Bu Mektup büyük İslam alimi, II. bin senenin müceddidi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî’nin oğlu Muhammed Mâ’sûm “rahime-hullahü teâlâ”, 3 cilt olan, fârisî (Mektûbât) kitabının I. cildinin 50. mektubudur.
Mearif-i ilâhî, yani Allahü teâlâyı ve sıfatlarını tanımak, harikalar göstermekten ve gizli şeyleri bulmaktan daha kıymetlidir. Marifetler ile harikalar arasındaki fark, halık ile mahluk arasındaki fark gibidir. Sahih olan marifetler, imanın kamil olduğunu gösterir ve daha kemal bulmasına sebep olur. İnsanın hiçbir kemali, harikalara bağlı değildir. Ancak, kamillerin bazısında harika hâsıl olmaktadır. Evliyanın birbirlerinden üstünlükleri, marifetleri ile ölçülür ve Zât-ı ilâhînin ve sıfat-ı ilâhînin sırlarını keşfetmeleri ile anlaşılır. Mahlukların esrarını keşfetmekle ve keramet göstermekle anlaşılmaz. Harikalar, mearif-i ilâhîden efdal olsaydı, Cukiye ve Berehmen denilen hind papazları, riyazet çekerek, [nefslerini ezerek], harikalar gösterdikleri için, harika göstermekten kaçınan ve mearif derecelerinde çok yüksekte bulunan Evliyadan üstün olurlardı. Harika ve keramet, açlık, riyazet çeken kâfirlerde de hâsıl olur. Allahü teâlânın sevmesini göstermez. Keşif ve kerametler sahibi olmak isteyen kimse, mahlukları istemektedir. Allahü teâlânın rızasını kazanmak arzusunda değildir.
İblis mel’un olduğu hâlde,
Harika gösterir her yerde,
Kapıdan da girer, damdan da,
Oturur kalpte ve endamda.
Hikayelere hiç aldanma!
Harikalar bahsine dalma!
Keramet, doğru ibadettir,
Diğerleri, hep felakettir.
İnsanın kemali, fani olduğunu anlamasıdır. İslamiyetten maksat, insanın, hiç olduğunu anlamasıdır. Daimi, sonsuz var olmak, (ulûhiyet) sıfatlarındandır. Allahü teâlâya mahsustur. Harika, keramet göstererek, meşhur olmak, kibre sebep olur. İslamiyetin faydalarından mahrum kalır. Böyle kimse, marifete kavuşamaz. Evliyanın büyüklerinden Ebû Said Ebülhayr’e sordular: Falan kimse, su üstünde yürüyor dediler. Bu iş kolaydır. Martı kuşları da, su üstünde yürüyor buyurdu. Filan kimse, havada uçuyor dediler. Kuş ve sinek de uçuyor buyurdu. Filan kimse, bir anda, bir şehrden bir şehre gidiyor dediler. Şeytan da, bir nefeste şarktan garba gidiyor. Böyle şeylerin kıymeti yoktur. Merd odur ki herkes gibi yaşar. Alış-veriş yapar. Evlenir. Bir an, Allahü teâlâdan gafil olmaz buyurdu.
Büyük velî Şihabüddin-i Sühreverdi, (Avarif) kitabında, harikaları ve kerametleri anlattıktan sonra diyor ki (Bütün bu havarık ve keramat, kalbin Allahü teâlâyı hatırlaması yanında, hiç gibidir).
Şeyh-ul-İslam Hirevi Abdullah Ensâri buyuruyor ki (Marifet ehlinin firaseti, gördüğü kimsenin salih veya fasık olduğunu anlamaktır. Açlık ve riyazet çekenlerin firaseti, suretleri, cisimlerin nerede olduklarını anlamak ve kaybolan şeyleri haber vermektir. Bunlar, mahlukları haber verirler. Çünkü, Allahü teâlâdan haberleri yoktur. Marifet ehli ise, Allahü teâlâdan kalplerine gelen bilgileri, halleri, marifetleri anladıkları için, hep Allahü teâlâdan haber verirler. İnsanların çoğu, Allahü teâlâdan gafil oldukları ve kalplerinde dünya düşünceleri bulunduğu için, maddi şeylerden haber almayı ve kaybolan şeyleri öğrenmeyi isterler. Bundan haber verenleri, Ehlullah, yani Evliya, Allahü teâlânın sevgili kulu zannederler. Hakikat ehlinin, Evliyanın keşiflerine kıymet vermezler. Bunların, Allahü teâlâdan verdikleri haberlere inanmazlar. Bunlar, Allah adamı olsalardı, mahlukların hallerini bilir, haber verirlerdi. Mahlukların hallerini bilmeyen, daha yüksek şeyleri nasıl bilir, Allahü teâlâya nasıl arif olur derler. Böyle fasid kıyas ile [yanlış düşünerek], Ehlullahi tekzib eder, Evliyaya inanmazlar. Allahü teâlâ, Evliyasını çok sevdiği için, mahluklar ile vakit geçirmelerini, kendinden başkalarını düşünmelerini istemez. Mahlukların halleri ile uğraşsalardı, Evliyalık mertebelerine yükselemezlerdi. Mahlukların halleri ile uğraşanlar, Allahü teâlânın marifetinden mahrum kalacakları gibi, Ehlullah da, mahlukların hallerini düşünmezler. Ehlullah, mahlukların hallerini düşünselerdi, onlardan daha iyi anlarlardı. Allahü teâlâ, açlık ve riyazet çekerek, nefslerinin aynasına cila verenlerin firasetlerini beğenmediği için, bu firaset müslümanlarda da, yahudilerde de, hıristiyanlarda [ve şiî ve vehhâbîlerde] de hâsıl olmaktadır. Yalnız Ehlullaha mahsus değildir).
