Sual: Mevdudi kitabının 90. sayfasında, Şah Veliyullah’ı överek, onun (Tefhimat) kitabından şu satırları aldığını bildiriyor: (Bu zamanda ilâhî bilgilerin ruhuna uygun olan gerçek, Hanefi ve Şâfiî mezheplerini birleştirmektir. Tefsirleri tekrar gözden geçirmeli ve hadis-i şeriflere karşı olan kısımları elemeli, esassız ve değersiz ne varsa çıkarmalıdır). Buna ne demelidir?
Cevap: Bunları okuyunca, dinini ve mezhebini bilen ve seven bir müslümanın tepesi atacak gibi oluyor. Şah Veliyullah gibi büyük bir zâtın böyle sapık fikirler yayması inanılacak şey değildir. Bunu din kardeşlerimize ispat etmek ve Mevdudi’nin yüzkarasını açığa çıkarmak için, Pakistan’dan (Et-tefhimat-ül-ilâhiye) kitabını getirttik. 2 cilt olup 1967’de Pakistan’da basılmıştır. 2. cildin 142. sayfasında diyor ki (İslamiyetin aslı âyet ve hadistir. Başka kaynak yoktur. Dünya işlerinde hüküm vermek için ictihad etmek de caizdir. Bir iş için eskiden hüküm verilmiş ise bu değiştirilemez. Din bilgilerinde kıyas ve icma yoktur).
Mezhepsizler, (İctihad kapısı kapanmaz. Her zaman ictihad yapılır) diyerek din bilgilerini değiştirmek istiyorlar. Bu sözlerine Şah Veliyullah’ı senet gösteriyorlar. Halbuki Şah Veliyullahın yukarıdaki yazısı, din bilgilerinde ictihadı ve kıyası hiç kabul etmediğini açıkça bildiriyor. Mevdudi gibi ve S. Kutub gibi mezhepsizlerin sözlerinin ve senetlerinin çürük olduğunu gösteriyor. 290. sayfasında buyuruyor ki (Buhari ve Müslim ve Sünen-i Ebû Davud ve Tirmüzi gibi hadis kitaplarını ve Hanefi ve Şâfiî fıkıh kitaplarını okuyunuz! (Avarif-ül mearif) kitabına ve (Nakşibendiye risalesi)ne sarılınız! Bu büyükler, zikirleri ve (yad-i daşt)ı öyle açık yazmışlardır ki bir mürşidin öğretmesine lüzum kalmamıştır. Tasavvuf büyüklerinin nisbetlerine kavuşmak, çok büyük bir nimettir).
301. sayfasında diyor ki (Resûlullahı rüyada gördüm. Hangi mezhebin ve hangi tarikatın daha iyi olduğunu, daha çok sevdiğini sordum. Bütün mezhepler ve tarikatlar müsavidir. Hiçbirinin diğerinden üstünlüğü yoktur buyurdu).
Tefhimat’ın 1. cildinin 277. ve 279. sayfasında diyor ki (Müslümanlar mezheplere ayrılmıştır. Âlimler, Resûlullahtan gelmiş bulunan İslamiyeti bildirmişlerdir. Birçok bilgilerde birleşmiş, bir kısmında da ufak ayrılıklar olmuştur. Fakat, sevad-ı Âzam, yani çoğunluk, doğru yola sarılmış, kendilerine uymayanları inkar etmişlerdir. Muhalifler, korkudan saklanmış veya Takıyye yani ikiyüzlülük yapmışlardır. Bu halleri de bidat sahibi olduklarını göstermektedir. Hak mezheplerin birleştiği bilgilere sarılmalı, ayrıldıklarını da inkar etmemelidir. Peygamber olmayan belli bir kimsenin mezhebine uymak farzdır diyen kâfir olur. O kimse yaratılmadan önce de İslamiyet vardı. Fıkıh âlimleri bildirmişlerdi. Müslümanlar, her zaman doğru mezheplerden birine uymuşlardır. Çünkü, o mezhep imamının, Resûlullahtan gelen İslamiyeti doğru olarak bildirdiğine inanmışlardır. Kalbime öyle geliyor ki en çok yayılmış olan Hanefi ve Şâfiî mezheplerinde bugün mevcut olan bilgileri hadis kitapları ile karşılaştırmak uygun olur. Aslı bulunmayan bilgileri çıkarınca, 2 mezhep birleşmiş gibi olur. Geride kalan bilgilerde ortak olanlar alınır. Ortak olmayanlar da ruhsat ve azimet olarak ayrılmış olur. Zaruret halinde, ruhsat olanına uyulur) diyor. Burada mezhepsizlere de kesin cevap vermekte, (Bunlardan olmayan müslümanlar müşriktir) sözlerinin küfür olduğunu açık olarak bildirmektedir.
[Şah Veliyullah’ın (Aslı bulunmayan bilgiler) dediği, cahil din adamlarının yazdıkları kitaplara kendiliklerinden ilave ettikleri bilgilerdir. Böyle bilgiler Hanefi ve Şâfiî mezheplerinin temel kitaplarında ve hadis-i şeriflerde yoktur. Böyle bilgiler temizlendikten sonra, 2 mezhep arasında ayrılık çok az olduğu görülür. Çünkü hadis-i şeriflerde açık bildirilmiş olan bilgilerde 2 mezhep arasında, hatta 4 mezhep arasında hiç fark yoktur. Açıkça bildirilmemiş olan bilgilerin çoğunda da fark yoktur. Farklı olanlar azdır. Farklı olanların kolay olanlarına (Ruhsat) denir. Kolay olmayanlarına (Azimet) denir. Mevdudi’nin koz olarak yalnız son cümlesini aldığı yukarıdaki yazı, hiç de onun görüşünü desteklememekte, mezhepleri cahillerin, bidat sahiplerinin karıştırdıkları iftiralardan kurtarmaktadır. Nitekim, 283. sayfasında, bunu daha açıklıyarak buyuruyor ki (Allahü teâlânın razı olduğu şey, önce Kur’ân-ı Kerîmi ve hadis-i şerifleri araştırmaktır. Bir kimse, bu ikisini anlayabilirse, bunlardan bilgi çıkarabilirse, büyük nimete kavuşmuş olur. Bunları anlayamazsa, geçmiş alimlerden bunları doğru olarak, sünnete uygun olarak anlamış ve anladıklarını açıkça bildirmiş olduğuna inandığı birinin reyine [yani mezhebine] uymalıdır. Arabî bilgileri, medrese derslerini bunları anlamak için öğrenmek lazımdır. Başka niyetlerle öğrenmemelidir!). Görülüyor ki Şah Veliyullah-ı Dehlevi de, müctehid olan âlimlerin başka bir müctehide uymalarını men etmekte, bizim gibi cahillerin ise, hak olan mezheplerden birine uymamız lazım geldiğini bildirmektedir.
Şah Veliyullah’ın (El-insaf) ve (İkdü’l-Ceyyid) kitaplarında 4 mezhebi öven değerli yazıları vardır. Bu 2 kitabı Arabî olup 1975’de, İstanbul’da, ofset yolu ile yeniden birlikte bastırılmışlardır. Türkçe (Nimet-i İslam) kitabında (Mezhepler birleştirilemez. (Müleffik) olmak batıldır) diye meydan okuyor. Hindistan’da yazılmış olan Arabî (Fetava-yül-haremeyn) ve fârisî (Seyf-ül-ebrar) kitaplarında ve Abdülvehhab-i Şarani hazretlerinin Mîzanü’l-kübra kitabının önsözünde (Mezhep) ne demek olduğunu çok güzel anlatıyor. Mezheplerin birleştirilemeyeceğini vesikalarla ispat ediyorlar. Bu 3 kitap, İstanbul’da, ofset yolu ile ayrı ayrı bastırılmıştır. Bin seneden beri söz birliği ile (olamaz) denilen bir işi yapmaya ön ayak olmak, İslamiyeti tersine çevirmek demektir. Bunu savunanlar, müslüman mıdır, yoksa İslam düşmanı mıdır? Bunun takdirini okuyanlara bırakıyoruz.
Şah Veliyullah-ı Dehlevi’nin Hemeat kitabı, baştan başa, tasavvufu, tarikatleri anlatmakta ve övmektedir. Fârisî olup 1944’de, Pakistan’da basılmıştır. Çeşitli sayfalarında diyor ki: Sâlik, hadis kitaplarını ve Sahabe ve tabiinden gelen haberleri inceliyecek kadar âlim değilse, 4 mezhepten birini taklit etmelidir. Bütün tarikatler, itikatta, farzları yapmakta ve haramlardan sakınmakta birbirlerinin aynıdır. Zikirler ve nâfile ibadetleri yapmakta ayrılmışlardır. Zikir ederken, dünya düşünceleri gelirse, teveccühü kuvvetli olan Zâtın yanında oturup, ona teveccüh etmelidir. Yahut, meşayih-i kiramın temiz ruhlarına teveccüh etmeli, kabirlerini ziyaret edip, cezb olunması için yalvarmalıdır. Zikrden nefse sıkıntı gelirse, bunun, çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan biri, bulunduğu tarikat meşayihina, yani mürşidlerine karşı edebe aykırı davranmaktır. Sâlik, sebebini anlayamazsa, şeyh teveccühü ve firaseti ile anlar ve bildirir. Bu fakir [yani Veliyullah Dehlevi], batınım ile ruhlar alemine teveccüh ettim. Her tarikatin, buraya ayrı nisbetleri olduğunu anladım. Türbelerde îtikâf etmek de, ilerlemeye yardım eder. Selef-i salihine dil uzatmak, yol kesen sebeplerdendir. Zikir meclislerine meleklerin rahmet saçtıkları, zikir edenlerin etrafını nur kapladığı çok görülmektedir. Bir insanın ruhu, Peygamberlerin veya Evliyanın temiz ruhları ile veya meleklerle bağlantılı olursa başkalarına bildirilmeyen şeyler buna bildirilir. İnsan bir kimsenin Velî olduğunu anlayıp, onu severse, ruhu onun ruhuna bağlanır. Yahut mürşidini veya salih olan ceddini severek onun ruhuna bağlanır. Ondan feyiz alır, faydalanır. Evliyanın kabirlerini ziyaret etmek, Kur’ân-ı Kerîm okuyup, sadaka verip, sevâbını ruhlarına göndermek, eserlerine, evladına saygı göstermek, onların ruhları ile bağlanmaya yardım eder. Onları rüyada görür. Tehlikeli yerlerde, kendi şekillerinde görünerek yardım eder, kurtarırlar. Ruhlardan faydalanmaya (Üveysi olmak) denir. Abdülkâdir-i Geylani hazretlerinin cezbi çok kuvvetli olduğu için, kabrinde, diri olanlar gibi tasarruf yapmaktadır. Bu fakir [yani Veliyullah-ı Dehlevi], meşayihin ruhlarına teveccüh ederek, çeşitli faydalara kavuştum. Meşayıhın vefatından 500 sene geçince bedendeki tabii kuvvetler, hiç kalmaz. Kabirlerini ziyaret edenlere tesirleri daha fazla olur. Ruha teveccüh ederek, ondan istifade 2 suretle olur: Birincisi, ruhlarının birbirlerine bağlandığını düşünmektir. Bu, birisini aynada görmeye benzer. İkincisi, kabrini ziyaret edip, onu düşünmektir. Bu, gözünü açıp, birini karşısında görmeye benzer.
Veliyullah-ı Dehlevi, (İzale-tül-hafa) kitabının 522. sayfasında diyor ki (4 mezhebin ruhsatlarını, yani kolaylıklarını toplamak, Kur’ân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilen nasslarla ve selef-i salihinin icmaı ile ve açık olan kıyas ile yasak edilmediği zaman caiz olur.) Görülüyor ki Şah Veliyullah, mezhepleri birleştirmeli demiyor. Kolaylıklarını almayı bile şartlara bağlıyor. İzale-tül-hafa kitabı fârisî olup Urdu diline tercümesi ile birlikte, 1966’da Pakistan’da basılmıştır.
Tavsiye Yazı –> Müceddid ile Reformistin Farkı Nedir?