Sual: İsa aleyhisselam bir olan Allah’a imana çağırırken, hristiyanlar nasıl da teslil inancını kabul ettiler? Bu inanç nasıl yayıldı?
Cevap: Îsâ aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmın dininin yaşandığı bir yerde doğdu. Semaya çıkarılıncaya kadar, Mûsâ aleyhisselâmın şeriati üzere hareket etti. Beni İsraile verilen emirleri, onlarla beraber yerine getirdi. Sinagoglarda vaaz verir. Tevratın ahkâmını tebliğ ederdi. Mûsâ aleyhisselâmın dininden ayrılanlara, Mûsâ aleyhisselâmın dinini ve o dinin edeplerini öğretirdi. O dine sıkı sıkı yapışan Beni İsraile de, kıymet verirdi. Yahudiler gibi, Yahya aleyhisselâm tarafından Erden nehrinde vaftiz olundu. [Erden, yani Ürdün nehri, Filistin’de bir nehirdir. 250 km. uzunluğundadır.] Doğduğu zaman sünnet olundu. Kendisi kimseyi vaftiz etmedi. Oruç tuttu. Domuz eti yemedi. (Allah bana hulul etti. Ben Allah’ın ezeli ve ebedî oğluyum. Benim şahsım 2 tabiattan yani kâmil bir insanoğlu ve Allah oğlu, yani ilahlıktan mürekkebdir) demedi. (Ruh-ül-kuds, babâmın ve benim müşterek emrimizle iş yapar. 3 mukaddese yani baba, oğul, ruh-ül-kudse îman ediniz) demedi. (Ben şeriati değiştirmeye değil, kuvvetlendirmeye geldim) dedi. Bütün tarih kitapları, Îsâ aleyhisselâmın hayatında ve havarilerin zamanlarında, teslise dair nasara arasında bir fikir olmadığı hususunda müttefiktir.
3 uknum sözü, hristiyanlar arasında miladi 2. asır sonlarında ortaya çıktı. Bu fikir, Îsâ aleyhisselâmın tebliğ ettiği dinin tamamen hilafına, zıttına olduğundan, 3 uknuma inananlar, bir müddet bu inançlarını nasranilerden gizlediler. Fakat gizli bir şekilde yaymaya çalışmaktan da, geri durmadılar. Bu sıralarda teslis [3 tanrı] inancına sâhip olanlar, îtikatlarının [inançlarının] ve tuttukları yolun revaç bulması için, Yuhanna İncilini ve sonradan yazılıp havarilere atf edilen mektuplar ile Pavlos’tan nakledilen mektupları neşrettiler, yaydılar. Bundan sonra, nasara arasında ihtilaflar meydana geldi. Pekçok münakaşa ve mücadelelerin meydana çıkmasına sebep oldu. Allahü teâlânın birliğine, vahdete inanan nasara ile teslise inananlar içerisinde yazı yazabilen, eli kalem tutan kimseler, kendi îtikatlarının revac bulması ve diğer tarafa gâlip olmak için, günbegün İnciller ve havarilere nisbet edilen sayısız risaleler, mektuplar yazdılar. Nihâyet miladi 300 yıllarında bu ihtilaflar iyice büyüyerek, hristiyanlar 2 büyük fırkaya ayrıldılar. Bir kısım hristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmın hiçbir fark olmadan aynen Allah olduğunu iddia ediyorlardı. Bunların reisi İstanbul piskoposu Atnas (St. Athanese) idi. Diğer kısım hristiyanlar ise, Îsâ aleyhisselâmın mahlukların en üstünü ve Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber ve Allah’ın kulu olduğu inancında idiler. Bunların reisi de, Aryüs (Arius) ismindeki rahib ile İzmit piskoposu Ushiyus idi. [Bundan önce Antakya patriki Yunus Şemmas da, Allahü teâlânın bir olduğunu ilan etmişti. Çok kimseler doğru yola gelmişti. Fakat sonradan, teslise inanan bazı papazlar, teslise [3 tanrıya] tapınmaya başladılar ve bunu yaymaya uğraştılar. Böylece, teslise inananlar da çoğaldı.] Teslise inananlar ile Îsâ aleyhisselâmın Allah’ın kulu ve Peygamberi olduğuna inananlar arasındaki münakaşalar, bütün milletin efkarını karıştırdı. Devlet işleri de, sıhhatli bir şekilde yapılamaz hâle geldi. Bunun üzerine, İmperator Büyük Kostantin, bu karışıklıklara katî bir son verilmesi için, İznik’te 325 tarihinde, büyük bir ruhban cemiyeti topladı. Bu mecliste, hristiyan din adamlarının ileri gelenleri bulundu. Birçok konuşmalardan sonra, Atnas taraftarları gâlip geldi. 319 papazın ittifakı ile Îsâ aleyhisselâmın Allah’ın biricik oğlu olduğu, Allah’ın sulbünden geldiği, Allahtan Allah, Nurdan Nur, Allah-ı hakikinin, Allah-ı hakikisi olduğu ve Ruh-ül-Kuds yani aziz ruhunda Allah olduğuna îman etmek esasları, kabul edildi. Bu İznik konsilinin ahvalini bildiren (Nisfur) tarihinin 8. kitabının 23. faslında ve (Baruniyus) tarihinin 1. cildinde, (Aryüs taraftarları ile Atnas taraftarlarının konuşmaları devam ederken, meclis azasından Karizamet ve Mizuniyus isminde 2 piskopos vefât etmişlerdi. Meclis sonunda, yazılan kararnamenin imzası sırasında, dirilip mezarlarından kalktılar ve imza attıktan sonra tekrar vefât ettiler) demektedir. Kalem ucu ile yazarak, ölüleri diriltmenin kolay olduğu asırlarda, kilise tarihçileri gibi emin ve itimatlı olacak kimseler bile hamiyet ile böyle bir yalanı söylemekten kendilerini alamamışlardır. Nasrani [İsevi] dini gibi, sahih bir dini, güya revac bulmasına sebep olur zannı ile bu gibi garib şeylerle doldurup, çeşitli maskaralıkların etrafında dönüp durmuşlardır.
[İznik meclisi sonunda, İskenderiye patriki Aleksandrus ve Atnas’ın gayretleriyle Aryüs’ün kâfir olduğu ilan edildi ve lanet edildi. Aryüs m.270’de İskenderiye’de doğdu. [Bingazi’de doğduğu da rivayet edilmiştir.] Lanet edildikten sonra birkaç sene yalnız yaşamıştır. Daha sonra, kendi mezhebinin taraftarı olan İzmit Piskoposu Ushiyus’un tavassutu ve İmperator Kostantin’in baskısı ile kilise tarafından affedilmiştir. Kostantin de, Aryüs’ün mezhebini kabul ederek, kendisini İstanbul’a davet etmiştir. Patrik Aleksandrus’un şiddetli muhalefetine rağmen, teslise inananlara gâlip gelmek üzere iken, miladın 336 tarihinde şiddetli bir ağrıdan ansızın vefât etmiştir. Vefâtından sonra da, mezhebi bir hayli yayılmıştı. Mezhebini Kostantinin oğlu Kostans ile halefleri resmen kabul ve himaye etmişlerdi.
Atnas (St. Athanese) ise, 296 tarihinde İskenderiye’de doğmuştur. 325’de İznik konsilinde teslis için ileri sürdüğü düşünceleri ile şöhret buldu. 326’da İskenderiye patriği oldu. Aryüs mezhebine ve Îsâ aleyhisselâmın insan ve Peygamber olduğuna şiddet ile karşı çıktı. 335’de Sur şehrindeki ruhban meclisinde, Aryüs taraftarlarınca patriklikten azledildi. 4 sene sonra, Roma meclisince yeniden patrik yapıldı. 373’de İskenderiye’de öldü. Aryüs mezhebi aleyhine kitaplar yazdı. Mayısın 2’sinde yortusu yapılır.]
İznik’teki ruhban meclisinin zabıtlarında bildirildiğine göre, o asırda her tarafta bir çok İnciller bulunup, bunların doğru ve yanlış olanı fark olunamıyordu. Bu İncillerden 54 muhtelif İncil nüshası hakkında, bu mecliste çeşitli münazaralar yapıldı. Bu mecliste bulunan papazlar, İncilleri okudukları zaman 54 İncil nüshasından, 50 adedinin asılları olmadığını anlayıp reddettiler. 4 nüshanın doğru, diğerlerinin batıl olduğuna, karar verildi. O zamandan beri [m. 325] bu 4 İncilden (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) başkasına itibar olunmadı ve ele geçen nüshalar yok edildi. Bu mecliste, 2.000’den ziyâde ruhban bulunup, bunların çoğu, Aryüs gibi, Allahü teâlânın bir ve Îsâ aleyhisselâmın Onun kulu ve resûlü olduğuna inandıkları hâlde; Atnas, İstanbul piskoposu olduğundan, piskopos rütbesinde olanların çoğu [makâmlarını gayb etmek korkusundan] Atnas tarafını tuttular. Din gibi en büyük ehemmiyeti olan bir işin, incelenmesi ve doğru olanın beyan edilmesi hususunda bile papazların, makâm ve mevki korkusu sebebi ile Aryüs ve taraftarları mağlub oldu. Bunun üzerine, Aryüs kiliseden kovuldu. Daha sonra, Atnas patriklikten uzaklaştırılıp, Aryüs İstanbul’a davet edildi. [Fakat yukarıda da zikrettiğimiz gibi, İstanbul’a gelmeden öldü. Büyük Kostantin, Aryüs mezhebini kabul etmişti.] M.337’de, Kostantin’in ölümünden sonra, Atnas taraftarları ile Aryüs taraftarları arasında büyük çarpışmalar meydana geldi. Bu karışıklıklarda Aryüs taraftarları gâlip geldi. Uzun müddet Aryüs’ün mezhebi her yere hâkim oldu. Fakat daha sonra, yine Atnas taraftarları hakimiyeti ele geçirdiler. Aryüs mezhebine tâbi olanları çeşitli eziyet ve işkenceler ile perişan ettiler.
[Kamusü’l-alam’ın bildirdiğine göre, “İmperator Teodosiyüs, Aryüs mezhebini tamamen yasak etti. Bu mezhebe tâbi olanların öldürülmesini emretti.”]
İznik meclisinde, her ne kadar teslis esâsı tesis edilip kabul edilmiş ise de, (Ruh-ül-kuds) ün ne olduğu şüpheli bırakılmış idi. Ruh-ül-kudse de, bir mânâ verilmesi lazım idi. Miladın 381’de İstanbul’da toplanan mecliste buna da karar verildi. İznik meclisinde alınan kararlara (Ruh-ül-kuds de, sevilecek bir Allahtır. [Baba ve oğul ile aynı cevherdendir.] Oğlun emrini yapar. Oğul ile beraber ona da ibâdet olunur) esâsı ilave edildi. Daha sonra, Roma kilisesi, Ruh-ül-kudsün, Babanın emrini yaptığını ileri sürüp, Ruh-ül-kuds, Baba ve Oğulun emirlerini yapar inancını tesis etti. Bu karar, ilk defa m.440’da İspanya papazları, 674’de [m. 1274] de, Lyon şehrinde toplanan ruhban meclisi tarafından tasdik edildi.
Ruh-ül-kudsün mevkii, bu şekilde tayin edildikten sonra, sıra hazret-i Meryem’e geldi. Onun da, hakikaten Allah’ın annesi olduğuna ve Îsâ aleyhisselâmda, ilahlık ve insanlık gibi 2 tabiat ve bir şahıs bulunduğuna, 431’de Efesus (Efes)de toplanan ruhban meclisinde karar verildi. O cemiyette bulunan, İstanbul piskoposu Nestorius, hazret-i Meryem’e (Mesih, İsa’nın annesi) denilmesini istediği için, buna (Esharyuti Yehuda) lakabını vererek, hakaret ettiler.
