Sual: Papazların, İslam dinine yaptıkları itirazlardan biri de, teaddüd-i zevcat, yani 4’e kadar evlenme ile talak, yani boşama meseleleridir. Hıristiyanlar, (Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinde, teaddüd-i zevcatın yasaklanmasına dair bir kanun bildirilmemiştir. Talak için de, açıkça izin verilmiştir. Halbuki Îsâ Mesihin İncili, doğrudan doğruya her ikisini de menetmiş, yasaklamıştır. Kurân-ı Kerîm ise, birden fazla evlenmeye izin vermiştir. Nisa sûresinin 3. âyetinde meâlen: (Size helal olan kadınlardan ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikah ediniz) buyurulmuştur. Bu âyet-i kerime ile dörde kadar, nikah ile evlenilebilmektedir. Bundan başka, İslam dini, erkeklerin canı istediği zaman cariyeler satın almasına da müsaade etmiştir. Bu ise, kadınlara, Allahü teâlânın tahsis buyurduğu hâle ve insanların âdil arkadaşı ve yardımcıları olmak mertebesine uygun değildir. Bu hüküm, kadınları bir hizmetçi derecesine indirmiştir. Birkaç kadınla evlenmek, mesut bir evliliğe muhalıftır. Çünkü, zevc ile zevcenin tam olarak anlaşması ve tanışmalarına mâni olup sülalenin emniyet ve saadetini ortadan kaldırmaktadır) demektedirler. Bu iddialara ne cevap vermek icab eder?
Cevap: Papazlar, adetleri olan, hilekar fikirlerinden dolayı, burada da, âyet-i kerimeyi işine geldiği yere kadar yazmış, sonraki kısmını yazmamıştır. Nisa sûresinin 3. âyetinin tamâmında meâlen: (Eğer yetim kızların haklarını [kendileri ile evlendiğiniz takdirde] gözetemeyeceğinizden korkarsanız, onlardan başka kadınlardan helal olanları, ikişer ikişer, üçer üçer ve dörder dörder nikah edin. [Yani 4 kadından fazlası ile evlenmeyin.] Eğer o kadınlar arasında adalet yapamayacağınızdan korkarsanız, birini ihtiyar edin [seçin]. Yahut, sâhip olduğunuz cariyeleri ihtiyar edin. İşte bu bir zevce, yahut cariyeler ile kanaat etmeniz, adaletten ayrılmamaya daha yakındır) buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimenin mealinden anlaşılır ki daha önceki kavimler [bilhassa Araplar] arasında, evlenilecek kadın için belli bir aded olmadığından, bir kimse 5, 10, 20 kadınla evlenebiliyordu. İslam dini bunu 4’e indirmiştir. Ayrıca, buna zevceler arasında adalet yapmayı da şart koşmuştur.
Hanımları arasında adaleti yerine getirmekte olan zorluklar göz önüne getirilirse, aklı olan ve adaletsizlikten korkan kimse için, bir kadından fazlası ile evlenmek mümkün olamaz. Yani İslam dini zâhirde 4’e kadar evlenmeye ruhsat [izin] verdiği hâlde, ortaya koyduğu adalet şartı ile zımnen birden fazla evlenmemeyi tenbih etmiştir. Hatta, Peygamberimize “sallallâhü aleyhi ve sellem” hanımlar arasında adaletin nasıl olacağı sorulduğu zaman, (Birinin elinden bir bardak su içersen, diğerlerinin ellerinden de bir bardak su içmektir) cevabını vermiştir. Bunu tatbik etmek, bir kimse için çok zor olduğundan, İslam dini bir kadınla evlenmeyi tavsiye etmektedir.
