16. BÖLÜM
Mazher-i Cân-ı Cânân hazretlerinin fânî dünyâdan ebedî âleme intikâli:
Hazret-i Îşân Mazher-i Cân-ı Cânân’a “kuddise sirruh” vefâtından bir müddet önce, refîk-i a’lâyı görme arzûsu, kuvvetlendi. Gönlünün bu cihân ehline teveccüh etmesinden sıkıldığını izhâr etti. Her an müşâhede ettiklerine dalması artıyordu. İbâdetlerini arttırdı. O günlerde tarîkat erbâbı dahâ da kalabalıklaştı. Bölük bölük gelip, tarîkata girdiler. Zikir ve murâkabe halkaları tam bir cemiyetle tâliblerin huzûrlarını arttırıcı oldu. İki vakitte yüzden fazla kimse mübârek sohbetinde hâzır bulunuyordu. Mübârek teveccühlerinin bereketleri ve nûrlar tam bir şekilde terakkî ediyordu. Molla Nesîm’e memleketine gitmesi için izin verdi. Ona, artık tekrâr görüşmemiz görülmüyor buyurması, hazret-i Îşân’ın intikâl vaktinin yaklaştığını bildiriyordu. Bu söz, gönülleri mahzûn etti ve gözlerden yaşlar aktı. Molla Abdürrezzâk’a ise şöyle yazdılar. Ömür 70’i geçti. Yakınlık vakti erişti. Bizi hayır duâ ile hâtırlayınız. Aynı şekilde, diğer talebelerine, kaçınılmayan hâdise olan ölümden bahseden birkaç yazı yazdı.
Bir gün, mü’mine şükrü lâzım olan ilâhî nimetleri açıklarken şöyle buyurdular: Allahü teâlâ lütuf ve inâyetleriyle fakîrin her arzûsunu nasîb eyledi. İslâm-ı hakîkî ile şereflendirdi. Çok ilim nasîb eyledi. Sâlih amel üzere istikâmet ihsân etti. Tarîkatın gereklerinden olan keşf ve kerâmet nasîb eyledi. Bu fakîri dünyâ ve dünyâ ehlinden uzak tuttu. Gönlümde kendinden başkasını yok etti. Kurb-ı ilâhîde yüksek yeri olan şehâdet-i zâhirîden (şehîdlikten) başka, gönlümde başka hiçbir arzû kalmadı. Büyüklerimin ekserîsi şehâdet şerbetini içmişlerdir.
Lâkin fakîr güçsüz bir pîrim. Gücüm son derece az. Bu zamânda kuvvet ve cihâd nasîb olmuyor. Şehîdlik mertebesinin ele geçmesi zâhire göre imkânsız gibi görünüyor. Ölümü dost tutmayan kimseye şaşılır. Ölüm, Allahü teâlâya kavuşmaya vesîledir. Ölüm, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” ziyârete vesîledir. Ölüm, evliyâ ile görüşmeye sebep olur. Ölüm, azîzân ile görüşmeye vesîle olması sebebiyle insanı mesrûr eder. Fakîr, din büyüklerinin ervâh-ı tayyîbelerini ziyârete müştâkım. Fakîrin gerçekleşmesi zor bir arzûsu vardır. O da dîdâr-ı Mustafâyı “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Halîl-i Hüdâ hazret-i İbrâhîmin cemâlini görmekle şereflenmemdir. Emîrü’l-mü’minîn Sıddîk-ı Ekberi, imâm-ı Hasen-i Müctebâ’yı, Seyyidü’t-tâife hazret-i Cüneyd’i, hazret-i Hâce Nakşibendi ve hazret-i Müceddidi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” görmekle şereflenip, feyzyâb olmamdır. Bu büyüklere karşı husûsî bir muhabbetim vardır.
Allahü teâlâ, hazret-i Îşân’ın bu arzûsunu nasîb eyledi. Onu şehîdlik mertebesine eriştirdi. Zâhirî şehîdlik ile, sôfiyye ıstılâhında fenâ-fillah mertebesini elde etmek olan bâtınî şehâdeti onda birleşdirip, onu a’lây-ı illiyyîne yükseltdi.
