Sual: Peygamber efendimiz Muhammed “aleyhisselam”a tabi olmak nasıl olur?
Cevap: Ona tâbi olmak Ahkâm-ı İslâmiyyeyi beğenip, seve seve yapmak ve Onun emirlerini ve İslamiyetin kıymet verdiği, üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, sâlihlerini büyük bilip, hürmet etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak demektir ve Allahü teâlânın emirlerine uymak istemeyenleri sevmemektir.
Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, “Bidat sâhibi olanlara, [yani Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” zamanında ve onun 4 halifesi zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkarılan, uydurulan sözleri, yazıları, usulleri ve işleri, ibâdet olarak, inananlara, yapanlara ve yaptıranlara] hürmet eden, dirilerini ve ölülerini metheden, bunları büyük bilen, din-i İslamı yıkmaya, dünyadan kaldırmaya yardım etmiş olur” buyuruyor.
Her müslüman, hem imanını korumaya, kaptırmamaya çalışmalı, hem de, Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine inanmayan kâfirleri sevmemelidir. [Fakat, sevmediklerine de, kötülük, zulüm yapmamalı, kâfirlere ve bidat sahiplerine tatlı dil ve güler yüz ile nasihat etmelidir. Onların felaketten kurtulmalarına, saadete kavuşmalarına çalışmalıdır.] Mazhar-i Can-ı Canan buyuruyor ki “Kâfirleri ve bidat sahiplerini ve açıkça günah işlemeye devam eden fasıkları sevmememiz emrolundu. Bunlarla konuşmamalı, evlerine, toplantılarına gitmemeli, selam vermemeli, arkadaşlık yapmamalıdır. Zaruret ve ihtiyaç olduğu zaman, zaruret miktarı kadar, bu yasaklara izin verilmiştir. Bu zaman, onlarla ihtilat câiz olur ise de, kalbin yine onları sevmemesi lâzımdır”.
Cihat, câhil ana, babaların ve dünya çıkarları için uğraşan papazların ve keyifleri, zevkleri için zulüm, işkence yapan şeflerin aldattığı, inlettiği insanları küfürden, felaket yolundan kurtarmak, onları güç kullanarak, İslam ile şereflendirmektir. Cihat, küfür, işkence ve kötülük içinde yetiştirilmiş, karanlığa atılmış zavallıları, İslam ışığı ile aydınlanmalarına mâni olan diktatörlerin, sömürücülerin zararlarını yok etmek için, canını, malını fedâ etmektir. İnsanları, sonsuz Cehennem azabından kurtarmak, sonsuz Cennet nimetlerine kavuşturmak için, zor kullanmaktır. Cihadı fertler değil, devlet yapar. Fertlerin başkalarına saldırmalarına cihat değil, çapulculuk, barbarlık denir. Cihâdâ katılamayanın, mücahitlere duâ etmesi farzdır. Kâfirler, cihat sayesinde zâlimlerin işkencelerinden kurtularak îman ile şereflenir. İslamiyeti duyup, anladıktan sonra, îman etmeyenlerden, İslam devletinin adaleti altında yaşamayı kabul edenlerin dinine, canına, malına dokunulmaz. Bunlar, İslamın adaleti, şefkati altında hür ve rahat yaşar. Cihat sayesinde, hiçbir kâfir, işitmedim, bilseydim inanırdım diyemeyecektir. Müslümanların cihat etmek için çalışması, kuvvetlenmesi farzdır. Çalışmaz, cihat etmezse, bütün insanlığa büyük kötülük etmiş olur.
Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” yaptığı ve kaçındığı şeyler 2 kısımdır:
Birisi, ibâdet olarak yaptığı ve kaçındığı şeylerdir. Her müslümanın bunlara tâbi olması lâzımdır. Bunlara uymayan şeyler bidattir.
İkincisi, adet olarak yani, bulundukları şehrin ve o memleketlerdeki insanların yapmakta oldukları şeylerdir. Bunları da beğenmeyen, çirkin diyen, kâfir olur. Fakat, bunları yapmak, mecburi değildir. Bunlara uymayan şey, bidat değildir. Bunları yapıp yapmamak, memleketlerin ve insanların adetlerine bağlıdır. Mubah kısmındandırlar. Din ile bağlılıkları yoktur. Her memleketin adeti, başka başkadır. Hatta, bir memleketin adeti, zamanla değişir.
İbni Âbidin “rahmetullâhi aleyh” abdestin sünnetlerini anlatırken, buyuruyor ki “Meşruat, yani ibâdetler, yani müslümanlara yapılması emrolunan şeyler, 4 kısımdır: Farz, vâcib, sünnet, nâfile. Allahü teâlânın açık olarak bildirdiği emirlerine Farz denir. Açık olmayıp, zannederek anlaşılan emirlerine Vâcib denir. Farz veya vâcib olmayıp, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” kendiliğinden emrettiği veya yaptığı ibâdetlere Sünnet denir. Bunları devamlı yaparak, nadiren terketmiş ve terkedenlere bir şey dememiş ise, Sünnet-i hüda veya Müekked sünnet denir. Bunlar, İslam dininin şiarıdır. [Yani, bu dine mahsusturlar. Başka dinlerde yokturlar.] Vâcibleri terkedeni görünce, terketmesine mâni olurdu. Kendisi ara sıra terketmiş ise, Sünnet-i gayr-ı müekkede denir. Müekked sünneti, özürsüz olarak devamlı terketmek mekruh olur. Küçük günah olur. Allahü teâlâ, bütün ibâdetlere sevap vereceğini vaat etti. Söz verdi. Fakat, ibâdete sevap verilmesi için, niyet etmek lâzımdır. Niyet, emre itaat ve Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek demektir. [Bu 3 kısım ibâdeti belli zamanlarda yapmaya Edâ etmek denir. Zamanında yapmayıp, zaman geçtikten sonra yapmaya (Kaza etmek) denir. Edâ veya kaza ettikten sonra, kendiliğinden tekrar yapmaya Nâfile ibâdet denir.] Farzları ve vâcibleri nâfile olarak yapmak, müekked sünnetleri yapmaktan daha çok sevap olur. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” ibâdet olarak değil de, adet olarak, devamlı yaptığı şeylere Sünnet-i zevaid denir. Elbiseleri, oturması, kalkması, iyi şeyleri yapmaya sağdan başlaması böyledir. Bunları yapanlara da sevap verilir. Bunlara sevap verilmesi için, niyet etmek lazım değildir. Niyet edilirse, sevapları çoğalır. Zevaid sünnetleri ve nâfile ibâdetleri terketmek mekruh olmaz.”
Bunlarla beraber, adete bağlı şeylerde de Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem” tâbi olmak, dünyada ve ahirette, insana çok şey kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar.
Tavsiye Yazı –> Dini mevzular akıl yürüterek anlaşılabilir mi?