, fayda ihtimali çok olan [sağlam insanı] dağlamaktır. [Falcılık hakkında (Bey’ ve şira) risalesi sonunda geniş bilgi vardır.]
3. kısım ilaçlar, 1 ve 2. kısım arasında olanlardır. Bunların faydaları katî değilse de, fazla zan olunur. Damardan kan alma, deriden hacamat yapmak, müshil almak, tesirleri şüpheli olan [piyasada mevcûd yüzlerce] ilacı kullanmak böyledir. Bunları kullanmamak, haram değildir. Fakat, tevekkülün şartı da değildir. Çok kimseler için, bunları kullanmak daha iyidir. Bâzen da, kullanmamak daha iyi olur. Tevekkül etmek için, bunları terk etmek lazım değildir dedik. Çünkü Peygamber efendimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, “Ey Allah’ın kulları! İlac kullanın!” buyurdu. Bir kere de, “Her hastalığın ilacı vardır. Yalnız ölüme çare yoktur” buyurdu. İlac, kaza ve kaderi değiştirir mi dediklerinde, “Kaza ve kader, insana ilacı kullandırır” buyurdu. Bir hadis-i şerifte, “Bütün Meleklerden işittim ki ümmetine söyle, hacamat yaptırsınlar. Yani kan aldırsınlar dediler” buyurdu. Bir hadis-i şerifte, “Arabî ayın 17. veya 19. veya 21. günleri hacamat olunuz ki kan artarsa [yani tansiyon yükselirse], ölüme sebep olur” buyurdu. Bir hadis-i şerifte, “Allahü teâlânın ölüme sebep yaptığı hastalıklardan birisi, kanın artmasıdır” buyurdu. Tansiyon artınca kan aldırmak ve tansiyon düşürücü ilaç almak ve mikrop hastalıklarında, antibiyotikler ve sülfamidler ve başka antiseptikler kullanmak ve dezenfekte, yani mikrop imhası yapmak ile elbisedeki yataktaki akrebi, yılanı öldürmek ve yangını söndürmek arasında bir fark yoktur. Çünkü, hepsi insanı öldüren şeydir. Tevekkül için, bunları terk etmek lazım değildir. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Sad bin Muaz “radıyallâhu anh” için, fast yani damardan kan aldırmasını emir buyurmuştu. Hazret-i Ali’nin “radıyallâhu anh” mübarek gözü ağrıdığı zaman da, taze hurma yememesini, pancar yaprağı, yoğurt ve pişmiş arpa yemesini söyledi. Suheyb-i Rumi’nin “radıyallâhu anh” gözü ağrıyordu. Bunu hurma yerken görüp, “Gözün ağrıdığı hâlde hurma yiyorsun” buyurduğunda, ağrı olmayan tarafta çiğniyorum demiş ve Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bu cevaba gülmüş idi. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, her gece sürme sürerdi. Her ay hacamat olurdu. Her sene ilaç içerdi. Vahiy geldiği zaman, mübarek başı ağrırdı. Mübarek başına kına bağlardı. Bir yeri yara olsa, oraya kına kordu. Bir şey bulunmadığı zaman, temiz toprak tozu ekerdi. Daha nice ilaç kullanmıştır. (Tıbbınnebi) ismindeki kitaplarda, bunlar yazılıdır. [Bu kitaplardan birini İmâm-ı Celâleddîn-i Süyuti “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazmıştır. Mevahib-i Ledünniye 2. cildinde de, oldukça geniş yazılıdır.]
Mûsâ “aleyhisselâm” hastalanmıştı. İlacını söylediler. İlac istemem, Allahü teâlâ şifasını verir dedi. Hastalık uzadı ve ağırlaştı. Bu hastalığın ilacı meşhurdur ve tecrübe edilmiştir, az zamanda iyi olursunuz dediler. Hayır, ilaç istemem dedi ve hastalık arttı. O zaman vahiy gelip, “İlac kullanmazsan, şifa ihsan etmem” buyurulunca, ilacı içti ve iyi oldu. Fakat kalbine bir şey geldi. Vahiy gelip, Allahü teâlâ buyurdu ki “Sen tevekkül etmek için, benim adetimi, hikmetimi değiştirmek istiyorsun. İlaclara, faydalı tesirleri kim verdi? Elbette ben yaratıyorum” buyurdu.
Peygamberlerden biri “aleyhimüsselâm” zayıflıktan şikayet etmişti. Vahiy gelip, “Et ye ve süt iç!” buyuruldu. Bir zamanın müminleri, çocuklarının çirkin olduğundan Peygamberlerine “sallallâhü teâlâ aleyhim ve sellem” şikayet etmişti. Vahiy gelip, “Ümmetine söyle, çocuğu olacak kadınlar, ayva yesin!” buyuruldu. Hamile iken ayva, çocuk olunca hurma yerlerdi.
Bütün bu misallerden anlaşılıyor ki Allahü teâlâ, ilaçları, şifa için sebep yapmıştır. Ekmek ile suyu doyurmaya sebep yaptığı gibi, ilaçları da, hastalıkları gidermeye sebep yapmıştır. Bütün sebepleri yaratan, bunlara tesir kuvveti veren, Allahü teâlâdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki “Mûsâ “aleyhisselâm”, Ya Rabbi! Hastalığı yapan kimdir, hastalığı iyi eden kimdir, dedi. Cenâb-ı Hak, her ikisini de yapan benim, buyurdu. O hâlde, tabibe ne lüzum var deyince, onlar, şifa için yarattığım sebepleri bilir ve kullarıma verir. Ben de onlara, bu yoldan rızk ve sevap veririm, buyurdu”.
Görülüyor ki tabibe gitmeli, ilaç kullanmalıdır. Fakat, doktora ve ilaca güvenmemeli, şifayı Allahü teâlâdan istemelidir. İlac içip de iyi olmayan, ameliyat masalarında kalıp can veren az değildir.
FASL — Ateşle dağlamak, bazı yerlerde adet hâlini almıştır. Halbuki dağlamak, tevekkülü bozar. Hatta İslamiyet, bunu menetmiştir. Çünkü, tehlikeli yaralara sebep olabilir. Faydası de katî değildir. Dağlamanın faydası, başka ilaçlarla da, temin olunabilir. İmran bin Husayn “radıyallâhu anh” hastalandı. Dağlama yap dediler, yapmadı. Yalvardılar, dağladı ve iyi oldu. Sonra buyurdu ki önce nur görüyordum. Sesler duyuyordum. Melekler bana selam veriyordu. Dağladıktan sonra, bunlar olmadı. Çok tövbe ve istiğfar etti. Cenâb-ı Hakk’ın, bunları tekrar kendisine ihsan ettiğini, Mutrif bin Abdullaha söylemişti.
FASL — Bâzen, ilaç kullanmamak daha sevap olur ve bu, Peygamber “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimize uymamak olmaz. Büyüklerimizden çoğu ilaç kullanmadı.
Sual: İlac kullanmamak kemâl olsaydı, Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” ilaç kullanmazdı. Halbuki kullanmıştır.
Cevap: İlac kullanmamak için 6 sebep vardır:
1) Bir kimse, kalbi uyanık, keşif sâhibi olur. Ecelinin geldiğini anlar. İlac kullanmaz. Nitekim doktorlar da, çabuk öleceği belli hastaya, ilaç ve perhiz vermiyor. Halife-i müslimin, Ebû Bekr “radıyallâhu anh” hasta olunca, (Tabib getirelim) dediler. (Tabib beni gördü ve ben, irâde ettiğimi yapacağım dedi) buyurdu.
2) Hasta ahiret korkusu içindedir. İlac düşünmez ve istemez. Ebüdderda “radıyallâhu anh” hasta olunca inledi. Sebebini sorduklarında, günahlarımı düşünüp, inliyorum buyurdu. Bir şey istiyor musun dediler. Allahü teâlânın rahmetini istiyorum buyurdu. Tabib çağıralım mı dediler. Beni tabib hasta yaptı buyurdu. Ebû Zer-i Gıfârî’nin “radıyallâhu anh” gözü ağrıyordu. İlac yapmaz mısınız dediklerinde, ondan daha mühim işim var buyurdu. Bunların hâli, birini idam etmeye götürürlerken buna, yolda, yiyecek bir şey ister misin diye sormaya benzer ki aç olsa bile yemek acaba hatırına gelir mi? Sehl bin Abdullah-i Tüsteri’ye, gıdan nedir dediler. Hay ve kayyum olanın zikridir dedi. Sana, kuvvetini nerden alıyorsun diyoruz, dediler. İlimden dedi. Gıdan nedir dediler. Fikir ve zikirdir dedi. Vücudu besleyen gıda maddesini soruyoruz dediler. Vücudu düşünmeyip, rızkı göndereni düşünmektir dedi.
3) Sebebi bilinmeyen müzmin bir hastalık olup hasta, teselli ilaçlarını kullanmak istemez. Tıb bilgisi olmayanlar, birçok ilaçları böyle sanır.
4) Bazısı da, hastalığın sevâbından mahrum kalmamak için, iyi olmak istememiş, sabır etmek sevâbına da kavuşmak istemiş, ilaç kullanmamıştır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki “Şüphe edilen altını, ateşle muayene ettikleri gibi, Allahü teâlâ, insanları dert ile bela ile imtihan eder. Bazısı, bela ateşinden halis olarak çıkar. Bazısı da, bozuk olarak çıkar”. Sehl bin Abdullah-i Tüsteri “rahmetullahi teâlâ aleyh”, hastalara ilaç verir, kendisi ise kullanmazdı. Hastalığa sabrederek, oturarak kılınan namaz, sağlam olanın, ayakta kıldığı namazdan daha kıymetlidir, derdi.
5) Günahı çoktur. Hastalık çekmekle günahlarının affedilmesini ister. Hadis-i şerifte buyuruldu ki (Sıtma hastalığı, insanın günahlarının hepsini temizler. Dolu tanesinde toz olmadığı gibi, sıtmalının günahı kalmaz). Îsâ “aleyhisselâm” buyurdu ki (Hasta olup musibete, felakete uğrayıp da, günahları affolacağı için sevinmeyen kimse, âlim değildir). Mûsâ “aleyhisselâm”, bir hastayı görüp: (Ya Rabbi! Bu kuluna merhamet et!) dedikte, Allahü teâlâ: (Rahmetime kavuşması için, gönderdiğim sebepler içerisinde bulunan bir kuluma, nasıl rahmet edeyim. Çünkü, onun günahlarını, bu hastalıkla affedeceğim. Cennetteki derecesini, bununla arttıracağım) buyurdu.
6) Sıhhatin hep yerinde olması, Allahü teâlâyı unutmaya, Ona isyan etmeye, haram işlemeye sebep olacağını düşünüp, hasta kalmayı ister. Allahü teâlâ, acıdığı kullarını dert ile hastalık ile gafletten uyandırır. Nitekim, bir hadis-i şerifte buyuruldu ki “Müminlerde, 3 şeyden biri bulunur: Kıllet yani fakirlik, ıllet yani hastalık, zillet, yani itibarsızlık” ve buyurdu ki “Allahü teâlâ buyurdu ki: Hastalık benim kemendim, tuzağımdır ve fakirlik zındanımdır. Buralara sevdiklerimi sokarım”. Sıhhat, günah işlemeye sebep olur. Âfiyet hastalıkta olur. Ali “radıyallâhu anh”, bir kalabalığı eğlence içinde görüp sorduğunda, bugün bayramımızdır dediler. Günah işlemediğimiz günler de, bizim bayramımızdır buyurdu. Büyüklerden biri, rast geldiği birine, nasılsın dedikte, afiyetteyim dedi. O da, afiyette olduğun, günah işlemediğin gündür. Günah işlemekten daha tehlikeli hastalık yoktur buyurdu. Firavun’un, herkesin kendine tapınmasını istemesine sebep, 400 sene yaşamıştı. Bir kere başı ağrımamış, ateşi olmamıştı. Bir kere başı ağrısaydı, o saygısızlık hatırına gelmezdi. Bir kimse, hasta olup tövbe etmezse, Azrâil “aleyhisselâm” der ki ey gâfil! Sana kaç defa haberci gönderdim. Aklını başına toplamadın. Büyükler buyurur ki mümine kırk gün içinde, her hâlde üzüntü veya hastalık veya korku yahut malına ziyan gelir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bir hanımı nikah ile alacaktı. Bu kadın hiç hasta olmamıştır diye methettiler. Almaktan vazgeçti. Bir gün baş ağrısını söylüyordu. Bir köylü: Baş ağrısı nasıl olur? Benim başım hiç ağrımadı deyince, “Benden uzak ol! Cehennemlik görmek isteyen, buna baksın” buyurdu. Âişe “radıyallâhu anha”, şehitlerin derecesine yükselen olur mu? deyince: “Her gün 20 kere ölümü düşünen kimse, şehitlerin derecesini bulur” buyurmuştu. Şüphesiz, hastalar, ölümü çok hatırlar. İşte, bu 6 sebepten dolayı, bâzıları ilaç kullanmamıştır.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bu sebeplere muhtaç olmadığı için ilaç kullanırdı.
