Sual: Bir insandan nefret etmek, ona kin beslemek caiz midir?
Cevap: Hıkd, ahlak kitaplarında kalp hastalıklarından zikredilir. Hıkd, başkasından nefret etmek, kalbinde ona karşı kin, düşmanlık beslemektir. Kendine nasihat verenlere böyle kin beslemek haramdır. Ona hıkd değil, itaat etmek lazımdır. O, Allahın emrini yerine getirmiştir. Onu sevmek, hürmet etmek lazımdır. Zulüm edene karşı hıkd haram değildir. Bir alacaklı ölse, bunun hakkı varislerine ödenmese, kıyamette ödetilir. Zalimi affetmek efdaldir. Uhud gazasında Resûlullahın mübarek yüzü yaralanıp, mübarek dişi kırılınca, Ashâb-ı kirâm çok üzüldüler. Duâ et, Allahü teâlâ, cezalarını versin dediler. “Lanet etmek için gönderilmedim. Hayır duâ etmek için, her mahluka merhamet etmek için gönderildim” ve “Ya Rabbi! Bunlara hidayet et. Tanımıyorlar, bilmiyorlar” buyurdu. Düşmanlarını affetti. Lanet etmedi.
Hadis-i şerifte, “Sadaka vermekle mal azalmaz. Allahü teâlâ, affedenleri aziz eder. Allah rızası için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir” buyuruldu. Gülabadi diyor ki bu hadis-i şerifte bildirilen sadaka, farz olan sadaka demektir. Yani zekat demektir. Tevazu edenin taatlarına, ibadetlerine, daha çok sevap verilir. Günahları, daha çabuk affolunur. İnsanın yaratılışında, hayvani ruhun ve nefsin arzuları bulunmaktadır. Malı, parayı sever. Gazap, intikam, kibir sıfatları görünmeye başlar. Bu hadis-i şerif, bu kötü huyların ilacını bildiriyor. Sadakayı, zekatı emrediyor. Affederek, gazabı, intikamı temizliyor. Hadis-i şerifte, affetmek, mutlak olarak, şartsız olarak bildiriliyor. Mutlak olan emir, mukayyedi göstermez. Yani, bir şarta bağlamaz. Mutlak olan emir, umumidir. Birkaç şeye mahsus değildir. Hakkını almak mümkün değilse de, affetmek iyidir. Mümkün ise, daha iyidir. Çünkü, hakkını geri almaya kudreti var iken affetmek, nefse daha güç gelir. Zulüm edeni affetmek, hilmin, merhametin ve şecaatin en üstün derecesidir. Kendisine iyilik etmeyene hediye vermek de, ihsanın en üstün derecesidir. Kötülük edene ihsanda bulunmak, insanlığın en yüksek derecesidir. Bu sıfatlar, düşmanı dost yapar.
İsa aleyhisselâm buyurdu ki “Diş kıranın dişi kırılır. Burnu, kulağı kesenin, burnu kulağı kesilir demiştim. Şimdi ise, kötülük yapana karşı, kötülük yapmayınız. Sağ yanağınıza vurana sol yanağınızı çeviriniz diyorum”. Şeyh İbn-ül Arabî diyor ki “Kötülük edene iyilik yapan kimse, nimetlerin şükrünü yapmış olur. İyilik edene kötülük yapan kimse, küfüran-ı nimet etmiş olur”. Hakkını alandan, yalnız hakkını geri almak, fazlasını almamak, intisar olur. Affetmek, adaletin yüksek derecesi, intisar ise, aşağı derecesidir. Adalet, salihlerin en yüksek derecesidir. Affetmek, bazen zalimlere karşı aczi gösterebilir. Zulmün artmasına sebep olabilir. İntisar, her zaman zulmün azalmasına, hatta yok olmasına sebep olur. Böyle zamanlarda, intisar etmek, affetmekten daha efdal, daha sevap olur. Hakkından fazlasını geri almak cevr, zulüm olur. Cevr edenlere azap yapilacağı bildirilmiştir. Zalimi affeden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Zalimden hakkı kadar geri almak, adalet olur. Kâfirlere karşı adalet yapılır. Fakat gücü yettiği hâlde affetmek, güzel ahlaktır.
Resûlullah, bir kimsenin zalime beddua ettiğini görünce, “İntisar ettin!” buyurdu. Affeyleseydi, daha iyi olurdu. Berika 1. cildin sonundaki hadis-i şerifte, “3 şey kendisinde bulunan kimse, Cennete dilediği kapıdan girecektir: Kul hakkını ödeyen, her namazdan sonra 11 defa ihlas sûresini okuyan, katilini affederek ölen” buyurulmuştur. Zülkarneyn, Peygamber değildi, diyen âlimler dedi ki fakat ona Peygamberlerde bulunan sıfatlardan dördü verilmişti. Bunlar, gücü var iken affederdi. Vaat ettiğini yapardı. Hep doğru söylerdi. Rızkını bir gün evvelden hazırlamazdı. Zulmün çokluğu kadar affın sevâbı çok olur.
Hıkddan hâsıl olan kötülükler, 11’dir: Hased, şematet, hicr, istisgar [aşağı görmek], yalan, gıybet, sırrı ifşa, alay etmek, eziyet vermek, hakkı ödememek ve mağfirete mâni olmak.
