Sual: Protestanlar, neşrettikleri bu risalede, “Müslümanlar, dinlerinin emirleri icâbı, müslüman olmayanları, Allah’ın ve dinin düşmanı diyerek, onlara düşman nazarı ile bakarlar. Zor ile onları müslüman yapmak veya emirleri altında bulundurup cizye ehli kılmak için gayret eder, bunu arzu ederler” demektedirler.
CEVAP: Evet, tevhide uymayan her din ve mezhep, İslam dini nazarında hakirdir ve nefret edilmiştir. Böyle inananlara, Allahü teâlânın ve dinin düşmanı denilir. Fakat, zor ile onları müslüman yapmak, [yukarıda bildirdiğimiz gibi] yasak edilmiştir. Bu hususta papazlar, müslümanlara tamamen iftirâ etmektedirler. Müslümanların nazarında kendisinden nefret edilenler, sadece İslam dinine düşman olan gayrimüslimlerdir. Müslümanlarla bunlar arasında nefret, buğz, düşmanlık, çarpışma ve muharebeler olmuştur. Fakat, hıristiyan fırkaları arasındaki nefret ve düşmanlık ve tarihlerde görülen dehşetli çarpışmalar ve katliamlar acaba neden ortaya çıkmıştır? Tarih kitaplarının sayfaları, hıristiyanların mağlub ettikleri milletlere ve kavimlere yapmış oldukları mezalim ve işkencelerle doludur. Diğer dinlere mensub olan kavimleri, imha ve yok etmeye çalışırlar. Hicret-i nebeviden takriben 300 sene önce imparator Kostantin, hıristiyanlığı kabul ettikten sonra, barbarlığa başlamış, memleketinde bulunan bütün yahudilerin kulaklarını kesip, çeşitli memleketlere sürmüştür. Daha sonra, yahudileri İskenderiye’den çıkarmış, bütün mabedlerini yıkarak, büyük katliam yapmış ve mallarını gasp etmiştir. Yahudiler, İspanyada da, hıristiyanlar tarafından pek çok zulümlere uğramışlardır. [İspanyada yahudilere yapılan zulümlerden yukarıda biraz bahsetmiştik.] Fransa’nın Tolus şehrinde hıristiyanlar, fısh bayramında rastladıkları yahudilerin yüzlerine tokat vurmuşlardır. Fransa’nın diğer bazı şehirlerinde yine fısh bayrâmında yahudiler taşa tutulmuşlardır. Merhametsizce taşlanan yahudilerin çoğunun böylelikle öldürüldüğü, hatta o beldeye hâkim olan kimseler tarafından, halkın bu hususta teşvik edildiği birer vakiadır. Yahudiler, Fransa’dan 7 defa sürülerek çıkarılmışlardır.
Macaristan’da da yahudiler, hıristiyanlar tarafından, çeşit çeşit azaplara duçar olmuşlardır. Bâzen ateşlere atılıp yakılmışlar, bâzen da, denizlere atılarak boğulmuşlardır.
İngiltere’de de, yahudi milleti, protestanların akıl almaz vahşiliklerine dayanamayarak, onların eline düşmemek için, birbirlerini öldürmüşlerdir.
İspanya’da, (Oturafe) ismi ile kurulan katolik cemiyetinin mensubları, resmi olarak krallar ve devlet erkanı da hazır oldukları hâlde, yahudilerden ve dininde ilhad his ettikleri zengin hıristiyanlardan binlerce kişiyi, diri diri ateşe atarak yakmışlardır. Bu çaresiz insanlar, aman yapmayınız diye bağırdıkça, yalvardıkça, feryat ettikçe, seyirci bulunan papazların, devlet adamlarının ve kadınların ellerini çırparak kahkaha ile güldükleri tarihlerde yazılı duruyor.
