(Hadîs) lafzı lügatta (kadîm) lafzının zıddıdır. Bunun gibi (hudûs) ve (hadâset) lafızları da (kıdem) lafzının zıddıdır.
(Hudsân) ve (hadâset), bir şeyin evveli manâsında kullanılır. “Hadâset-üs-sinni” lafzı, gençlik zamânı ve ömrün ilk dönemlerinden kinâyedir. Bazı rivâyete göre “hudsân” lafzı, “hades” lafzının tesniyesi olup, “hudsân” lafzından cedîdân ve mülevvân lafızları gibi, gece ve gündüz kasdolunur.
“Hadîs” lafzı, tahdîs lafzından isim olup, haber manâsında da kullanılır.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine nisbet olunan kavil, fiil ve takrîr, “hadîs” lafzı ile tesmiye olunur.
(Hadîs) lafzının cem’i, şâz olarak ehâdîsdir.
Allâme Zemahşerî’nin (Tefsîr-i keşşâf) adlı eserinde, ehâdîs lafzı ism-i cem’ olarak bildirilmiştir. (Bahr) kitâbında “ehâdîs” lafzı, ism-i cem’ olmayıp, “ebâtîl” lafzı gibi kâideye aykırı olarak “hadîs” lafzının cem’i mükesseri olduğu ve arabî kelimelerde “efâîl” vezni üzere ism-i cem’ gelmediği söylenmiştir.
Ehl-i hadîs ıstılâhında “haber” lafzı, “hadîs” lafzının mürâdifi [eş anlamı]dır. Bir rivâyete göre “hadîs” lafz-ı şerîfi, “Resûlullahtan “sallallahü aleyhi ve sellem” gelen, “haber” lafzı da, başkasından gelen diye ta’rîf olunmuştur. Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” gelen sözünün manâsı, Resûlullahtan nakil ve rivâyet olunan sözler, işler ve hâllerdir. “Ondan başkasından gelen” sözünün manâsı, diğer büyük zâtlardan nakil ve rivâyet olunan sözler ve işlerden ibârettir. Bu sebeble târîh ve benzerleri ile meşgûl olan kimselere (Ahbârî) denilmiştir. Sünnet-i Nebeviyye ile meşgûl olan kimseye (Muhaddis) denilmiştir.
Bir rivâyete göre de “hadîs” lafzı ile “haber” lafzı arasında mutlak umûm ve husûs vardır. Buna göre her “hadîs” haberdir. Her “haber” hadîs değildir. Bu durumda “hadîs” lafz-ı şerîfi umûmiyyet, “haber” husûsiyyet manâsı ifâde eder.
“Eser” lafzı, Sahâbe-i kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinden rivâyet olunan mubârek sözlere ve güzel hâllere denir. “Eser” lafzının Resûl-i muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kelâm-ı şerîfine de denilmesinin câiz olduğu rivâyet edilmiştir.
İlm-i hadîs-i şerîf, (Fevâid-i Hâkâniyye) adlı kitâpta, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek sözleri, işleri ve hâllerinden bahseden ilimdir diye ta’rîf edilmiştir. Bu ilmin konusu, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” akvâl-i celîle, ef’âl-i şerîfe ve ahvâl-i hasenesi, yanî mubârek sözleri, işleri ve hâlleridir. Bu ilmin mevzû’u ef’al, akval ve ahvâl-i şerîfe-i Nebeviyyedir. Gâyesi, dünyâ ve âhıret saâdetine kavuşmaktır.
(Miftâh-üs-se’âde) kitâbında ta’rîf olunduğu üzere, hadîs-i şerîf ilmi, “ilm-ü rivâyet-il-hadîs ve ilm-ü dirâyet-il-hadîs” diye iki kısma ayrılmıştır.
(İlm-i rivâyet-i hadîs), hadîs-i şerîf râvîlerinin zabt ve adâlet bakımından hâlleri ve hadîs-i şerîflerin senedinin ittisâl ve ınkıta’ bakımından Peygamber efendimize “sallallahü aleyhi ve sellem” kadar ulaşmasından bahseder. Bu ilm, (ilm-i usûl-i hadîs) adıyla meşhûr olmuştur.
(İlm-ü dirâyet-il-hadîs), arabî kâidelere ve şer’î esâslara dayanarak ve Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek hâllerine uygun olarak, hadîs-i şerîfin lafızlarında kasd edilen ve bu lafızlardan anlaşılan manâdan bahseder.
Mevzû’u: Dirâyet-i hadîs ilminin mevzû’u, lafızların anlaşılan manâya veyâ kasd edilen manâya delâleti bakımından hadîs-i şerîflerdir.
Gâyesi: Bu ilmin gâyesi, âdâb-ı nebeviyye ile tehallî [süslenmek] ve mekrûhâttan, beğenilmeyen şeylerden ve menhıyyâttan, yasaklardan tehallî etmektir. Yanî arınmaktır.
Tehallî [noktasız hâ ile] tezyîn etmek, yanî donatmak manâsınadır. Bu kelime zâhir için kullanılır ve “tahliye-i zâhir” denir. Bu da zâhirî, âdâb-ı şerî’at ile süslemekten ibârettir.
Tehallî [noktalı hâ ile] hâlî kılmak, boşaltmak manâsınadır. Bâtın için kullanılır ve “tahliye-i bâtın” denir. Bu da kalbi fenâ şeylerden boşaltıp, zikir ve fikir nûruyla süslemek, nûrlandırmakdan ibârettir.
Faydası: Dirâyet-i hadîs ilminin faydası, en büyük faydalarındandır.
Mebâdî: Dirâyet-i hadîs ilminin temelleri, arabî ilimler, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile alâkalı kıssalar, haberler ve benzeri bilgilerdir.
Hadîs lafzı, umûmî bir lafız olup, kavil, fiil ve takrîri şâmildir. (Fevâ-id-i Hâkâniyye) kitâbında yapılan ta’rîf, bu manâları içine aldığından, bazı âlimler tarafından ilm-i hadîs-i şerîfin en güzel ta’rîfidir diye bildirilmiştir.
Hadîs âlimlerinin büyüklerinden İbni Esîr diye meşhûr olan Ebus-se’âdât Mubârek bin Muhammed Cezerî hazretleri, (Câmi’-ul-usûl) adındaki kitâbında, şer’î ilimlerin (farz) ve (nâfile) kısımlarına ayrıldığını bildirmiştir.
(Farz) iki kısma ayrılır: Birincisi, “farz-ı ayn”, ikincisi, “farz-ı kifâye”dir. Hadîs-i şerîf ilmi ile ilm-i âsâr-ı sahâbe-i kirâm, farz-ı kifâyelerin temellerinden ve Kur’ân-ı kerîmden sonra edille-i şer’iyyenin ikincisidir.
Hadîs-i şerîfler için “usûl”, “ahkâm”, “kavâid”, “ıstılâhât” vardır. Bunları âlimler, muhaddisler ve fukahâ açıklamışlardır.
Hadîs-i şerîf ilmini öğrenmek ve bu ilimde derinleşmek isteyenlerin lügat ve arabî ilimleri öğrendikten sonra, hadîs ilmi ile alâkalı usûl, ahkâm, kavâid ve ıstılâhâta muttali’ olmaları zarûrîdir.
Bahsedilen, usûl, ahkâm, kavâid ve ıstılâhât şunlardır: Hadîs ricâlinin isimlerini, neseblerini, yaşlarını, vefât târîhlerini, râvîlerin sıfatlarını ve şartlarını, râvîlerin müstenedini, hadîs-i şerîflerin nasıl alındığını, geliş yollarının taksim şekillerini, râvîlerin sözlerini, işittiklerini, ifâde tarzını, hadîs-i şerîf alınan zâtların mertebelerini, hadîs-i şerîflerin derecelerini, kısımlarını ve muhaddisler arasında mer’î olan diğer husûsları bilmektir.