Sual: Din-i İslam nedir?

Cevap: Allah her şeyi var eden ve kendi varlığının başlangıcı ve sonu, sınırı bulunmayan ve nasıl olduğu akıl ile anlaşılamayan, yalnız uluhiyet ve halıkiyet için lüzumlu sıfatları bilinen bir varlıktır. Kendi kendine hep vardır ve bir tanedir. Ondan başka hiçbir şey kendi kendine hep mevcut olamaz. Her şeyi var eden ve varlıkta durduran yalnız Odur.

Kendi kendine vardır demek, kendi kendine var olmuştur demek değildir. Çünkü, böyle söylemekle, sonradan var olduğu anlaşılır. Halbuki Onun daima varlığı lazımdır. Hiçbir zaman yok değil idi. Kendi kendine var olmak demek, varlığı hiçbir şeye muhtaç olmamak demektir. Bütün varlıkların var olması için, Onun daima var olması lazımdır. Her şeyi var etmesi ve böyle düzgün hâlde durdurması için lazım olan kemal sıfatları vardır. Noksanlık, ayıp ve kusur Onda olamaz.

Bütün varlıkları var eden bir varlık bulunmasa, ya her şey kendi kendine var olur, yahut hiçbir şeyin var olmaması lazım gelir. Her şeyin kendi kendine var olması, akla uygun bir şey değildir. Çünkü, bir şeyin kendi kendine var olması, kendinden evvel kendisinin hep var olmasını icap eder. Kendinin hep var olması, yani vâcib-ül vücud olması icap eder. Böyle olsaydı, yok iken sonradan var, yahut var iken sonradan yok olmazdı. Halbuki her şey yok iken sonradan var oluyor ve tekrar yok oluyor. Bundan da, hiçbir mahlukun vâcib-ül vücut olmadığı anlaşılır. Zaten kendi kendine var olmak, aklın kolayca anlayabileceği bir şey değildir. Vâcib-ül vücut bir olmak lazımdır. Kendinden başka, bütün varlıkları yoktan var eden bir varlık lazımdır. Mahlukların var olması için bir vâcib-ül vücudun varlığı lazım olmasaydı, hiçbir şeyin varlığını kabul edemezdik.

Her varlığın kendi kendine var olması, fenne o kadar uzak bir şeydir ki tabiatcılar bile (tabiat şöyle yapmıştır, tabiat kuvvetleri yapmıştır) diyorlar. Böylece varlıkların kendiliklerinden olmayıp, bir yapıcısı bulunduğunu, farkında olmadan açıklamış oluyorlar. Fakat, o yapıcıya lâyık olan isimleri ve sıfatları vermekten çekiniyorlar. Bilgisiz ve irâdesiz bir tabiate bağlanıyorlar. Fizik, kimya olaylarından hiç birinin kendiliğinden olduğunu görmüyoruz. Harekete geçen veya hareketini değiştiren, yahut harekette iken duran bir cisme elbette bir kuvvet etki etmiştir diyoruz. Bütün bu varlıkların bu nizam, bu düzen ile kendiliğinden oluverdiğini sanmak, fizik ve kimya kanunlarını inkar etmek olur. Atomdan Arşa kadar bütün varlıkları yoktan var eden, ilim, irâde ve kuvvet sahibi bir yaratana inanmayıp da, bu varlıkları, fizik ve kimya kanunlarına uymayan bir tesadüf zannetmek kadar cahillik olamaz.

Bu varlıkları yoktan var eden bir yaratıcının bulunmadığını, her şeyin kendiliğinden meydana geldiğini söylemek, akla uygun değildir. Çünkü, yok iken var olmak bir iştir. Fizik ve kimya kanunlarına göre, her iş, bu işi yapan bir kuvveti haber vermektedir. Demek ki daha önce, bir kuvvet kaynağının bulunması, fen bilgilerine göre, elbette lazımdır. Her mevcudu var eden, önce başka bir varlık bulunmaz ise, birbirini yaratmak, ezelden ebede kadar sonsuz olarak zincirleme devam etmesi lazım gelir. Böyle olsaydı, hiçbir şey var olamazdı. Çünkü:

Bir başlangıcı olmayan ve hepsi birbirinden meydana gelen varlıklar, yokluk demektir. Bu, bir misal ile açıklanabilir: Benim elimde, sizden ödünç aldığım bir lira var. Siz de, onu bir arkadaşınızdan ödünç almışsınız. O da, bir başkasından almış. İşte bu ödünç verme sırası, dünyadaki bütün insanları dolaşsa bile bir başlangıcı olmazsa, yani ödünç olarak değil de, başka suretle mâlik olan bir kimseden başlamadıkça, elimde mevcut olduğunu söylediğim lira, yoktur. Yani bu para, kimsenin elinde değildir. Çünkü, birinin elinde olduğunu düşünürsek, bunun, bir başkasından alınması lazımdır. O başkasında da yoktur ki buna verebilsin. İlk önce veren biri yoktur ki elden ele dolaşabilsin. İlk önce, biri, başkasından almadan ödünç verseydi, bu lira şimdi, birinin elinde bulunurdu. Liranın var olması, sonsuzdan değil, ilk önce birinden verildiğini göstermektedir. İşte bunun gibi, her varlık, var olmak için başkasına muhtaç olarak, varlığı başkasına muhtaç olmayan bir varlığa ulaşmamak üzere, bu ihtiyaç zinciri, sonsuzdan başladığı düşünülürse, hiçbir şey var olamaz. Çünkü, herhangi bir varlığın var olması, başkasına, onun var olması da, daha başkasına, böylece sonsuz olarak hep başkasına muhtaç oldukça, hiçbir şey için varlık düşünülemez. Var olarak gördüğümüz her şey, yok olmak lazım gelir. Çünkü, kendinden evvel başka bir şeyin var olmasına muhtaçtır. Halbuki o şey de, var değildir. Çünkü o da, kendinden evvel daha başkasının var olmasına muhtaçtır. 3. şey de böyle, 4, 5. … hep böyle. Bu bilgi, İhlas sûresindeki (Allah vardır ve birdir) ayetini ispat etmektedir.

Âdem aleyhisselâmın varlığı da, yukarıda bildirilen düşünce ile kolayca anlaşılır. Âdem aleyhisselâm olmayıp da, insanların babaları sonsuz olsaydı, yer yüzünde hiç insan bulunmazdı. Çünkü, baba sayısı sonsuz demek, ilk baba yok demektir. İlk baba olmayınca, bunun çocukları da, yani insanlar da, yok demektir. İnsanlar var olduğundan, ilk babanın da var olması lazım olur.

Ahirete inanmak, Allahü teâlâya inanmak gibi çok mühimdir. Ahiret olmazsa, dünyada mükafatlandırılmayan iyilikler ve cezası çekilmeyen fenalıklar, haksızlıklar, karşılıklarını göremeyecektir. Bu hal, en ince sanatları, en ince düzenleri bulunan, bu gördüğümüz âlem için çok büyük bir kusur olur. En küçük bir hükümetin, hatta herhangi bir topluluğun bir adalet mahkemesi bulunuyor da, kainat dediğimiz şu muazzam âlemin bir mahkeme-i adaleti bulunmaz mı? İnsanların hakkını vermek için ahirete ihtiyaç o kadar mühimdir ki Avrupa’nın fikir adamları fen yolu ile Allahü teâlânın varlığını anlayamadıkları hâlde, ahlak ve adalet üzerinde düşünerek, bu varlığı söz birliği ile kabul etmektedirler. Ahlak üzerinde düşünerek, Allahü teâlânın varlığını anlamak demek, daima aldanabilen ve manevi mesuliyetleri kontrol edemeyen ve herkesteki kuvveti başka başka olan Vicdanın, ahlakı korumaya kadir olamaması ve dünyada her şey çok düzgün, çok güzel yaratılmış iken, faziletlerin değerlendirilmemesi ve nice kötülüklerin yayılmış ve muhterem olması görüldüğünden, bu yolsuzlukların ahirette ödenmesine ihtiyaç bulunması demektir.

Avrupalıların fen yolu ile Allahın varlığını anlamamalarına çok şaşılır. Çünkü, atomdan Arşa kadar, canlı cansız her varlıktaki düzgünlüğü ve birbirine akılları şaşırtan kanunlarla bağlılıklarını meydana çıkaran fen bilgileri, Allahü teâlânın varlığını açıkça göstermektedir. Dünyadaki haksızlıkların ödenmesi için ahiret adında bir âlemin lazım olduğu anlaşılarak, buradan da, bunların bir yaratıcısı bulunacağı düşünüldüğü gibi, varlıkların düzgün, ince yapılarına ve birbirleri ile olan hesaplı bağlantılarına, olaylarına, kanunlarına bakarak, bunları yaratana inanmak daha kolay olur. Yani insanların ahlakında görülen noksanlık ve aşağılıklardan ahiretin ve dolayısıyla bir yaratanın varlığı anlaşılıp da, bunlardaki güzellikleri ve düzgünlükleri görerek, bunların bir yaratıcısı olacağını anlamamak, şaşılacak bir şeydir. Bu hal, insanların muhtaç oldukları zaman, Hakkı tanımaları, muhtaç olmadıkları zaman, Hakkı tanımamaları ve küfran-ı nimete kalkışmaları gibi, kötü yaratılışlı olduklarını gösterir.

