Tarîka-i Ahmediyyenin mensûblarına yapılan bir itirâzı gidermek hakkındadır. Bu yolda bulunanların hâllerinin, yüksek makâmların bulunduğuna dâir sözlerine uygun olduğunu bildirmektedir.
Kıymetli efendim! İki şüphe yazmışsınız. Biri, Serhend büyüklerinin halîfeleri yüksek makâmlar davâsında bulunmaktadırlar. Hâlbuki önceki evliyâda böyle şeyler meydâna gelmemiştir.
Diğeri ise: Onlar mürîdlerine yüksek müjdeler veriyorlar. Hâlbuki du- rumları o yüksek müjdelere delâlet etmemekdedir. O dervîşlerin önceki büyüklerle müsâvî hattâ onlardan üstün oldukları lâzım gelir. Bu ise doğru değildir, denilmektedir.
Birinci şüphenin cevâbı: Biliniz ki, önceki büyükler de, fenâ mertebesine ermekle berâber, yüksek kemâlât davâsında bulunmuşlar. Tasavvuf ehlinin kitâpları böyle sözlerle doludur. Hülâsâ bu tâifeden bir cemâat böyle şeyleri izhâr etmekle, açıklamakla memûrdur. Onlardan bir topluluk sekr hâlinin gâlib gelmesi sebebiyle mazûrdurlar. O hâlde onlar hakkında bu her iki ihtimâlden biri câiz görülebilir. Peygamberlikten başka hiçbir kemâl asâleten son bulmadı. Allahü teâlâ hakkında cimrilik mümkün değildir. O hâlde bu büyükler hakkında hüsn-i zanda bulunmaya ne manî vardır. Netîcede onlar sâlih müslümânlardır. Kemâl eserlerinin zuhûrundan murâd, eğer kerâmetin fevkinde olan istikâmet ise, bu manâ bu yolun açık ve kuvvetli delîllerinden olur. Za’îf delîllere itibâr yoktur. Eğer maksâd avâmın itibâr etdiği hârikulâde hâller ve mükâşefeler ise, bunlar tasavvuf ehlinin sözbirliği ile evliyâlığın şartlarından olmazsa olmazlarından değildir. Bütün ümmetin en üstünleri olan Sahâbe-i kirâmdan böyle şeylerin çok az meydâna geldiği malûmdur. Bu yolun mücâhede ve riyâzetleri, Sahâbe-i kirâm ve tâbi’în-i i’zâmda olduğu gibi, kitâp ve sünnete uymak olunca, bu yolda bulunanların zevkleri ve mevâcidleri de bu cemâatin zevklerine benzemektedir. Âyet-i kerîmede meâlen: “Mümterînden [şübheye düşenlerden] olma” [En’âm sûresi: 114. âyeti] buyurulmaktadır.
İkinci şüphenin cevâbı: Kemâl sâhiblerinin bâtınî durumlarını anlamak kolay bir iş değildir. Bilhâssa bu yolun nasıl olduğu bilinemeyen nisbetini herkes anlayamaz. Fakat doğru firâset sâhiplerine gizli değildir. Tâat ve riyâzetin çokluğu, zevk, şevk, tecerrüd ve ınkitâın ifrâtı demek olan zâhirî sebeplerde ihlâs ve riyâ sâhibleri, hak ve bâtıl ehli ortaktır. Bazen günâhların meydâna gelmesinden masûmlardan başkası mahfûz değildir. Gerçek şu ki: Nübüvvet zamânından uzaklaşıldığı ve kıyâmet yaklaşdığı için, zâhir ve bâtın işlerinde tam bir za’îflik meydâna gelmişdir. Fakat bu müjdeler asılsız değildir. Bu büyüklerin müjdeden maksatları, mürîdin o makâmdan bir pay aldığını bildirmektir. Yoksa meşhûr evliyâ gibi o makâmdaki kuvvete ve yükseğe eriştiklerini bildirmek değildir ki, bundan o büyüklerle müsâvî oldukları anlaşılsın. Fakat kâbiliyetli bir kimse, bir ömür boyunca bu işe ciddiyetle ve gayretle sarılırsa, o büyüklerin kavuşduğu nimete kavuşmuş olması imkânsız değildir.
Beyt:
Rûhu’l-kudüsün feyzi yine imdâd ediyor,
Başkaları da Mesîhin yapdığını yapıyor.
Biliniz ki, bu büyüklerin nisbeti in’ikâsîdir. Tıpki güneşin ışığının aynada yansıması gibidir. Mürşidin nûrlarının mürîdin kalb aynasına gelmesi in’ikâsın (yansımanın) hakîkate dönüşmesi, mürîdin kemâle ermesi ve erdirebilme mertebesine ulaşması için bir fırsat lâzımdır. O hâlde bazen makâmın aksi mürîdin bâtın aynasına düşer. Fakat henüz o makâm tahakkuk etmemiş, gerçekten o makâma kavuşmamıştır.
O makâm sâdece kalb aynasına aks etmiştir. Mürşid keşf-i dakîk ve nazar-ı tahkîk ile sâdece mürîde o makâmı müjdeler. Ayrılıktan, aksin kaybolmasından sonra aynı hizâda olma ve aksleşme şartıyla zuhûr etmiş olan o nisbet örtülü kalır. Sonra eserleri zuhûr etmez. Bu hatâlar bu zemânda çok revâç bulmuş olup, pîrler arasında nisbet-i keşfîye kavuşan azdır. Mürîdlerin makâm müjdesini isteme ve irşâd icâzetini alma husûsundaki himmetleri za’îf olduğu için, bir tahammülsüzlük içindedirler.
Sonraki Mektup –> 3. Mektup