6. BÖLÜM

Mazher-i Cân-ı Cânân hazretlerinin hazret-i Hâce Muhammed Efdâl’den “rahmetullahi aleyh” istifâdesi:

Buyurdular ki: Hazret-i Şâh Gülşen’e “rahmetullahi aleyh” kendisine talebe olmak istediğimi arz ettim. Siz zamânın şeyhi olacaksınız. Fakîr, o kadar, tarîkat âdâbına dikkatli değilim. Bazen simâ’ dinlemekdeyim. Bazen cemâatsiz namâz kılmaktayım. Siz başka bir yere gidiniz, buyurdu. Sonra hazret-i Hüccetullah Nakşibend “rahmetullahi aleyhimâ” torunu ve halîfesi olan hazret-i Muhammed Zübeyr’e gitdim. Fakîre çok iltifât etdi. Oğluna dedi ki: Zâhir âdâbıyla ve bâtın nûrlarıyla süslü olan böyle azîzlerle görüşmek lâzım. Fakîr, ayaklarını öptüm. Buyurdular ki: Siz bizdensiniz. Bu yolda sohbet şarttır. Sizin kaldığınız yer uzak. Her gün gelemezsiniz. Hazretten size ulaşan nisbet asıldır. Onu iyi muhâfaza ediniz. O size yeter. Ondan sonra Hâce Muhammed Efdâl’den teveccüh istedim. Buyurdu ki: Siz basîretle sülûk yapmışsınız. Makâmları keşf etmişsiniz. Makâmların keşfi ve ilmi bizde o kadar yok. Onun için bizden fazla istifâdeniz olmaz.

Buyurdular ki: Gerçi o hazretden görünüşde istifâde olmadı. Lâkin hadîs-i şerîf dersi vesîlesiyle bâtın-ı şerîflerinden feyzler akıyordu. Arz sırasında nisbet kuvvetleniyordu. Hadîs-i şerîf okurken Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” nisbetine dalmak ele geçiyordu. Nûrlar ve bereketler çok görülüyordu. Bu esnâda Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” teveccüh iltifâtına şâhid olunuyordu. Nübüvvet kemâlâtına nisbeti gâyet geniş ve nûrların çokluğu gâyet âşikâr oluyordu. (Âlimler peygamberlerin vârisleridir) hadîs-i şerîfinin manâsı âşikâr oluyordu. Hâce Muhammed Efdâl “rahmetullahi aleyh” Şeyhül hadîs idi. Fakîrin sohbet pîri idi. 20 yıl ondan zâhirî ve bâtınî fâideler elde etdim. Kutbu irşâd olan Muhammed Zübeyr’in vefâtından sonra hazret-i Hâcı Sâhib’in halîfesi olan Şeyh Muhammed A’zam şöyle dedi: Kutubluk mertebesi bana intikâl etdi. Hazret-i Muhammed Zübeyr’in sînesinde akan irşâd nehri benim bâtınımda akmaktadır. Bunun üzerine Hâce Muhammed Efdâl dedi ki: Onun yüzüne bak, o mertebeyi Mirzâ Cân-ı Cânân’a verdiler. Bu zamânda tarîkat medârı onun zâtıdır. Tâliblerin ona mürâcaatının çokluğu bu sözümüzün delîlidir. Görmüyor musun, onun talebeleri yüksek makâmlara ulaşmışlartır. Onun feyz vermesi hergün artmaktadır.

Buyurdular ki: Bir gün bir şahıs Hâce Muhammed Efdâl’in “rahmetullahi aleyh” huzûrunda şunları anlattı: Rüyâda ateş dolu bir sahrâ gördüm. Hindlilerin ilâhımız dedikleri (kerşen) ateşin içinde, (ram çender) ise ateşin kenârında idi. Bir şahıs bu rüyâyı şöyle tabîr etdi. Kerşen ve ram çender kâfirlerin ileri gelenlerindendir. Cehennem ateşinde azâb görmektedirler. Fakîr (Mazher-i Cân-ı Cânân) dedim ki: Bu rüyânın başka bir tabîri de vardır. Dîn-i islâma göre, küfrü sâbit olmadan, geçmişde yaşamış belli bir kimsenin küfrüne hükmetmek câiz değildir. Bu ikisinin durumları hakkında kitâp ve sünnette bir şey bildirilmemiştir. Fâtır sûresi 24. âyet-i kerîmesinde meâlen: (… Hiçbir ümmet yoktur ki, içlerinde Cehennem ile korkutucu bir peygamber geçmiş olmasın) buyurulan âyet-i kerîmeye göre, bu topluluğa da müjdeleyici ve korkutucu gelmiştir. Bu durumda bunların velî veyâ nebî olması muhtemeldir. Cinnîlerin yaratılışının başlangıcında ortaya çıkan ram çederin o vakit ömrü uzun ve kuvveti çok idi. Zamânındaki insanları bir çeşit sülûk ile terbiye ediyordu. Kerşen bunların büyüklerinin sonuncusudur. O zamân öncekine göre ömrü kısa ve kuvveti za’îfdi. Zamânındaki insanları bir çeşit cezbe ile irşâd ederdi. Ondan nakledilen gınâ ve simâ’ cezbeye göre zevk ve şevkin olduğuna delîldir. Sonra aşk ve muhabbete göre harâretler ateş sahrâsı sûretinde göründü. Muhabbet keyfiyetlerine dalmış olan kerşen ateşin içinde göründü. Sülûk yolunu tutan ram çender o ateşin kenârında göründü. Doğrusunu Allahü teâlâ bilir. Hazret-i Hâcı Sâhib “rahmetullahi aleyh” bu tabîri beğendiler ve çok hoşlarına gitti.

Bu kitâbın muellîfi fakîr (Abdüllah-i Dehlevî hazretleri) dedi ki, hazret-i Hâcı Sâhib’in “rahmetullahi aleyh” halîfelerinden Ebû Sâlih Hân, Müntehrâ denilen yere gitmişti. 7 rupyelik bir ihtiyâcı olmuştu. Bir gece teheccüd namâzı kılıyordu. Hindlilerin bahsettikleri kerşen sûretinde bir şahıs görünüp selâm verdi ve ihtiyâcı olan meblâgı ortaya koydu. O, namâzı bitirinceye kadar bekle dedi. Namâz bitdikten sonra ona ismin ne diye sordu. O, adım kerşen, bizim memleketimize gelmişsin. Bu 7 rupye sana ikrâmımız olsun dedi. Ebû Sâlih Hân: Ben Muhammedîyim, Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem” bizim peygamberimizdir. İhtiyâçlarımızın giderilmesinde vâsıta olarak o bize yeter. Biz yabancı birisinin hediyesini almayız dedi. Kerşen bunları duyunca ağladı. Biz âhir zamân Nebîsinin vasfını ve Ona “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olanların ihlâsını işitmiştik. Şimdi işittiğimizden fazlasını gördük. [Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî’de, Ram ve Kerşen hindlilerin iki putu diye anlatılıyor. Bu iki şahsı sonradan hindliler de putlaşdırmış olabilir.]

Hazret-i Îşân buyurdu ki: Hâce Muhammed Efdal’in “rahmetullahi aleyh” nisbeti son derece belirsiz ve latîf idi. Erbâb-ı vilâyet onu idrâkden âcizdir.

Bir gün onların huzûrunda bulunuyordum. Buyurdu ki: Bugün hazret-i Muhammed Zübeyr’in eshâbından biri yanımızda oturmuştu. Sonra yine onun eshâbından başka biri geldi. Her ikisi de murâkabeye varıp, birlikte: “Bizim ve sizin bâtınınızda onun (hocamız Muhammed Zübeyr’in) nisbet ve keyfiyetleri görünüyor. Hazret-i Hâcı Sâhib’in nisbetine o kadar daldık ki, onun nisbet ve keyfiyetleri hiç görünmedi. Bu fakîr zât-ı âliniz pîr hazret-i Muhammed Zübeyr’den ve hazret-i Şeyh Abdül Ehad’den senelerce bâtın nisbetini aldınız. Sonsuz, yüksek ve latîf bir nisbete kavuştunuz. Aşağıdaki nisbet sâhibleri yüksek makâmlara nasıl kavuşurlar. Mu’âmelenin hakîkatine nasıl erişirler. Bu insanlar zevk ve şevk nisbetinin harâretlerini anlatabilirler. Fakat hânedân-ı Ahmediyyenin nisbet kârhânesi, sofiyyenin bilinen tavrından ötededir. Kemâlât-ı ilâhiyye çeşitli yerlerde zuhûr etmektedir. Akıl onu anlayamaz. Nitekim Tâhâ sûresinin 110. âyet-i kerîmesinde meâlen, (… Kulların ilmi ise aslâ bunu kavrayamaz) buyrulmuştur, dedim. Bu sözlerim çok hoşlarına gitti. Buyurdular ki: Ona (Hâce Muhammed Efdâl’e) fenâ ve yokluk hâli gâlib geldi. İnsanların sürçmelerini, ma’kûl bir te’vîl ile gösterip ma’zûr tutardı. Bu fakîr bu nasîhatı ondan alıp, kendilerinden çok fâideler gördüm.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler