Bu mektûb, şiddetli belâya mübtebî olan velînin sabretmesi ve o belânın giderilmesi için duâ etmemek fazîletli olduğu hâlde, Eyyûb aleyhisselâmın belânın kalkması için duâ yapması sebebiyle, onun sabrından şüphenin giderilmesi hakkındadır.
Büyüklerden biri, hazret-i Eyyûb aleyhisselâmın başına gelen musîbete benzeyen şiddetli bir musîbete mübtelâ oldu. Başka büyük bir zât da onu ziyârete gitdi. Hâlin nasıl diye sordu. Şöyle cevâp verdi: Hâlimi görüyorsun, henüz “Yâ Rabbî bana bir zarar dokundu” demedim. Henüz Eyyûb aleyhisselâm gibi canımdan bezmedim. Emân istemedim. Bu durumda bu velînin sabır makâmı Eyyûb aleyhisselâmın sabır makâmından dahâ yüksek olduğu anlaşılıyor. Sabır makâmı çok yüksek bir makâm olduğundan, bundan velînin nebîye üstünlüğü lâzım geldiği anlaşılmaktadır. Bu şüpheyi giderir misiniz, diye yazmışsınız.
Cevâp: Kıymetli efendim! İlk bakışta böyle bir şüphe meydâna geliyor. Fakat iyi düşünülürse, böyle bir şüpheye lüzûm yoktur. Şöyle ki, gerçi Eyyûb aleyhisselâm (Yâ Rabbî bana gerçekten hastalık isâbet etti. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin) (Enbiyâ sûresi: 83) ve yine (Gerçekten şeytân beni zorluk ve eleme uğrattı) (Sâd sûresi 41) dedi. Bu âyet-i kerîmeler, zâhiren onun başına gelen musîbetten dolayı âciz kalıp, sabretmediğini gösterse de, gizlileri bilen Allahü teâlâ (Gerçekten biz onu sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu. Şüphesiz o tamâmen Allaha yönelmişti) (Sâd sûresi: 44) buyurmaktadır. Buradan şu anlaşılmaktadır. Eyyûb aleyhisselâmın zâhiren sabır göstermemesi de sabırla ilgili başka bir inceliği ihtivâ etmektedir. Yoksa Allahü teâlâ, onun sabırsızlığı açık olmakla birlikte onun sabırlı olduğunu bildirmiş olur ki, böyle bir şey düşünmek mümkün değildir.
Buradaki incelik şudur: Eyyûb aleyhisselâm, mallarının, evlâdının helâk olması, şiddetli hastalık, fakîrlik ve insanların kendisini aşağılaması gibi belâlara uzun müddet sabır gösterdi. Ancak rahmet-i ilâhînin ulaşması vakti geldiğini görünce ve bu musîbetin kalkmasının yalvarmaya ve inlemeye bağlı olduğunu bilince, sabır makâmını geçip, bütün makâmların üstündeki rızâ makâmına ulaştı. Sabırsızlık ârına sabretdi. Yalvarmaya ve inlemeye başladı. Bu edebinin karşılığında “O ne iyi kul idi” diye medh edildi. “O gerçekten evvâb idi” makâmına kavuştu. Evvâb kelimesi Evb kelimesinden türemiştir. Yanî nefsin hevâsı olan sabra senelerce dönmedi. Bilâkis, Hakkın rızâsına rücu etti, döndü. Elhamdülillah, Hak teâlâ onun imdâdına yetişti. Onun hâlinin görünüşü sabırsızlık olmakla berâber, Allahü teâlâ onun bâtınına bakıp, onun sabırlı olduğunu bildirdi. (Gerçekten o, tamâmen Allaha yönelmişti) (Sâd sûresi: 44) buyurdu.
Hazret-i Şeyh-i Ekber “radıyallahü anh” Füsûs kitâbının Eyyûb aleyhisselâm ile ilgili bölümünde buyurdu ki: “Sabır, nefsi başkasına şikâyette bulunmaktan men etmektir. Hazret-i Eyyûb aleyhisselâm, başkasına şikâyette bulunmayıp, hâlini Allahü teâlâya arz etti. Bu itibârla o, sabrı terk etmiş olmadı.” Bu açıklama bu şüpheye cevâp olamaz.
Çünki o velî de, başına gelen musîbetin kalkması için tazarrû ve niyâzda bulunmadı. Bu sebeple o velînin sabrının Eyyûb aleyhisselâmın sabrından fazla olduğu şüphesi kalkmamaktadır. Hâlbuki burada maksat, velînin nebîden üstün olduğu şüphesini gidermekdir. Nübüvvet ve ubûdiyyet kemâlâtının zevkinden ve rızâ makâmının kemâlinden habersiz olan bu bîçâre velî, sekr hâli sebebiyle her söylediğinde mazûr idi. Vesselâm.
Sonraki Mektup –> 11. Mektup