Hadîs-i şerîflerin çeşitleri:
1) Hadîs-i mürsel: Râvînin başka bir râvîye isnâd etmeden, irsâl etdiği haberdir. (İrsâl, ehl-i hadîs ıstılâhında ademi isnâd, isnâdı zikr etmemek manâsınadır. Bu irsâl râvî tarafından hadîs-i şerîfin “Kâle Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ibâresi ile rivâyet olunup “Haddesenâ fülânün an Resûlillahi sallallahü aleyhi ve sellem” diye rivâyet olunmasından ibâretdir.) Yanî Tâbi’în-i izâmın, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” rivâyet edip, Eshâb-ı kirâmın ism-i şerîflerini rivâyet sırasında zikretmediği haberdir.
2) Hadîs-i müsned: “Hadîs-i mürselin” hilâfıdır. Hadîs-i müsned, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” ulaşıncaya kadar râvînin diğer râvîye isnâd ettiği haberdir. Yanî isnâdı hâsseten Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” ulaşan hadîs-i şerîfdir. Hadîs-i müsned bazen “muttasıl”, bazen “munkatı’” olur. (İsnâd, ehl-i hadîs ıstılâhında “haddesenâ fülânün an fülânin an Resûlillah “sallallahü aleyhi ve sellem” ibâresiyle hadîs-i şerîf rivâyet etmesinden ibârettir.)
3) Hadîs-i muttasıl: Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretlerine veyâ Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm” birine isnâdı muttasıl olan, kesintisiz ulaşan hadîs-i şerîfdir. Mâlikin Nâfi’den, Nâfi’in İbni Ömer’den, İbni Ömer’in Resûl-i ekremden “sallallahü aleyhi ve sellem” rivâyet ettiği hadîs-i şerîf, “hadîs-i muttasılın” misâlidir.
4) Hadîs-i munkatı’: Sahâbîden gayrı olarak, râvîlerinden bir râvîsi bildirilmeyen hadîs-i şerîfdir. Yanî Mâlik’in Zührî’den, Zührî’nin İbni Abbâs’dan “radıyallahü teâlâ anhümâ”, İbni Abbâs hazretlerinin Resûl-i ekremden “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” rivâyet ettiği hadîs-i şerîf gibidir. Bu hadîs-i şerîf, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” isnâd olunması bakımından “müsned” olur. Zührînin İbni Abbâs’dan “radıyallahü anhümâ” işitmemiş olması bakımından “munkatı’ ”dır.
5) Hadîs-i mevsûl: “Hadîs-i muttasılın” tarîfi gibi tarîf edilmişdir.
6) Hadîs-i mütevâtir: Bir cemâatin Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” ve o cemâatten de başka cemâatin işittiği hadîs-i şerîf olup, son duyulan kimseye kadar yanî kitâba yazılıncaya kadar hep böyle çok kimseler haber vermiştir ki, bunların naklolunan rivâyette yalan üzerinde sözbirliği yapmalarına imkân olmaz. Mütevâtir olan hadîs-i şerîflere muhakkak inanmak ve yapmak lâzımdır. Hattâ inkâr edenler kâfir olur. Diğer bir tarîfe göre “haber-i mütevâtir” şartları ile ilm-i yakîni ifâde eder. Yakîn, hakîkate uygun kesin i’tikâddır. “Hadîs-i mütevâtir” ile bildirilen haber güvenilirdir. Çünki, “Hadîs-i mütevâtir” ilm-i zarûrîyi kesin inanmayı ifâde eder, gerektirir. İlm-i zarûrî, def’i ve reddi insan için imkânsız olması bakımından, insanın mecbûren kabûl ve tasdîk eylediği ilimdir.
7) Hadîs-i meşhûr: İlk asırda bir kişi tarafından bildirilmiş iken, 2. asırda şöhret bulan hadîs-i şerîfdir. Bir kimsenin Resûl-i ekremden “sallallahü aleyhi ve sellem” ve o kimseden de çok kimselerin ve bunlardan da başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler olup, son duyulan kimseye kadar artık hep mütevâtir olarak bildirilmiştir ki, o kimselerin yalan üzere sözbirliği yapmalarına imkân olmaz. Meşhûr hadîs-i şerîfler, âlimler tarafından kesin olarak kabûl edilmiştir. Hadîs-i meşhûr amel husûsunda “mütevâtir haber” mertebesindedir. “Hadîs-i mütevâtir” ile “hadîs-i meşhûr” arasındaki fark, hadîs-i mütevâtiri inkâr eden sözbirliği ile kâfir olur. Hadîs-i meşhûru inkâr edenin küfre düşüp düşmeyeceği ihtilâflıdır. Esâh olan kâfir olacağıdır.
8) Hadîs-i mevkûf: Sahâbî tarafından rivâyet olunup, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” isnâd olunan hadîs-i şerîftir.
9) Hadîs-i sahîh: Resûl-i ekreme “sallallahü aleyhi ve sellem” isnâdı muttasıl olan, adâlet ve zabt sâhibi râvîler tarafından Resûlullaha ulaşıncaya kadar nakl ve rivâyet olunan hadîs-i şerîfdir. Diğer bir ta’rîfe göre “hadîs-i sahîh”; lafz-ı şerîfinde noksanlık manâsında, âyet-i kerîmeye muhâlefet bulunmayan hadîs-i şerîfdir. Yâhud hadîs-i mütevâtir veyâ hadîs-i icmâ’dır. “Hadîs-i sahîhin” zıddı “hadîs-i sakîmdir”.
10) Haber-i âhâd: Bir kimsenin Resûl-i ekremden “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” işittiği ve ondan da başka birinin, o bir kişiden de başka birinin işittiği hadîs-i şerîfler olup, son duyulan kimseye kadar hep böyle nakil ve rivâyet olunmuştur. “Haber-i âhâd”ı inkâr edenin küfre düşmediğinde sözbirliği vardır. “Haber-i âhâd” şöhret ve tevâtür mertebesine ulaşamaz. Bu haberin hükmü ameli mûcib, fakat inanmayı mûcib değildir. Bu sebeple i’tikâd mes’elelerinde delîl olamaz.
11) Hadîs-i muallak: Başdan bir veyâ birkaç râvîsi belli olmayan hadîs-i şerîflerdir. Baştan bir râvîsi bildirilmeyen hadîse “muallak”, ortadan bildirilmeyene “munkatı’”, sondan bildirilmeyene “mürsel” denir.
12) Hadîs-i kudsî: Manâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” tarafından olan hadîs-i şerîflerdir. Bu hadîs-i şerîfleri Allahü teâlâ Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ilhâm veyâ rüyâ ile bildirmiş, Resûlullah da “sallallahü aleyhi ve sellem” kendi ifâdeleri ile bu manâyı söylemiştir. Kur’ân-ı kerîmin lafz-ı şerîfi münezzeldir. [İlhâm: Kalbde vâki’ olan bir ilimdir ki, o ilim, âyet-i kerîme ile bildirilen amele da’vet eder. Bu ilmi âlimler hüccet olarak almamışlar. İlhâm; âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfe uygun olduğu müddetce kıymetli ve hüccetdir.]
13) Hadîs-i kavî: Resûl-i ekremin “sallallahü aleyhi ve sellem” söyledikden sonra, bir âyet-i kerîme okuduğu hadîs-i şerîftir.
14) Hadîs-i nâsıh: Resûl-i ekremin “sallallahü aleyhi ve sellem” son zemânlarında söyledikleri hadîs-i şerîflerdir.
15) Hadîs-i mensûh: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ömr-i şerîflerinin ilk zamânlarında söyleyip, sonra değiştirilen hadîslerdir.
16) Hadîs-i âmm: Bütün insanlar için söylenmiş hadîs-i şerîflerdir
17) Hadîs-i hâs: Bir kimse için söylenmiş hadîs-i şerîflerdir.
18) Hadîs-i hasen: Bildirenler, sâdık ve emîn olup, fakat hâfızası, anlayışı, sahîh hadîs-i şerîfleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan kişilerin bildirdiği hadîs-i şerîflerdir. İki isnâd ile rivâyet olunan hadîs-i şerîfe “hadîs-i hasen-i sahîh” denir.
19) Hadîs-i maktu’: Söyleyenler, Tâbi’în-i kirâma “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kadar bilinip, Tâbi’înden rivâyet olunan hadîs-i şerîflerdir.
20) Hadîs-i şâz: Bir kimsenin bir hadîs âliminden işittim dediği hadîs-i şerîflerdir. Kabûl edilir fakat sened, vesîka olamazlar. Âlim denilen zât, meşhûr bir zât değil ise, kabûl olunmazlar.