İslamiyetin zuhûrundan bu yana geçen 1200 [1400] sene içerisinde, hıristiyanların yaptıkları bu zulümlere benzer, müslümanlar tarafından hıristiyan ve yahudilere yapılmış bir zulüm, bir tek vak’a dahi yoktur. Varsa gösterilsin. Eğer [m. 1861] senesinde Lübnan’da meydana gelen vakalarda öldürülen 300-400 hıristiyan kasıt ediliyorsa, Avrupa devletlerinden gelen memurlar da beraber olduğu hâlde, mahallinde yapılan ve hala Osmanlı arşiv dairesinde mevcûd olan, tahkikat zabıtlarından anlaşılacağı gibi, o vakânın meydana gelmesi, Fransa’dan Lübnan ve Şam taraflarına gelip, fitne ve fesad tohumları saçan cizvit papazlarının tahrikleri sebebi ile olmuştur. Dağlarda yaşayan dürziler, Lübnan’a gelerek hıristiyanları katletmişlerdir. Osmanlı devleti bu vakada cinayetleri tesbit edilenleri idam ederek cezalandırmıştır. Ayrıca, askerlik vazifesini tam yerine getirmediği, vazifesini tam yapamadığı için, Şam valisi Ahmed Paşa gibi bir veziri de alenen [açıkça] kurşuna dizmiştir.
[(Türkiye tarihi) 7. cildinde diyor ki (Mütercim Rüştü paşa sadr-ı Âzam iken, Lübnan’da Dürzilerle, katolik Maroniler, birbirlerine düşman idi. İngilizler Dürzileri, fransızlar da Maronileri kışkırtarak, birbirlerine saldırdılar. Lübnan valisi Hurşid paşa ile Şam valisi Ahmed paşa, bu iki devletin yardım ve idare ettikleri bu muharebeye mâni olamadılar. Üçüncü Napolyon, bu muharebenin büyümesi ve bunu fırsat bilerek, Lübnan’ı işgal etmek hulyalarında idi. Osmanlı devleti müdahale ederek, meselenin büyümesine mâni oldu).
Şam’da vuku bulan bu hadiseleri yatıştırmakta en büyük rolü, âlim ve fadıl ve meşhur Cezayir kahramanı emir Abdülkâdir ibni Muhyiddin el-Hasenı oynamıştır. Hakiki bir müslüman olan bu Zât, diğer müslümanlarla birleşerek, hıristiyan mahallelerini muhafaza etmiştir. Başta Fransız konsolosu olmak üzere, pek çok hıristiyanı, dürzilerin elinden kurtarmış, pek çok hıristiyanı kendi konağında barındırıp himaye etmiş ve muhtaç, fakir olanlarına da yardım etmiştir. Eskiden, en büyük düşmanı olan Fransızlar tarafından, Fransa’nın en büyük nişanı ile taltif edilmiştir. Önceden pek çok muharebeler yapmış olduğu Fransızları ve hıristiyanları Allahü teâlânın emrine uyarak korumuş ve onlara yardım etmiştir. Bu hadisenin vukuu üzerine, hariciye nazırı Fuad Paşa, (Fevkalade memur-u murahhas) sıfatı ile her türlü askeri, idari, siyasi ve mali salahiyetlerle karışıklıkların giderilmesine ve icap eden ıslahatın icrasına memur edilmiştir. Beyrut’a gelen Fuad Paşa, derhal Şama hareket etmiş, hadiselere sebep olanları ve hadiseler içerisinde bulunan dürzileri cezalandırmıştır. Zarar gören hıristiyanlara 75 milyon kuruş tazminat ödemiştir. Vazifesinde ihmal gördüğü yüz on bir askeri şahsı da idam ettirmiştir. Fuad Paşa, en çok sevdiği arkadaşı Ahmed Paşa’nın idam edilmesine (Divan-ı harp)de hüküm edilince, (Ben ömrümde bir tavuk kesmemiş ve bir baş vurmamış iken, bakınız Cenâb-ı Hak beni nelere vesile kıldı) demiştir. Böyle bir adalet misalini göstermiş bir hıristiyan devlet var mıdır? Onlar, adalet yapmak yerine, zulüm etmişler ve zulüm edenleri de, teşvik etmişlerdir. Bu hadisenin, İslam adaletine bir misal olması için, teferruatı anlatılabilir ise de, kitabımızın hacmi müsait değildir. Arzu edenler tarih kitaplarından okuyabilirler.]
Zâhiri sebeplere ve kuvvete baş vurmaktan sakındıklarını ve sadece ruhani olarak, Allahü teâlâya ve komşuya muhabbet ve şefkat ettiklerini ilan eden hıristiyanların, birbirleri hakkında da yaptıkları muameleler, vahşetler ve zulmler, tarihlerde yazılıdır. Hıristiyanların yaptığı bu vahşetleri ve zulümleri okuyan bir kimse, biraz şefkat ve merhamet sâhibi ise, yalnız hıristiyanlıktan değil, böylesine vahşi fillere sebep olmak kabiliyetinde bulunduğu için, insanlıktan bile nefret edeceği gelir.
Avrupalı tarihçilerden birisi, hıristiyanların, hıristiyanlık uğruna, katlettikleri insanların toplu bir hesabını yapmış ve o asırdaki bazı tarihi malumatı da yazmıştır. Müslüman kardeşlerimize bir hatıra olmak üzere, kısaca tercüme edilerek buraya yazıldı:
[m. 1251] senesinde, sonradan papalık da yapan Novatianus ismli bir papaz ile Cornelius ismindeki diğer bir papaz arasında Roma’da bir anlaşmazlık ve münakaşa çıktı. Kartaca’da da, Siprin ve Nevat ismindeki iki papaz arasında makâm mücadelesi ortaya çıktı. Böylece, Roma ve Kartaca’da bunların taraftarları arasında çıkan kavgalarda pek çok kimse öldürüldü. Bu öldürülenlerin sayısı malum olmamakla beraber, mübalağasız ikiyüz bin olduğu tahmin edilmektedir.
Hıristiyanlar I. Kostantin zamanında düşmanlarından intikam almak fırsatını bulur bulmaz, imparator Galere’nin (Galerius’un) oğlu genç Kottidini ve imparator Maximi’nin (Eaximinus) 7 yaşındaki bir oğlunu ve bir kızını öldürdüler. İmperatorun hanımını ve bu iki çocuğun annelerini saraydan uzaklaştırıp, Antakya sokaklarında sürüklediler. Daha sonra, hepsini nehre atarak boğdular. İmperator Galeriusun zevcesi Selanik’te idam olunup, denize atıldı. Bu karışıklıklar sırasında, pek çok insan katl edildi. Bunların sayısı tam tesbit edilememişse de, 200bin kişi olduğu tahmin edilmektedir.
Donat isminde Afrika’da bir fırka kurarak, 300 tarihlerinde Roma kilisesine karşı gelen iki papazın, sebep olduğu ihtilallerde, papazların, kılıç ile öldürmeye müsaade etmeyip, topuz ile başları ezilerek katl edilen nüfusun miktarı 400.000 kişi olduğu tahmin edilmektedir.
Teslis inancının iki unsuru olan, Baba ile Oğlunun maddi olarak tam birleştikleri hususunda, İznik meclisinde verilen karar üzerine, hıristiyan memleketlerinde meydana gelen münakaşalar ve çarpışmalar, bütün tarihlerde mevcuttur. Bunlardan çıkan ateş ve ihtilal, Roma hükümetinin her tarafını defalarca yakmış ve 400 sene kadar devam etmiştir. Bu karışıklıklarda helak ve zelil olan yüzlerce hanedân hesaba dâhil olmayarak, sadece öldürülenlerin miktarı, takriben [yaklaşık olarak] 300.000’dir.
Anganoglest ve Angolater karışıklıklarında helak olanlar da, 60.000 kişidir.
İmperator Teokyilin zevcesi Teodoranın hükümeti zamanında, şerrin varlığını ispat için, hayır ve şerrin iki asıl olduğu îtikadında bulunan, Manez fırkasından bin kişi katl edilmiştir. Çünkü Teodoranın günahını çıkaran papaz, bunun Cennete girmesi için, sapık fırkada olan kimselerin katl edilmesi lazım olduğunu beyan etmişti. O zamana gelinceye kadar haça gerilen, boğulan ve yağlı kazıklara oturtularak öldürülenler, 20.000 kişi idi. Bu papaz, Teodora’nın Cenneti kazanması için bu miktarı çok az bulmuştu.
