5.  BÖLÜM

Mazher-i Cân-ı Cânân hazretlerinin Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî’den “rahmetullahi aleyh” istifâdesi, ona talebe olması:

Buyurdular ki: 18 yaşında idim. Bir zât bana Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî hazretlerinin büyüklüğünden, kemâlâtından bahsetti. Onun üstün vasıflarını işitince, gayrı ihtiyârî kalbim ona tutuldu. Huzûruna erişmek seâdetine kavuşmak arzûsu peydâ oldu. Huzûruna gidip, o hazretin marifet yağdıran mübârek yüzünü görmekle şereflendim. Dînin emirlerine riâyet eden, sünnet-i seniyyeye uyan, Allahü teâlânın ahlâkıyla ahlâklanmış bir zât olduğunu gördüm. Mübârek sohbeti kalbe safâ veriyor, câna can katıyordu. İyice anlamıştım ki, arayanlar maksâda onun huzûrunda kavuşuyor. Ölmüş kalbler onun huzûrunda dirilip, itminâna eriyor. Hakka kavuşmak orada oluyordu.

Bana niçin geldiniz buyurdular. İstifâde için geldim, diye arz ettim.

İstihâresiz talebe kabûl etmezler, tarîkatı telkîn buyurmazlardı. Fakat Allahü teâlânın lütuf ve ihsânıyle hiç duraklama göstermeden, bu fakîre teveccüh buyurdular. Beş latîfem Allah mübârek ismini zikretmeye başladı. Bir teveccühle beş latîfenin Allahü teâlâyı zikretmesi, sâlikin tecelli-i sıfata mazhâr olması, o büyüklerin husûsiyetlerindendir. Teveccühü bâtınıma öyle tesîr etti ki, kendimi aynada onun sûretinde buldum. Gönlümde ona karşı tam bir muhabbet ve derin bir bağlılık hâsıl oldu.

Talebelerin hâllerine son derece dikkat eder, harâmlardan sakınmayı tenbîh ederdi. Bir gün yolda giderken, her nasılsa bir nâmahreme gözüm takıldı. Huzûrlarına varınca, buyurdu ki, sende zinâ zulmeti görülüyor. Herhâlde gözün bir nâmahreme değmiş, buyurdu. O sırada bana teveccüh ettiler. O yersiz bakışın zulmetini kalbimde buldum.

Bir gün de yolda bir sarhoşa rastladım. Huzûruna vardığımda: “Bu gün sizin bâtınınızda içki zulmeti görülüyor. Her hâlde içki içen birine rastlamışsınız” buyurdu ve bana nazâr etdiler. İçki zulmetini kendimde gördüm.

Buyurdular ki: Fâsıklarla karşılaşmak bu bâtın nûrunu hep bulandırır. Mâzallah! Bir kimse günâh işlese, hocam onu fark ederdi. Aynı şekilde talebelerinin yaptığı işlerin nûrlarını onların bâtınlarında görürdü. Eğer kelime-i tehlîl okuyup, huzûruna gitsem, bugün kelime-i tayyîbeyi tekrâr etmişsiniz, buyururdu. Salevât-ı şerîfe okuyup, gidince de, bu gün sizde salevât-ı şerîfe nûrları görünüyor, buyururdu.

Bir gün, salevât-ı şerîfede adede riâyet edilmedi, buyurdu. Fakîr, evet, fakat adedi nasıl anlaşılır diye arz ettim. Nûrlar gül gibi yüz parça yaprak şeklinde görülür, buyurdu.

Buyurdular ki: Bir gün hocamın emriyle susam kökünü ilâç yapmak için dövüyordum. İnceldi mi buyurdular. Evet dedim. Sonra mübârek eliyle bakıp, henüz incelmemiş. Bir şey hakkında araştırmadan konuşmamalı, yoksa söz yalan olur, buyurdular.

Buyurdular ki: Hocam Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî hazretlerinin sohbeti bereketiyle kısa zamânda tarîkat hâlleri ve keyfiyetleri bâtınımı kapladı. Peşpeşe gelen cezbeler kalbimden mâsivâ sevgisini boşalttı. Allahü teâlâya yakınlık hâli beni kapladı. Kimseye ülfet ve yakınlık bırakmadı. Şevkin verdiği bîtaplıklardan bende uyku, yeme, içme kalmadı. Başım açık, ayağım yalın vîrânelerde dolaşıyordum. Şiddetli açlıktan biraz ağaç yaprağı yiyordum. Zamânımın çoğu murâkabeye dalmakla geçiyordu. Teveccüh ve bekleyiş gönlümü hakîkatlerin hakîkatine çeviriyordu. Nihâyet kalb latifesi gereğince huzûr ve ihsân hâli ele geçti. (Allahü teâlâya Onu görür gibi ibâdet etmek) hâli hâsıl oldu. Mahviyyet, fenâ, bekâ, kalb erbâbı arasında bilinen maksûda kavuşmak nasîb oldu. Düşüncelerin gönülde dolaşması durumu kalmadı. Tevhîdin sırrı açıldı. Artık taşlar, kerpiçler bana mahbûbun sûretinde görünüyordu. Bazen da gayriyet önümde kaybolan bir hayâl oluyordu. Ve ağlamak benim sermâyem oldu. Âh ve inleme gönlümdeki bîtablığı artırdı. Ya Allahü teâlânın korkusundan ve günâh işlemek pişmânlığından, yâhud içimdeki yanma ve erimeden dolayı açıktan yapdığım zikir, kalbimdeki inceliği arttırıyordu. Veyâ vecd ve hâl erbâbının keyfiyetlerinin aksetmesinden gözlerimden yaşlar akıyor veyâ cezbe makâmının harâret ve bîtablığından gözyaşı cevheri sermâyem oluyordu.

Şiir:

Bir bülbül hoş renkli bir gülün yaprağını gagasında tutdu,

O yaprak için inleme dolu hoş na’meler yapdı.

Ona bu kavuşma için böyle inleme nedir dedim, Sevgili bize böyle yapınca görünmektedir, dedi.

Kalb latîfesinin aslıyle olan vuslat, şevk bîtablıklarına sebeb olup, güzellerin cemâlini görmeğe, zevk namelerini ve ağlamalarını dinlemeye vesîledir. Hülâsa bir müddet zevk ve şevk ile geçti. Sekr ve mestlik mâsivâyı unutturdu. Nihâyet kalb latîfesinin saltanâtı sona erdi. İş dimâg latîfesine düştü. Şevk ateşi söndü. Âh ve inlemeye tâkat kalmadı. İtminân ve zevksizlik el verdi. Bu durumdan hocama şikâyet ettim. Son derece teessüfle, şimdi o keyfiyetler nerede, bu tatsızlıklar mübârek olsun, buyurdu. Bu makâmda başka hâller hâsıl oldu. Cezbeler, teveccüh ve intizâr kalb latîfesini benden kaptığı gibi, dört latîfe ve nefs latîfesinde hâsıl oldu. Nefsin fenâsı, ahlâkı güzelleştirme, istihlâk (kendini yok görme), izmihlâl (yok olma), ayn ve eserinin zevâli (cismin ve eserinin yok olması), enenin yok olması hâllerinin hepsi hâsıl oldu. Sıfat ve kemâlâtı aslâ âid ve kendimi tam yok olarak gördüm. İlimler ve marifetler bu makâma uygun olarak el verdi. Nisbet nûrlarında genişlik peydâ olup, bedenimi kuşatdı. Dimâg latîfesinden kalbe akan düşünceler de gitti, yok oldu. Hazret-i Müceddid “radıyallahü anh” her latîfenin sülûkunu ayrı ayrı yaptırdılar. Onlardan sonra kalb latîfesi ve nefs latîfesinin sülûkunu yaptırmak ve bunların tehzîbi yerleşdi. Çünki, bu iki latîfenin içinde, rûh latîfesi, sır latîfesi, hâfî ve ahfâ latîfeleri de nûrdur ve safâdır. Kendi aslında fenâ ve bekâ bulur.

Buyurdular ki: 4 yıl Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî hazretlerinden istifâde etdim. Tarîkat ta’lîmi için bana izin verdiler. Teberrüken hırka-ı şerîf ihsân ettiler. Ehl-i sünnet ve cemâ’at i’tikâdına sarılmayı, sünnete uymayı ve bid’atden sakınmayı tavsiye buyurdular.