21) Hadîs-i garîb: Yalnız bir râvînin rivâyeti ile bildirilen sahîh hadîsdir. Nakledenlerin temâmı Eshâb-ı kirâmdan oldukları için, böyle hadîs-i şerîflerin râvîsi tek de olsa sahîhdir. Yâhud aradaki râvîlerden birine, bir hadîs âliminin muhâlefet ettiği hadîsdir.
22) Hadîs-i za’îf: Mertebe bakımından “hadîs-i hasenden” aşağı olan hadîsdir. Bazı âlimlere göre hadîs-i za’îf, sahîh ve hasen hadîsin sıfatlarını taşımayan hadîsdir. Za’îf hadîsin za’îfliği, râvînin bazen âdil olmaması veyâ hâfızasında za’îflik bulunması veyâ i’tikâdında şüphe olunması sebebiyledir. Bazen de irsâl [isnâd bulunmaması] inkıta’ [râvî zincirinde kopukluk] ve tedlîs [râvî gizleme] gibi diğer illetler bulunur. Za’îf hadîsler fedâil ve menâkıbda ittifâkla huccetdir. Fakat ictihâdda bunlara dayanılmaz. Çünki ictihâda dayanan hükümlerin, isbâtında müctehîdin za’îf hadîse dayanması, mezhebine temel yapması ve bir meselede ictihâdını za’îf hadîse bağlaması câiz değildir.
[Tedlîs: Bâyı’ [satıcı]nın, malının aybını müşteriden saklaması manâsınadır. Hadîs ilminde tedlîs: Muhaddis, rivâyet ettiği hadîsi, hocasının hocasına isnâd edip, kendi hocasının ismini saklar. Güyâ ondan vâsıtasız rivâyet eder. Hâlbuki rivâyet etdiği kimseyi görmemiş veyâ görmüş olsa bile ondan hadîs-i şerîf almamış, ondan sonrakinden hadîs-i şerîf almıştır. Bazı âlimler tarafından bildirildiğine göre, usûl-i hadîsde, tedlîs ve irsâl-i hafî arasında ince bir fark vardır. Zîrâ irsâl-i hafî sûretinde de görmek, muhtemel olan sıga ile rivâyet etmek mu’teberdir.]
23) Hadîs-i muhkem: Te’vîle muhtâc olmayan hadîs-i şerîflerdir.
24) Hadîs-i müteşâbîh: Te’vîle muhtâc olan hadîs-i şerîflerdir.
25) Hadîs-i munfasıl: Aradaki râvîlerden, birden ziyâdesi unutulmuş olan hadîs-i şerîflerdir.
26) Hadîs-i müstefîz [mütefîd]: Söyleyenleri, nakl edenleri üçden ziyâde olan hadîs-i şerîflerdir.
27) Hadîs-i muddarîb: Râvîsi, rivâyetinde ihtilâf üzere olan, bir defa bir şekilde, diğer defa başka şekilde rivâyet ettiği ve rivâyetlerinin birbirine uymadığı hadîs-i şerîflerdir. [Muhtelîf yollardan birbirine uymayan şekilde bildirilen hadîs-i şerîflerdir.]
28) Hadîs-i merdûd: Manâsı olmayan ve rivâyet şartlarını taşımayan sözdür.
29) Hadîs-i müfterî: Müseylemet-ül-kezzâbın sözleridir. [Ve ondan sonra gelen münâfıkların, zındıkların, müslümân görünen dinsizlerin uydurma sözleridir. Ehl-i sünnet âlimleri, merdûd ve müfterî hadîsleri aramış, bulmuş, ayırmışlardır. Din büyüklerinin kitâblarında böyle sözlerden hiçbiri yoktur.]
30) Hadîs-i mevdû’: Resûl-i muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek ağzından çıkmadığı hâlde ona nisbet edilen, bâtıl bir manâyı hâtıra getiren, akla aykırı ve te’vîli mümkün olmayan haberlerdir. Allahü teâlâ korusun, Peygamber efendimize iftirâ olan böyle haberlere haber-i mevdû’ denir. Böyle haberlerin ortaya çıkarılmasının sebebi, rivâyet edilen haberin üzerinden uzun zamân geçtiğinden, râvînin unutup, rivâyet edilmeyen bir haberi rivâyet edilmiş zan ederek zikretmesidir. Yâhud Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” iftirâ olur. Nitekim zındıklar şerî’at-i Muhammediyyeden nefret ettirmek için, akla muhâlif 14.000 kadar haber uydurmuşlardır. Böyle haberleri ortaya çıkarmanın bir sebebi de, râvînin yanılması ve hatâya düşmesidir. Bu hatâ bir kelimeyi okumak isterken, dile başka bir kelimenin gelivermesi sebebiyle olur. Yâhud yukarıdaki sebeblerden başka bir sebeble uydurulmuştur. Nitekim Karâmiyye fırkası, tâ’at ve ibâdete teşvîk ve ma’siyyetden sakındırmak için, bir takım haberler uydurmuşlardır. Bu tâifenin uydurdukları da iftirâdır.
[ Mevdu hadis hakkında Tefsir ve Hadis Kitapları yazımızda detaylı malumat vardır.]
31) Hadîs-i müteabbed bilafzihî böyle ismlendirilen bir kısım hadîs-i şerîfler de, “ezân-ı şerîf”, “teşehhüd”, “tekbîr” ve “teslîm” gibi hadîs-i şerîflerdir.
Âlimler, hadîs-i şerîflerin manâ olarak nakledilmesinin, yanî başka bir lafız ile bildirilmesinin bazı şartlarla câiz olduğunu beyân etmişlerdir. Kâdı Iyâz hazretleri de hatâ olabileceği ihtimâli sebebiyle, hadîs-i şerîfi ma’nâ olarak naketmeyi câiz görmemiştir.
Hadîs-i şerîfler, farzların temelleri olduğundan, Eshâb-ı kirâm, se’âdet-i kârin ve eimme-i dîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, selef ve halef olarak, hadîs-i şerîfleri birbirlerine naklederken, zabt ve hıfzına ve şân ve şerefini yüksek tutmağa, büyük gayret sarf etmişlerdir.
Sadr-ıl evvelde [İlk asırda] selef-i sâlihînin i’timâd ve i’tinâları, hadîs-i şerîflerin kalblerde muhâfazaya, ezberlenmeye münhâsır idi. Bu sebeple ilm-i hadîs-i şerîf yazıyla zabt olunmayıp, kitâbullah, yanî Kur’ân-ı kerîm gibi kalben zabt ve hıfz olunurdu, ezberlenerek muhâfaza edilirdi. Dahâ sonra ehl-i islâm, dünyânın her tarafına yayıldı. İslâm beldeleri genişledi. Sahâbe-i kirâm dünyânın her tarafına dağılıp, Eshâb-ı kirâmın büyükleri de vefât edince, hadîs-i şerîflerin zabt ve hıfzı za’îfledi. Bunlardan dolayı âlimler, gördükleri lüzûm ve ihtiyâc sebebiyle, hadîs-i şerîflerin tedvînine, yazılarak zabt ve hıfz edilmesine, büyük gayret göstermişlerdir.
Bir rivâyete göre, hadîs-i şerîf ilminde ilk kitâb yazan zevât-ı kirâm, Abdülmelik bin Cüreyc hazretleridir. Bir rivâyete göre ise, Mâlik bin Enes hazretleridir. Bu zât (Muvatta) ismli eseri te’lîf etmiştir. Diğer bir rivâyete göre de ilk müellîf, Rebi’ bin Sabîha hazretleridir. Bu zâtlardan sonra, hadîs-i şerîflerin toplanıp, kitâblara yazılması yaygınlaşmıştır.
Âlimlerin büyüklerinden, Sadr-üş-Şerî’anın (Ta’dîlü’l-ulûm) kitâbında ve İbni Sübkî’nin (Tabakâtü’l-kübrâ) adlı meşhûr eserinde bildirildiğine göre, hadîs imâmları uzun ömrlü olmakla, felsefeciler ise kısa ömürlü olmakla meşhûrdur. Bu durum tecrübelerle sâbitdir. Bu büyük ni’met, hadîs-i şerîflerin fazîletlerinden ve husûsiyyetlerindendir.
Âlimlerin bildirdiğine göre, hadîs-i şerîf ilmine dâir sayılamayacak kadar çok kitâb yazılmışdır. Fakat Kur’ân-ı kerîmden sonra en sahîh hadîs kitâblarının; (Sahîh-i Buhârî), (Sahîh-i Müslim), (Kitâb-ül Muvattâ), (Sünen-i Ebî Dâvüd), (Sünen-i Tirmüzî), (Sünen-i Nesâî), (Sünen-i İbni Mâce), (Sünen-i Darekutnî), (Müsned-i Ahmed), (Müsned-i İbni Ebî fieybe), (Müsned-i Bezzâr) ve benzeri hadîs kitâbları olduğunu bütün âlimler sözbirliği ile bildirmiştir.