Her tarafta, her asırda piskoposluk ve patriklik kavga ve münakaşalarında yapılan harblerde öldürülenleri de, azın azı olarak 20.000 kişi kabul edebiliriz.
Haçlı seferlerinin devam ettiği 200 sene zarfında, hıristiyanların öldürdüğü hıristiyan nüfus, 2 milyon tahmin olunuyorsa da, biz tevazuan 1 milyon kabul edelim. (Mukallid-is suyuf) tabir edilen papazlardan bir kısmının, haçlı harbleri sırasında, Baltık denizi sahillerinde yağma ve çapulculuk yaparlarken katl ettikleri hıristiyanlar, en az 100.000 idi.
Lanoktuk aleyhinde papanın harp ilan etmesinde, öldürülüp, cesetleri ortada kalan ve ateşlerde yakılıp, külleri uzun zaman ortada bırakılan insanların sayısı 100.000dir.
Papa 7. Greguardan beri, imparatorlar aleyhinde yapılan harblerde öldürülenler, 50.000dir.
Batı ahalisinin dinden çıkanları meselesinde, 14. asırda öldürülenlerin sayısı,50.000’dir.
Bu vak’ânın akabinde, Johos ve Cirum ismindeki iki papazın ateşte yakılması üzerine, zuhûr eden muharebelerde öldürülen hıristiyanlar, 150.000 kişidir.
Bu büyük vak’aya nisbet ile Merbondol ve Gaberir katliamları mühim değil ise de, bunlarda öldürülen insanların bir kısmı ateşte yakılmış ve henüz annelerini emen küçük yavrular, ateşlere atılmış, kızların ırzlarına ve namuslarına tecavüz edildikten sonra, parça parça doğranmışlar, ihtiyar kadınların ferclerine barut doldurularak havaya uçurulmuşlardır. Bütün bunlar, hıristiyanlar tarafından yapılmış ve bu şekilde öldürülen insanların sayısı 18.000’e ulaşmıştır.
Papa 10. Leyon’dan 9. Kalman’a gelinceye kadar, hıristiyan hakimlerin koyduğu kaidelerin tatbikinden ve açıktan cellad ile kesilen papaz ve avam ve prenslerin başları ve çeşitli memleketlerde ateşlere atılarak yakılan cesetler ve Almanya, Fransa ve İngiltere’de celladların kesmekle usandıkları nüfus ve Lutherin (İşa-i Rabbânî yaparak tanrı ile birleşmek yoktur ve okunmuş su (vaftiz) uydurmadır) sözlerinden çıkan meselelerden ve ihtilaflardan dolayı hâsıl olan 30 ihtilalde ve Sent Bartelmi katliamında ve İrlanda şehirlerinde ve başka yerlerde meydana gelen umumî katliamlarda öldürülenler, 3 milyondan fazladır. Fakirliğe ve zillete itilmiş hanedân ve meşhur sülalelerden başka, en az iki milyon mazlum öldürülmüştür.
Engizisyon mahkemeleri denilen, papaz cemiyetleri tarafından katl edilen, çarmıha gerilen ve yakılanların sayısı, 5.200.000’dir.
Amerika’da, hıristiyanlık uğruna katl edilen yerli ahali için, iş bu kitabın müellifi, 5 milyon nüfus zikir etmiş ise de, Laskas piskoposunun bildirdiğine göre, öldürülenlerin adedi, 12 milyondur.
Hıristiyanlığı Japonya’ya yaymak için gönderilen, misyoner papazların ektikleri fitne tohumları neticesinde çıkan ihtilal ve muharebelerde telef edilen nüfus, 3 milyondur.
Bütün bunlarda katledilen insanların yekunu, 25 milyona yakındır.
Bu kitabı neşreden tarihçi, bildirdiği rakamların doğruya nisbetle çok aşağı olduğunu itiraf ederek der ki (Ey benim kitabımı okuyan Avrupalılar! Eğer senin evinde soyunun şeceresi mevcûd ise, bir kere onu gözden geçir. Elbette baba ve dedelerinin içinde, din kavgasında öldürülmüş ya bir maktul, yahut bir başkasını öldürmüş bir katil bulursun. Sadece İrlanda’da katolikler tarafından 154.000 protestanın katledildiği, İngiltere parlamentosunun 1052 [m. 1643] senesi haziranının 25. gününde yazılmış olan ilannamesinde bildirilmiştir.) Kitaptan tercüme burada tamam oldu.
Katolikler, diğer milletlere ve bilhassa orta çağ sonlarında protestanlara karşı bu mezalim ve eziyetleri yaparken, protestanlar da, diğer yanaklarını tutmamışlardır. Ellerinden gelen kan dökücülüğü yapmaktan geri kalmamışlardır. Hatta, bazı defalar katolikleri geride bırakmışlardır. İngiliz katoliklerinden Thomas, [m. 1851] senesinde basılan, (Mîr’at-i sıdk) kitabının 41 ve 42. sayfalarında diyor ki (Protestanlar, ilk zuhûrlarında, 645 imaret, 90 okul, 2300 kilise ve 110 hastahaneyi soyup, yağma ettiler. Buralarda oturan, binlerce miskin ve ihtiyarı öldürdüler. Ayrıca, ölülere dahi el uzatıp, kefenlerini soydular.) Elli ikinci sayfasında de, (Protestanlar, katolikler aleyhinde, adalet ve hakkaniyetten uzak, yüzden çok kanun çıkardılar. Bu kanunlar icâbı, katolik mezhebinde olanlar, protestanlardan miras alamadılar. 18 yaşından sonra protestan olmayanlara, arazi verilmedi. Katoliklere mektep açmak için izin verilmedi. Vaaz veren katolik papazlarını, hapsettiler. Vergilerini arttırdılar. Katolik mezhebi üzere ayin yapanları, para cezasına mahkum ettiler. Papaz olursa, 700 rubye alıp, hapsettiler. İngilterenin dışına okumaya gidenleri, İngiltere hâricinde katl edip, mallarını ellerinden gasp ettiler. Protestanların belli günlerdeki ayinlerinde hazır bulunmayan katolikleri para cezasına çarptırdılar. Neticede, katolik ayinlerinden bir şey icra ettirmeyip, silahlarını topladılar. Onları ata bindirmediler. Papazlardan, protestan olmayanları ve onları evlerinde misafir olarak saklıyanları da, öldürdüler. Katoliklerin şahadetleri kabul edilmedi. İngiltere kraliçesi Elizabeth, protestanlığı İngilterede yaymak ve yükseltmek, ruhani makâmını kendisi deruhte etmek için katoliklere her türlü zulüm ve haksızlığın yapılmasına izin verdi. [Bu zulmlerde kendisi de reislik yaptı.] Sadece meşhur şahıslardan 204 kişiyi celladlar eliyle idam ettirdi. Hapishanelerde 95 tane piskopos rütbesindeki katolik papazı öldürttü. Bazı katolik zenginler, ömr boyu hapsedildi. Protestanlar, rastladıkları katolikleri kırbaç ile döverlerdi. Hatta, İskoçya kraliçesi Estorat, katolik olduğu için, uzun müddet hapsedildikten sonra, cellad eliyle idam edildi. Yine kraliçe Elizabeth zamanında, katoliklerden ilim sâhibi olanlar ve ruhbanlar, gemilere doldurularak denize atılıp boğuldular. Kraliçe, İrlandada bulunan katolikleri protestan yapmak için, üzerlerine asker gönderdi. Kiliselerini yaktılar. İleri gelenlerini öldürdüler. Ormana kaçanları, vahşi hayvanlar gibi avladılar. Protestanlığı kabul edenleri, kabul ettikten sonra, yine katl ettiler. Parlamento, 1643 tarihinde, katoliklerin mallarını ve arazilerini zorla ellerinden almak için memurlar gönderdi. Bu hâl, kral 2. James zamanına kadar böyle devam etti. Çünkü bu kral, 1099 [m. 1687] senesinde katoliklere merhamet etti. Fakat protestanlar, buna kızarak 44.000 kişiden meydana gelen bir topluluk ile krala dilekçe verdiler. Zulüm kanunlarının devâminı istediler. Fakat parlamento, protestanların bu arzularına itibar etmedi. Bunun üzerine protestanlardan 100.000 kişi birleşerek Londra’daki katolik kiliselerini ve katolik mahallelerini yaktılar. Hatta, bir mahallede 36 yangın görüldü) demektedir.