Buyurdular ki: Hazret-i Şeyh Abdül Ehadin halîfesi Şâh Gülşen “rahmetullahi aleyhimâ” bize sordu ki: Pîriniz size hangi makâmın müjdesini verdiler. Bâtınî seyr ve sülûkunuz nereye ulaşdı. O bu fakîre bunları söylerken, o makâmın hâllerini ve vâridâtlarını kendimde görüyor ve onları izhâr ediyordum. O da bunları görerek hayret ve inkârla, sizin pîriniz yüksek davâlarda bulunuyor. Bu nisbet meşhûr kabirlerde bile yok, dedi. Fakîr, hocam Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî hazretlerinin huzûruna varıp, Şâh Gülşen zât-ı âlinizi inkâr ediyor ve şöyle şöyle diyor diye şikâyette bulundum. Buyurdu ki, siz niçin ona gittiniz. Onun ilmi Allahü teâlânın ilmi değildir ki, bir şeyi ihâta etsin. Biz peygamber değiliz ki, bizi inkâr küfrü îcâb etdirsin. Evliyâlık davâsında değiliz ki, bizi inkâr fıska götürsün. Lâkin Şâh Gülşen ile görüşen ile görüşmemeli. Çünki bir kimse senin pîrini inkâr ederse ve sen o kimseyle iyi olursan köpek senden dahâ iyidir. [Bu söz Şeyhülislâm Abdüllah-i Ensârî’nin “rahmetullahi aleyh” sözüdür.]

Aradan bir sene geçmişti. Şâh Gülşen’le karşılaşdığımızda bana, Pîrini inkâr ettiğim için bana kırgın mısın, dedi. Ben de evet dedim. Bunun üzerine şöyle dedi. Allahü teâlâ sizin pîrinizin kemâlini bana gösterdi. Bir gün pazarda oturmuştum. Oraya at üzerinde bir zât geldi. Bütün pazar aydınlandı. Birisi bu zât Mirzâ Cân-ı Cânân’ın mürşididir, dedi. Peşinden gidip, girdiği eve girdim. Evi Beytullah gibi, nûrlar ve safâ dolu gördüm. Her taş ve kerpiçten Evliyânın ekserîsinin kabrinde görüldüğü gibi ilâhî keyfiyetler kaynıyordu. Fakîr [Mirzâ Cân-ı Cânân] hazret-i Seyyidin [Muhammed Bedevânî’nin] huzûruna gidip, Şâh Gülşen bu gün zât-ı âlinizi çok anlattılar, dedim. Dahâ önce onun inkârının kendisinde hiç tesîri görülmediği gibi, onun şimdi medh ve kabûlü ile de kendisinde aslâ sevinç ve neşe hâli görülmedi. Çünki, onun insanların medh ve zemmîne ihtiyâcı yokdu. Rızâ ve teslîmiyyet onun tabi’î hâli idi.

Buyurdular ki: Mubârek hocam Seyyid Nûr Bedevânî hazretleri vefât etdikden sonra, kabirlerinin nûrlarından istifâde etmeye çalıştım. 6 yıl ziyâret ettim. O hazretin rûhânî teveccühleriyle bâtınımda terakkîlere kavuştum. Bâtın sülûkum, sıfatların, şü’ûnâtın ve aslların seyrini geçti. İsbâtın ism-i şerîfinin tecellîlerine kaldı. Bâtın nisbetimde açık değişiklikler ve şaşılacak hâller gördüm. Nitekim Muhammed Sıddîkın halîfesi Alî Keşmirî “rahmetullahi aleyhimâ” bu fakîr hakkında şöyle buyurdu: Hazret-i Seyyidin mezârını çok ziyâret etmeniz sebebiyle sizin nisbetiniz- de başka bir parlaklık ve yükseklik hâsıl oldu. Dedim ki, fakîr de hâllerimde terakkî görüyorum.

Buyurdular ki: Hazret-i Seyyid rüyâda şöyle buyurdu: Kemâlât-ı ilâhî sonsuzdur. Sınırlı ve sonlu olan ömrünüzü taleb yolunda harcamalısınız. Kabirlerden istifâdeye izin yok. Hayâtta olan bir büyüğün huzûruna gidip, yakınlık makâmlarını elde etmelisiniz. Bu husûsta defalarca emr-i şerîfleri oldu. Bunun üzerine fakîr emir gereğince zamânın büyüklerine mürâcaat ettim.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler