Sual: Reformcu Musa Carullah Bigiyef diyor ki (Fıkıh kitapları yazılırken ibadetlerde, azâbı ve sevâbı esas tutmuşlar. Böylece İslamiyeti sosyal bir din olmaktan mahrum bırakmışlar. Bunun şu günahı var diyecek yerde ve Cehennem ateşinin şiddetini anlatacakları yerde, İslamiyetin ahlak ve cemiyet üzerindeki faydalarını anlatsalardı ve sevap ve azap yerine, akıl ve zekayı iknaya çalışsalardı, İslamiyeti sosyal bir din olmaktan mahrum etmezlerdi. Allah’ın hikmetini tamamen insan kafası anlayamaz. Buna inanıyoruz. Lakin emirlerin ve yasakların hepsi böyle değildir. Çoğunun sebebi, akıl ile anlaşılabilir. Âlimler anlamadıkları yerleri, (Allah bilir) deyip geçmişlerdir.) Buna ne cevap vermek gerekir?
Cevap: İslamiyet, semavi bir dindir. Her semavi dinde olduğu gibi, İslam bilgileri de 2’ye ayrılmıştır: Din bilgileri ve fen bilgileri. Fen bilgileri de, İslam bilgisidir. İslam alimi olmak için, zamanının fen bilgilerini de, gücü yettiği kadar öğrenmek lazımdır. Fen bilgileri, zamanla değişir, ilerler. Din bilgileri, hiç değişmez. Bu bilgiler, inanılacak şeyler, emirler ve yasaklardır. Bunlar, Allahü teâlâ tarafından bildirilmiştir. Bu emirlerin ve yasakların hepsine (Din-i İslam) denir. İslamiyete uymaya, ibadet etmek denir. Müslümanlar, Allahü teâlâ emrettiği için, vazifeleri olduğu için ibadet eder. İslamiyetin emirlerinde ve yasaklarında, kulların dünyaları ve ahiretleri için nice faydalar bulunmakla beraber, ibadet ederken, Allahü teâlânın emri olduğunu, kulluk vazifesi olduğunu niyet etmek, düşünmek lazımdır. Böyle düşünmeden yapılan iş, ibadet olmaz. Din ile ilişiği olmayan bayağı bir iş olur. Mesela, namaz kılan adam, Allahü teâlânın emrini yerine getirmeyi ve kulluk vazifesini yapmayı niyet etmeyip, namazın bir jimnastik, beden terbiyesi olduğunu düşünerek kılarsa, namazı sahih olmaz. İbadet yapmış olmaz. Spor yapmış olur.
Oruç tutanın da, yalnız mideyi dinlendirmeyi, perhiz yapmayı düşünmesi, orucun sahih ve makbul olmamasına sebep olur. Muharebe eden, canını tehlikeye koyan bir müslüman da, Allahın dinini kuvvetlendirmek, İslamiyeti yeryüzüne yaymak ve İslam düşmanlarını kırmak için değil de, şan ve şeref, mal ve rütbe için dövüşürse, ibadet yapmış olmaz. Cihat sevâbı kazanmaz. Ölürse şehit olmaz. Bedenine zarar verdiği için alkollü içkileri bırakan adam sarhoşluk günahından kurtulamaz. Frengi, belsoğukluğu ve aids gibi korkunç hastalıklara yakalanmamak için, zinadan, genel evlere gitmekten sakınan kimse de, İslamiyette, afif, temiz sayılmaz.
İslamiyette ibadet yapmak için, niyetin büyük önemi vardır. Yapılan her işin İslamiyete uygun olup olmadığı, niyet ile anlaşılır. Allahü teâlâ, Cehennemden kurtulmayı ve Cennete girmeyi vazife olarak bildirmeseydi, yalnız Cenneti, Cehennemi düşünerek yapılan ibadetler de makbul olmazdı. Tasavvuf büyükleri, Evliya-i kirâm, ibadet yaparken bunları düşünmezler. Yalnız Allahü teâlânın rızasını düşünürler. Fakat her müslümanın ahiret menfaatlerini düşünmesi, kâfi görülmüştür. İbadetleri adetten ayırmak için, dünya menfaatlerini düşünmemek şart olmuştur. Allah için ve ahiret menfaati için yapılan şeyler, ibadet olmuştur. Dünya menfaati için yapılan şeyler, adet sayılmıştır.
İslamiyette niyet o kadar mühimdir ki İslamiyetin emrettiği bir şey, dünya menfaati için yapılınca sahih ve makbul olmuyor. Dünya işi sayılıyor. Herhangi bir dünya işi de, ahiret menfaati için yapılınca, ibadet hâlini alıyor. Mümin, zevcesinin ağzına götürdüğü lokmada bile sevap kazanıyor. Bu hadis-i şerifi göz önüne alarak, düşüncesini temizleyen ve niyetini düzelten bir kimse, yemekte, içmekte ve her türlü dünya işlerinde ahiret faydasını gözeterek, sevap kazanmak fırsatını elden kaçırmaz. İnsanlar bütün işlerinde, hatta ibadetlerinde, dünya menfaati, maddi kazanç aramaya alıştırılırsa, menfaatperestlik, egoistlik hâsıl olur. Halbuki İslamiyet, nefslerin böyle kötü isteklerini yatıştırmayı, maddicilikten fedakarlık etmeyi, menfaati hakir görmeyi, ahlakın ve ruhun temizlenmesini, yükselmesini istemektedir.