İşte, cihat yapmak ile emrolunmayan ve sağ yanağına vururlarsa, diğerini çevir, paltonu isteyene ceketini de ver, düşmanlarınızı sevip, size bettua edenlere hayır duâ edin, kardeşin hata ederse yetmiş kereye kadar affet, komşunu kendin gibi sev diye tavsiye ve emreden Îsâ aleyhisselâmın dinine inandıklarını söyleyen hıristiyanlar arasında, böyle korkunç ve vahşice hadiseler meydana geldi.
İslam dininin emrettiği cihat, böyle zalim ve vahşice bir hareket değildir. Müslümanların cihâtâ hazırlanması, zalim hıristiyanların, İslam memleketlerine saldırmalarına mâni olmak için ve milletleri, zalim hükümetlerin işkencelerinden kurtarmak içindir. Cihat, hakkı, doğruyu kabulden kaçınan zâlimleri, inadcıları güç ve kuvvet ile terbiye etmek ve Allahü teâlânın mübarek ismini yükseltmek ve İslâmin güzel ahlakını her yere yaymak için yapılır.
Cihatın edepleri ve farzları vardır:
1 — Harbden önce, uygun bir lisan ile kâfirlere İslam dinini kabul etmeleri teklif olunur. Yani, İslam dininin, dinlerin en mükemmeli ve en üstünü olduğu ve Allahü teâlânın bir olup benzeri ve şeriki bulunmadığı ve Muhammed aleyhisselâmın Allahü teâlânın kulu ve Onun tarafından gönderilmiş hak Resûlü olduğu, münasib bir lisan ile anlatılır. Eğer kabul ve îman ederlerse, müminler zümresine dâhil olup müminlerle kardeş olurlar.
2 — Eğer, kâfirler, bu nimeti, bu saadeti kendilerine uygun görmeyip, (Biz babalarımızı böyle yapıyor bulduk) mealindeki Şuara sûresinin 74. âyetinde bildirilen dalâlet içerisinde kalmak isterlerse, dinlerini değiştirmeleri için zorlama ve baskı yapılmaz. İslam memleketinde, kendilerinin mallarını, ırzlarını ve canlarını korumak ve kendi ibâdetlerini yapmak karşılığında ve onların sosyal hizmetleri için harc olunmak üzere, senede çok az bir cizye ödemek (1,5 veya 2,5 veya 3 dirhem gümüş) şartı ile sulh yapmaya ve vatanlarında kalmaya davet olunurlar. Eğer bunu kabul ederlerse, dinleri müslümanların dini gibi serbest olur. Irzları, kanları ve malları da aynen bir müslümanın ırzı, kanı ve malı gibi, devletin muhafazasında, himayesinde olur. Bir müslüman, onların evlerine girip, kadınlarına bakamaz. Bir kuruşlarını dahi, haksız yolla alamaz. Onlara, kötü söz söyleyemez. Kurân-ı Kerîmde bildirilen adalet ile hüküm eden mahkemelerde, dâima hukuk sâhibi olup kendilerine en küçük bir haksızlık yapılamaz. Müminlerle beraber güzelce geçinirler. İslam mahkemelerinde, bir çoban ile Vâli müsavi muamele görürler.
3 — Eğer, kâfirler, ikinci hâli de kabul etmeyip, müminler ile harp etmeye kalkışırlarsa, İslamiyette bildirilen adalet ve usûl üzere, onlarla cihat yapılır.
İslamiyetin, cihat hususunda, uyulmasını emrettiği adalet ve insaf yolu budur. Müslümanların ve hıristiyanların tarihlerini ve şimdiye kadar yaptıklarını, bir teraziye koyup, insaf ile hüküm etmelerini, akıl ve idrâk ehlinin vicdanlarına havale ederiz.
