Bu mektûb, Tarîka-i Müceddidiyyenin bazı derecelerinin beyânına dâirdir. Şâh Ebül-Feth’e cevâp vermektedir.
Ömerî ve ayrıca mahdûmzâde olan zât-ı âlinizin iltifâtkâr mektûbu geldi. Rûhumuzu râhatlatıp, ihlâs nisbetini tâzelendirdi ve kuvvetlendirdi. Sülûkun başına ve sonuna dâir yazdıklarınız mütâlaa edildi. Görülen bu tavırlar ve eserler ümmîd vericidir. Bilhâssa hâsıl olan bu işlere ki insanların ekserîsinde bunlar aldanmaya sebeptir, kıymet vermek Allahü teâlânın rızâsını kazanmada yardımcı olmak için, biz nâmurâdlara talepte bulunmak, vahdet-i vücûd dalgalarından korunmak için kenâra çekilmek, riyâzetleri sünnet-i seniyyeye tâbi olmak, marifetleri şerîat-ı âliyyenin hakîkatlarının esrârı olan büyüklerimizin nisbetini arzû etmek, talebin ve yüksek himmetin delîlidir. Allahü teâlâ sizin iyi hâllerinizi ve yüksek derecenizi mübârek kılsın.
Kıymetli efendim! Yüksek babanızın ve hazret-i Meyân Himmet Hân Sâhib’in şaşılacak vâridâtları ve hâlleri, gaybet hâlinin kaplaması ve vahdet-i vücûd hâlinin zuhûru ile ilgili yazdıklarınızın hepsi kalb latîfesinin telvînâtının eserleridir. Bu latîfenin nihâyeti, imkânın dar alanından çıkıp, vücûbun sonsuzluğunun genişliğine ulaşmaktır. Teayyunât-ı âlemîn mebdeleri olan esma ve sıfatın zıllerinin dâiresini seyretmek, mebde-i ayn-ı emr olan zılli hâsda fânî olmak ve bu zılle bekâ elde etmekdir. Bu manâya tasavvuf ehlinin ıstılâhında kalbin fenâsı ve evliyânın vilâyeti olan vilâyet-i sugrâdır. Vahdet-i vücûd marifetleri, sekre sebeb olan vilâyet-i zıllîden doğmaktadır. Bu makâmda kalbin zımminde nefse de fenâdan bir miktâr (benzerlik) hâsıl olur. Bu vilâyetin hâsıl olduğunun alâmeti, devâmlı Allahü teâlâ ile olmaktır. Öyle ki artık ondan sonra gaflet meydâna gelmez. Mâsivâya bağlılık hiç kalmaz. Bundan dahâ yüksek bir makâm vardır ki, o makâmda sâlik, esmâ ve sıfat diye anılan bu zıllerin asıllarına seyr eder. Ve âlem-i halkdan olan nefs latîfesi ile mu’âmele hâsıl olur. Nitekim önceki makâmda âlem-i emirden olan kalb ve diğer 4 latîfe ile ve zıllerin merkezine kadar bunlar meydâna gelmişti. Burada, nefse fenânın hakîkati hâsıl olur. Nefs-i emmâre mutme’in olur. Düşman ve muhâlif olan, seven ve muvâfık olur. Bu fark ba’del cem makâmı olunca doğru bir temyîz kâbiliyeti elde edip, Hakkın halkdan (yaratıklarından) ayrı olduğunu bildiren vahdet-i şühûdun sırrı anlaşılır. Bu yüksek makâma kavuşmak, mahbûb-ı hakîkînin râzı olduğu şeylere yapışmak ve beğenmediklerinden sakınmak hâlidir. O derecede ki, artık aradan külfet, beğenilenleri yaparken ve beğenilmeyenlerden sakınırken zorlanma kalkar. Şerîat onda tabîat hâline gelir. Düşünmeden ve külfetsiz, Kitâp ve sünnete göre itikâd ve amel müyesser olur. Bu makâma fenay-ı nefs ve Enbiyânın aleyhimüsselâm vilâyeti olan vilâyet-i kübrâ denir. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olmanın bereketiyle, ümmetinin havassına, seçilmişlerine de hâsıl olur. Burada hüvelbâtına âit kemâlâta seyr edilir. Bu vilâyetin hâsıl olmasının faydası, tecelliy-i zâta kâbiliyet, elverişlilik hâsıl olmasıdır. Bu makâmın üstü nübüvvet ve risâlet kemâlâtıdır. Burada esmâ sıfatın hazret-i Zâttan teâlet ve tekaddeset ayrı olmamakla berâber, ârifin müşâhede ettiği zâtın yalnız tecellîsi vâki olur. Burada nefs latîfesinin asılları olan anâsır-ı erbe’a ile meşgûl olunur. Yanî vilâyet-i ülyâda, toprak hâriç üç unsûr ile, nübüvvet kemâlâtında yalnız toprak unsûru ile meşgûl olunur. Yüce zâtın çok itibârları ve şu’ûnları olsa da bu makâmların yukarısında da makâmlar vardır. Bunlar ilgili yerde zikredilmiştir. Bu yoldaki maksadların en mühimi kalbin ve nefsin fenâsıdır. Diğer mertebeler, bu her iki fenâ üzerine binâ edilir. Bu yazılan makâmların herbirinde urûc ve nüzûl vardır. Fenâ ve bekâ ile ilgili bu yazdıklarımız, müceddidiyye büyüklerinin “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” tahkîkine ve önceki büyüklerin zevklerine (sözlerine) muvâfıkdır. Fakat diğer meşâyıh bu bâbda sâlikleri etkileyen ihtimâllere sâhiptirler.
Bu tarz da cezbe sülûka takdîm edilir. Her ne kadar nefse tesîr faydalıysa da şeyhin, mürîdin bâtınına tam bir tesîri vardır. İstifâde edenin, yanî mürîdin de istidâdı olması şarttır. Buluşmak (sohbet) arzûsu çoktur. Allahü teâlâ adliyle bize ve size yetişsin, vesselâm.
Şâh Ebül-Feth’in Çeştiyye yolunda meşgûl olunan bazı faydaları ihtivâ eden mektûbundan birkaç satır:
Bir vazîfe verirler, bu vazîfe ile meşgûliyete çok devâm edince, göğüsten arı sesi gibi basit uzun bir ses işitilir. Bu ses hergün artar. Hattâ gitgide onun hareketinin başı ve sonu olan kalbe ulaşır. O hareketi ism-i celâle haml etmek sahîh olur. Uzun ve basit ses yapar. Nitekim kalbin başından rûhun makâmı tarafına bir miktâr ses uzar. Bütün göğüs sathını kaplar. Aynı ses bir miktâr sonra o kadar genişler, artar ki, bütün bedeni kaplar. Hattâ teveccüh sırasında, o ses hiç kaybolmaz. O kadar hâkim olur ki, o ses, tabî’i alışılmış şeylere zorla yönelir. Gayr düşüncesi aradan kalkar. Mevcûdâtın kendilerinde hazret-i zâta seyr geç müşâhede olunur. Bir miktâr uyanıklık hâli hâsıl olunca şaşılacak hâller ve mükâşefelerin kaynağı olur. Nitekim, o teveccüh olunan sûret bir azîzin kabri yapılırsa ya’nî bu tarzda bir büyüğün kabrine teveccüh edilirse, o kabir sâhibinin hâllerini keşf müyesser olur, hâlleri görülür. Eğer geleceğe âit hâdiseler araştırılırsa, çoğunlukla noksansız ortaya çıkar. Eğer umûmî olarak istidât sâhibi olan bir kimseye teveccüh edilirse, onun harâretinin tesîrini gönlünde hisseder. Dahâ çok bir miktâr rûhun zikri müyesser olur. Şimdi o ses bununla (rûhun zikriyle) karışıp, rûh ve kalbin zikrini birbirinden ayırmak zor olur. ((Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiş birbirine kavuşuyorlar.”) (Rahmân sûresi: 19)
Sonraki Mektup –> 23. Mektup