Papazların, İnciller birden fazla kadınla evlenmeyi doğrudan doğruya menetti [yasakladı] demeleri, İncillerde bildirilenin tersidir. Çünkü İncillerde, (Birden fazla kadınla evlenmeyin) diye bir nehy mevcûd değildir. Fakat, Matta İncilinin 19. babının 3. ve devâmındaki ayetlerinde, (Ferisiler İsa’yı deniyerek gelip dediler: Her sebep ile hanımını boşamak câiz midir? Îsâ cevap verip: Başlangıçta yaratan onları erkek ve dişi yarattığını ve “Bunun için insan babasını ve anasını bırakacak ve hanımına yapışacaktır ve ikisi bir beden olacaktır” dediğini okumadınız mı? Artık onlar iki değil, fakat bir vücutturlar. İmdi Allah’ın birleştirdiğini insan ayırmasın) dedi. Bundan, birden fazla kadın ile evlenmenin yasaklandığı anlaşılamaz. Fakat, her zevce, zevci ile tek bir vücut kabul edildiğinden, boşamak işinde ileri gidilmemesini emrettiği anlaşılır. Hâl böyle olunca, papazlar, yalnız İslam dininin değil, Îsâ aleyhisselâmın, tamam etmeye memur olduğu, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinin de batıllığını iddia ederek, Îsâ aleyhisselâmın dininden çıkmış oluyorlar.
Talak işinde de hâl böyledir. İncillerde, zinadan başka bir sebep ile talak vermekten nehy vardır. Ancak, bu İncillerin doğruluğu bizce şüpheli olduğundan, bu nehyin, Îsâ aleyhisselâma vahiy olunan hakiki İncil ayetlerinden olduğunu kabul edemeyiz. Buna bazı delillerimiz vardır:
1 — Bu bahis, Matta İncilinde görülen, garib bir ayette yazılıdır. Mattanın 19. babının 3. ve devâmındaki ayetlerde diyor ki (Ferisiler, İsanın yanına gelip onu deniyerek dediler: Her sebep ile karısını boşamak câiz midir? Îsâ cevap verip dedi: Başlangıçta yaratan onları erkek ve dişi yarattığını ve “Bunun için insan babasını ve anasını bırakacak ve zevcesine yapışacaktır ve ikisi bir beden olacaktır” dediğini okumadınız mı? Onlar artık iki değil, fakat bir bedendirler. İmdi Allah’ın birleştirdiğini insan ayırmasın. Onlar İsaya dediler: Öyle ise, Mûsâ niçin bir boşanma kağıtı vermeyi ve kadını boşamayı emretti? Îsâ onlara dedi: Kalplerinizin katılığından dolayı hanımlarınızı boşamanıza Mûsâ müsaade etti. Fakat başlangıçta böyle değil idi. Ben size derim: Kim zinadan başka bir sebep ile zevcesini boşar ve başkası ile evlenirse, zina eder. Boşanmış olan kadınla evlenen de zina eder. Şakirdler İsa’ya dediler, eğer erkeğin hanımı hususunda hâli böyle ise, evlenmek hayırlı değildir. Fakat Îsâ onlara dedi: Bütün adamlar bu sözü kabul edemez. Ancak kendilerine kabulü verilmiş olanlar kabul eder. Çünkü bazı anadan doğma hadımlar vardır ve bazısı insanlar tarafından yapılmış hadım vardır. Göklerin melekutu uğrunda kendilerini hadım edenler de vardır. Kabul edebilen bunu kabul etsin) demektedir.
Bu ibaredeki 1. sualin cevabında, Mûsâ aleyhisselâmın boş kağıtı verme izninin sebebi bildirilmekte ve kalplerin katılığından dolayı, hanıma boşama kağıtı vermeye Mûsâ aleyhisselâmın izin verdiği bildirilmektedir. Bu, hem Mûsâ aleyhisselâma, hem de Îsâ aleyhisselâma, ayıp ve kusur isnad etmek olur. Çünkü, bu cevaptan, Allahü teâlânın emri olmaksızın Mûsâ aleyhisselâmın kendiliğinden emir ve nehy yapabildiği, hatta başlangıçta böyle değil iken, Beni İsrailin kalplerinin katılığından dolayı, boşamaya izin vermiş olduğu mânâsı çıkar. Bir diğer husus da: Kalp katılığı, talaka sebep olan hallerden olmadığı için, böylesine saçma bir cevabı Îsâ aleyhisselâma nisbet etmek rezilliği ortaya çıkar. Diğer bir