Yukarıda bildirilenlerden açıkça anlaşılıyor ki İslam dininin sürat ile yayılması, zor ile ve dünya malına tama gibi sebeplerden olmamıştır. İslamiyetin sürat ile yayılması, hakiki ve en son din oluşu, hakiki ve umumî bir adaleti [ilmi, çalışmayı, merhameti, güzel huylu olmayı emretmesi ve insanların fıtratlarına tam uygun bir din oluşundandır. Çünkü, İslamiyete uyanların, ona tam tâbi olup emirlerini yerine getirenlerin, çok kısa zamanda maddeten refah, ruhen huzur içerisinde olduğunu, papazlar da kabul ve itiraf ederek, (Evet, putperest ve bedevi olan Araplar, İslamiyeti kabul ettikten sonra, çok kısa bir zaman içerisinde ruhen yükselmiş, ilim, sanat ve medeniyette çok ileri giderek, dünyaya hâkim olmuşlardır) dediklerini, kitabımızın başında bildirmiştik. Keşke birazcık insaf edip, müslümanların bu terakkîlerinin, en son ve en kâmil din olan İslamiyete ve onu tebliğ eden, en son Peygamber Muhammed aleyhisselâma uymaları sebebi ile olduğunu anlasalardı, saadete kavuşurlardı.]
Sadece kılıç korkusu ile din değiştirmek kolay olsaydı, katolikler ile protestanlar arasında, milyonlarca insanın katl edilmesine sebep olan harbler olmazdı. İman esaslarında, büyük bir yakınlık olmasına rağmen, ne katoliklerin zorlamaları ve tazyikleri protestanları kendi imanlarından döndürebildi, ne de protestanların vahşice zulümleri, İrlanda adasındaki katolikleri imanlarından ayırabildi.
(Bir kısım insanlar cizye vermemek için İslam dinini kabul etti) denilirse, yukarıda tafsilatını beyan ettiğimiz gibi protestanlar, dinlerine giren kimselere en az yarım kese gümüşten, 5.000 kuruşa kadar maaş tahsis ettikleri ve uzun senelerden beri İslam memleketlerinde bu kadar çalıştıkları hâlde, ismi bilinen ve dinini ve kendini bilir kaç müslümanı, protestan yapabilmişlerdir? Hâl böyle iken, (Hıristiyanlar, senede bir defa verdikleri cizye ismindeki 5-10 kuruşa tama ederek İslamiyeti kabul ettiler) demek kadar, ahmaklık, cahillik ve inatcılık olamaz.
[Burada papazların unuttukları veya söylemek istemedikleri bir diğer husus da, gayrimüslimlerden cizye almayı emreden İslamiyet, müslümanların da, zekat ve öşür vermelerini emretmiştir. Müslümanların vermiş olduğu zekat ve öşür, gayrimüslimlerin vermiş olduğu cizyeden kat kat fazladır.
Cihat bahsini bitirmeden önce, şu hususu zikretmek de faydalı olacaktır: Bir devlet, bir millet, çok mütevazi ve nazik olursa, düşman devletlerin hücumuna uğrar, onların tamalarını üzerine çeker. Düşman devletler, bu milletin tevazuunu, nezaketini, aczine ve korkaklığına vererek onlara saldırır. Tarih, bu sözlerimizin binlerce misali ile doludur. İslamiyette, cihâtâ hazırlanmak emri olmasaydı, müslümanların etrafında olan düşmanları, müslümanları ve İslamiyeti yok etmeye çalışacaklar ve onlara saldıracaklardı. Günümüzde de, dünya devletleri, bütçelerinden en çok parayı, müdafaa ve harp sanayiine ayırmaktadırlar. Hatta, açlık, kıtlık ve fakirlik bulunan devletler dahi böyle yapmaktadır. Bu, bir devletin bekası ve vatanın muhafazası için şarttır. Cihat emrinin olmamasını, dinlerinin fazileti için delil getiren hıristiyan devletler kuvvetlenince, İslam memleketlerine ve diğer zayıf milletlere saldırmış, onları istila etmiş, yıllarca zulüm etmiş ve sömürmüşlerdir. Bu zulümde, bilhassa İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya çok ileri gitmişlerdir. Hâl böyle olunca, hıristiyanlıkta cihat emrinin olmaması sözü nerede kalmıştır. Papazlara bunu soruyoruz?]