[Nestorius, Suriyeli bir papazdır. II. Tehodosius tarafından 428’de İstanbul patriki yapıldı. Aryüs taraftarlarına çok zulüm etti. Bunların toplandıkları binaları, içindekilerle beraber yaktırdı. O zaman, hazret-i Meryem için kullanılan, (tanrı anası) (Theotekos) tabirine karşı çıktı. Antakya’dan Anastasius ismindeki îtimat ettiği bir rahib getirterek, İstanbul’da her yerde konuşturdu. Anastasius, (Kimse Meryem’e Allah’ın anası demesin. Çünkü, Meryem insandı ve Allah’ın bir insandan doğması imkansızdır) diyordu. Bu konuşmalar, muhalifi olan papaz Kyrillos ve taraftarlarını kızdırdı. Karışıklıklar arttı. Kyrillos, Nestorius ve taraftarlarının konuşmalarını Papa I. Celestin’e bildirdi. Papa, Nestorius’un nüfuzunun artmasını kıskandığından ve hazret-i Meryem hakkında, kendi fikrinin sorulmamasına kızdığından, 430’da bir ruhani meclis topladı. Bu mecliste, hazret-i Meryem için (Allah’ın anası) tabirini savunan bir karar çıkardı ve Nestorius’u aforoz etmekle tehtid etti. Bu hâl, karışıklıkları daha da arttırdı. Bunun üzerine 431’de, meşhur papazları içine alan, Efes meclisi toplandı. Papaz Kyrillos ve arkadaşları, Theotokos kilisesinde, Nestorius’tan fikirlerini açıklamasını istedi. Daha sonra 159 piskoposun kararı ile Nestorius ve akideleri aforoz edilerek lanet olundu. Nestorius, çeşitli yerlere sürgün edildi. En son olarak, yukarı Mısırda büyük vaha denilen çöllük bir yerde 451 de öldü.
Nestorius’un ileri sürdüğü 3 fikir vardı. Bunlar:
1) Îsâ aleyhisselâmın, biri cisimleşen kelam, yani ilah ve biri insan olmak üzere 2 ayrı kişiliği vardır.
2) Bu 2 hususiyet, cismani olarak birleşmez. Birleşme manevidir.
3) Hazret-i Meryem, tanrının (kelâmin) değil, insan olan İsanın annesidir.
Nestorius’un kurmuş olduğu hristiyan fırkasına (Nesturilik) denildi. Bugün, ekseriyet ile [çoğunlukla] Suriye’de bulunurlar.
Protestanların ve diğer hristiyanların, (min indillah) yani [Allah tarafından] gönderildiğini iddia ettikleri bir dinin, îtikatlarını, en mühim esaslarını, birkaç yüz papaz bir araya gelip, tesbit edebiliyor. Ortaya atılan bir fikri, bir görüşü de, dinin esâsı olarak kabul edebiliyor veya reddedebiliyorlar. Dinlerini, kendi akılları ile tahrif, tebdil edebiliyorlar. Böylece hristiyanlık, hiçbir akıl-ı selimin kabul edemeyeceği bir din haline gelmiştir. Avrupalı pek çok ilim ve fen adamı da, bu sebepten hristiyanlığı terketmekte, pek çoğu İslamiyet ile şereflenmektedir.]
Bu karışıklıklardan sonra, resimlere ve heykellere, putlara tapınmanın câiz olup olmadığı meselesi ortaya çıktı. Çünkü, Mûsâ aleyhisselâmın dininde resim ve heykellere ibâdet yasak edilmişti. Bunun için, İseviliğin ilk ortaya çıktığı sıralarda da, bütün havariler ve onlara tâbi olan şakirdleri, resim ve heykellere ibâdetten sakınmışlardı. [Hristiyanlık, İtalya ve İngiltere gibi Avrupa memleketlerine yayıldı.] Buraların ahalisi önceden putperest olduklarından, putlara ve resimlere ibâdete meyilli [alışmış] idiler. [Çünkü buraların ahalisi, inandıkları her ilah [tanrı] için putlar, heykeller, yapıyorlardı. Aralarında en meşhur ve en ileri olan sanat da, put yapmak, yani heykeltraşcılık idi.] Hristiyanlık bu Avrupa memleketlerinde yayıldığı sırada, bazı papazlar, Îsâ aleyhisselâmın annesi hazret-i Meryem diye yapılan [uydurma] resimlere hürmet ve tazim edilmesine müsaade ettiler. Diğer hristiyan cemaatler bunu, dinin esasına uygun görmeyerek münakaşa ve mücadeleye başladılar. Bu karışıklık m. 787’ye kadar devam etti. Nihâyet 171’de [m. 787] İznik’te toplanan ruhban meclisinde [Îsâ aleyhisselâmın ve hazret-i Meryem’in resmi diyerek uydurulan] resimlere ve putlara ibâdet etmeye [tapınmaya] karar verdiler. Resimlere ve putlara [heykellere] tapınılmasını ve hürmet etmeyi uygun görmeyenler ise, bu karara uymadılar. Münakaşalar ve mücadeleler m.842’ye kadar devam etti. O sene, İmparator Mikhael ve annesinin emri ile İstanbul’da bir ruhban meclisi daha toplandı. Bu mecliste de, putlara, heykellere ve resimlere ibâdetin, hristiyanlığın îman [inanç] esaslarından olduğuna karar verildi. Resimlere ve putlara, yani heykellere tapınmaya muhalif olanlar kâfir ilan edildi.
[Hristiyanlığın Roma imparatorluğu tarafından kabulünden beri, Petrus ve Pavlos’un öldürüldüğü yer olduğu için, Roma kilisesi, bütün hristiyanların merkezi olduğu iddiasında idi.] 446’da [m. 1054], şark kilisesi, Roma kilisesinden ayrılıp, Roma katolik kilisesinden başka olarak bir hristiyan fırkası tesis edildi. Şark kilisesi, birçok esaslarda, Roma kilisesine muhalefet etti. Mesela, şark hristiyanları, papanın ruhani makâmını yani papanın, Îsâ aleyhisselâmın halifesi ve Petrus’un vekili olduğunu, ruh-ül-kudsün Baba ve oğulun emirlerini yaptığını ve ahirette irad makâmını inkâr ederler. (İşa-i Rabbânî) denilen ayini mayalı ekmekle yaparlar. Papazların evlenmelerine müsaade ederler. Papalar, şark hristiyanlarının kendilerinden ayrılarak, nefret etmelerinden ibret almaları ve gafletten uyanmaları lazım gelirken, gurur ve kibir sebebi ile ibret alamadılar. Hatta, papaların gurur ve kibirleri, kardinallerin gaflet ve dikkatsizlikleri gittikçe arttı. 1517’de protestanlık ortaya çıktı. Roma katolik kilisesi, böylece tekrar bölünmüş oldu. 1510’da, papa olan II. Liyman (II. Julius) eski adete uyarak, Almanya halkının günahlarını affetme, günah çıkarmak vazifesini Dominik papazlarına verdi. Ogüst’ün papazları ise, Dominik papazlarının tercih edilmesinden müteessir oldular. Luther isminde bir katolik papazı, kendilerine rehber ve lider kabul ettiler. [Martin Luther Almandır. 1453’de doğdu ve 1546’da Eisleben’de öldü.] Luther, papanın günah affetme meselesini inkâr etti. Bununla beraber, 95 madde halinde tekliflerini, yani protestanlığın esaslarını ortaya attı. Almanya hükümdarlarından birçokları Luther’e tâbi oldular. Luther’in ortaya çıkardığı protestanlıkta, İncillerden başka bir şeye itibar olunmaz. Papa kabul edilmez. Dünyayı tamamen terkederek manastırlara kapanmak, papazların evlenmemeleri ve günah çıkarmak gibi şeyler yoktur.