Bu varlıkları yoktan var edenin bir olması lazımdır. Birden ziyade olsa, herhangi bir işi yapıp, yapmamakta uyuşamayınca, ikisinin de istediği birlikte olamaz. İkisinin istediği de olmazsa, ikisinin de gücü yetmediğini gösterir. Birinin dediği olursa, ikincisinin gücü yetmediğini gösterir. Âciz, zavallı olan, yaratıcı olamaz. İkisinin istediği birbirine benzerse, yine âciz oldukları anlaşılır. Çünkü, birbiri ile uyuşmaya mecbur kalmış oluyorlar.

İslamiyetin meydana çıktığı Arabistan yarımadasında, putlara, heykellere tapılıyordu. Fikirler, çok tanrının varlığına saplanmış idi. Din-i İslam bunun için, şirkin kötülüğü üzerinde çok durmuştur ve bunun için, müslüman olmak, Kelime-i tevhid ile başlamıştır. İnsanlar yaratılışta din hissine mâliktir. Bunun için, Allah’a inanmayan kimse, ruh hastası, psikopat demektir. Böyle kusurlu insanlar, büyük manevi bir destekten mahrum olup pek acınacak bir haldedirler. Avrupa fikir adamlarından birinin (Dindarlık büyük bir saadettir. Fakat ben bu saadete kavuşamadım) dediği gibi, bizdeki dinde reformculardan Tevfik Fikret de, Tarih-i Kadim adını verdiği manzum bir eserinde, müslümanlık ile ve iman sahibi olmakla alay ettiği hâlde, şairlik ruhundan fışkıran ve önü alınamayan şu şirinde imanlı olmak ihtiyacını da bildirmiştir:

Bu yalnızlık, bu bir gurbet ki benzer gurbet-i kabre,
İnanmak! İşte ağuş-i ruhani, o gurbette.

Varlığı lazım olan var edicinin bir olduğu, şöyle de gösterilebilir. Birkaç tane olsa, bunların toplamı vâcib-ül vücut olamaz. Çünkü, bir toplum var olmak için, her parçasının var olmasına muhtaçtır. Varlığı lazım olan, hiçbir şeye muhtaç olmaz. O hâlde, hiçbir toplum vâcib-ül vücut olamaz. Varlığı lazım olan parçaların toplumu, vâcip olamadığı gibi, mümkün de olamaz. Çünkü, varlığı mümkün olan şey, kendi kendine mevcut olamaz. Bir var edici ister. Bu var ediciyi o topluluktan başka düşünmek, kendilerinin vâcip olmalarına uygun olmaz. Bu toplumun içinde aramak da, bir şeyin kendi kendisini var etmesi olur ki bu da olamaz. Mesela 2 vacibin toplamı bir vâcip olsa, yani varlığı lazım olsa, bu vâcip, 2 parçasına muhtaç olduğundan, mümkün olması icap eder. Halbuki bunu vâcip kabul etmiştik. İkisinin toplamı mümkün olsa, bu mümkünün bulunmaması lazım gelir. Burada mümkün demek, bir şey var olsa da olur, yok olsa da olur demektir.

Vâcib-ül vücudun, yani varlığı lazım olan şeyin, bir taneden fazla olamayacağını gösteren bu son düşünce, tabiiyecilerin sözünü kökünden yıkmaktadır. Tabiiyeciler her şeyin kendi kendine var olduğunu, yani hepsinin vâcib-ül vücut olduğunu söylüyorlar. Halbuki yukardaki açıklamaya göre, her şeyin kendi kendine mevcut, yani vâcib-ül vücut olması şöyle dursun, bir mahlukun bile vâcib-ül vücut olması mümkün değildir.

Tavsiye Yazı; Muhammed aleyhisselamın peygamberliğine inanmayanlar kimler?

Tavsiye yazı: En büyük mucize Kur’an-ı kerim

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler

Comments are closed.