Sual: İmamet vacip midir?
Cevap: Türpüşti Risalesi’nde bu mevzu hakkında deniyor ki;
Allahü teâlâ, hakların îfâsını, hadlerin ikâmesini, ma’rûfu emr, münkeri nehy etmeği, mazlûmun hakkını zâlimden almağı, kendinin ve peygamberlerinin düşmanları ile cihâd etmeği, islâmın iffetini, fesâd ve fitneden ve düşmanların gâlib gelmesinden korumağı, müslümânların mallarını, canlarını ve nâmûslarını muhâfaza için kâdî ve vâlîler tayîn etmeği, zekât ve uşr mallarını toplayıp, hakkı olanlara ulaştırmağı, harâc ve cizye almağı, vefât edenlerin kimsesi yoksa malını alıp, din yoluna harcamağı kullarına farz kıldı.
Ammâ insanların reyleri, görüş, anlayış ve akılları ve bunlara bağlı olarak istek ve arzûları ayrı ayrı olduğundan, başlarında bir imâm [başkan] bulunmazsa, birlik olmaları çok zor ve şiddet kullanmadıkca bir takım isteklerinden, ayrılığa sebeb olan şahsî çıkarlarından vazgeçmeleri imkânsız gibi bulunduğundan, zarûrî olarak onları birlik hâlinde idâre edecek, husûmetleri fasl, hükmünü infâz edecek bir imâma ihtiyâcları vardır ve vâcibdir. Bilhâssa ilim sâhiblerinin, rey ve meşveret ehlinin, Resûlullah Eshâbının arasından ayrılacağı zamân, yerine din işlerinde ve siyâsî konularda belli birini seçmediğine göre, bu büyük ve mühim iş için, bunları yürütecek birini getirmeleri gerektir. Çünki, bu farzların yerine getirilmesi ve bu emirlerin icrâsı, böyle bir başkan olmadan mümkün ve câiz değildir. Zîrâ Allahü teâlânın bir şeyi farz kılması ve kulların bunu temîne çalışmaması olur. Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” sonraki her bir asır ve devir için bunun hikmeti hep böyledir.
Eğer bir imâm bulunur ve imâmeti dîne uygun olursa ve kendinden sonra bir başkasını kendi yerine tayîn ederse, bu işin sorumluluğu diğer ileri gelen müslümânlardan kalkar. Eğer birini tayîn etmezse, arz ettiğimiz gibi, bir imâm nasb [ta’yîn] etmeleri onlara vâcib olur. Bu husûstaki gayret ve çalışmalarda kusûr ve eksiklik, hatâ olur.
İmâmetin vâcib olduğunu gösteren delîller bir çok hadîs-i şerîflerde vârid olmuşdur. Bunlardan biri Abdullah bin Ömer’in “radıyallahü anh” bildirdiği, “Beyât [bi’at] etmeden ölen kimse, câhiliyye ölümü ile ölmüş olur” hadîs-i şerîfidir. Ebû Hüreyre’nin “radıyallahü anh” haber verdiği hadîs-i şerîfte de, “İmâm, arkasından çarpışanlara bir siperdir” buyuruldu. Hüzeyfe “radıyallahü anh” hadîsinde ise, fitne hâlini duyunca, yâ Resûlallah, böyle bir fitneye erişirsem, ne yapmamı emir buyurursunuz? dediğinde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, “Müslümân topluluğu ve onların imâmıyla berâber ol” buyurdu. Bunun gibi dahâ çok hadîs-i şerîfler vardır.
Muhâcirler Benî Sâide çardağında Ensârdan bi’at istedikleri zamân, Ensâr, bizden bir emîr [başkan], sizden de bir emîr olsun, dediler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” benden sonra halîfe Ömer’dir dediği gün, Kureyşden biri, Ömer gibi sert huylu birini üzerimize halîfe yapmanın cevâbını Hak teâlâya nasıl verirsin? dediğinde, “Beni korkuttuğun Allaha derimki, senin en iyi ehlini, kullarının üzerine halîfe etdim.” Onlar Mekkelilere Ehlüllah derlerdi. Hazret-i Ömer’e sizden sonra kimin halîfe olmasını vasıyyet edersin, dediklerinde, “Hayâtımda ahdetmiş idim, öldükten sonra edemem, ammâ siz şu 6 kişiden birini seçin” buyurup, şûrâ ehlinin isimlerini saydı. Yanî hazret-i Osmân, hazret-i Alî, hazret-i Talhâ, hazret-i Zübeyr, Abdürrahmân bin Avf ve Sa’d bin Ebî Vakkâs “radıyallahü anhüm”. Bütün bunlar imâmetin Eshâb-ı kirâmın icmâ’ı ile vâcib olduğunu gösterir. Yoksa bütün bu yerlerde imâma ihtiyâc olmadığı bildirilirdi.