Dürrü’l-muhtar’da ve bunu açıklıyan İbni Âbidin’de (Sular) kısmı sonunda buyuruyor ki: (Haram olan şeylerin ilaç olarak içilmesi, bunun hastaya iyi geleceği bilinirse ve helal olan ilaç bulunmazsa, câiz olur. Buhârî’deki hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, haram olan şeylerde, size şifa yaratmamıştır) buyurulmuştur. Bunun mânâsı, şifası olduğu tecrübe edilen haram maddeler, ilaç için helal olur, demektir. Nitekim, susuzluktan ölecek kimseye, ölümden kurtaracak kadar şarap içmek helal olur. Haram olan şeyde, şifa bulunması, mütehassıs olan müslüman bir doktorun söylemesi ile anlaşılır. Yalnız, domuz eti ve yağı, şifası bulunsa da, ilaç olarak da kullanılmaz).
Muhammed Zerkani “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Mevahib-i Ledünniye şerhi, 8. maksatta diyor ki “Hadis-i şerifte, tedâvi olunuz buyuruldu. Bu hadis-i şerife göre, ölüme veya bir farzı terketmeye mâni olacak tedâvi ve kalp hastalıklarının tedâvisi farzdır. Başka hastalıkların tedâvisi sünnettir.”
Tatarhaniye’de diyor ki “Başka çare olmayınca, ölümden kurtulmak için ameliyat olmak câizdir.”
Son söz olarak deriz ki hastalık sebeplerinden kaçınmak, tevekküle mâni değildir. Halife Ömer “radıyallâhu anh”, Şam’a gidiyordu. Şam’da taun [yani vebâ hastalığı] olduğu işitildi. Yanında bulunanların bazısı, Şam’a girmiyelim dedi. Bir kısmı da, Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım dedi. Halife de, Allahü teâlânın kaderinden, yine Onun kaderine kaçalım, şehre girmeyelim. Birinizin bir çayırı ile bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdiri ile göndermiş olur buyurdu. Abdurrahmân bin Avf’ı “radıyallâhu anh” çağırıp, sen ne dersin? buyurduğunda, Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” işittim. “Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!” buyurmuştu, dedi. Halife de, Elhamdülillah, benim sözüm, hadis-i şerife uygun oldu deyip, Şama girmediler. Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helak olurlar. Vebalı yerde, kirli hava [yani mikroplu hava, vebâ basilleri], herkesin içine yerleşince, kaçanlar, hastalıktan kurtulamaz [ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar]. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki “Vebâ hastalığı bulunan yerden kaçmak, muharebede kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük günahtır”
[Muhyiddin-i Arabî “kuddise sirruh” Fütuhatü’l-mekkiye kitabında (Kaza, bela) bahsinde, “Belalardan, tehlikelerden, gücünüz yettiği kadar sakınınız. Çünkü, takat getirilemeyen, dayanılamayan şeylerden uzaklaşmak, Peygamberlerin adetidir” buyurmaktadır. Eceli gelen hastanın ölmesine mâni olunamaz. Ancak, ölüm hastasının istiğfar okuması, hastalığın veca’larını (ağrılarını) gidereceği Mektûbât-ı Ma’sumiye 2. cilt, 80. mektubunda yazılıdır.]
Reddü’l-muhtar 5. cilt sonunda ve Bezzaziye fetvasında diyor ki “Kapalı yerde iken zelzele olursa, oradan açık bir yere kaçmak müstehaptır”.
Tavsiye Yazı –> Çocuğumuzu Nasıl Yetiştirmeliyiz?