Sual: İman nedir? Müslüman nasıl iman etmelidir?
Cevap: İman, Allahü teâlâya ve Muhammed aleyhisselâmın, O’nun resûlü olduğuna inanmaktır. Bir şeyin varlığına kesin olarak inanmak, bir kimseyi tam ve doğru sözlü bilmek ve ona inanmak demektir. Îmân, lügatte “Kesin olarak inanmak, haber vericinin haberinin doğruluğunu kabûl etmek ve onu yalanlamamak” demektir. Arapçada îmân, Türkçede inanmak, Farsçada girevîden denir.
Her peygamberin söylediklerinin hepsini beğenip, kalbin kabûl etmesine, yâni dinden olduğunu bildirdiği şeylere kalb ile inanmaya ve dil ile söylemeye îmân denir. Allahü teâlâ her asırda, insanlara peygamber gönderdi. Onlara inanmayı, getirdikleri emir ve yasaklara uymayı emretti. Onlara inananları ve tâbi olanları Cennet’e koyacağını haber verdi. Son Peygamber Muhammed aleyhisselâm gelinceye kadar, her asırdaki peygambere inanmak ve ona tâbi olmak “îmân” oldu. Fakat Muhammed aleyhisselâmdan sonra, bütün insanların buna inanması emrolundu. Artık bundan sonra, Resûlullah efendimizin söylediklerinin hepsini beğenip, kalbin kabûl etmesine îmân denir. Böyle inanan bütün insanlara “mü’min” denir. İslâmiyet’te onun sözlerinden birine bile inanmamaya veya iyi ve doğru olduğunda şüphe etmeye “küfür” denir. Böyle inanmayan kimselere de “kâfir” denir. Îmânı olan bir kimse, büyük bir günâh işlerse, îmânı gitmez ve kâfir olmaz. Günâha, yâni harama helâl diyen kâfir olur. Haram işleyen günahkâr olur.
İlk insan ve ilk peygamber Âdem’den (aleyhisselâm) beri gelen bütün peygamberler, hep aynı îmânı bildirmişler, bütün ilâhî dinlerde, aynı îmân esaslarına inanmak emir olunmuştur. İlâhî dinlerde bütün insanlara ilk emir, îmân etmektir. İbâdetleri yapmak ve diğer işlerde dînin emir ve yasaklarına uymak, ancak îmân edenlere farz olmuştur, yâni yapılması kesin olarak istenmiştir. Îmân etmeyenlere, âhirette namazdan ve diğer ibâdetlerden sorulmayacaktır. Îmân etmemelerinin karşılığı sonsuz olarak Cehennem’de bırakılacaklardır. İbâdetlerinde ve diğer işlerinde kusuru ve noksanlığı olan mü’minleri, Allahü teâlâ dilerse affedecek, dilerse bir müddet cezâlandırıldıktan sonra, Cennetine koyacaktır. İslâm dînindeki îmân esasları, meşhur “Cibrîl hadîs-i şerîfi” ile bildirilmiştir. Bunlara “Âmentü”nün 6 esâsı denir. İnsanlar, her şeyden önce bu altı esâsı ezberleyip anladıktan sonra, kalple tasdik ve dil ile ikrâr etmek, yâni kalple inandığını dili ile de söylemek mecbûriyetindedir. Bu, Allahü teâlânın kesin emridir. Bunlara “îmânın şartları” da denir.
Îmân edilecek şeyler, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, kitaplarına, sahifelerine, peygamberlere, meleklere îmândır. Âhirette haşra, neşre, Cennette ebedî nîmetlere, Cehennemde ebedî azaplara, göklerin yarılmasına, yıldızların dağılmasına, arzın parça paçra olmasına, kadere, yâni hayır ve şerrin Allahü teâlâ tarafından yaratıldığına inanmaktır. Beş vakit namazın farz olduğuna ve bu namazların rekâtlarının adetlerine, malın zekatını vermenin, Ramazân-ı şerîf ayında, her gün oruç tutmanın ve gücü yetene, Mekke-i mükerreme şehrine gidip, hac etmenin farz olduğuna inanmaktır. Şarap içmenin, domuz eti yemenin, haksız yere adam öldürmenin, anaya babaya karşı gelmenin, hırsızlık ve zîna etmenin, yetim malı yemenin, fâiz alıp vermenin, kadınların İslâmiyetin emretmediği gibi giyinip gezmelerinin ve kumar oynamanın harâm olduklarına îmân lâzımdır. Bunların hepsi, Allahü teâlâ tarafından Cebrâil adındaki melek vâsıtası ile, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma gönderilen Kur’ân-ı kerîm’de açıkça bildirilmiştir.
Îmân edilecek şeyleri sâdece bilmek, îmân değildir. Kalple inanmak da lâzımdır. Gönülden inanmanın alâmeti vardır. Bu alâmet, İslâmiyetin emirlerine aslâ şüphe etmeden ve gevşeklik göstermeden sarılmaktır. Zannetmek, sanmak, şüphe ve tereddüt etmek îmân olamaz. Îmân edilecek şeylerin hepsine kesin olarak inanmak şarttır.
Kalpte îmânın bulunduğuna alâmet, insanı küfre götüren dinden ayıran her türlü sözden, işten ve halden kaçınmaktır. İslâmiyette, kâfirlerin dînî âdet, ibâdet, âyin ve merâsimlerine istiyerek ve severek katılmak da îmânı yok eder. Allahü teâlânın sevdiklerini sevmek ve O’na düşmanlık edenleri sevmemek de, insanda doğru ve kâmil îmân bulunduğuna alâmettir.
Doğru îmân; Peygamberimiz ve Eshâbının gösterdiği doğru yolda bulunan Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan, Peygamberimizden gelen haberlere inanmak ve inandığını söylemek demektir. Fakat söylemek, îmânın kendisi olmayıp, kalbdeki îmânın bildirilmesidir. Îmân ettiğini, özürü olmadığı halde söylemeyen kimse, îmân etmiş sayılmaz. Öldürülmek, bir organının kesilmesi veya şiddetli can yakılmak gibi tehditlerle karşı karşıya kalan bir kimsenin îmânını gizlemesi özür olur ve affedilir. Hattâ böyle durumlarda îmânının aksini söyleyen kâfir olmaz, dinden çıkmış olmaz. İbâdetler, îmândan değildir. Fakat îmânın kemâlini arttırır ve güzelleştirirler. İmâm-ı A’zâm Ebû Hanîfe “Îmân artmaz ve azalmaz.” buyuruyor. Çünkü îmân kalbin tasdik etmesi, kabul etmesi, inanması, demektir. İnanmanın azı çoğu olmaz. Azalan ve çoğalan bir inanışa inanmak değil, zan ve vehim denir. Îmânın çok ve az olması, ibâdetlerin çok ve az olması demektir. İbâdet çok olunca, îmânın kemâli çok denir. O halde, bütün müminlerin îmânları, Peygamberlerin îmânları gibi olmaz. Çünkü peygamberlerin îmânları, ibâdetler sebebi ile kemâlin zirvesine varmıştır. Diğer müminlerin îmânları oraya yaklaşamaz. Fakat her iki îmân, îmân olmakta ortaktır. Birincisi, ibâdetler vâsıtası ile başka türlü olmuştur. Sanki aralarında benzerlik yoktur. Nitekim bir hadîs-i şerîfte: “Eğer Ebû Bekr’in îmânı, diğer müminlerin îmânı ile tartılsa, Ebû Bekr’in îmânı daha ağır gelir.” buyruldu. Müminlerin hepsi, insan olmakta, Peygamberler ile ortakdır. Fakat, başka kıymetler, üstünlükler peygamberleri yüksek derecelere çıkarmıştır. İnsanlıkları başka türlü olmuştur. Sanki, müşterek olan insanlıktan daha yüksek insandırlar.
Îmânın gitmesine ve İslâm dîninden çıkılmasına sebeb olan sözlerden, işlerden, hâl ve davranışlardan kaçınmak da lâzımdır. Bir insan îmânı ifâde eden bir kelimeyi söyleyip müslüman olduğu gibi, bunun aksini söylemek veya hâl ve davranışlarla îmânı yalanlayacak bir durumda bulunmak veya bir iş yapmak sûretiyle imânını bozar, İslâm dîninden ayrılmış olur.
İslâm dîninde, îmân edilecek şeylere topluca ve kısaca îmân, Müslüman ve mümin olmak için kâfidir. Buna icmâli (tafsilsiz, kısa, topluca) îmân denir. Mümin olmak için, İslâmiyetin bütün esaslarını genişçe bilmek lâzım değildir. Fakat Kur’ân-ı kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde geniş bildirileni geniş olarak bilip inanmak, topluca bildirileni, topluca bilip inanmak vâciptir. Bunun için her Müslüman, doğru olan îmân bilgilerini geniş olarak öğrenmelidir. Doğruyu taklid eden mukallidin îmânı da geçerlidir. Çünkü hakka, doğruya uymuştur. Bozuk şey, taklid ederse, îmânı da bozuk olur.
Allahü teâlâ bütün insanların îmân etmesini emretmiştir. Îmân etmek, herkes için zarûrî bir ihtiyaçtır. Çünkü îmân, insandaki rûhun gıdâsıdır. Müslüman sayılmak için hiçbir formaliteye, merâsime ihtiyaç yoktur. Kelime-i şehâdeti söyleyip, mânâsına da kalp ile inanmak yeterlidir. Îmân edenlerin rûhî hayatları dengeli ve düzenlidir. Sağlam bir karaktere sâhiptirler. Hayâtın acılarını sabırla karşılarlar. Îmân, sıkıntılı olan acı ve zor günlerinde insanların en büyük desteği, yardımcısıdır. Îmân edenlerin, Allahü teâlânın emirleri olan farzları yapıp, yasak ettiği haramlardan kaçınması lâzımdır. Îmân etmeyen fertlerin meydana getirdiği toplumlarda, her an, her türlü kötülük işlenmekte, zulüm ve haksızlıkların sonu gelmemektedir. Düzenli bir cemiyet hayâtı yoktur. İnanmayanlardan, sıkıntılara ve zorluklara sabır etmek beklenemez. Vatan ve millet sevgisi, anne ve babaya itâat etmek ve saygı göstermek, diğer insanların hak ve hukûkunu gözetmek… gibi mukaddes olan yüce duyguların kaynağı îmân etmektir. Nitekim Peygamber efendimiz buyurdu ki:
“Vatan sevgisi îmândandır.”
“Temizlik îmândandır.”
“Hayâ (utanma duygusu) îmândandır.”
İslâm dîninde îmânın, mûteber, geçerli olması için gerekli şartlar şunlardır:
1) Îmân, devamlı ve sâbit olmalıdır. Bir müddet sonra îmândan ayrılmaya niyet eden kimse, o anda îmândan çıkar.
2) Îmândaki bir mesele hakkında şüphe ve tereddüd etmek, kalpteki tasdîkin gitmesine sebeb olur. Îmân, şeksiz ve şüphesiz olmalıdır.
3) Îmân eden, havf ile recâ arasında olmalıdır. Yâni Allahü teâlâdan korkmalı ve yine O’ndan ümid etmelidir.
4) Can boğaza gelmeden evvel îmân etmiş olmalıdır. Zîrâ can boğaza gelince, âhiret işleri müşâhade olunur. O zaman bütün kâfirler îmân eder. Ama kabul olunmaz. Fakat Müslümanın bu andaki tövbesi kabul edilir.
5) Bir zarûret olmaksızın, kasten, îmândan olan bir hükmü reddetmemelidir. Kâfirlere mahsus ibâdetleri yapmak ve îmândan ayıran sözleri söylemek de îmânı yok eder. Çünkü İslâm dîninde hürmet ve tâzim edilmesi lâzım olan şeyleri tahkir etmek (küçümsemek, aşağılamak, hafife almak) veya tahkir edilmesi, beğenilmemesi lâzım olan şeylere hürmet ve saygı göstermek îmânın gitmesine sebeb olur. Meselâ, bir din âlimini veya ilim talebesini kötüleyen, onunla alay eden yâhut İslâm dînini bildiren doğru bir kitaba kasten hakâret eden, îmân dâiresinden çıkıp, İslâm dînine düşman olan îmânsızlardan olur.
6) Îmân edilen esaslar, İslâm dîninden alınmış olmalıdır. İslâmiyete uygun olmayan inanış, îmân sayılmaz. Çünkü Allahü teâlânın yanında, geçerli olan hak din İslâmiyettir.
7) Îmân, Peygamberimizin ve O’nun Eshâbının gösterdiği doğru yol olan Ehl-i sünnet vel-cemâ’at îtikâdına uygun olmalıdır. Bu doğru yolun âlimlerinin kitaplarında yazılı olmayan îmân bilgileri doğru ve sağlam değildir. İslâmiyeti kendi aklına, görüşüne göre açıklayanların sözlerine, yazılarına inanmak, îmân olmaz. Bunlar dalâlet, sapıklık veya îmânsızlık olur.
Îmân edenler, âhirette sonsuz olarak Cennette kalacak, îmânı olmayanlar da Cehenneme gideceklerdir. Nitekim Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm’de En’am sûresi 82. âyetinde meâlen: “Îmân edip de îmânını şirk ile (Allah’a herhangi birşeyi ortak tutmakla) bulaştırmayanlar, Cehennemde ebedî kalmaktan emindirler. Onlar için bu korku yoktur.” ve “Îmân edip sâlih ameller yapanlar ise, onlar da Cennet ehlidirler, ebedî olarak orada kalıcıdırlar.” (Bakara sûresi, 82).
Peygamber efendimiz de: “Kalbinde zerre kadar (yâni çok az) îmânı olan, Cehennemde sonsuz olarak kalmayacak, çıkarılacaktır.”ve yine “Ölürken son sözünde Lâilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur.) diyen Cennete girer.” buyurdu.
Detaylı Bilgi İçin Tavsiye Kitap: Ehli sünnet itikâdı hakkında yeterli bilgi, büyük İslam âlimi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin Farsça “İtikadnâme” isimli eserinde vardır. Bu eserin Türkçe tercümesini okumak için tıklayınız. “Herkese Lâzım Olan Îmân”
İmanın Gitmesine Sebep Olan Şeylere Dâir Sual ve Cevapları Okumak İçin Tıklayınız.