İslamiyete uymanın, ibadet etmenin, dünya menfaatleri üzerine kurulmayacağı, akıl sahipleri için pek meydanda olan bir hakikattir. Böyle olduğunu aşağıdaki âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler de, ayrıca göstermektedir: Şura sûresi 20. âyet-i kerimesinde meâlen, “Ahireti kazanmak için çalışanların kazançlarını arttırırız. Dünya menfaati için çalışanlara da, ondan veririz. Fakat, ahirette bunların eline bir şey geçmiyecektir” buyuruldu.
İsra sûresi 18. ve 19. âyet-i kerimelerinde meâlen, “Menfaatleri ve lezzetleri çabuk geçen, tükenen dünyayı isteyenlerden, dilediğimize, istediğimizi veririz. Ahiret menfaatleri için çalışan müminlerin mükafatları boldur” buyuruldu.
Hud sûresi 16. âyetinde meâlen, “Dünyada yaşamayı ve eğlenmeyi isteyenlerin çalışmalarının karşılığını bol bol veririz. Bir şeyi esirgemeyiz. Bunlara ahirette yalnız Cehennem ateşi verilecektir. Emekleri ahirette boşa gider. Yalnız dünya için yaptıkları işlerine, ahirette bir karşılık hâsıl olmaz” buyuruldu.
Bir hadis-i şerifte: “Allahü teâlâdan başkası için her kim ne işledi ise, karşılığını ondan istesin, denilecektir” buyuruldu.
Başka bir hadis-i şerifte: “Allahü teâlâ, ahiret için yapılan iyiliklere dünyada da mükafat verir. Fakat, yalnız dünya için yapılan işlere ahirette hiç mükafat vermez” buyuruldu.
Buhari-yi şerif kitabında, ilk olarak yazılan “Her iyilik, niyetine göre değerlendirilir” hadis-i şerifi pek meşhurdur.
Ahkâm-ı İslamiyenin ahiretteki faydalarıyla birlikte dünyadaki faydalarını, sosyal iyiliklerini de düşünmek yasak değildir. Hatta, bu faydaları, zamanın yeni bilgileri ile açıklayarak anlatmak, din adamlarının vazifesidir. Fakat, bu işin yeri, reformcunun zannettiği gibi, fıkıh ve usul-i fıkıh kitapları değildir. Çünkü fıkıh ilmi, müslümanlara dini vazifelerini öğretir. Usul-i fıkıh da, bu vazifelerin 4 ana kaynaktan nasıl çıkarıldığını gösterir. Ahkâm-ı İslâmiyye üzerine yürütülecek sosyal düşüncelerin ise müslümanlardan ziyade, din düşmanlarına karşı bir müdafaa silahı ve yarış vasıtası olarak hazırlanması lazımdır. Ahkâm-ı İslamiyyenin, dünyada olan faydalarını ve iyiliklerini müslümanların da bilmesi pek faydalıdır. Ancak, müslümanların yalnız (bilmek)de kalması lazım olup ibadetleri dünya faydaları üzerine bina etmek derecesine gelmemelidir. Böyle olursa, ibadetler bozulur. İslamiyetin istediği vazifelerde dünya için ne kadar fayda bulunursa bulunsun, bunları yalnız Allahü teâlânın emri olduğu için ve ahirette, azaptan kurtulmak için yapmak lazımdır. Böyle niyet olunca, dünya faydalarının ayrıca düşünülmesi de, zarar vermez.
İbadetlerde ahiret faydalarını bırakarak, yalnız sosyal iyilikler aramak ve bu araştırmayı esas tutmak, dine inanmamak hastalığının alâmetlerindendir. Dikkat edilirse, dinde reformcuların sözleri, yazıları arasında hep o gizli hastalığın belirtileri görülür. Yoksa, az bir din bilgisi olan, hatta yalnız aklı ve zekası ile düşünen herkes, niyetin ehemmiyetini elbette anlar. Reformcuların, akla ve mantığa da uymayan böyle sözleri, ahiret hayatına inanmadıklarını düşündürmektedir. Ahkâm-ı İslamiyenin dünyadaki faydaları, iyilikleri pek mühim ve meydanda olmakla beraber, Cennet ve Cehenneme inananlar, dünya menfaatlerini hatırlarına bile getirmezler. Ahiretteki sayısız ve sonsuz saadetler ve çok acı ve nihayetsiz felaketler karşısında dünyanın gelip geçici zevk ve acılarının hiç değeri yoktur. Müslümanlara istikbalin ehemmiyetini anlatmak derdi ile yürekleri yanan reformcular, ahiret denilen o en ehemmiyetli istikbale inansalardı, din âlimleri tarafından müslümanların dünyasına verilen ehemmiyet kadar olsun, kendileri de müslümanların ahiretine ehemmiyet verir, yanık sesleri ve gözü yaşlı kalemleri ile biraz da ahiret saadeti için feryat ederlerdi. Ahkâm-ı İslâmiyye, sosyal faydalar üzerine kurulursa, bu ahkamın zamanla değişmesine, bozulmasına yol açar.
Tavsiye Yazı –> Namazın Sağlığa Faydaları Nelerdir?