Bazı sebepler, faydalar olunca, bazı Evliyanın harikalar göstermesine izin verilir. Ehli olmayan kimselerin mearif-i ilâhîden konuşmaları, marifetlerin kıymetlerini azaltmaz. Bu konuşmalar, kıymetli bir cevherin, bir çöpcü eline düşmesine benzer. Bu cevherin kıymeti azalmaz. Bozuk kimselerin, Evliyadan işittikleri marifetleri söylemelerinin hiç kıymeti yoktur. Bunları işiterek değil, kendi keşflerimiz, hallerimiz ile söylüyoruz derlerse, şeytan onlara bozuk şeyler gösterip, bunları hak olarak tanıtır. Bu gayb yolunda, her zerre kendini Hak olarak tanıtmaktadır.
İmam-ı Rabbânî buyuruyor ki (Çok defa, insana âlem-i ervah görünür. Bu âlem, çok latif ve maddesiz olduğu için, Allahü teâlâ göründü sanır. Ruhun, bu âleme olan ihatasını, sereyanını, Allahü teâlânın ihatası, sereyanı zanneder). Ariflerden biri buyuruyor ki (Otuz seneden beri, ruhumu Hak teâlâ zannederek tapındım). İmam-ı Rabbânî, bir mektubunda buyuruyor ki (Ariflerden biri, gönderdiği mektupta, fenâ makamında, o dereceye vardım ki yer yüzüne baksam, yer yüzünü göremiyorum. Semaya baksam, onu da bulamıyorum. Arşı, kürsüyi, Cenneti, Cehennemi de bilemiyorum. Kendimi de bulamıyorum. Birinin yanına gitsem, onu da bulamıyorum. Allahü teâlânın varlığı sonsuzdur. Onun sonunu kimse bulamamıştır…. Ben, bu halimi, tasavvuf yolunun son makamı biliyorum. Evliya-ı kirâm da, bu yolu buraya kadar bildirdiler. Siz de, bu hâli son mertebe olarak biliyorsanız, ne güzel. Yok, eğer, bundan yukarı başka mertebeler daha var diyorsanız, bana yazınız da, yanınıza gelip, Hak teâlâyı bulayım dedi. İmam-ı Rabbânî, cevabında buyurdu ki bu mertebeye varan kimse, kalp mertebesinin dörtte birine varabilmiştir. Bu hal, anasır-ı erbaadan hava unsurunda fani olmaktır. Hava her şeyi ihata ettiği için, her baktığı yerde havayı görmektedir. Bu gördüklerini, Hak teâlâ zannetmektedir.) Çokları, bu tevhidi keşif ve hal zannetmiş. Halbuki kalplerinde hâsıl olan keşif ve hal değildir. Bir hayaldir. Bu hâli çok düşünenlerin hayallerinde hâsıl olur. Nitekim imam-ı Rabbânî, tevhid-i şühûdî ve tevhid-i vücudîyi anlattığı mektupta buyuruyor ki (Tevhid-i vücudî, çok kimsede, tevhidi çok mürakabe edince [çok düşününce] ve (Lâ ilâhe illallah) kelimesine, (Allahü teâlâdan başka mevcut yoktur) mânâsını verince hâsıl olur. Böyle çok zikir edenlerin hayallerinde hâsıl olur. Kalbe gelen keşif ve hal değildir. Bunun kalp makamından haberi yoktur. Hak yolda olan tasavvuf ehli, böyle yanılınca, şeytanın tuzağına düşmüş olan bozuk kimselerin neler söyleyeceklerini düşünmelidir).
Evliya, feyiz gelmesine vasıtadır [Menbadan, kaynaktan gelen suyu veren musluk gibidir]. Vasıta sahih olmazsa [menbaa bağlı olmazsa], aranılana nasıl kavuşulur. O hâlde, (fenâ fillah) mertebesine kavuşmak için, menbaa bağlı olan Velide fani olmak, [onun sevgisine kavuşup, her şeyi unutmak] lazımdır. Sevmek, ona tabi olmaktır. Vasıtanın kalbinden gelen feyizler, marifetler, muhabbet miktarınca alınır. Sohbet nasip olursa, alınan feyiz çok olur. Feyiz, marifet gelince, mâsivânın [mahlukların] sevgisi kalpten çıkar. Allahü teâlânın isimleri tecelli [zuhur] etmeye başlar. Bu isimlerle bekâ hâsıl olur. Kemalat ve esma-i ilâhî, nihayetsizdir. Kalpteki tecellileri sonsuzdur. Rabıta kuvvetli olup Arifin sureti devamlı zahir olursa, feyiz almak çok ve kolay olur. Allahü teâlâyı düşünmekle, böyle feyiz alınamaz. Yani marifete kavuşulamaz. Hizmet, huzur ve sohbet nasip olursa, feyiz almak daha çok olur. Ashâb-ı kirâm, huzur ve sohbet nimeti sayesinde Ashâb oldular. Veysel Karani, manevi münasebet [muhabbet bağı] ile çok feyiz aldı ise de, Ashâb-ı kirâm derecesine yükselemedi. Hayalde görünen şekil, suret, Velînin kendisi değildir. Onun kendinde öyle şeyler vardır ki suretinde bulunmazlar.
Çok ibadet yapmak ve faydasız sözler söylememek ve namahremleri görmemek için halvet, inziva lazımdır. Fakat, halkın haklarını zayi etmemek, eda etmek şarttır.
Ruhları görmek, kalp ile basiret ile olur. Gözler açık iken görmek de böyledir. Ruhları görmek, kemal alâmeti değildir.