1– İlim tahsîlinin şartlarının çoğunun, meşhûr filozof “Sokrat”dan nakil ve rivâyet edilen bir sözde toplandığı, bazı âlimler tarafından beyân edilmiştir.
Sokrat’ın bu sözü şu manâdadır: “İlim öğrenmek isteyen kimsenin, genç, kalbi düşüncelerden uzak, ilmi seven, doğruluktan ayrılmayan, insâflı, dînine bağlı, emîn, dînin emirlerini terk etmeyen, harâmlardan sakınan, zamânın örf ve âdetine vâkıf olan ve bunlara muhâlif olmayan, güzel ahlâk sâhibi, şefkatli ve merhametli olması, çok yememesi ve hayâsız olmaması, ölümden ifrâd derecesinde korkmaması ve ihtiyâcından fazla mal toplamaması” maddelerinden ibârettir.
2– İlim tahsîlinin şartlarından biri de, ilim öğrenen kimsenin, kötü ahlâktan uzak olmasıdır. Bu şart, ilim tahsîlinin ilk ve en başta gelen şartıdır. Ulemâ-i mütekaddimîn [Önce gelen âlimler] ilim öğrenmek isteyenlerin ahlâkını araştırır ve tecrube ederlerdi. Eğer ilim öğrenecek olanları kötü ahlâklı bulurlarsa, böyle kimselere, halk arasında şerre ve fesada âlet olmamaları için, ilim öğretmezlerdi. Eğer tecrube netîcesinde ilim öğrenmek isteyen kimseleri güzel ahlâklı bulurlar ise, böyle kimselere ilim öğretirler ve ders verirler, onları tahsîllerini tamâmlamadan nâkıs olarak bırakmazlardı “rahimehümullah”.
3– İlim tahsîlinin şartlarından birisi de, talebenin muhlis, ihlâslı olmasıdır. Yanî ilim öğrenen kimsenin, ilmi öğrendikten sonra, ilmiyle amel etmek ve câhil olanlara öğretmek, gaflette olanları uyarmak, irşâda muhtâç olanları irşâd etmek gibi, hayırlı niyetlerde bulunması lâzımdır. Yine ilim öğrendikten sonra, herkes tarafından hürmet görmeyi istemek, tekebbür etmek, halkın mallarını herhangi bir yolla almak gibi aklen ve dînen kötü niyet ve düşüncelerde bulunmamalıdır.
4– İlim öğrenmenin şartlarından biri de, ilme mâni olan şeyleri azaltmaktır. İlme mâni olan şeylerin azaltılmasına ne kadar dikkat edilirse, ilimden o nisbet haz ve nasîb hâsıl olur. Çünki, fikir güneşi hâricî meşgûliyyet bulutları altında perdelendikce, hakîkatleri anlamak, karanlık gecede zerreleri görmek gibi müşkildir, zordur.
5– İlim tahsîlinin şartlarından biri de tenbelliği terk etmektir. Tenbelliğin sebeplerinden biri, ölümün hâtırlanması ile hâsıl olan korkudur. Hâlbuki tezekkür-i mevt [ölümün hâtırlanması], ilim tahsîlinin sebeblerinden biri olmaya lâyıkdır. Çünki âhıret için hâzırlanmak, ilim ve amelden başka birşey ile hâsıl olamaz. Buna göre, ölüme ve âhirete hâzır bir hâlde olmak için, ilim öğrenmeye, ilim ile hayırlı işler yapmaya gayrette kusûr etmemelidir. Bu durumda, ölümden çok korkarak, bahsedilen hâzırlığın yapılmasına dikkat etmemek, akıllı kimsenin yapacağı bir iş değildir. Ölümü çok hâtırlamak, fânî, geçici lezzetlerin kesilmesine sebeb olup, ebedî lezzetlerin kesilmesine sebeb değildir. [Tenbelliğin ilâcı, çalışkanlar ile konuşmak, tenbel, uyuşuk kimselerden kaçınmak, Allahü teâlâdan hayâ etmek lâzım geldiğini ve azâbının şiddetli olduğunu düşünmektir.]
6– İlim tahsîlinin şartlarından biri de, ömrün sonuna kadar ilim öğrenmeye niyyetli ve karârlı olup, devâm etmektir. Vakti ilim öğrenmeye sarf etmenin çâresi, âlimler tarafından şöyle beyân edilmiştir. Bir ilim ile meşgûliyyetten gevşeklik ve yorgunluk hâsıl olunca, başka bir ilimle meşgûl olmalıdır. Rivâyet olunmuştur ki, Abdullah ibni Abbâs “radıyallahü anh” hazretleri, talebelere ilim öğretmekle meşgûl olmaktan dolayı, kendisinde yorgunluk his ettiği zamân, şâirlerin dîvânlarını isterdi.
7– İlim tahsîlinin şartlarından biri de, ilim öğrenmek için takvâ ve asâlet sâhibi, yaşlı ve nasîhat eden bir hocayı tercîh etmektir. İlk zamânlarda, ilim talebelerinin hoca bulmak için en uzak beldelere gitmeleri bu maksadla idi. Çünki talebeye önce hocası sorulur. Talebenin, üstün sıfatlı âlim bir zât bulup, ilim öğrenmeye başlaması ve o zât hakkında lâzım ve lâyık olan ta’zîm ve hürmette bulunması, onun emirlerini ve nasîhatlarını güzelce kabûl edip, reddetmemesi ve hocasının hukûkunu ana ve babasının ve diğer müslümânların hukûkundan önce geldiğini bilmesi, hocaların evlâdını, akrâbalarını ve komşularını gözetip, hurmette kusûr etmemesi de ilmin edeplerindendir. Bu edeplere riâyet etmemenin ilim nimetinden mahrûm kalmaya sebep olacağı, âlimler tarafından kesin olarak beyân edilmiştir.
8– Öğrenilen bir ilmin başkasına öğretilmesi ve anlatılması, yâhud başka bir şekilde tekrâr edilmesi ve o ilme âit yazılmış olan faydalı kitâpları mütâlaa ederek, derin bir meleke kazanmaya ehemmiyyet verilmesi de ilim tahsîlinin şartlarındandır. İlim öğrenen kimsenin öğrendiği ilimde hâsıl olan melekesinden dahâ fazla meleke elde edemeyeceğini düşünmesi de, ilim nimetinden mahrûm olmanın kuvvetli sebeplerindendir.
9– İlimlerin gâyelerine bakılıp, bunlardan birinin bütün meseleleri veyâ ekserîsi kısaca mütâlaa edildikten sonra, eğer tabiatı diğer bir ilmin mütâlaasına meylederse, onun da tahsîline başlanması, meyletmezse o yolda sıkıntıya girilmemesi ilim tahsîlinin şartlarındandır. Çünki her insan ilim öğrenmeye elverişli değildir. Bir ilmi öğrenmeye elverişli olanların tamâmı da, bütün ilimleri öğrenmeye elverişli değildir. Eğer ilim öğrenmek isteyen kimse, sebeplerin uygunluğu, zamânın elverişli olması ile, bütün ilimlerde derinleşmeyi isterse, bütün ilimler birbirine yardımcı ve biri diğeriyle irtibâtlı olduğundan, böyle bir arzûnun hâsıl olacağı meydândadır. fakat bir ilimde faydalı bir meleke hâsıl olmadan önce, başka bir ilmi öğrenmeye başlamak, bütün ilimlerde derinleşmek arzûsuna mâni olan sebeplerden ve bütün ilimlerden mahrûmiyyeti îcâb ettiren hâllerdendir. Bir ilme meyledip, diğer ilimlere düşmanlık etmek cehâlet sebebiyledir.
İnsana lâzım olan şey, her ilimden ve fenden bir miktâr malûmâtı elde etmeye gayret etmektir. Aynı şekilde bazı ilimleri kötülemek de câiz değildir. Bazı kimseler her ilmin aslı ve mîzânı ve her zihnin açılma sebebi olan ilm-i mantık ile mutlak olarak ulûm-i hikemiyyeyi kötülediler. İlm-i nücûmun [astronominin] Bazı kısımları farz-ı kifâye, Bazı kısımları da mubâh olduğu hâlde, onu da kötülediler. Tasavvuf ehlinin, kalbleri saf ve pâk olan kalb ehlinin sözlerini dahî hedef aldılar. Hâlbuki böyle red ve inkârın hiç birisi câiz değildir. O şekilde bazı ilimleri red ve inkâr edenlerin iddiâsına göre, bir ilmin kendisi kötülenmiş olsa bile, öğrenilmesi faydadan hâli değildir. Bu faydalardan biri, kötülenen ilmi öğrenerek o ilmin sâhiplerini red ve inkâr edebilmektir.
Tenbîh: Felsefî ilimlerin mütâlaası iki şart ile helâl olur. Birinci şart, akâid-i islâmiyyeden habersiz olmamak ve şer’î ilimlerde derinleşen âlimlerden olmaktır. İkinci şart, felsefe ilimlerinde şer’î kâidelere uygun olmayan meselelere rastlanınca, geçilmeyip, o meselelerin reddine ve atılmasına önem vermektir. Çünki şer’î şerîfin esâslarına uymayan ilimlerin mütâlaası ancak red ve tezyîf içindir. Felsefî ilimler, zekâ yardımıyla ve zamânla elde edilir. Zekâ ve zamân imkânına sâhib olmayanların, dünyâ ve âhirete yarayan, mu’âmelâta, ibâdetlere ve ahlâka âit bilgileri öğrenmekle ve faydalı işleri yapmakla iktifâ etmeleri evlâdır.