Hıkd eden kimse, iftira, yalan ve yalancı şahitlik ve gıybet ve sır ifşa etmek ve alay etmek ve haksız olarak incitmek ve hakkını yemek ve ziyareti kesmek günahlarına yakalanır. “3 şey bulunmayan kimsenin bütün günahlarının afv ve mağfiret olunması umulur: Şirke, küfre yakalanmadan ölmek, sihir yapmamak ve din kardeşine hıkd etmemek” hadis-i şerifi, sihir yapmanın İslamiyette yeri olmadığını göstermektedir.
Sihir, büyü [Efsun] yapmak olup haramdır. Sihir yapana fariside cadu denir. Sihir vasıtasiyle her dilediğini yapacağına inanırsa, kâfir olur. Sihrin tesirine inanmayan da kâfir olur. Sihrin, diğer ilaçlar gibi, Allahü teâlâ dilerse tesir edebileceğine inanmalıdır. Her dilediğini, Allahü teâlânın yaratacağına inanmak küfür olmaz ise de, büyük günahtır.
Hadis-i şerifte, “Allahü teâlâ, Şabanın 15. gecesi bütün kullarına merhamet eder. Yalnız müşriki ve müşahini affetmez” buyuruldu. Müşahin, bidat sahibi, mezhepsiz demektir.
[Ehl-i sünnet vel cemaat itikadında olmayan kimseye bidat sahibi denir. Dört mezhepten birinde bulunmayan kimse, ehl-i sünnet fırkasından ayrılmış olur. Ehl-i sünnet itikadında olmayan da, ya kâfir olur, yahut bidat sahibi olur. Kâfirlerin çeşitleri çoktur. Bunların en kötüsü, müşriktir. Müşrik, Allahü teâlâya ve ahiret gününe inanmayan kimse demektir. Ateist, mason, komünist de, müşrik demektir. Bidat sahipleri, kâfir değildir. Fakat sapık itikatlarında taşkınlık yapanların, Kur’ân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan bir şeyi inkar edince, kâfir olduklarını İslam âlimleri bildirmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde müşrik kelimesi, kâfir kelimesi yerine kullanılmıştır. Mesela, müşriki affetmem, buyurulmuştur ki kâfirlerin hiçbir çeşitini affetmem demektir. Bidat sahiplerinden taşkınlık etmeyip, kâfir olmayanları müslümandır. Ehl-i kıbledirler. Fakat, bunların İslam dinine zararları, kâfirlerin zararlarından daha çoktur. Mezhepsiz din adamları, Mevdudiciler, selefi denilen İbni Teymiyeciler böyledirler. Hindistan âlimlerinden müftü Mahmud bin Abdülgayur pişavüri 1848 senesinde bastırdığı (Huccet-ül-İslam) ismindeki kitabında, (Tuhfet-ül-Arap-i vel-acem) risalesinden alarak, fârisî dil ile diyor ki müslümanların müctehidleri taklit etmeleri vâciptir. Çünkü, Nahl sûresi 43. ve Enbiya sûresi 7. ayetlerinde meâlen, “Âlimlere sorup öğreniniz!” ve Tevbe sûresi 100. âyetinde meâlen, “İlk Muhacirlerden ve Ensardan ve bunlara tabi olanlardan Allah razıdır”) buyurulmuştur. Bu âyetler taklit etmeyi emir buyurmaktadır. Muaz bin Cebel, Yemen’e hakim olunca, (Kitapta ve hadis-i şeriflerde bulamadığım zaman, ictihad eder, anladığıma göre emrederim) dedi. Resûlullah da, bu cevabı beğenerek, Allahü teâlâya hamd etti.
Mısırdaki maliki âlimlerinden Ahmed Şihabüddin Karafi’nin “Yeni müslüman olanın, dilediği bir alimi taklit etmesi lazım olduğunda icma hâsıl olmuştur” dediğini, Celalüddin-i Süyuti, Cezilü’l-mevahib kitabında bildirmektedir. Hadis imamının sahih dediği bir hadise müslümanların sahih demeleri caiz olduğu gibi, fıkıh imamının sahih dediği bir hükme sahih demeleri de caiz olur. Nisa sûresinin 58. âyetinde meâlen, “Uyuşamadığınız din işlerinde kitaba ve sünnete müracaat edin!” buyurulmuştur. Bu emir, müctehid olan âlime emirdir. İbni Hazm’ın ve dinde reformcuların “Diri veya ölü, hiç kimseyi taklit helal değildir. Herkesin ictihad etmesi lazımdır” sözlerinin kıymeti yoktur. Çünkü, bunlar Ehl-i sünnet değildir. Müftünin müctehid olması vâciptir. Mutlak müctehid olmayan müftünün fetva vermesi haramdır. Bunun, müctehidlerin fetvalarını nakletmesi caizdir. Müctehid olmayan müftüden yeni bir fetva istemek caiz değildir. Kifâye’de oruç bahsinde diyor ki Müctehid olmayanın, işittiği bir hadise uyması caiz değildir. Bu hadis, mensuh veya tevilli olabilir. Fetva böyle değildir. Takrir’de de böyle yazılıdır. Tuhfe’den tercüme tamam oldu.]
Hıkdın sebeplerinden biri, gazapdır. Gazap eden, kızan kimse, intikam alamayınca, gazabı, hıkd hâlini alır. Gazab, kanın hareketinin artmasından [tansiyonun artmasından], meydana gelir. Allah için gazaba gelmek, iyidir. Dine olan gayretindendir.
Resûlullah, gündüz olurdu sâim,
Gece de, namaza olurdu kâim.
Ümmet isen, ol Müctebaya,
Sünnete, mekruha dikkat et daim.