Sual: Günümüzde bazı ilahiyatçılardan “Evrim teorisi Kur’an-ı Kerim ile çelişmez” gibi sözler işitiyoruz. Bu sözlerin aslı var mıdır? İslamiyetin evrim teorisine bakışı nasıldır?
Cevap: Charles Robert Darwin’in 1859 yılında yazdığı “Türlerin Kökeni (On the Origin of Species)” kitabı, hem bilim dünyasında hem de teoloji sahasında birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Türlerin kökenine dâir yazılan bu kitap, aslında ne ilk ne de sondu. Nitekim antik Yunan filozoflarından başlayarak içlerinde Hristiyan ve Müslüman ilim adamlarının da bulunduğu bazı bilginler, canlılar arasında bulunan benzerlik ve farklılıklar hakkında pek çok bilgi vermişler, bu hususta bazı görüşler ileri sürmüşlerdir. Mesela ünlü filozoflardan Anaksimandros, hayvanların şekillerinin değişebileceğini, Empedocles ise hayvanların önceki hayvanların organlarından mürekkep olduğunu dile getirmiştir. Hristiyan din adamlarından Nenizili Gregor ve Augustinus, bütün canlıların Tanrı tarafından bir anda yaratılmadığını, bazılarının yaratılmış olan türlerin değişmesinden meydana geldiğini iddia etmişler, hatta tufan sırasında Hazret-i Nuh’un gemisini buna misal vererek bütün canlıların buraya sığmasının mümkün olamayacağı görüşünü ifâde etmişlerdir. Abbasiler devrinde yaşayan Câhız ise “Hayvanlar (الحيوان)” kitabında, hayvanların bazı değişimler geçirdiğini ileri sürmüştür. Ayrıca İbn-i Sina ve Birûni de bu mesele hakkında bu bilginlere yakın görüşler serdetmişlerdir. Darwin’den sonra da biyolojik evrime dâir pek çok şey söylenmiş, yapılan gen ve kemik araştırmalarına göre, Darwin’in ve önceki bilginlerin söylediği çoğu şey, bilim dünyası tarafından umûmi kabul görmüştür. Ancak ne var ki ne Darwin ne de diğerleri insanların maymunlardan geldiğini iddiâ etmemiş; sadece türler arasındaki benzerlik ve farklılıklara dikkat çekmek istemişlerdir.
Gelelim bugüne. Günümüzde evrim denilince iki husus akla gelmektedir. Bunlardan birisi doğal seleksiyon, diğeri ise ortak ata (common ancestor) görüşüdür. Doğal seleksiyon; canlıların mutasyon, göç veya genetik sürüklenmeyle beraber farklılaşmasını konu edinir. Ortak ata görüşü ise bütün canlıların ortak bir canlı türünden türeyerek ve tekamül ederek günümüze geldiğini savunur. Hakkında tartışılan ve çeşitli itirazlara sebep olan da aslında ikincisidir. Çünkü bu görüş insanın da ortak bir ata yoluyla geldiğini ispata çalışır ki bunun ispatının kesin olarak yapılamayacağı, en azından bunun bilimsel bir zemine tam olarak oturtulamayacağı ehlinin malumudur. Nitekim ileride de misalleri verilecektir.
Öncelikle insanın evrimi tam olarak ne demek? Ona bir göz atalım:
Bazı bilim adamları tarafından kabul edilen portreye göre insanın evrimi, Primatlara kadar dayanmakta ve yukarıdaki yol izlenerek Homo habilis, Homo Erectus ve Homo neanderthalensis akrabalığına değin devam etmektedir. Bunlardan Primatlar; goril, orangutan, şempanze, gibon ve insan gibi insansıların yanında makimsiler, marmosetgiller, galagogiller, cadı makigiller ve lorisgiller gibi memeli türlerini de içerir. Son halkada bulunan Homo sapiens ise, primatlar takımının büyük insansı maymunlar familyasının Homo cinsinde bulunan tek canlı türü olarak bilinmekte olup modern davranışlarına 50.000 yıl önce kavuşmuş olduğu kabul edilmektedir. Ne var ki buraya kadar yazılmış olanlar, bilim insanlarının tamamı tarafından kabul görmediği gibi, belli ön kabullerin varlığı prensibine dayandığı gerçeğini de değiştirmemektedir. Evet canlıların mutasyona uğramalarına ve bulundukları çevre şartları sebebiyle kısmî değişimler ve farklılıklar geçirdiklerine kimsenin itirazı yoktur. Ancak hayvanların evrilerek, düşünebilen ve medeniyet kurabilen bir insana dönüştüğünü kabul etmek, söz götürür doğrusu. Çünkü fen ve bilim insanlarının bizlere söylemiş olduğu bütün bilgiler, çoğu insanın zannettiği gibi kesinlik arz etmemekte, bilakis sürekli bir değişim ve yenilik göstermektedir. Nitekim bunun misalleri çoktur.
Örneğin atomun ne olduğu ile ilgili daha dünden bugüne çeşitli modeller ortaya atılmış, her biri birbirinden az veya çok farklılıklar göstermiştir. Zira Dalton atom modeline göre atomlar, içi dolu olan ve bölünemeyen küre şeklindeki parçacıklardan ibaretti. Halbuki bu bilginin doğru olmadığı sonradan anlaşılmış oldu. Thomson ise atomu yuvarlak bir üzümlü keke benzetti ve yüklerin dağınık olarak bulunduğunu zannetti. Ardından gelen Rutherford, atomun içerisinde büyük boşlukların olduğunu ve elektronların rastgele bulunduğunu ileri sürdü. Halbuki o da elektronların neden çekirdeğe yapışmadığını açıklayamadı. Bohr ise atomun içerisinde yer alan elektronların dağınık halde bulunmadığını, belirli katmanlara göre bulunduğunu savundu. Söyledikleri kısmen doğru olsa da günümüzde geçerli olan elektron bulutu teziyle Bohr’un görüşü farklılık arz etmektedir. Peki atomla ilgili söylenen şeyler sona erdi mi? Eğer öyleyse Cern’de atom-altı parçacıklarla ilgili yapılan deneyler bize neyi gösteriyor? Anlatmak istediğimiz husus, bilim denilen olgunun yanlışlana yanlışlana tekâmül etmesi ve kanun olarak kabul edilse bile kısmî değişikliklere maruz kalmaktan kurtulamamasıdır.
Binâenaleyh bilim insanlarının evrim hakkında vardığı neticeler de buna benzemektedir. Yani insanın evrimine dâir ortaya atılan görüşler ve kabuller, sonlanmış değildir. Diyelim ki sonlanmış olsun ve biz bunu böyle kabul edelim. İşte o zaman da bu görüş, bilimsellikten uzaklaşarak dogmatik hâle dönüşmüş olur. Çünkü bilimsel bilgi hiçbir zaman sonlanmadığı gibi sonlandığı kabul edilen bazı kanunlar bile ister istemez değişiklik göstermeye devam eder. Nitekim daha düne kadar Isaac Newton’un hareket yasaları, neredeyse değişmez kabul edilirken, Max Plank ve Albert Einstein’ın ortaya koymuş olduğu kuantum mekaniği ve E=h*f denklemi, mikro fizik ve ışık hızı düzeyinde, Newton’un yasalarının işe yaramadığını bizlere göstermiş oldu. Öyleyse evrimin ortak ata kısmında da sözü çok fazla uzatmaya gerek yoktur. Çünkü bugün yapılan bazı çalışmalardan yola çıkarak bunu kesin olarak kabul etmek bilimsel bilgi geleneğine ters düşer.
Evrim semâvi dinlerle çelişir mi?
Gelelim insanın evriminin semâvî dinlerle çelişip çelişmediği meselesine. Gerek Tevrat ve İncil metinleri, gerekse Kurân-ı kerim âyetleri incelendiği zaman, yaratılışın Hazret-i Âdem’le başladığı görülür. Nitekim Hazret-i Âdem ile Havva’nın cennette yaratıldığı ve sonradan dünyaya indirildiği bizzat dîni metinlerde geçmektedir. Eğer Hazret-i Âdem cennette yaratılıp dünyaya indirildiyse ki dîni kaynaklara göre bu böyle, o zaman insanın evriminin dîni metinlerle çelişeceği açıktır. Her ne kadar Kur’ân âyetlerini zorlama te’viller yoluyla izah etmeye kalkışanlar olsa ve insanın evrimiyle Kur’ân âyetlerinin çelişmediğini iddia edenler varsa da bunun böyle olmadığı ehlinin malumudur. Çünkü insanın evrimiyle Kur’ân’ın çelişmediğini iddia edenler, “cennet” kelimesini dünyada bulunan “bahçe” kelimesiyle eşdeğer kullandıkları için böyle bir neticeye varıyorlar. Evet Kur’ân-ı kerîmde “cennet” kelimesi bazı âyetlerde dünyadaki bahçeler veya bahçe sahipleri için kullanılmaktadır. Ancak Allâhü teâlânın yasak meyveyi yemeleri sûretiyle cennetten indirildiklerini bildiren âyet1, cennetin dünyadan farklı bir yer olmasını gerektirir. Çünkü “ihbitû” yani “oradan inin” şeklinde geçen lafız, cennetin dünyadan farklı bir yer olduğunu göstermektedir.
Netice olarak zorlama te’viller yoluyla Kur’ân’dan insan evrimine müspet bir çıkarım yapmak veya ilk insanın dünyada yaratıldığını ve bu sûretle primatlardan evrildiğini iddiâ etmek, bizleri mantık silsilesinden uzaklaştırarak, kendi zihin dünyamızda kabul ettiğimiz dogmaları, ispatı kesin olan gerçekler gibi görmemize sebep olmaktadır. Halbuki buna lüzum yoktur. Çünkü bilim denilen olgu yanlışlana yanlışlana tekâmül etmekte; nasslar ise inananlar için kesin hükümler/bilgiler ihtivâ etmektedir.
Sual: Darwin, insanın maymundan geldiğini söylemiş midir?
Cevap:İnsanın da maymunun da geldiği bir ortak ata var demiştir. Yani şu anda yaşayan maymunlardan değil de eskiden bu maymuna da, insana da benzeyen başka bir hayvan vardı ikisi de o hayvandan geldi diyor. Zaten Darwin bütün canlıların, kendilerinden biraz daha basit başka bir canlının farklı mutasyonlarla hayatta kalan yeni ve daha iyi adapte olabilen bir versiyonundan geldiğini iddia ediyor. Bu iddiada İslamiyete uymayan iki mesele var. Birincisi, bütün canlıların yaratılmasının tesadüfle izah edilmesi. İkincisi de insanın tesadüfen başka bir hayvandan türemiş beyni biraz fazla büyük bir maymun türü olarak kabul edilmesi. İnsanın yaratılışı ile alakalı Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerifler bu kadar sarihken evrim teorisinin insanla alakalı söylediklerini kabul etmek mümkün değildir. Diğer canlıları ise Allahü Teâlâ’nın yarattığı kabul edildikten sonra nasıl yarattığı ile alakalı yapılacak araştırmalar İslamiyet’e aykırı olmaz.
Sual: Evrim teorisi adıyla anlatılanların aslı nedir?
Cevap: Evrimciler hayatın milyonlarca yıl önce denizlerde tesadüfen bir hücreli bir canlının kendi halinde meydana gelmesiyle başladığını savunuyorlar. Bu ilk canlı gelişerek başka bir canlıya dönüştü, varlıkların birbirine dönüşmesiyle maymun, maymundan da insan türedi, diyorlar. Böylece Âdem aleyhisselâmın topraktan yaratıldığını inkâra kalkıyor ve insanları aldatmaya çalışıyorlar. Darvin’i de kendilerine yalancı şahit gösteriyorlar. Halbuki Darvin, kitabında hayvanlar birbirine döner demiyor. “Hayvanların yaratılışında bir tekâmül, bir üstünlük sırası vardır” diyor. Biyologlar, insan ile hayvanlar arasındaki farkı yalnız madde bakımından inceliyor. Halbuki insanla hayvan arasındaki en önemli fark insanın ruhudur. İnsanın üstünlüğü bu insani ruhtan gelmektedir. Bütün kemâlâtın tadı, bu ruhta duyulmaktadır. Darvin’den önce yaşayan İslam âlimlerinden Ali bin Emrullah ve İbrahim Hakkı hazretleri, canlıların yaratılışında basitten mükemmele doğru bir üstünlük sırasının mevcut olduğunu kitaplarında yazdılar. Fakat canlılar, birbirine dönüşür, demediler. Her tür ayrı yaratılmıştır. İnsanlar arasında da mükemmele doğru bir tekâmül vardır. İnsanın en üstünü, insan-ı kâmildir. Bunlar da peygamber ve onların vârisleri olan âlimlerdir. İbrahim Hakkı hazretleri, Allahü teâlâ önce cansız maddeyi, sonra bitkileri, bunu takiben hayvanları ve daha sonra da insanı yarattı, demektedir. Bu yaratılan varlıklar ise, kendi daireleri içinde basitten mükemmele doğru bir sıralanma göstermektedir. Marifetnâme’de madenlerle bitkiler arasında ara varlık mercandır. Yani bazen maden, bazen de bitki özelliği gösterir, denilmektedir. Mercan katılıkta taş gibidir; denizin dibinde ise bitki gibi biter. Deniz diplerinde rengârenk çiçek bahçelerini andırırlar. Suyun yüzünden yukarı çıkıp, kuruyunca katılaşıp, toprak olur. Mercan iskeletlerinin binlerce yıl boyunca belli bir bölgede toplanması, mercan adalarını ve mercan kayalıklarını meydana getirir. Bu özelliklerinden dolayı mercanlar uzun yıllar denizlerde büyüyen taş haline gelmiş çiçekler olarak sanıldılar. En meşhur mercan kayalıkları Avustralya’nın kuzey-doğu sahillerinde bulunan ve uzunluğu 2000 kilometre olan Read Boriner Leef’tir. (Bugün modern biyolojide mercanlar omurgasız hayvanlar sınıfında incelenmektedir.)
Bitkilerden hayvanlara en yakın varlığın hurma ağacı, insana en yakın hayvanın ise maymun olduğu zikredilmekte ve sebepleri açıklanmaktadır. Sizin mektubunuzda da mevcut olduğu gibi, İbrahim Hakkı hazretleri Marifetnâme’sinde; “Bu dört varlığın (maden-bitki, hayvan-insan) her biri kendi mertebesinin en aşağısından başlar ve sonunda en son şekline ulaşır. Varlıkların derece ve mertebeleri bu teselsül (sıralanma) içinde düzenlenmiş ve insan mertebesinde son bulmuştur.” demektedir. Bugün biyolojide bitkiler basitten mükemmele doğru algler (su yosunları), mantarlar, likenler, kara yosunları, eğrelti otları, tohumlu çiçekli bitkiler olarak sınıflandırılır. Hayvanlar ise, bir hücreliler, sürüngenler, selentereler, soluncanlar, derisi dikenliler, yumaşakçalar, eklem bacaklılar, omurgalılar olarak sıralanır. Bu sınıflandırmanın da, ara basamakları mevcuttur. Marifetnâme’deki yuvarlak şema, cansız varlıklar, bitkiler, hayvanlar ve insan ile ilgili bir sınıflandırma tablosudur.
İnsan, solunum-sindirim gibi birçok fizyolojik ve anatomik özellikleri ile hayvanlara benzediğinden, biyologlar tarafından omurgalı hayvanların memeliler sınıfında incelenmektedir. İnsan, hayvana olan biyolojik benzerliğinden dolayı çok eskiden beri, hayvan-ı nâtık (konuşan hayvan), düşünen hayvan gibi isimler almıştır. İbrahim Hakkı hazretlerinin Marifetnâme’si zaman zaman bu art niyetli kimseler tarafından istismar edilerek, evrimi savunduğu ileri sürülmektedir. Bu iftiralar, gazetemizde 16-17 Nisan 1985 tarihlerinde Erzurum Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Doçent Doktor Zeki Çıkman tarafından “Evrim Nazariyesi” adı ile cevaplandırıldı. Aynı zâtın “İmanımızla Oynamayınız” adlı eserinde de mevzu geniş anlatılmaktadır. Daha geniş bilgi için Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye kitabının “İslâmiyet ve Fen” bölümüne, Rehber Ansiklopedisi’nin Darvinizm, ruh maddelerine bakmanızı âcizâne tavsiye ederim.
Kaynak: Yadigar Mektuplar- Hüseyn Hilmi Işık
Tavsiye Yazı –> İslam ve Darwin’in Evrim Teorisi
Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye Kitabını Okumak İçin Tıklayınız.