gariblik de şudur: Îsâ aleyhisselâm Ferisiler ile konuşurken, şakirdler konuşmaya karışarak sohbeti bozup, (Eğer zinadan başka bir sebep ile zevceyi boşamak yoksa, evlenmek hayırlı değildir) sözünü söylemeleridir. Çünkü, havarilerin önceki Peygamberlerin kitaplarına bilgileri gâyet az idi. Îsâ aleyhisselâm ise, tam vakıf idi. Havarilerin Îsâ aleyhisselâma karşı itiraz eder gibi böyle bir sözü söylemelerine hayret edilir. Çünkü bu hüküm, akla, hikmete ve adete o kadar muhalif görünmüş ki Îsâ aleyhisselâmın düşmanlarından önce, kendi şakirdleri, kendisine itiraz etmişler demek olur. Bir diğer gariblik ise, şakirdlerin itirazına karşı evlenmemeyi, hadım kimseler gibi kabul edip, onları 3 kısma ayırarak, kiminin yaratılıştan, kiminin insanlar tarafından yapılmış, kiminin göklerin melekutuna kavuşmak arzusu ile hadımlığı ihtiyar ettikleri tafsilatını, Îsâ aleyhisselâma isnad etmektir. Hadım olan kimselerin evlenmemeleri tabiî olup evliliği kabul etmelerinin veya etmemelerinin onlarca bir kıymeti yoktur. Ayrıca, burada asla münasebeti olmayan hadımlığın çeşitlerinin anlatılması da tamamen hezeyandır. Îsâ aleyhisselâm gibi, şânı yüksek bir Peygambere böyle şeyler yakıştırılamaz. Onun derecesinin pek yüksek olduğundan şüphe olunamaz.
2 — Îsâ aleyhisselâm, (Ben şeriati yıkmaya değil, tamam etmeye geldim) deyip dururken, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinde olan böyle bir esâsı, böyle bir hükmü değiştirmiyeceği meydandadır.
3 — Matta İncilinde yazılı olan bu bahis, Markos İncilinin 10. babında da anlatılmaktadır. Markos’ta, şakirdlerin sordukları sual ve sonradan (Evlenmemek daha hayırlıdır) dedikleri gibi bir şey ve hadım olanların çeşitleri ile ilgili, her hangi bir şeyin bulunmamasıdır. Matta İncilinde bildirilen bu haber mütevatir olsa idi, Markos, Matta İncilinden anlatılan bu bahsin baş tarafını yazdığı gibi, son tarafını, yani havarilerin sualleri ve bunun cevabı ve hadım olanlar ile ilgili kısımlarını da yazardı.
4 — İki İncilin ibareleri arasında, mânâ cihetinden olan farklılıktır. Çünkü Markos İncilinin 10. babının 2. ayeti ve devâmında, (Ferisiler geldiler ve onu deneyerek: Adama zevcesini boşamak câiz mi? diye kendisinden sordular. O da bunlara şöyle cevap verdi: Mûsâ size ne emretti? Onlar da dediler: Mûsâ bir boşanma kağıtı yazmaya ve kadını boşamaya müsaade etmiştir. Fakat Îsâ onlara dedi ki yüreklerinizin katılığından dolayı size bu emri yazdı. Fakat hilkatin başlangıcından Allah onları erkek ve dişi yarattı) demektedir.
Matta İncilinin 19. babının 8. âyetinde ise, (Yüreklerinizin katılığından dolayı, zevcelerinizi boşamanıza Mûsâ müsaade etti. Fakat başlangıçtan böyle değil idi) demektedir. Bu iki ibare arasında iki şekilde ayrılık vardır: Birinci ayrılık, Matta İncilinin ibaresinde, Mûsâ aleyhisselâmın talaka izin verdiği anlaşıldığı hâlde, Markos’un ibaresinden, Mûsâ aleyhisselâmın talakı emrettiği anlaşılmaktadır. İkinci ayrılık ise, Matta İncilinin ibaresine göre, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinden önce talak yokmuş, sonradan Beni İsrailin kalplerinin katılığından dolayı, Mûsâ aleyhisselâm onlara talak için izin vermiştir. Markos’un bildirdiğine göre ise, başlangıçtan kelimesi yerine hilkadden, yani yaratılıştan kelimesi kullanılmıştır. Markos’un ibaresindeki mânâ, ilk yaratılıştan Allahü teâlâ onları erkek ve dişi yarattı demek olur ki Matta İncilinin ibaresine muhalıftır.
