Sual: İrade-i cüz’iyye nedir?
Cevap: Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin “rahime-hullahü teâlâ” Arabî (İkdü’l-cevheri) kitabında, irâde-i cüziyyeyi uzun bildirmektedir. Abdülhamid Harputi “rahmetullâhi aleyh” bu kitabı şerh ederek (Sim tul’abkari) ismini vermiştir. Bu şerh 1888’de İstanbul’da tab’ edilmiştir. Mevlânâ’nın (İrade-i cüziye) risalesi de 1874 senesinde, meârif nazırı Safvet Paşa’nın zamanında, (Reşehat) kitabının sonunda, taş baskısı ile İstanbul’da basılmıştır. (Bugyetü’l-vacid) kitabının 9. mektubu bu risaledir. Bu risalede buyuruyor ki:
Yeri ve gökleri yoktan var eden, insanları ve hayvanları ve bunların hareketlerini, işlerini yaratan Allahü teâlâya hamd olsun. Allahü teâlâ, bir şeyi yaratmak istediği zaman ona (Ol!) der, hemen var olur.
Efendimiz, büyüğümüz, veber ve meder ahalisinin en iyisi olan Muhammed aleyhisselâma ve Âline, Akrabasına ve Ashâbına duâlar, selametler ve iyilikler olsun!
Ey müslüman! Allahü teâlâ, zihnini açsın! Doğru yolda gitmeni nasip eylesin! İyi bil ki müslümanların her fırkası, her kısmı, hatta felsefeciler ve başka dinlerde bulunanların çoğu, hayvanların hareketlerinden başka, her varlığı, her şeyi hareket ettiren, tesir eden yalnız bir kuvvet vardır, bu da, bir olan Allahü teâlâdır, demişlerdir. Hayvan ve insanların hareketlerini de Onun yarattığı şüphesizdir. Yani, hem şuurlu olan [yani duydukları, anladıkları] mesela hastalık, sıhhat, uyku, uyanıklık gibi, hem de, şuursuz olan [haberleri olmayan] mesela büyümek, gıdaların hazm olması gibi, tabiî hareketlerini, yani irâdelerine, isteklerine bağlı olmayan hareketlerini, hep Allahü teâlâ yaratmaktadır. Hayvanların ve insanların ihtiyârî hareketlerine, yani irâdeleri, istekleri ile yaptıkları hareketlerine gelince, bunların meydana gelmesi başka başka anlatılmaktadır. Mesela, Cebriye fırkası, ihtiyârî hareketlerin de, yalnız Allahü teâlânın kudreti ile olup kulun hiç kudreti olmadığını söylüyor. Îtikad imamlarımızdan Ebül-Hasan Ali Eş’arî “rahime-hullahü teâlâ” de Allahü teâlânın kudreti ile olup kulun kudretinin karışmadığını bildirmektedir. Mutezile fırkası ise, yalnız kulun kudreti ile ve ihtiyarı ile olduğunu, felsefeciler de, kulun kudreti ile olduğunu ve kulun, bunu yapmaya mecbur olduğunu söylemektedir. Haremeyn imamı denmekle meşhur, Abdülmelik Cüveyni “radıyallahü teâlâ anh” için de böyle derdi, deniliyorsa da, doğru değildir. Nitekim âlim, ârif Muhammed bin Yusuf Sinnusi “rahime-hullahü teâlâ” (Ümmül-berahin) kitabında ve Sadeddin-i Teftazani “rahime-hullahü teâlâ” de [722-792 Semerkantta] (Şerh-i mekasıd) kitabında bunun doğru olmadığını açıkça yazmaktadır. Îtikad âlimlerimizden üstad İbrahim bin Muhammed İsferaini “rahime-hullahü teâlâ” ise, işin meydana gelmesi, hem Allahü teâlânın, hem de kulun kudretlerinin tesiri iledir diyor. Kadı Ebû Bekr Bakıllani “rahime-hullahü teâlâ”, işi yapan, Allahü teâlânın kudreti olup kulun kudreti de, işin sıfatına, haline, iyi veya kötü olmasına tesir etmektedir, diyor. İtikatta mezhebimizin imamı, Muhammed bin Mahmud Ebû Mensur Mâtürîdî’nin “rahime-hullahü teâlâ” de böyle buyurduğunu, Kemâleddin Muhammed ibnülhümam “rahime-hullahü teâlâ” (Elmüsayere) kitabında ve Kemâleddin Muhammed ibni Ebû Şerif-i kudsi “rahime-hullahü teâlâ” (Elmüsamere fi şerhilmüsayere) kitabında ve Mollâ Fenâri’nin torunlarından Hasan Çelebi bin Muhammed Şâh “rahime-hullahü teâlâ” (Şerh-i mevakıf) haşiyesinde ve müdekkik Gelenbevi “rahime-hullahü teâlâ” de (Akâidüd-devvaniye) şerhinde bildirmektedirler. Mevlânâ’dan bu kadar tercüme edildi.
Ehl-i sünnet âlimlerinden İmâm-ı Birgivi “rahime-hullahü teâlâ”, türkçe (Birgivi vasiyetnamesi) kitabında Ehl-i sünnetin Kurân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden anladıkları doğru manayı kısa ve açık olarak, pek güzel yazmaktadır. Kadızade şerhi 24. sayfada buyuruyor ki:
Allahü teâlâ mürittir. Yani irâde sıfatı vardır. Dilediğini yapar. Var olmasını dilediğini var eder. Var olmasını dilemediği, var olmaz. Hiçbir şeyi yapmak, Ona lazım değildir. Bir kimse, Ona güç ile bir şey yaptıramaz. Çünkü Allahü teâlâ, herkese galiptir. Kimse, Ona gâlip olamaz. Âciz değildir. Her şey, Onun dilemesi ile var olmaktadır. İman, itaat gibi iyilikler ve küfür, isyan gibi bütün kötülükler, hep Onun irâdesi ile var olmaktadır. Mutezile fırkası diyor ki (Allahü teâlâ, kötülüklerin, günahların yapılmasını dilemez ve yaratmaz. Bunları insanlar ve şeytan yaratmaktadır. Çünkü, kötülükleri yaratmak, kötülük yapmak olur. Allahü teâlâ ise, hiç kötülük yapmaz). Ehl-i sünnet, bunlara şöyle cevap verdi ki (Kötülükleri yaratmak, kötülük yapmak olmaz. İnsanların kötülük işlemesi, kötülük olur). Mutezile dedi ki (Allahü teâlâ, kötülükleri ve küfrü takdir etse, murad etse idi, insanların küfre, kötülüklere râzı olması, bunları beğenmeleri icap ederdi. Çünkü, kazaya rıza göstermek lâzımdır). Ehl-i sünnet, şöyle cevap verdi ki (küfrün kendisi, Allahü teâlânın kazası, takdiri değildir. Maktisidir. Yani, kaza olunan şeydir. Kaza etmesine rıza lâzımdır. Fakat, maktiye rıza lazım değildir. Allahü teâlâ, her şeyi halk ve takdir ederim. Küfre râzı değilim buyurdu). Mutezile (Allahü teâlâ kötülük yapılmasını dilese idi, kötülük, küfür ve isyan yapınca, sevap kazanılırdı. Çünkü, Allahü teâlânın dilediğini yapmış olurlar. Dilediğini yapmak, emrini yapmak demektir) dedi. Ehl-i sünnet dedi ki (İtaat etmek için, sevap kazanmak için, ancak emirleri yapmak lâzımdır. İrade edileni yapmak, itaat etmek olmaz).
Mutezile âlimlerinden, Rey şehrinin kadısı Abdülcebbar Hemedâni, vezir Sâhip bin İbad’ın odasına geldi. İçeride, Ehl-i sünnet âlimlerinden Ebû İshak İsferainiyi “rahime-hullahü teâlâ” görünce aralarında, şöyle bir konuşma geçti.
Ab. Ceb. — Allahü teâlâ, kötülükleri, günahları irâde etmez, istemez ve yaratmaz. Bunları, kötü insanlar ve şeytan yaratır.
Ebû İshak — Hayırların ve şerlerin hepsini Allahü teâlâ yaratır. Onun mülkünde, yalnız Onun dilediği var olur.
Ab. Ceb. — Rabbimiz, kendine isyan olunmasını diler mi?
Ebû İshak — Allahü teâlâ, küfrü ve günahları dilemese ve yaratmasa, kullar güç ile zor ile Ona isyan mı edebilir? Kullar, irâde-i cüziyeleri ile küfür, günah, kötülük yapmak ister. Hak teâlâ da dilerse, onların istediğini yaratır.
Ab. Ceb. — Allahü teâlâ bir kimseye hidayet dilemese, onun küfür, kötülük yapmasını takdir ve kaza edip yaratsa, buna iyilik mi etmiş olur, yoksa kötülük mü?
Ebû İshak — Eğer kulun hakkını vermeyi dilemezse, kötülük olur. Fakat kendi hakkını almayı dilemezse kötülük olmaz. Zerre kadar iyilik yapana karşılığını verecektir. Kimsenin iyiliği karşılıksız kalmayacaktır. Küfürden başka kötülüklerin birçoğunu da affeder. Küfrü dilemesine gelince, Hak teâlâ alimdir. İlerde olacak her şeyi bilir. Hakimdir, her şeyin en iyisini yapar. Dilediği kulunu rahmetine kavuşturur ve hidayet ihsan eder. Hiçbir şeyi yapmaya mecbur değildir. Nitekim, Kurân-ı Kerîmde Fatır sûresi, 8. âyet-i kerimesinde meâlen, (Dilediği kimseleri iğri, sapık yolda bırakır. Dilediği kimselere hidayet eder. Doğru, iyi yolu gösterir) buyuruldu. Yani, iyiliği ve kötülüğü, kulların irâde etmesi, dilemesi ile yaratır. Kulun irâdesi yaratmaya sebeptir, vasıtadır. Müminler irâde-i cüziyeleri ile imanı ve itaatı dileyince, Allahü teâlâ da diler ve yaratır. Eğer, Allahü teâlâ da dilemeseydi, kimse mümin olmaz, itaat etmezdi. Kâfir küfrünü ve fasık günah işlemesini dileyince, o da irâde ederse, yaratır. Eğer dilemezse, kimse kâfir ve fasık olamaz.
Yalnız kulun dilemesi ile bir şey var olmaz. Hak teâlâ da dileyince var olur. Allahü teâlâ, şerleri, kötülükleri de diler ve yaratır. Fakat, bunları sevmez, râzı olmaz. Hayırları, iyilikleri ise hem diler, hem de râzı olur, beğenir ve yaratır. Allahü teâlâ dilemedikçe, bir sinek, kanadını kımıldatamaz. İnsanların yaptıkları bütün iyilikler ve kötülükler, hep Onun dilemesi ile oluyor. Kullar bir şey yapmak irâde edince, O irâde etmezse o iş olmaz. O da dilerse, olur. Var olmasını dilemediği şey, var olmaz. Var olursa, acz, gücü yetmemek olur. Allahü teâlânın her şeye gücü yeter. Dilese bütün insanlar ve cinniler mümin olup itaat eder. Dileseydi, hepsi kâfir olurdu.
Sual: Her şey, Onun dilemesi ile oluyor. Kâfirlerin küfrünü dilemiştir. Onlar, bu irâdeye karşı gelemezler. Bunun için zor ile kâfir oluyorlar. Onlara îman etmelerini emir, olmayacak şeyi istemek olur. Onların îman etmesini emrediyor da, niçin îman etmelerini dilemiyor? Herkesin îman etmesini emrediyor da, niçin herkesin îman etmesini irâde etmiyor, dilemiyor?
Cevap: Allahü teâlâya, yaptığı şeyleri beğenmeyerek, bunların sebebi sorulmaz. Allahü teâlâ, ileride olacak her şeyi ezelde, sonsuz geçmişte biliyordu. İlmi, olacak şeylere tâbidir. Yani nasıl olacaklar ise, öylece bilmiştir. Öyle olacakları için öyle bilmiştir. Yoksa, öyle bildiği için, öyle olmaya mecbur olmuyorlar. İşte, Allahü teâlânın irâdesi, bu ilmine uygun oluyor. Kudret ve tekvîn sıfatları da, irâdesine uygun oluyor.
Kullarda, irâde-i cüziyye, yani seçmek, dilemek vardır. Bir şeyi yapmak isterler veya istemezler. Ehl-i sünnetin 2 imâmından Ebû Mensur Mâtürîdî “rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki irâde-i cüziye, başlı başına bir varlık değildir. Dışarda var değildir. Kudret-i ilâhiyye ile ilgisi yoktur. Allahü teâlâ, filan kimsenin günah işlemek isteyeceğini ezelde biliyordu. O kimse, isteyince, Allahü teâlâ da diler ve yaratır. Günah hâsıl olur. Kulun irâdesi, Allahü teâlânın kazasına, takdirine ve yaratmasına sebep olmaktadır.
İnsanların yapamayacağı şeyler, 3 türlüdür:
1) O şeyin kendi yapılamaz. 2 cismi, bir ânda, bir yerde bulundurmak gibi. Şişeden suyu çıkarmadan, başka sıvı doldurulamaz.
2) Kendi yapılabilir. Fakat adette kullar yapamaz. Bir dağı yerinden kaldırmak gibi.
3) Yapılabilir. Fakat, Allahü teâlâ, kulun yapmıyacağını bildiği için, kul onu dilemez.
Allahü teâlâ, 1 ve 2. kısımları emretmedi. 3. kısmın yapılmasını emretmektedir. Mesela, Ebû Cehlin îman etmiyeceğini ezelde bildiği ve küfrünü dilediği hâlde, îman etmesini emretti.
Demek ki insan yapmayı ve yapmamayı seçmekte, dilediğini yapmaktadır. Kulun bu dilemesi, Allahü teâlânın irâde etmesine ve yaratmasına sebep olmaktadır. Kul, hayır işlemek isteyince, O da ister ve yaratır. Kötülük işlemek dileyince, O da ister ve şerri yaratır. Kimseyi zor ile kâfir yapmaz ve kimseye zor ile günah yaptırmaz.
Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesi şöyledir ki her şeyi sebep ile yaratmaktadır. İnsanların irâdelerini de, bunların iyi ve kötü işlerini yaratmaya sebep kılmıştır. İmanı, hayrı, sevâbı kullarına bildirmek için Peygamberler “aleyhimüsselâm” gönderdi. İman etmeyi ve ibâdet ve iyilik yapmayı emretti. Küfrü ve günah işlemeyi, kötülük yapmayı yasak etti. İnsanlara akıl verdi. Aklı olana emretti.
Allahü teâlâ, dilediğini yaratır. Yarattığı her şeyde nice faydalar vardır. Yani hakimdir. İnsan aklı bunları anlayamaz. Akıl ancak alıştığı, duygu organları ile aldığı bilgileri ölçer, kavrar. Kâfirleri yarattığında, bunlara uzun ömr, bol rızk, mevki rütbe verdiğinde, küfürlerini, kötülük yapmalarını dilediğinde ve yılanları, hınzırları, zehirleri yarattığında [insanları öldürücü, memleketleri yıkıcı enerji kaynakları yarattığında, görülemeyen atomun, düşünülemeyen küçücük çekirdeğinde, akılları şaşırtan, şehirleri yok eden muazzam kuvvet yerleştirmesinde, ışık, elektrik, mıknatıs ve kimyâ enerjileri yaratmasında, fizikte, kimyada, biyolojide okunan ve pekçoğu henüz anlaşılamayan madde ve kuvvet ve hayat kanunlarını, nizâminı kurmasında] sayısız hikmetler, faydalar vardır. Faydasız bir şey yapmak sefahettir, aşağılıktır. Allahü teâlânın her yarattığında, çeşitli fayda vardır. İradesi Onun 8 sıfatından biri olup kadîmdir, hep var idi. Ezelde kendi de, 8 sıfatı da hep var idi. Sonradan olma değildirler. Müşebbihe fırkasından Kerramiye adındaki zındıklar, irâde sıfatı kadîm değil hadistir, yani sonradan olmadır dedi. Kâfir oldular. 8 sıfattan birine kadîm değil, hadis diyen kâfir olur.
Allahü teâlâ, her şeyi tekvîn sıfatı ile yaratmaktadır. Tekvîn var etmek demektir. Yerde ve göklerde bulunan bütün varlıkları, maddeleri, cisimleri, özellikleri, olayları, kuvvetleri, kanunları, bağlantıları yaratan, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Ondan başkasına yaratıcı denemez ve kimseye, bir şey yarattı denemez. Kurân-ı Kerîmde meâlen, (Her şeyi yaratan, yalnız Allahü teâlâdır) buyuruluyor. Bir âyet-i kerimede meâlen, (Yaratan ve emreden yalnız Odur) ve Yasin-i şerifteki bir âyet-i kerimede meâlen, (Yalnız O yaratıcıdır ve çok bilicidir) buyuruldu. Karada, denizlerde, havada yaşıyan hayvanların [mikrobların, atom çevresindeki elektronların, moleküllerin, iyonların] ve insanların, meleklerin ve cinnilerin, yani her var olanın kendisini ve hareketlerini ve işlerini ve durmalarını, ibâdetlerini ve günahlarını, iyiliklerini, zararlarını, küfürlerini ve imanlarını yaratan Odur. Mutezile diyor ki (Kullar, işlerini kendileri yaratır. Hak teâlâ, kullara çok kudret verip, kendi işlerini kendileri yaratır. Hayvanlar da böyledir). Bu sözleri yanlıştır.
İnsanlar ve hayvanlar, irâde-i cüziyeleri ile bir işi yapmayı diler. Bu dilemeye (Kesb etmek) denir. Allahü teâlâ da, dilerse, bu işi yaratır. Kul bir şey yaratamaz. Bizim [yani Kadızade Ahmed efendinin] (İrade-i cüziye) risalemizde bunu uzun açıkladık. Elin, ayağın kımıldamasını, dilin söylemesini, gözün açılıp kapanmasını ve görmesini yaratan Odur. Sineklerin, böceklerin, mikrobların, yıldızların, rüzgarların hareketlerini [ve titreşimlerini, elektrik itme ve çekmesini, maddenin çekimini, sıvıların ve gazların kaldırma kuvvetlerini] yaratan yalnız Odur. İnsanların, hayvanların, cinnilerin ve ruhlarımızın rızkını yaratan, gönderen Odur. Helale de, harama da rızık denir. Mutezile haramdan gelen, rızık değildir, dedi. Bu sözleri yanlıştır. Her canlının rızkı tükenmeyince eceli gelmez, ölmez. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Rızk, ibâdet yapmakla artmaz, bereketlenir. Allahü teâlâ herkesin rızkını ezelde takdir, tayin etmiş, ayırmıştır. Bu, artmaz ve azalmaz. Canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız Odur. Mikroblar, tabib ve Azrâil aleyhisselâm, birer sebeptir. Bunlar tesir edince, işi yaratan, bunlara tesir veren Odur. Ateşte yakmak, karda soğutmak, [elektrikte ısı, ışık ve elektroliz hâsıl etmek] hassalarını hep O yaratmaktadır. Ateş, kar, elektrik, görünen sebeplerdir. Allahü teâlânın âdeti olan vasıta ve şartlardır. [Duygu organlarımızı, bunlardaki duyma kuvvetlerini, hücrelerdeki beslenme, üreme, zararlı maddeleri çıkarma, oksitlenme ve osmoz olaylarını, kalbi, kanı, kan sisteminin, öteki doku ve organların ve sistemlerin çalışmalarını, aralarındaki düzeni yaratan hep Odur. Komünistler, kitapsız kâfirler ve çok eskiden beri gelen zındıklar] sapıklar diyor ki her madde ve kuvvet, kendi özelliği ile kendisi tesir eder. Mesela, ateş yakıcıdır. Her zaman, elbette yakar. Bu sözleri çok yanlıştır. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” buyuruyor ki sebeplerin tesiri kendiliğinden değildir. Sebepleri var edince, bunların tesirini, işlerini de hemen yaratması, Onun adetidir. Ateşte yakmak özelliğini yaratmasa, hiç yakamaz. Ateşe düşen kimseyi, o istemezse, ateş yakmaz. Maddenin kendinde özellik yoktur. Maddenin özelliklerini, sebeplerin tesirlerini ve işlerini, Hak teâlâ yaratıyor. O dilemezse, bu özellikleri ve tesirleri yaratmaz. Dileseydi, karda sıcaklık, ateşte soğukluk yaratırdı. Kılıcın kesmesini, merminin delmesini, zehrin öldürmesini yaratan Odur. Denize düşende boğulmayı yaratıyor. Dilerse boğulmaz, sağlamlaşır. Kuşun, tayyarenin uçmasını, [havanın kaldırmasını, sürtünme kuvvetlerini] yaratan Odur. Bu özellikleri, kuvvetleri yaratmasa, uçurmaz. Hastalıkları, çeşitli ilaçlarda çeşitli hassaları yaratmaktadır. İbrahim aleyhisselâm, Nemrudun ateşinde oturdu. Hiç yakmadı. Eğer yakmak, ateşin tabiatı, özelliği olsaydı elbette yakardı. Yakmayı yapan, ateş değildir. Allahü teâlâ yaktırmaktadır. Allahü teâlâ, maddelerde dilediği özelliği, işi, yaratır. Yarattığı iş, maddeden hâsıl olur. Fakat, Allahü teâlânın hikmeti ve adeti şöyledir ki her maddeye belli özellik, belli etki vermiştir. Maddeleri, birbirlerinin değişmesine sebep kılmıştır. Buğday tohumundan buğday, arpadan arpa yaratır. İnsandan insan, hayvandan kendi cinsini yaratır. [Vebâ basilinden taun, menengokoktan menenjit yaratır. Atomlar arasındaki elektron alışverişini, radioaktiviteyi ve çekirdek reaksiyonlarını, her maddede başka şekilde yaratıyor.] Yemek ile karın doymasını yaratıyor. Eğer doymak yaratmasa, tonlarca yesek doymazdık. Susuzluk yaratmasaydı, hiç su içmesek susamaz idik.
Ondan başka yaratıcı yoktur. Her var olanı, o yaratmıştır. Maddeleri hareket ettirir. Yerlerini değiştirir. Bir zamandan, başka zamana götürür. Bir hâlden başka hâle döndürür. Akıllara hayret verecek şeyler yaratır. Bir damla meniden ve görülemeyen spermatozoitten bir olgun insan yaratır. [Nuh aleyhisselâm gibi büyük bir Peygamberden, Ken’ân adında âsî, kâfir ve ahmak bir oğul yaratır. Ebû Cehil gibi taş yürekli, örümcek kafalı bir kâfirden, İkrime gibi bir mümin oğul yaratır. Elinin, dilinin, vücudunun her zerresinin düzgün yapıları, özellikleri ve hareketleri ile Onun varlığını, irâdesini, kudretinin büyüklüğünü anlatan, ilan eden alçak bir kâfirin kalbinde küfür yaratır. Bunların, söz ile yazı ile rütbe ve mal gücü ile dine saldırmalarını yaratır. Kendi mahlukunu, eserini kendine düşman yapar. İnsanların yüreğinde yerleştirdiği, gönül [kalp] adındaki bir cevherin, kuvvetin bazısını nurlandırarak, temizliyerek, kendine ayna yapar. Bazısını da, karartarak, küfür ve kötülük deposu yapar.] En küçük zerre olan, mikroskobda bile görülemeyen atomun derinliğinde, çekirdeğinde, dağları devren nükleer kuvvetler yaratır. Pancarda şeker yaratır. Yaprakta fotosentez, özümleme kuvveti yaratır. Arıda bal yaratır. Bir buğday tanesinden, nice buğday yaratır. Cansız yumurtada, canlı hayvan yaratır. Çiçeklerde esanslar, güzel kokular yaratır. Kuru ağaçta, yapraklar, çiçekler, meyveler yaratır. Su içinde hayvanlar, çiçekler, ağaçlar yaratır. Acı su içinde tatlı su yaratır. [Kimyâ reaksiyonları ve nice fizik ve kimyâ özelliklerini yaratır. Toprağı bitki haline, bitkiyi hayvan haline döndürür. İnsanları, hayvanları çürütüp toprak maddelerine, su ve gazlara döndürür. Her şeyin tersini de yaptığı, reversibl tepkimeler yaptığı gibi, bunun da ters, geri dönen hâlini yaratır. Bu kainat fabrikasında her şeyi, hesaplı, düzenli yaratmaktadır. Gelişi güzel, yıkıcı, bozucu görünen değişmelerin, hepsinin de çok hesaplı, çok ahenkli, bağlılıklar, akıllara hayret veren bir düzen içinde yaratıldığı, fen ışığı altında, günden güne daha iyi anlaşılmaktadır.]
Tavsiye Yazı –> Bir üniversiteliye cevap