Luther’den bir müddet sonra Calvin ortaya çıkarak, protestanlığa bazı ilaveler yaptı. Başlı başına yeni bir hristiyan fırkası tesis etti. [Jean Calvin, Fransızdır. 1509’da doğdu. 1564’de Cenevre’de öldü.] Calvin’in kurduğu fırkaya (Calvinizm) denir. Bu fırkada zâhiri ibâdet yoktur. Papalık, piskoposluk, papazlık gibi mertebeler de yoktur. İşa-i Rabbânî kurbanında, ekmeğin aynen Îsâ aleyhisselâmın vücudu, eti olduğuna inanmazlar. Geçmiş hristiyan azizlerine [bilhassa havarilere] tapınmaya müsaade ederler. İnsandan, irâde-i cüz’iyeyi tamamen kaldırırlar. Cennetlik veya Cehennemlik olmasının, ezeli takdirlerden olduğu inancındadırlar.
Daha sonra, Luther ve Calvin’in kurmuş olduğu fırkalar da, müteaddid kısımlara bölündüler. Bugün Almanya ve İngiltere’de, protestan isminde, en az 500 kadar hristiyan fırkası bulunur.
Bu tarihi tafsilattan anlaşılıyor ki bugün hristiyanların îtikat esasları olan teslis yani 3 uknum meselesinin ortaya çıkması ve ibâdetleri bâtına, kalbe mahsus kılıp, İncilin zâhiri emirleri ile ibâdet edilmemesi gibi şeyler, İncillerden alınmış doğru, sahih emirler değildir. Çeşitli şüpheler ve değişik maksatlar ile sonradan ortaya konulmuş ve ruhban meclislerinde, papazlar tarafından tesis edilmiş şeylerdir. (İşa-i Rabbânî) kurbanı, papanın Îsâ aleyhisselâmın halifesi ve Petrus’un vekili olduğu ve geçmiş hristiyan azizlerinin yani havarilerin mukaddes olmaları, çeşitli perhizler ve yortular, hazret-i Meryem için, kucağında Îsâ ile beraber Meryem ana diye uydurulan resimler, resimlere ve putlara ibâdet, papazların [belli bir ücret karşılığı] günah affetmeleri ve Cennetten yer satmaları gibi, hristiyanlığın esas meselelerinde, katolikler ile protestanlar arasında büyük akide [inanç] farkları meydana geldi. Bu ihtilaflar [zıdlıklar] öyle bir dereceye ulaştı ki her biri diğerine göre Cehennem ehlidir. Fakat bazı papazlara göre, madem ki her 2 tarafın, yani protestanların ve katoliklerin her birinin ortaya attığı (Cehennemlik) sözü ruh-ül-kudsün ilhamı iledir. 2 taraf da, bu iddialarında sâdıktırlar. [Hem katolikler, hem de protestanlar ehl-i Cehennemdirler.]
3 uknum hakkında, hristiyanlığın başlangıcından 250 sene geçtikten sonra başlayan ve zamanımıza kadar devam eden, çeşitli kiliseler arasındaki ihtilafların haddi hesabı yoktur. Böyle olmakla beraber, tanrının (Baba, oğul ve ruh-ül-kuds) isimleriyle 3 uknumdan ibaret bir cevher olduğunda bütün hristiyan fırkaları ittifaklıdır. Fakat, bu 3 cevherin tabiatleri, birleşmeleri ve birbirlerine uymaları hususunda, her biri farklı îtikada sahiptirler. Bazılarına göre, 3 uknumdan maksat, her biri, ayrı ayrı şahıslar olmayıp, asıl olan bir zâtın sıfatlarıdır. Bazılarına göre, ilim uknumu (Kelam)dır. Mesihin cesedi ile birleşmiştir ki bu tam bir birleşmedir. Suyun şarap ile birleşmesi gibidir. Melekaiye fırkasına göre, güneşin kristal camda parlaması gibidir. Nesturiye fırkasına göre ise, tanrı et ve kana dönüşerek Mesih olmuştur. Yakubiye fırkasına göre ise, tanrının insanda görünmesi, meydana çıkmasıdır. Bu görünme, meleğin beşer [insan] sûretinde görünmesi gibidir. Bazı fırkalara göre ise, nefsin beden ile birleşmesi gibi, tanrı insan ile birleşmiştir. Böylece, aklın ve mantığın asla kabul edemeyeceği birçok şeyler, Îsâ aleyhisselâmın [Nasrani] dinine sokuldu. Bu akidelerin [inançların] batıllığı, müslümanların kelam âlimleri ve akıl sahipleri tarafından ispat edilmiştir. Tafsilatını ve tahkikini isteyenler, bu âlimlerin kitaplarına müracaat edebilirler. Fakat protestanlar, kelam ilminde kendilerine verilen cevaplara ve yapılan itirazlara karşı, (Bu esrar-ı ilâhiyyeden olup insan aklı bunu kavramaktan acizdir) demekten başka, bir cevap verememişlerdir. Bu cevabın, akıl sahiplerinin nazarında kıymetinin ne olacağı ise, ortadadır.
