Bu mektûb, simâ’ı bildirmektedir.
Kıymetli efendim! Simâ’ meselesinde fıkıh âlimleri ve tasavvuf büyükleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” arasında kuvvetli bir ihtilâf vardır. Fıkıh âlimleri, ifrâta mâni olması için simâ’ın mutlak harâm olduğunu, tasavvuf ehli ise, zevkin ve hâlin artmasına vesîle olduğu için, mutlak helâl olduğunu söylediler. Doğrusu şudur: Simâ’ iki kısımdır. Biri, fitne mahalli olmayan yerde bir şahsın şer’an mahzûrlu bir şey karıştırmadan, vezinli bir sesle inşâd etmesidir. Bundan, dinleyenlerin bâtınında bir fesad meydâna gelmez. Belki kalbde bir sevinç veyâ hüzün hâsıl olur. Bu kısım simâ’ elbette mubâhdır. Çünki iki mubâhtan meydâna gelmektedir. Biri vezinli söz, diğeri vezinli sestir. O hâlde niçin mubâh olmasın. Yine nikâh gibi dînî işlerin yapılmasını kolaylaştırmak ve büyüklerin teşrîfini sağlamak için, ilk asırda simâ’ yapılmıştır. Ümmet arasında takvâ sâhibleri ve ulemâ bazen simâ’ yapmışlardır. Böyle olduğu hadîs kitâblarından anlaşılmaktadır. Yalnız bu iş, büyüklerden rastgele meydâna gelmiş olan ve yapılması zarûrî bir iş değildir.
İkinci kısım simâ’a sonradan gelenlerin ekserîsi rağbet etmiş ve ona ciddî olarak sarılmışlar. Meşru olmayan şeyleri de ona karıştırmışlardır. Bu kısım simâ’, mubâh olmayan şeyler karıştığı kadar, mekrûhluktan harâmlığa kadar varır. Sözbirliği ile harâm olan şeylerin mubâh olduğuna itikâd etmek küfre düşürür. Kemâl erbâbından bir cemâatin mubâh olan simâ’a da rağbet etmemesi, zevk ve tabîat itibâriyledir. Şer’î ahkâmdan olduğu için değildir. Meselâ şarâb içen, tatlı mezeye rağbet etmez. Bununla berâber bunlardan biri, diğerinin mezesine bir şey demez. Bunun gibi Çeştîyye büyüklerinin yolunun zevki, şarâb zevkine benzemektedir. Na’melerin verdiği coşkunluktan zevk alıyorlar. Sükûttan, sessizlikten böyle zevk almıyorlar. Nakşibendiyye büyüklerinin yolunun zevki, afyonun bulunmasına uygundur. Sükûttan haz alırlar. Hareketlilikten haz almazlar. O hâlde bu ihtilâfın menşei, zevkten ve tabîattan kaynaklanmaktadır. Şer’î bir sebepten değildir. Bütün hak tarîkatların büyükleri dîne tâbidirler. Hevâ ve tabîatlarına tâbi değildirler. Yine hepsi mubâh olan şeylerden de sakınmakta sözbirliği etmişlerdir. Her iki tarafta bulunan câhillerin sözlerine itibâr yoktur. İfrât ve tefrît yasaktır. Bu meselenin tafsîlâtı Hüccetü’l-islâm imâm-ı Gazâlî, Şeyhü’ş-şüyûh Sühreverdî ve diğerleri gibi tahkîk ehli olan derîn âlimlerin yazdıkları geniş kitâplardan öğrenilmelidir. Elhamdülillah, bu fakîr mubâh olmayan simâ’dan tevbe ettim. Mubâh olan simâ’yı ise terk ettim. Simâ’ın mubâh olması veyâ olmaması husûsunda Kitap ve sünnete tâbiyim. Zevk ve vicdânla ilgili bundan fazlasını konuşmak zarûrî değildir.
Tasavvuf ehlinin kitâplarında, doğru hâl sâhiplerinin ve yüksek makâma kavuşmuş olanların, mubâh olan simâ’dan dolayı can verdikleri bildirilmektedir. Tasavvuf ulemâsının zevklerine vâkıf akl-ı selîm ve sahîh zevke sâhib olan kimseler, bu kadar açıklamayı kâfi görür. Sözlerin en hayırlısı az ve maksadı ifâde edenidir. Vesselâm.
Sonraki Mektup –> 13. Mektup