5 — [İncillerin bildirdiğine göre], Îsâ aleyhisselâm, Davud aleyhisselâmın sülalesinden olmakla iftihar etmiştir. Davud aleyhisselâmın, müteattid zevceler sâhibi olduğunu bildiği hâlde, birden başka kadınla evlenmeyi nehy etmesini, akıl kabul edemez.
Bu deliller ile biz bu ayetlerin, Îsâ aleyhisselâma Allahü teâlâ tarafından inzal edilen, hakiki İncil ayetlerinden olmayıp, sonradan İncillere sokuşturulmuş olduğunu ispat ederiz. Eğer papazların, tersini ispat etmeye delilleri var ise, beyan etmelidirler. Bizlere çok garib görünen bir husus da, İslam dinindeki talaka izin verilmesine itirazın, protestanlar tarafından yapılmasıdır. Çünkü tarihlerde bildirildiği gibi, miladın 400 tarihine kadar hıristiyanlar arasında, talaka dair asla bir münakaşa ve ihtilaf vuku bulmamış ve Tevratın hükmü ile amel olunmuştu. O asırda, Sent Augustin ismindeki piskopos talakı kesinlikle nehy etti. Katolik kilisesi, bugün hala onunla amel etmektedir. [St. Augustin, katoliklerin azizlerinden olup miladın 430 senesinde, Tunusun Bone şehrinde öldü.] Avrupalı hıristiyan krallardan bâzıları için, papazların talaka izin verdikleri de oldu. Fakat bunlar, siyaset icâbı olduğu için, kilise buna itibar etmeyip, görüşleri bugün yine talakın câiz olamayacağı, şeklindedir.
Protestanlar, katolik kilisesinin talak verilmiyeceği görüşüne itiraz ettiler. Luther, diğer hususlarda olduğu gibi, talak hususunda da, katolik kilisesine muhalefet etti ve talaka ruhsat verdi. O hâlde, protestanların talaka itirazları, kendi dinlerinin kurucusu olan, Luthere de itiraz olur.
Bu papaz, birden fazla evlenme ve talakın bazı ahvalde lüzumlu ve güzel bir şey olmayıp, bilakis nice zararların meydana çıkmasına sebep olduğunu uzun uzun beyan ederek, İslam kadınlarının da zihinlerini karıştırmak ve sapıtmak için, hayli sıkıntılara girmiştir. Madem kendisi, nakli bırakıp, akli deliller ile fesad çıkarmaya çalışmaktadır. Biz de onun iftirâlarının akli olan mahzurlarını beyan edelim:
Her iklimin kendine mahsus tabiati ve tesirleri olduğu gibi, her iklimde bulunan milletler ve kavmlerin de, kendilerine mahsus bir takım milli örf ve adetleri vardır. Asırlardan beri, o adetlere alışmış olduklarından, onu terketmeleri mümkün değildir. Çünkü bu adetlerin ekserisi, o iklimin havası ve suyu ile yoğrulmuş olan huylarının icâbıdır. Onları, bu huylardan vazgeçirmek, bir şeyin mahiyetini değiştirmek gibidir. İşte, teaddüd-i zevcat ve talak hususu da, ekvatora yakın olan ve havası sıcak olan memleketlerin ahalisi arasında, uzun zamandan beri mevcûd olan, bir örf ve adet idi. İmkan sâhibi olanların, çok kadını nikah etmeleri; Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” zamanına kadar devam etti. Bundan sonra, Kurân-ı Kerîm nazil olmuş ve Kurân-ı Kerîm bu kadın sayısını 4’e indirmiştir. Buna da, adalet şartını koyarak, zımnen bu sayıyı bire tahsis etmiştir. Buna göre, Arap kavmi gibi pek çok kadın ile evlenmeye alışmış bir kavmi, 4’e kadar kadınla evlenmeye alıştırmak [ve eski adetlerinden vazgeçirmek] Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” mucizelerindendir. Bununla beraber, Asya ahalisinin meşreb ve yaratılışları, Avrupalılara benzemediğinden, onlar birden fazla kadınla evlendikleri zaman, papazların zannettikleri kadar uygunsuzluklar meydana gelmez. Çünkü evlenmek 3 sebep ile olur:
1 — İnsan neslinin devamı,
2 — Bir başkasının mülküne tecavüzden ve zinadan sakınarak, iffet ile yaşamak,
3 — Ev işlerinin güzel bir şekilde tanzimi ve malların ve eşyanın muhafazasıdır.
Bir kadın çocuk sâhibi olamadığı zaman, evliliğin birinci sebebi yerine gelmeyip, insan neslinin inkıtaına sebep olur. Eğer zevce bir hastalığa mübtela veya yaratılışta bünyesi gâyet zayıf olur, zevcinin bünyesi de kuvvetli ve sıhhatli olursa, evliliğin ikinci sebebi de zail olur. Bunun zail olması ise, zina gibi, pek büyük bir fesada sebep olur. Bir diğer husus da, eğer kadın müsrif, sefih, itaatsiz, hâin ve kötü huylu ve kötü dilli olursa, 3. sebep de yok olmuş olur. Böylece erkek ömrünün sonuna kadar, gariblik, eziyet ve hüsran içerisinde bulunur. Zengin ve haysiyet sâhibi nice hıristiyan vardır ki hanımı çocuksuz veya yaşlı veya sefih ve kötü huylu olduğu için, onu boşayarak bir diğerini alamaz. Böylece, hıristiyan olduğuna, günde bin kere pişman olur. Fakat müslümanlarda, zevcesini boşamak zevcin ihtiyarı altında olduğundan, zevcesi kendisine muvafık olmazsa, boşayarak ondan ayrılır. Zevcesi kendisine muvafık olduğu takdirde, ömürlerinin sonuna kadar, mesut olarak beraberce yaşarlar. Müslümanların ekserisi böyledir. Bunun için, İslam milletlerinde, müslüman olduklarına üzülmelerine ve pişman olmalarına hiç bir sebep yoktur.
Bu husustaki bir diğer incelik de, hıristiyanlar evlenmeden önce birbirleri ile görüşüp, konuşurlar. Bu sebep ile iki taraf birbirlerinin ahlakını, tavırlarını inceleyip öğrendikten sonra, tarafların muvafakati olursa evlenirler. Fakat iki taraf da birbirlerine hoş görünmek için beraber bulundukları sırada, gâyet ihtiyatlı davranıp, kötü huylarını birbirlerine his ettirmemeye çalışır, birbirlerini aldatırlar. Ancak tecrübesizlikle, gençlikten gelen duyguların ve şehvani kuvvetlerin tesiri ile önceden tanışmalarının faydası olmaz. Bunun da delili, hıristiyan ailelerin çoğunda, evlendikten sonra görülen hoş olmayan hallerdir. Her memlekette, bilhassa Avrupa’da, sadece zevcesi ile ömrünün sonuna kadar beraber yaşayıp, başka bir kadınla ilgisi olmamış güçlü, kuvvetli kimse pek azdır. Bu da tabiî bir iştir. Çünkü, onlarda kadınlar ile görüşmek memnû olmadığından, herkes zevcesini alıp balolara, [tiyatrolara, sinemalara ve diğer eğlence ve içki yerlerine ve] misafirliğe giderler. Orada, kendi zevcesi ile beraber oturmak ayıp olduğu için, herkes zevcesini başka bir erkeğe teslim eder. Kendisi de, bir başkasının zevcesini alarak dans ederler ve birbirlerini aldatırlar. İnsan nefsinin icâbı, zaman ile her şeyden bıkkınlık ve usanç gelir. Bir kimsenin zevcesi, ne kadar güzel ve iyi ahlak sâhibi olsa, zaman ile başlangıçtaki muhabbet ve ateşi azalır. Böyle bir mahalde, gerek erkek, bir diğer kadına ve gerek zevce, bir diğer erkeğe çaresiz meyleder. Hıristiyan memleketlerinde, kadınlar ve erkekler, birbirleri ile karıştıkları, görüştükleri ve konuştukları için, zina etmeden ömür geçirmiş bir erkek ve kadın pek nâdir bulunur. Kadın erkek, hiç bir çekinme ve kaçınma olmaksızın, beraber oturmaları, konuşmaları ve görüşmeleri ile kadınlara hürmet ediyoruz ve haklarını yerine getiriyoruz dedikleri hâlde, onları bu tehlikelere kendileri düşürerek, hakikatte kadınları tahkir etmekte, aşağılamakta ve ticaret metaı olarak kullanmaktadırlar. Fakat müslümanların zevceleri, ırz, namus ve haya sâhibi olarak, zevcleri yanında [ve her yerde] muhterem olduğundan, zevcleri onları böyle tehlikelere ve hakaretlere lâyık görmezler. Herkes, en çok sevdiği ve kıymetli olan şeyleri kendi nefsi için sakladığı gibi, müslümanlar da, kendilerine her şeyden kıymetli, aziz ve muhterem bildikleri zevcelerini, hanımlarını uçan kuştan esirgerler. Bu ise, muhabbetin, sevginin çokluğundandır. Avrupalılar, bu hususta ahlak ve namus duygusundan uzaklaşmışlardır. Zevcin, zevcesini veya zevcenin zevcini kıskanması, çok gülünç ve alay konusu olan bir ahmaklık kabul edilmektedir. Bir kimse hakkında, filan kıskanç imiş denilince, terbiyesiz ve ahmak sayılır.
Avrupa’nın, insanlık edeblerine tamamen zıd olan bu halinden, ziyâdesi ile istifade edenler, papazlar oldular. Papazlar için bu halin devâmını istemek tabiîdir. Bizim tanıdığımız hıristiyanlardan birisi, Almanya’da doğup büyümüş ve protestan olarak yetişmiş iken, balolara kız kardeşlerini götürüp, başkalarının eline terketmeye namus duygusu ile râzı olmadığından, vatanı olan Almanya’yı ve dini olan hıristiyanlığı terkederek, İstanbul’a gelmiş ve müslüman olmak ile şereflenmiştir. Bugün Osmanlı devletinin mühim işlerinde hizmet etmektedir.
Avrupayı görmüş olanların bildiği gibi, birçok kibar ailelerde zevc ve zevce arasındaki şekli bir birleşme ve ittifak vardır. Evlerine misafir geldiği ve kendileri de misafirliğe gittikleri zaman, dostlarına karşı, zevc ve zevce güya, birbirlerine çok bağlıymışlar gibi, güzel muamele ederler. Fakat bir müddet sonra, aileler birbirlerine yakınlaşıp karıştıkları zaman, zevc ve zevcenin asıl düşünceleri anlaşılır. Yani her biri, diğerini görmek istemeyecek kadar, birbirlerinden bıkmış, usanmıştır. Hatta bâzıları, ne sen bana karış, ne de ben sana karışayım diye, mukavele yapmışlardır. Böylece, zevcin birkaç sevgilisi olduğu gibi, zevcenin de nice sevgilileri olup ikisi de, kendi zevk ve safalarında ayrı ayrı vakit geçirmektedirler. Ayrıca, iki taraftan biri, hayatta olduğu müddetce, bir başkası ile evlenemediklerinden, birbirlerinin ölmesini beklerler. Bâzen, biri diğerinden kurtulmak için, öldürmeye dahi teşebbüs etmektedir. Talakın bulunmamasının Avrupa milletleri için zararları pek çoktur. Bunun için, 1792 senesinde, talakın resmen yasak olduğu Fransa’da talak, kanunlarca tanındı. Yani, talaka izin verildi. 1816 senesinde, papazların çalışmaları ile yine kanunlardan talak izini kaldırıldı. Talaka tekrar kanunlarca izin verilmesi için, 1830 ve 1848 senelerinde hükümet adamları, hukukçular ve ilim adamları tarafından pek çok gayret sarf edildi ise de, papazların entrikaları galebe çalarak talakın serbest bırakılması için çalışanlar muvaffak olamadılar. Avrupalılar, köleliği insanlığa mugayir, insanlığa zıd gördüklerinden, köleliğin kaldırılması için sarf ettikleri çalışma ve gayretleri ne kadar takdire şayan ise, kendilerinde bir ömür boyu süren ve mal, nesl ve iffet için olan çeşitli zararları, her gün daha açık bir şekilde görülmekte olan talak verememek [kadınını boşayamamak] esaretini hala kaldırmamalarına çok teaccüb edilir. Yaşlıca bir adâmın genç zevcesi, açık saçık dolaşıp, istediği delikanlılar ile görüşse ve bu adam zevcesini bundan men’ edemeyerek, başkaları ile yatıp kalkmasından şüphe etse, bu kadından dünyaya gelen çocuklar her gün, gözünün önünde koşup gezerken, aşağılık duygusu içerisinde ah ederek, elbette bu çocuklar benden değildir, fakat benim mirasımı paylaşacaklardır demez mi? Dünyadaki ömrünü gam ve keder içerisinde geçirmez mi? O kimse için, bundan büyük azap olur mu? Yahut, afife genç bir kadın, kendi rızası olmadan iktidarsız bir ihtiyarla veya hiç hoşlanmadığı bir adam ile evlendirilse, bu kadın, bütün gençliğini büyük bir azap içerisinde geçirir. Ayrıca, ondan meydana gelecek neslden, medeni bir cemiyeti mahrum bırakmak, hikmete hiç uygun olmayan ve medeniyetin icap ettirdiği bir şey değildir. Bu kadın, artık canından bezerek, kocası hayatta iken, bu beladan kurtulamayacağını bilince, uygun bir vakitte kocasını suikast ile ortadan kaldırma fikrine kapılırsa veya afife iken ızdırab, üzüntü ve gençlik arzuları ile yoldan çıkarsa, papazlar mesul olmaz mı?
Erkeklerle kadınların bir arada toplanmaları, oturup kalkmaları ve balolarda kadınların boyunları, gerdanları, kolları açık olarak dans etmeleri ve süs eşyalarını ve ziynetlerini takarak gelip, kadın erkek karma karışık oturmaları câiz olunca, buralarda gözlerini birbirlerine bakmaktan muhafaza edecek kaç erkek ve kaç kadın bulunabilir? Müslüman kadınların, evlerinden sık sık sokağa çıkmaları ve yabancı erkeklerle konuşmaları ve bir arada bulunmaları, gülüp şakalaşmaları olmadığından, onlar için böyle bir tehlike yoktur. Bir müslümanın zevcesi, çirkin ve kötü huylu olsa bile kendisi ondan başka kadın görmediğinden ona kanaat eder. Müslüman bir hanımın, kocası ne kadar uygunsuz olsa da, kendisi başka bir erkekle konuşmadığı, oturup kalkmadığı için, ona tahammül eder ve geçinir gider. Felakete sebep olacak, zararlı hallerde bulunmazlar. Kıskançlık sâhibi ve ayıp bilen bir kimse için, İslam dininden başka bir dinde, asla kalp huzuru ile yaşamak mümkün değildir. Daha önce de söylediğimiz gibi, her milletin kendine mahsus bazı adetleri olup bunlardan ayrılması mümkün olamayacağından, biz itirazcı papaza iffet ve ismetin [namus ve hayanın] lezzetini ve letâfetini anlatacak değiliz. Çünkü bu, vicdani bir lezzettir. İnsanın çok sevdiği ve sadece kendisinin su içtiği bir bardaktan, başkasının su içmesine bile râzı olmaması, normal bir iş olduğu hâlde, kendinin bir parçası ve neslinin emânet olunduğu bir gizli hazinesi olan hanımını, nefslerinin esiri olan şehvetperestlerin helak etmesi için, önlerine atmasını, bir insanın nasıl kabul edebileceğini anlamıyoruz.
