İnsanın mâhiyyetinde, yaratılışında bulunan meziyyet ve fazîlet, ilim ve ma’rifet ile meydâna çıkar.
Allahü teâlânın, insanın mâhiyyetine emânet ettiği fazîletin ortaya çıkmasına vesîle olan ilmin, edeplerini kazanmaktan yüz çevirmek gibi, çirkin bir şey yoktur. Bu sebepten dolayı, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, insanları ilim öğrenmeye teşvîk buyurmuşlardır.
İnsan, ilim öğrenmeye kâbiliyyetlidir. Çünki insan, fikir ve idrâk sâhibi olmasından dolayı, diğer hayvanlardan ayrılır. İnsan tabi’î olarak öğrenmeye ve anlamaya merâklı bir varlık olduğundan, kendisine lâzım olan ilimlerden başlayıp bunları birer birer öğrenir. Bu ilimleri öğrenirken de tenbellik ve ihmâlkârlık yapmaz. Böylece insana mahsûs fazîletlere kavuşur. Yaratılışında bulunan isti’dât ve fazîletin kıymetini bilmeyenler de, ilim öğrenmek husûsunda fikir yormayıp, o şereften mahrûm olurlar. Çünki şeref ve fazîlet ancak kemâlâtı tahsîl etmekle hâsıl olur.
İlim öğrenmek ve öğretmek, zihinle alâkalı işlerdendir. Zamânın hâdiselerinden istifâde ederek kazanılan ilme “İlm-i tecrübî” denir. Çalışarak fikir ve nazar [düşünmek ve incelemek] yoluyla elde edilen ilme de “İlm-i kıyâs” denir.
Önceki âlimler, bazı sebeplerden dolayı ilmi şifâhen (ağızdan) öğretirlerdi. Zamânla görülen lüzûm ve ihtiyâctan dolayı, ilmin yazılarak derlenip toplanmasına büyük gayret göstermişlerdir.
Ma’lûmâtın tamâmı üç şey ile bilinir: Birincisi, “İşâret”, ikincisi, “Lafz”, üçüncüsü, “Hat [yazı, kitâb]”dır.
“İşâret”, müşâhedeye, gözle görmeye, “lafz”, muhâtabın hâzır olmasına ve işitmeye bağlıdır. “Hat”, müşâhedeye, hâzır bulunmaya ve işitmeye bağlı değildir. Fayda bakımından bunlardan dahâ umûmî ve dahâ şerefli olup, insana mahsûstur. Bu sebepten dolayı, ilim öğrenen kimsenin, yazı çeşitlerinden hiç olmazsa bir çeşit hattı güzelce bilmesi çok önemli ve çok lâzımdır. Çünki “hat” ve “kırâet” ile insanın, insanlık özelliği ortaya çıkar. İnsan bu özelliğinin bilfiil ortaya çıkmasıyla, diğer hayvanlardan ayrılır. Bu özelliğiyle ilimleri öğrenir ve kemâlâtı elde eder. Bir zamândan diğer zamâna, haberleri, hâdiseleri ve vakaları nakleder.
İnsanın aslında, kırâate [okumaya] ve kitâbete [yazmaya] kâbiliyyeti olduğu biliniyor ise de, meleke kazanmak için çalışmak ve gayret lâzımdır. Bu gayret, ehlinden ve erbâbından öğrenerek, âşinâ olmak ve alışkanlık elde etmekten ibârettir.
İnsanda kuvve [güc, kâbiliyyet] hâlinde mevcûd olan fazîletler ve kemâlât, ilimlere ve sanatlara, tedrîcen hâsıl olan ma’lûmât ile, kuvve hâlinden kurtulur. Akıl ve duyu organlarıyla anlaşılan şeyleri idrâk etmekte, kuvvetli melekeler elde edilerek, o fazîletlerden tam istifâde olunur. İnsanda kuvve hâlinde mevcûd olan kemâlâtın, bilfiil hâsıl olması, ancak ilim öğrenmeye ve çalışarak kazanmaya bağlıdır. Bu durumda şeref ve fazîletler, ilim öğrenmenin ve çalışarak kazanmanın netîcesi olur.
İlimden, ilim öğretmek ve öğrenmekten maksad, ma’rifetullahdır. Ma’rifetullahın en son gâye ve bütün saâdetlerin başı olduğu, herkesin ma’lûmudur. Buna “ilm-ül-yakîn” denir. Kerâmet sâhibi olan meşâyıh-ı sôfiyye, bu ilme sarılmışlardır. İlimlerden en son maksadın ma’rifetullah olmasından dolayı, bu meseleden bahsedip, teşvik etmişlerdir.
Seleften rivâyet olunduğu üzere, büyük zâtların çoğu kendilerince en son ve yüksek maksad olan ma’rifetullaha kavuşdukdan sonra, ilimlerle meşgûl olmayı terk ve ta’dîl etmişlerdir.