10– Akran ve emsâl ile müzâkere ve münâzara da tahsîlin ve ilim öğrenmenin mu’teber şartlarındandır. Çünki âlimler, “İlim fidanının büyümesine sebeb olan âb-ı zülâl [en tatlı su] müzâkere ve münâzaradır” diye buyurmuşlardır. Fakat, müzâkere ve münâzaranın, doğrunun ortaya çıkması maksadıyla yapılması şarttır. Selîm tabi’atlı olan kimselerle yapılan az bir müzâkerenin, çok faydalar sağladığı, herkes tarafından kabûl edilmişdir. İlim öğrenmek isteyen kimse için, ilmin inceliklerini dikkatle düşünüp, tefekkür etmesi ve bunu âdet hâline getirmesi lâzımdır. Çünki ilmî faydaların hâsıl olmasında ve müşkillerin halli husûsunda dikkatle düşünmenin ve tefekkürün güzellikleri inkâr olunamaz.
11– İlimde gayret ve himmet de tahsîlin şartlarındandır. İnsan, gayret ve himmet kanatlarıyla, kemâlâtın zirvesine uçar. İlmi zabt ve kaydetmek ve bir günün ilmî meşgûliyyetini ertesi güne bırakmamak, ilmî meselelerden yazdığı şeyleri ezberlemek, gayret ve himmet olan hâllerdendir.
12– İlimlerin mertebelerine, sırasına riâyet etmek de tahsîlin şartlarındandır. Her ilim için bir sınır ve sıra vardır. İlimlerin sırasını bilmek ve her ilmin sınırını geçmemek lâzımdır.
13– İlim tahsîlinin şartlarından biri de âlet ilimleridir. Ma’lûm olduğu üzere, ilimler iki kısma ayrılır: Birinci kısım, ulûm-i şer’iyye ve hikemiyye gibi kendisi maksad olan ilimlerdir. İkinci kısım, ulûm-i arabiyye ve mantık gibi, kendisi maksad olmayan ilimlerdir. Zâtı [kendisi] maksad olmayan ilimlere âlet ilimleri denir. Âlet ilmleri şer’î ve hikemî ilimlerin elde edilmesine vesîledirler. Kendisi maksad olan ilimlerde sözü genişletmek ve meseleleri kollara ayırmak ve delîller ortaya koymakla, faydalı meleke elde edileceği için, bir çok faydanın hâsıl olacağı inkâr olunamaz. Arabî ilimler, kendisi maksad olan ilimlerden sayılmadığından, arabî ilimlerde sözü o kadar uzatmaya ve meselelerin teferruâtına girmeye ihtiyâc yoktur. Arabî ilimlerde derinleşmeyi istemek ve ömrü nahv ile zâyı’ eylemek doğru değildir. İlim öğrenmek isteyen kimse, âlet ilimlerinden maksadın hâsıl olmasına yetecek kadar ma’lûmât elde etdikten sonra, boş düşüncelerle vakti zâyı’ etmemelidir. Asıl maksad olan ilimleri öğrenmeye çalışmak lâzımdır. Bu bakımdan arabî ilimler ile çok meşgûl olmak, asıl öğrenilmesi maksad olan ilimlerin öğrenilmesine engellerden sayılmıştır.
İlimleri asılları ve kollarıyla tahsîl etmek, her ne kadar zahmetli görünür ise de, elde edilmesinde zahmet çekilen şeyin, insan için büyük bir şerefe sebep olacağı açıktır. Bugün ilmî eserleri istifâde kaynağı olan zâtlar, sâhib oldukları büyük şerefleri râhatlık içinde elde etmemişlerdir. Malları ile ve bedenen çok fedâkârlıklar yapmışlardır. Yazın ve kışın zahmetlerine ve çeşitli müşkillere katlanarak, uzak beldelere gitmişlerdir. Oralarda meşhûr âlimlere kavuşmakla şereflenip, ilim ve ma’rifet tahsîlini tamâmlamışlardır. Sonra da vakitlerini zâyı’ etmeyip, bir taraftan ilmi yaymışlar ve bir taraftan da kendilerinden sonrakilerin istifâde etmeleri için kitâplar yazmışlardır. Bu uğurda gayret göstermişler ve mal sarf etmişlerdir.
İşte ilimlerde, meleke ve mahâret kazanmak ve üstün derecelere ulaşmanın, sonrakilere ilmî eserler bırakmanın, yukarıda anlatılan şekillerde hâsıl olacağı meydândadır.