[Hıristiyan memleketlerinde, kadınlar, kızlar, başları, gerdanları, kolları, bacakları açık geziyorlar. Erkekleri fuhşa, zinaya sürüklüyorlar. Evde zevcesi yemek pışırir, çamaşır yıkar ve evi temizlerken, erkeği iş yerinde veya sokakta hoşuna giden çıplak bir kadınla zevk safa, hatta zina yapıyor. Akşam evine düşünceli ve yıpranmış olarak geliyor. Kötü hayallere dalarak, vaktiyle beğenmiş, sevmiş, seçerek almış olduğu zevcesinin, yüzüne bile bakmaz oluyor. Evdeki yorgunluğunu gidermek için, alaka ve neşe bekleyen zevcesi, haklarına kavuşamayınca, asabi buhranlar geçiriyor. Aile yuvası bozuluyor. Sokaktaki kadına bakan erkek, onu kirli çamaşır gibi bırakıyor. Bir başkası ile anlaşıyor. Böylece, her sene, binlerce kadın ve erkek ve çocukları perişan oluyor. Ahlaksız ve anarşist oluyorlar. Cemiyet, millet, çökmeye sürükleniyor. Açık, kokulu, süslü dolaşan kadınların, gençlere ve millete zararları, alkollü içkilerden ve uyuşturucu zehirlerden, daha çok ve daha korkunç oluyor. Allahü teâlâ, kullarının dünyada felakete, ahirette de şiddetli azaplara yakalanmamaları için, kadınların kızların örtünmelerini emretti. Ne yazık ki nefslerinin, şehvetlerinin esiri olan bazı kimseler, Allahü teâlânın emirlerine gericilik, kâfirlerin şaşkın, çılgın işlerine ilericilik diyor. Bu ilericilerden, aydınlardan bazısı, meslektaşları vasıtası ile bir diploma ele geçirmiş. Köşe başlarını paylaşmışlar. Baykuşlar gibi ötüyorlar. Her fırsatta İslamiyete saldırıyorlar. Bu kahramanlıkları(!) ile tarihi düşmanımız olan hıristiyanlardan, yahudilerden ve komünistlerden, alkış ve maddi yardımlar toplayarak güçleniyor, 1001 hile ile gençleri aldatıyorlar. Allahü teâlâ, sözde ilericilere, aydın kimselere akıl versin! Hakkı batıldan ayırmalarını nasip eylesin!]
Bâzıları, buna cevap olarak, (Kadınların terbiyesine vakti ile ihtimam olunmakta idi. Kadın, zevcelik vazifelerini gereği gibi öğrendikten sonra, her türlü mecliste bulunabilir. Böyle olunca, onun yoldan çıkmasından korkulmaz. Çünkü, ilim nefse gâlip olur) demektedirler. Bunu söyleyen kimsenin 30 yaşında, bedenen kuvvetli ve terbiyeli bir erkek ve hanımının da çirkin, fakat çok terbiyeli olduğunu ve bu ikisinin bir ziyafet sofrasında bulunduğunu kabul edelim. Erkeğin, gâyet güzel, cilveli ve insanı cezbeden genç bir kadının yanına tesadüfen oturup, onunla ülfet ve yakınlık kurduğunu, zevcesinin de, genç bir delikanlının yanına oturup, onunla kadeh tokuşturup, yakınlık kurduğunu düşünelim. Gerek zevc, gerek zevce, hatırlarına gün begün şeytani fikirlerin gelmesine mâni olabilirler mi? İlim ve terbiye, bir dereceye kadar insanın nefsinin tabiî arzularının icabını önleyebilir. Fakat ilk fırsatta, insan nefsinin tabiatı icâbı olan arzular, tamamen meydana çıkıp, terbiye bir tarafta kalır. Sadi-i Şirazi’nin şu sözü ne güzeldir: (Aç bir zındığın, hiç bir kimsenin bulunmadığı bir sofrada, ramazanda olduğunu düşüneceğine inanılır mı?)
Evet, eğer erkek hadım ise, ona güvenilebilir. Fakat bundan, mecazen hadım olanların, yani din için nefslerinin şehvani arzularından kurtulduğunu iddia edenlerin, müstesna tutulmaları icap eder. Çünkü, böyle kendini mecazen hadım ettiklerini söyleyen nice papazlar görülmüştür ki yaptıkları söylediklerine asla uymamıştır. [Kendilerini mecazen hadım eden papazların, günah çıkarmak için gelen kadınlarla, bir hücrede yalnız kalınca, yaptıkları fuhşiyatı, bütün dünya bilmektedir. Gündüzleri ruhban kıyafetinde, geceleri ise, eğlence yerlerinde dans ederken, resimleri çekilip, gazetelerde teşhir edilen papazlara, sık sık şahit oluyoruz.] Evet, Allah rızası için nefsini tamamen terbiye edenler için, şüphe götüren bir taraf kalmaz. Böyle cismani bir fedâkarlık, dindar ve itimata lâyık görünen papazlarda zuhûr etseydi, hıristiyanlığın ruhani tesirine karşı söylenecek bir şey olmazdı.