Sual: Hüsniyye isimli bir şii kitabında (Kuran, harf ve kelimelerdir. Bunlar da, hâdistir. Kelamullah kadîm değildir. Diğer sıfatlar da kadîm değildir. Kur’an kadîm olsaydı, mahluklar yok iken, kime emir ve nehy edecekti? Yok olan şeyi, bir şey ile vaat eylemek, bir şeyden nehy buyurmak muhaldir. Allahü teâlâ kâfirlere (Ona benzer bir hâdis getiriniz) buyuruyor. Hâdisten murad Kur’andır. Hâdis olan şey kadîm olamaz. Kur’an kadîm olsaydı, Kuranda ismi geçen insanlar da kadîm olurdu) diyor. Bu iddiaya ne cevap vermek gerekir?

Cevap: 8 sıfatın kadîm olmadığına inanmak, Allahü teâlânın, mahlukları yaratmadan önce, -haşa- kudretsiz, âciz ve câhil olmasını icap ettirir. Allahü teâlâ, Kurân-ı Kerîmde bildirilen şeyleri, ezelde biliyordu. Bildiklerini bildirmesi, bildirilen şeylerin kadîm olmasını icap ettirmez. Allahü teâlânın sıfatlarını, insanların sıfatlarına benzettiği için, Kurân-ı Kerîmde bildirilen sıfatları inkâr etmektedir. Âyet-i kerimedeki (hadis) kelimesi, Kurân-ı Kerîm demek değildir. Kâfirlerin sözleridir. Yani Kurân-ı Kerîme benzer, söz getiriniz. Getiremezsiniz! Çünkü, Kurân-ı Kerîm kadîmdir. Sizin sözleriniz ise hadistir, mahluktur demektir.

Emali kasidesi “Allahü teâlânın sıfat-ı zâtîyesi ve sıfat-ı sübutiyesi hep kadîmdir. Hep var idi. Hiç yok olmayacaklardır” beytinin şerhinde diyor ki “Sıfatları sonradan olsaydı, Zât-ı ilâhîde değişiklik olurdu. Değişikliğe uğrayan şey de, hadis, yani sonradan var olmuş olur. Bundan, Allahü teâlânın sonradan var olması lazım gelir. Bu ise olamaz”.

Emali kasidesi 11. beytinde, “Kurân-ı Kerîm, Allahü teâlânın kelamıdır. Mahluk, sonradan yaratılmış değildir. Zât-ı ilâhînin sıfatıdır” diyor. Ahmed Asım efendi, bunu şöyle açıklıyor: Kurân-ı Kerîm, bu kelimelerden, seslerden çıkan manalardır. Kelimeler, sesler, kelam-ı ilâhî değildir. İnsanın kelamı da kalptedir. Sözlerimiz bunu meydana çıkaran tercümandır. Her dirinin kemâli, üstünlüğü, kelam sıfatı iledir. Kelam sıfatı olmazsa, kusurlu olur. Allahü teâlâ da, diri olduğu için, kelam sâhibi olması lâzımdır. Bütün Peygamberler, bütün kitaplar, Allahü teâlânın kelam sıfatı vardır dedi. Mûsâ aleyhisselâmın ağaçtan işittiği kelime ve ses, kelam-ı ilâhî idi. Hafızın sesi ise değildir. Bu sesin mânâları, kelam-ı ilâhîdir. Allahü teâlâ, mahlukların sözünü harfsiz, sessiz işitir. Harfsiz, sessiz olan kendi kelamını, Arabî dil ile indirdi. Kelam-ı ilâhîde bir değişiklik olmadı. İnsan çeşitli elbise ile çeşitli sûrette görünür, fakat insanda bir değişiklik olmaz. Allahü teâlânın kelamı, mahlukların kelamı gibi, kelime ve sese muhtaç değildir. Fakat bu kelime ve sesler değiştirilirse, tercüme edilirse, kelam-ı ilâhî değiştirilmiş, bozulmuş olur. Kurân-ı Kerîm, bu kelimelere, bu sese mahsustur. Allahü teâlâ, kelâmını bu kelimelere, seslere kendi yerleştirmiştir.

Kurân-ı Kerîm, Levhilmahfuzda da, bu kelimeler ile bilmediğimiz bir hâlde yazılı idi. Mahluk değildi. Cebrâil aleyhisselâm harfli, sesli olarak, Resûlullah efendimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” bâzen mübarek kulağına, bâzen da, harfli ve sessiz olarak, doğruca kalbine okudu, yerleştirdi. Yoksa mânâlar kelimesiz olarak mübarek kalbine ilhâm edilmiş, Muhammed aleyhisselâm da, Arabî konuştuğu için, bu kelam-ı ilâhîyi, kendisi, bu kelime ve seslerle söylemiş değildir. Evet, bu şekilde de vahiy oldu. Kelam-ı ilâhî mübarek kalbine vahyedildi ve bunu kendisi, belirli kelime kalıplarına sokarak söyledi. Bunların mânâsı, Allahü teâlâdan; kelimeleri, sesleri ise, Muhammed aleyhisselâmdan oldu ki bunlara (Hadis-i kudsi) denildi. Kurân-ı Kerîmi, hadis-i kudsi ile karıştırmamalıdır. Kelime ve ses içindeki (Kelam-ı lafzi), kelimesiz, sessiz olan (Kelam-ı nefsi) nin aynıdır. Allahü teâlânın ilim sıfatı başkadır, kelam sıfatı başkadır. Kurân-ı Kerîm, ilim sıfatı değil, kelam sıfatıdır.

İmâm-ı Rabbânî, müceddid-i elf-i sani, Ahmed bin Abdülehad Fârukî “kuddise sirruh” Mektûbât kitabı 3. cilt, 89. mektubunda buyuruyor ki (İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ile İmâm-ı Ebû Yusuf “rahime-hümallahü teâlâ”, Kurân-ı Kerîm mahluk mu, değil mi diye 6 ay konuşup birbiri ile anlaşamadılar. 6 ay sonra söz birliğine vardılar ve Kurân-ı Kerîme mahluktur diyen kâfir olur dediler. Kelam-ı nefsiyi gösteren, kelam-ı lafziyi anlatan harfler, kelimeler, sesler, elbette mahluktur, hadistir. Bütün mahluklar içinde, Allahü teâlâya en yakın olan, en kıymetli olan, Kurân-ı Kerîmin harfleri ve kelimeleridir. Kelam-ı lafzi ve kelam-ı nefsi ise ezeli ve kadîmdir). Bu konuda, 100ve 120. mektuplarda da, geniş bilgi vermektedir.

Tavsiye Yazı –> Kur’an-ı kerim hakkında neleri bilmeliyiz?

Tavsiye Yazı –> Peygamberler varis bırakır mı?

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler