Bu mektup İmam Rabbani hazretlerinin mahdumu Muhammed Masum hazretlerinin Mektubat’ının 1.cilt 177. mektubudur.
Kalbde hâsıl olan keşiflere, rüyâlara i’timâd edilmez. İ’timâd edilecek ve insânı saâdete kavuşturacak şey, Kitâp ve sünnetdir. [Yanî, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin, bu ikisini açıklayan kitâplarıdır. Kitâp ve sünneti öğrenmek istiyen, Ehl-i sünnet âlimlerinin bu kitâplarını okumalıdır. Bid’at sâhiblerinin, mezhebsizlerin, dinde reformcuların kitâblarını okuyan, felâkete sürüklenir.] Kitâb ve sünneti, [Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından] öğrenip, bunlara uygun ibâdet yapmak lâzımdır. Allahü teâlânın ismini çok zikr etmeyi de, islâmiyyet emr etmektedir. Her vakit, çok zikir yapınız! Evliyâlığın en yüksek mertebesi, Allahü teâlânın ma’rifetine kavuşmaktır. [(Ma’rifet), Allahü teâlânın sıfatlarını anlamak demektir. Fenâya kavuşanlarda hâsıl olur.] Fenâ, 2 çeşittir: Birincisi, (Fenâ-yı kalb),kalbin Allahü teâlâdan başka, herşeyi unutmasıdır. İnsan, kalbinin birşeyi hâtırlaması için, kendini zorlasa da, hâtırlayamaz ve Allahdan başka birşeyi sevmez olur. İkincisi, (Fenâ-yı nefs) olup, insanın, kendi varlığını da unutmasıdır. İnsan, ben diyemez olur. Allahü teâlâdan başka birşeyi hâtırlamak ve sevmek, ârif için zehirdir. Kalbi ölüme sürükleyen bir hastalıktır. Fenâ hâsıl olunca, kalb (mâ-sivâ)yı [herşeyi] sevmekten kurtulur. Hakîkî îmâna kavuşur ve islâmiyyete uymak, kolay ve tatlı olur. İhlâs hâsıl olur. Nefs, emmârelikten kurtulup, itmi’nâna kavuşur. Nefs-i emmâre, islâmiyyete, [yanî Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına] düşmandır. İtmi’nâna kavuşunca, islâmiyyete uymaktan zevk alır. Bu hâle (İslâm-ı hakîkî) denir. Hulâsa, tasavvuf, seyr ve sülûk demektir.
Bundan maksad, fenâya ve bekâya kavuşmaktır. Allahü teâlâya hakîkî kul olmaktır. Nefsin serkeşliği, isyân ve zevkleri yok olmasıdır. Yoksa, kalb gözü açılarak, nûrları, rûhları, melekleri, cinleri görmek, onlara kavuşmak, [gaybları sorup öğrenmek] değildir. His uzuvlarımız ile, akıl ile, hesâb ile ve tecrube ile anlaşılan fen bilgilerini bırakıp da, kalb gözü ile gaybları anlamaya çalışmak, akla uygun değildir. Fen bilgileri ile anlaşılanlar da, kalb gözü ile anlaşılanlar da, Allahü teâlânın mahlûklarıdır. Hepsi yok idi. Hepsini sonradan yarattı. Allahü teâlâ, dünyâda görülemez. Âhirette görülecektir. Dünyâda (Îkan) hâsıl olur. Yanî, görmüş gibi inanılır.
Hulâsa, tasavvuf, tarîkat, dünyâda islâmiyyete tam ve seve seve uymak içindir. Allahü teâlâya kavuşmak, Onu görmek, Ona yaklaşmak demek değildir. Bunlar, âhirete mahsûsdur. O hâlde, islâmiyyete uymaya çalışmalı, emr-i ma’rûfu ve nehy-i münkeri [ya’nî islâmiyyeti yaymağı] elden kaçırmamalı, islâmiyyetin unutulmuş emrlerini meydâna çıkarmağa çok ehemmiyyet vermelidir. Kalbde hâsıl olan keşfleri, hâlleri kimseye söylememelidir. Bu hâllere ve rü’yâlara i’timâd edilmez. Bir kimse, rü’yâda, kendini pâdişâh veyâ velîlerin reîsi olmuş görse, ne faydası olur? Bu mertebelere, uyanık iken kavuşmak kıymetlidir. Böylesi de, neye yarar? İnsanı kabir ve Cehennem azâbından kurtarır mı? Aklı olan, böyle şeylere ehemiyyet vermez. Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri yapmağa çalışır. Hubb-i fillah ve bugd-ı fillah ni’metine sarılır. [Evvelâ, Ehl-i sünnet i’tikâdını ve islâmiyyet bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun îmân etmek ve islâmiyyete yapışmak lâzımdır.]