Ma’lûm olduğu üzere, ilimde derinleşmek, ilmî kâideleri öğrenip, iyice kavramakla ve ilmî meselelere vâkıf olmak ve kaynaklardan meselesinin hükümlerini istinbât ve istihrâç [çıkarmak] husûsunda kuvvetli bir melekenin hâsıl olması ile mümkün olur.
Meleke denilen şey, fehmin gayridir [anlamak ve bilmekden başka bir şeydir]. Melekelerin hepsi, cisme bağlı şeylerdir. Cismânî şeylerin hepsi duyu organlarıyla hissedilir. Bu durumda ilimler, öğretilerek elde edildikleri için, sınâîdirler yanî öğretim usûlleri ile öğrenilir. Bütün ilimler sanatla yanî usûl ve kâidelerle öğretildiklerinden, bunlarda sened ve delîller mu’teberdir.
İlim ve san’at adı verilen şeylerin hepsi, meleke-i nefsâniyyeden yanî nefsde iyice yerleşmesinden ibârettir.
İlim ve san’at ismi ile ta’bîr edilen şeylerin tamâmı meleke-i nefsâniyyeden ibâret olur.
İlim, kalb ve lisana mahsûs olur. San’at da, terzilik gibi el ile iş yapmayı gerektirir.
Bazı âlimlerin beyânına göre, bahsedilen melekeye sâhip olan kimse için, hâsıl olan ma’lûmât, yâ araştırmakla veyâ nazar ve istidlâl ile [delîl ile] elde edilir.
Araştırma ile elde edilen bilgiler, nahv ve san’atlar, fesâhat ve bedi’ gibi ilimlerdir. Nazar ve istidlâl ile elde edilen ma’lûmât da, ilm-i kelâmdır.
Yukarıda geçtiği gibi, iki şekilde elde edilen ma’lûmâtın, birincisine “sınâ’at” [san’at], ikincisine “ilim” ismi verilir.
Allâme Zemâhşerî, Tefsîr-i kebîrinin baş tarafında, bunun aksini söyleyerek, meânî ile beyân için “ilim” ta’bîrini kullanmış, ilm-i kelâma da “sınâ’at” ismini vermiştir. Bu mevzû’da dahâ başka muhtelîf sözler var ise de, bahsetmekte fayda görülmediği için burada yazılmadı. [Zemâhşerî, (Keşşâf tefsîri)nin müellîfidir. 467 [m. 1074]de tevellüd, 538 [m. 1144]de vefât etti. Tefsîri, Kur’ân-ı kerîmin belâgatini göstermekte şâheserdir. Kendisi, mu’tezîli idi.]
Ma’lûm olduğu üzere, ilmi hıfz ve ezberlemeye gayret edenler, ilimde meleke kazanmaya gayret edenlerden çoktur. Hâlbuki, ilimleri öğrenmekten maksad, ilimlerde faydalı ve derin bir meleke kazanmaktır. İlimleri, hıfz ve ezberlemekle tam bir meleke hâsıl olmaz. Ezberlemekle ilmî bir meleke hâsıl olsa bile, bu meleke tam bir meleke olma özelliğini taşımayıp, noksan melekeler kabîlindendir. “Meleke-i ilmiyyeden maksad, hıfz ve ezberdir” diye zan edenlerin bu düşüncelerinde isâbet etmedikleri kabûl edilmiştir. İlimleri öğrenmekten maksad, ancak meleke-i istihrâc ve meleke-i istinbâttan ve delîllerden medlûle sur’ati intikâlden ibâretdir. Meleke-i istihdârdan [hâfızada tutup, hâtırlamak] ibâret olan hıfz ve ezber, meleke-i istihrâca ilâve edilince, gâyet makbûl ve mu’teber olduğu, sâdece ezber ile ilimde istenen istinbât melekesinin hâsıl olmayacağı açıktır. Hıfz ve ezber, hâfızadakileri hâtırlamaktan ibâret olup, hâfızanın kuvvetli ve za’îf olmasıyla alâkalıdır. Hâfıza za’îfliği ve kuvvetliliği insanların mi’zâclarına âit hâllerdendir