Hâl böyle iken, protestanların ileri gelenleri, teslis inancının Kurân-ı Kerîmde olmaması, (haşa) Kurân-ı Kerîmin doğru, hak bir kitap olmadığına delildir demişlerdir. Bu, esrarkeş bir kimsenin kuyumcu dükkanına gidip, esrar, afyon sorup, bu dükkanda öyle uyuşturucu şeyler bulunmaz, mücevherler ve kıymetli eşya bulunur diye cevap verilmesi üzerine, öyle ise, sen de tüccar değilsin demesine benzer. Protestanların bu sözlerinin de, diğerleri gibi, hiç kıymeti yoktur.
Hristiyan misyonerler tarafından, bu teslis fikrinin sistemli bir şekilde, müslümanlar arasında yayılmaya çalışıldığı görülmektedir. Ne acıdır ki bazı câhil müslümanların bunlara aldandıkları, çocuklarını korkuturken veya başka zamanlarda, Allah baba, Allah dede dedikleri ve Allahü teâlâ sanki gökte imiş gibi, elleri ile semayı gösterdikleri esefle görülmektedir. Allahü teâlâya, baba, dede demenin hiç câiz olmadığını, Kurân-ı Kerîmde İhlas sûresi açıkça bildirmektedir. Kasıdlı olarak, böyle söylemek küfürdür. Allahü teâlâ doğmamıştır, doğurulmamıştır. Baba, oğul ve dede olmaktan ve mekandan münezzehtir. Allahü teâlâ, gökte değildir ki Onun ismi söylenirken el ile gökler gösterilsin. Allahü teâlâ, her ân her yerde hazır ve nazırdır. Her şeye hakim ve mâliktir. Îsâ aleyhisselâmın, göğe çıkıp, Allah’ın sağına oturduğu ve Allahü teâlânın gökte olduğu akidesi [inancı] hristiyanlığa sonradan sokulmuştur. Biz müslümanlar, her hususta olduğu gibi, burada da çok dikkatli davranmalıyız. İmanı zedeleyen, hatta imanı gideren sözlerden ve işlerden sakınmalıyız. Çocuklarımıza ve yakınlarımıza, imanı ve küfrü, yani küfür olan sözleri, küfür olan filleri öğretmeli ve bunlardan sakındırmalıyız. Hristiyanlık propagandası olan, televizyonları ve filmleri seyr ettirmemeli ve böyle kitapları okutturmamalıyız. Kıymetli imanımıza bir leke gelir korkusu ile tir tir titremeliyiz. Ecdadımızın, canlarını ve kanlarını fedâ ederek bizlere emânet ettikleri aziz dinimizi, doğru olarak, sevgili yavrularımıza öğretmeliyiz. Bu vatana ve bu dine sâhip çıkacak, icabında uğrunda hiç çekinmeden canlarını fedâ edecek imanlı gençler yetiştirmeli, dinimizi ve vatanımızı bunlara emânet etmeliyiz.
Tavsiye Yazı –> Hristiyanların Cevap Veremediği Sorular