Hicrî 1195 [m.1781] senesinin Muharrem ayının yedisi Çarşamba gecesi, gece bir miktâr geçtikden sonra, bazı kimseler gelip, hazret-i Îşân’ın kapısını çaldılar. Hizmetci, bazı kimseler ziyâretinize gelmişler dedi. Gelsinler buyurdu. Üç kişi içeri girdi. Onlardan biri moğol idi. Hazret-i Îşân yatak odasından çıkıp karşılarında durdu. Moğol olan kimse, Mazher-i Cân-ı Cânân siz misiniz dedi. Evet buyurdu. İçeri giren diğer iki kişi de evet odur, dediler. Moğol, hazret-i Îşân’a hücûm edip, hançerle vurdu. Hançer darbesi kalbine yakın bir yere isâbet etmişti. Yaşlılığın verdiği za’îflik ve güçsüzlük ile hazret-i Îşân yere yıkıldı. Bu haber etrâfa yayıldı. Cerrâh tabîb getirdiler. Sabâhleyin Nevvâb Necef Hân frenk olan cerrâhtan durumu sordu. Bu büyük cinâyeti işleyen eşkiyânın kim olduğu bilinmiyor. Yakalandığında kısâs yapılacak diye haber gönderdi. Hazret-i Îşân ise şöyle buyurdu. Eğer Allahü teâlâ sıhhat bulmamı dilerse, yara her hâlükârda iyileşir. Ayrıca cerrâha ihtiyâç yoktur. Bu suçu işleyen şahıs yakalanırsa, biz ona hakkımızı helâl ettik. Siz de onu afv ediniz buyurdu. Bu hâdiseden sonra, üç gün dahâ yaşadılar. Zafiyeti hergün artıyordu. O dereceye varmışdı ki, mubârek sesi işitilmiyordu. Üçüncü gün, Cum’a günü sabâh namâzından sonra bu fakîre (Abdullah-ı Dehlevî hazretlerine) namâzlarım kazâya kaldı. Bütün bedenim kana bulanmış. Başımı kaldırmaya tâkatım yok. Bir hastanın eğer başını kaldırmaya gücü yoksa, kaş işâreti ile namâz kılamaz. Bu meselede siz ne biliyorsunuz diye suâl ettiler. Mesele, buyurduğunuz gibidir diye arz ettim. O gün öğleye doğru ellerini kaldırıp, hazret-i Hâce Nakşibend’in “kuddise sirruh” böyle bir hâlde iken, Fâtiha-ı şerîfeyi okudukları gibi, bir müddet Fâtiha okudu. İkindi vakti huzûruna girdim. Akşama ne kadar zamân kaldı buyurdular. Dört çeyrek diye arz ettim. Dahâ akşama var buyurdu. Muharrem ayının 9’unda akşam namâzı vakti iki üç defa derin nefes aldıktan sonra mübârek rûhu ebedî âleme intikâl etti. “Radıyallahü teâlâ anh.” Allahü teâlâ onu en iyi mükâfatla mükâfatlandırsın!
Hazret-i Îşân kendi vefât târîhlerini (ebced hesâbına göre) çok söylemişlerdir. Bunlardan iki tânesini yazacağız. Biri (Onlar Allahü teâlânın in’am ettikleriyle berâberdir) (Nisâ sûresi: 69) meâlindeki âyet-i kerîmedir. İkincisi hadîs-i şerîftir. Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü anhüm” biri hakkında söylenmiştir. Hadîs-i şerîf şöyledir: (Medh olunmaya lâyık yaşadı. Şehîd olarak vefât etti.)
Mazher-i Cân-ı Cânân hazretlerinin vefât ettiği gece bir azîz rüyâsında, Kur’ân-ı kerîmin yarısının göke doğru uçarak gittiğini, dîn-i metînin bereketlerinde azalma meydâna geldiğini gördü. Bu satırları yazan fakîr (Abdullah-ı Dehlevî “kuddise sirruh”) derim ki: Bu rüyânın tabîri hazret-i Îşân’ın hayâtta iken söylediği sözün doğruluğunu gösterdiği şeklinde yapılabilir. Zîrâ hazret-i Îşân: Bizim vefâtımızdan sonra tarîkat makâmları duracak buyurmuştu. Bu hânedânın ehlinin nisbeti, en son terakkî etse, nihâyet vilâyet-i kalbîye kadar ulaşır. Hazret-i Îşân’ın intikâlinden sonra 16 sene geçti. Onun halîfelerinin talebelerini gördüm. Uzak memleketlerden tarîkat mensûblarının hâllerini işittim. Eğer vilâyet-i kalbî hâllerine ve keyfiyetlerine ulaşmış iseler, ganîmetdir. Yüksek makâmların hâlleri anlaşılamaz. Oralara ulaşmak çok zordur. Her şeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir.
Başka biri de rüyâsında şöyle gördü. Gökte parlayan ve dünyâyı aydınlatan güneş, sanki yere düştü de bütün cihânı karanlık kapladı.
Gerçekten hazret-i Îşân’ın mubârek varlığı insanların emniyetine ve refâhına vesîle idi. O vefât eder etmez, çeşit çeşit hâdiseler çıkdı. Kıtlık ve vebâ hastalığı, tam üç sene her tarafı mahv etdi. Hindistân’da kaşınma ve çiçek hastalığı yayıldı. İnsanlar üç sene bu hastalıktan perîşân oldular. Çok insan öldü. Dünyâyı karıştıran fitneler zuhûr etti. Necef Hân ve çevresindekiler bu karışıklıklara sebep oldular ve suçlulara göz yumdular. Necef Hân da kısa zamânda öldü. Mâiyetinde bulunan devlet adamları ise, birbiriyle mücâdele ederek ölüp, gittiler. O zâlimlerden kimse kalmadı. Gerçi hazret-i Îşân, kendi kanlarını heder ederek kâtilini afv etmişti. Fakat, Allahü teâlânın dostlarına zarar gelmesinden dolayı gayreti, mazlûmların intikâmını ve haksızlığa uğrayanların hakkını almak içindi.
Şiir:
Hiçbir kavmi Hüdâ rüsvâ etmez,
Bir gönül sâhibi dert ile yalvarmadıkca.
Bu kaçınılmayan hâdiseler, hazret-i Îşân’a hemen hemen tamâmen malûm olmuşdu. Nitekim dîvânında şöyle buyurmakdadır. Beyt:
Benim mezârımın taşında gaybdan bir yazı buldular,
Bu maktûlün yabancılıktan başka kusûru yoktu diye.
O hazretin vefât ettiği gecenin gündüzünde, altı aydan beri hiç yağmur yağmadığı hâlde, o kadar yağmur yağdı ki, her tarafta rahmet suyu aktı. Mübârek mezârı üzerine o derece çok nûrlar ve bereketler aktı ki, ziyâretcilerin gönüllerini aydınlattı. Hazret-i Îşân’ın rûhânî teveccühleri, mezâr-ı şerîflerinin nûrlarından alabilenlerin hâlini kaplamakta ve bâtınlarında terakkî hâsıl etmektedir.
Fakîrden (Abdullah-ı Dehlevî “kuddise sirruh”) kalb mertebesinde teveccühler alan Mirzâ İbrâhîm Bey, hazret-i Îşân’ın mezâr-ı şerîfini ziyârete gitmişti. Hazret-i Îşân onun dimâg latîfesine teveccüh buyurdular. Bu teveccühün te’sîri onda üç ay devâm etti.
Asâlet Hân’ın çeşit çeşit dağınıklıklardan dolayı, bâtın hâllerinde za’îfleme olmuştu. Seneler sonra hazret-i Îşân’ın kabrini ziyârete gelip, rûhâniyetinden teveccüh buyurmasını istedi. Yarım günden fazla kabri başında rûhâniyetine müteveccih olarak oturdu. Önceki hâlleri tekrâr düzeldi. Sanki bâtınında hiç za’îfleme olmamış gibi döndü.
Bir dervîş, hazret-i Îşân’ın mezârını ziyâretim sebebiyle çok nûrlara ve fâidelere kavuştum, dedi.
Bir gün hazret-i Îşân’a: Bugün bu hizmetcinizin hâline teveccüh buyursanız diye arz ettim. Talebimi kabûl etdiler. İyi bir terakkîye kavuştum.
Hazret-i Îşân’ı ziyâret edip, huzûrlarından ayrıldığımda, bâtın hâllerinden iyi anlayan bir azîz bana, bugün hâllerinde terakkî olduğu anlaşılıyor dedi. Niçin olmasın ki, fakîre çok kuvvetli teveccüh buyurdular dedim.
Bu tarîkatdaki makâmların sâhibleri, kavuştukları her makâmda, hazret-i Îşân’ın mübârek mezârını ziyâret bereketiyle, bâtın nûrlarında terakkî ederler. Büyüklerden biri şöyle buyurmuştur. Hazret-i Îşân’ın mezâr-ı şerîfinin bâtınlara tam bir tesîri vardır. Bu şehirde, Tarîka-ı Ahmediyyede nisbetinin nüfûzu bu derece yüksek ve kuvvetli bir mezâr yoktur.
Bir şahıs, hazret-i Îşân’ın mübârek mezârı başında ikâmet etti. Bir gece namâz için kalkmak husûsunda kusûr işledi. Hazret-i Îşân mezârından çıkıp, onu îkâz etti. Sen beni vefât etmiş zan ediyorsun. Hâlbuki senin bütün hâllerin bana ma’lûmdur. Kalk namâz kıl, buyurdu. Hazret-i Îşân’ın muhlîslerinin hâllerine iltifâtı çoktur.
Mevlevî Naîmullah mühim bir işi yapmaktan âciz kalmıştı. Hazret-i Îşân “radıyallahü anh” rüyâda görünüp, bu işi biz yapacağız, buyurdu. Ertesi gün o mühim iş güzel bir şekilde hâlloldu.
Hazret-i Îşân Mazher-i Cân-ı Cânân’ın “kuddise sirruh” zevcesi: Hazret-i Îşân’ın zevcesi son derece iffet ve ismet sâhibi idi. Tarîkatı o hazretden aldı. Onun mubârek sohbeti bereketiyle huzûr ve âgâhlık mertebesine ulaştı. Sâlihâ kadınları irşâd için icâzet alıp, gönüllere sıcak tesîr yaptı. Güzel ve müjdeli rüyâlar görürdü. Bir gece Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kendisine son derece ihsânda bulunduklarını gördü. Bu sebeple bâtın hâlleri arttı. Hattâ o rüyâyı gördüğü yerden bir müddet hoş koku yayıldı. Hazret-i Müceddid “radıyallahü anh” ona teveccüh buyurdular. Onun yüksek teveccühlerinin bereketlerine kavuştu.
Hazret-i Îşân buyurdu ki: Zevcemde cünûn hâli peydâ olmuşdu. Fakîre az muvâfakât ediyordu. Bu sebeble bâtınında bir gevşeklik meydâna geldi. Bâtınî nisbetinin tesîri ve sıcaklıkları örtüldü. Lâkın fakîr onun cünûn hâlinden dolayı olan hareketlerini afv ettim. Çünki aklı olmayan mazûrdur. Beni gönülden sevenler de fakîre hürmeten ona yardımcı oldular ve fakîr için zarûrî bir şey olduğunu bilenler, onun kendilerine karşı olan muhâlefetlerine sabır ve tahammül ettiler. Böylece çok fâidelere kavuştular. Bu fakîre ihsân ve iyilikte bulundukları için, Allahü teâlâ onları en hayırlı mükâfatla mükâfatlandırsın!
VASIYYETNÂME
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hamd ve salâttan sonra fakîr Cân-ı Cânân Muhammedî Müceddidî, islâmiyyetin hükmünü ikrâr edenin ikrârı sahîhdir ve mu’teberdir. Fakîrden tarîkat alan sevdiklerime birkaç vasıyyetim var: Fakîrin cenâzesinin techîz ve defninde, sünnetten en ufak bir şeyi bırakmasınlar. Sonra mezârım üzerine türbe yapmasınlar. Hayâtta iken de bu âdetten uzak idim. İnsanlara Allahü teâlânın ism-i şerîfini öğretirdim. Bu kadar yeter.
Sevenlerimin hepsine vasıyyetim şudur ki, son nefeslerine kadar sünnete uymaya çalışsınlar. Allahü teâlâdan başkasını hakîkî maksûd bilmesinler. Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” başkasını uyulacak kimse bilmesinler.
Dervîşlerin ma’lûm rüsûm ve âdetlerinden, dünyâ ehlinden sakınınız. Dînî ilimlerle meşgûliyetten kendilerini ma’zûr görmesinler. Allahım, onları muvaffak eyle!