Aslı (cumu’a) dır. Cum’a günü ve cum’a namazı yerine sonradan yalnız cum’a denmiştir. Günlerin efendisi olan cumu’a gününe dünya işlerinden el çekip âhirete yönelmek suretiyle saygı göstermelidir. Cum’a günü büyük bir gündür. Allahü teâlâ İslâmı bu gün ile yükseltmiş ve onu müslümanlara mahsûs kılmıştır. Cum’a sûresi, 9. âyet-i kerîmesinde: «Ey îmân edenler! Cum’a günü namaz için ezan okunduğunda Allahü teâlâ’nın zikrine koşunuz…» buyurulmuştur. Allahü teâlâ bu âyet-i kerîme ile Cum’a ezanı okununca dünyâ işleri ile meşgul olmayı ve cum’aya koşmaktan alıkoyacak şeyleri haram kılmıştır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Muhakkak ki cum’a günü günlerin efendisi ve en büyüğüdür. O Allahü teâlâ indinde kurban bayramı gününden ve ramazan bayramı gününden daha büyüktür» buyurmuştur. Bir hadîs-i şerîfde: «Güneşin üzerine doğduğu günlerin en hayırlısı cum’a günüdür. Âdem (aleyhisselâm) o gün yaratılmıştır. Cennete girdiği ve yeryüzüne indiği gün de cum’a idi. Kıyâmet o gün kopacaktır. Allahü teâlâ katında (yevm-i mezîd) dir. Melekler gökte cum’a gününe bu ismi verirler. Cennette mü’minler Allahü teâlâ’yı cum’a günü göreceklerdir» buyurulmuştur. Yine bir hadîs-i şerîfde: «Allahü teâlâ, özürsüz üç kere cum’ayı terk edenin kalbini mühürler», diğer bir rivâyette ise: «… İslâmî arkasına atmış olur» buyurulmuştur.
Âdem aleyhisselâmın yeryüzüne inmesi, yeryüzünde halîfe olması, birçok ümmetlerin ve büyük peygamberlerin (aleyhimüsselâm) onun neslinden meydana çıkması ve mukaddes kitabların indirilmesine sebeb olmuşdur ki, bunların hepsi hayırdır. Yeryüzüne inmesini Cennetten çıkarılması şeklinde düşünmemelidir. Çünki o zaman hayır olmaz. Hadîs-i şerîfdeki: «… kıyâmet o gün kopacaktır» sözü de hayra delâlet eder. Cünki üstün insanlar kendilerine va’d edilen yüksek derecelere o zaman kavuşacaklardır (Mesâbîh şerhleri).
Cum’a günü sabahdan önce uykudan kalkıp yıkanmalıdır. Yanî erken kalkmışsa fecrin doğmasından sonra gusl etmeli, geç kalınca cum’aya yakın yıkanmalıdır. Cum’a günü gusl etmek kuvvetli müstehabdır. Bâzı âlimler (rahimehümullah) vâcib dediler. Medine ehâlîsi birbirlerine: «Sen cum’a günü gusl etmiyenlerden kötüsün» diye hakaret ederlerdi. Cünüb kimse gusl ederken, bir de cum’a için bedenine su dökmelidir. Her ikisine birden niyyet ederek bir kere yıkanması da olur. Bu guslü hem cünüblükten kurtulması için farz yerine, hem de cum’a için sünnet yerine geçer. Cünüb olmayan kimsenin cum’aya rastlayan bayram günlerinde gusl ederken cum’a ve bayrama niyyet ederek iki sünnet sevabına kavuşur. Hayz ve cenabet için gusl eden her iki farzı birden yerine getirmiş olur.
İhyâ’da bildirildi ki: Eshâb-ı kirâmdan biri (aleyhimürrıdvân) gusl etmiş oğlunun yanına girdi. Cum’a için mi yıkandın? diye sordu. Oğlu, cünüblükden temizlenmek için yıkandığını söyleyince, kalk ikinci def’a yıkan buyurdu. Gusl ettiğinde abdesti bozulan abdest alır, guslü bozulmaz. Bundan kaçınmak iyidir.
Cum’a günü, bir hafta boyunca işlediği günahlarına tevbe etmeli, Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) çok salevât getirmelidir. Zühretü’r-rıyâd’da Enes (radıyallahü anh)’ın bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Cum’a günü bana yüz kere salevât-ı şerife getiren kimsenin yüz hâcetini Allahü teâlâ yerine getirir. Okunan salevâtı kabrime getirmesi için bir melek ta’yîn eder. Hediyelerinizin bana gelmesi gibi, okunan salevât ve okuyanın ismini bana bildirir. Ben de onu beyaz bir sahîfe’de saklar, Kıyâmet günü mükâfatını veririm» buyurulmuştur.
Yâ Resûlâllah! Sana nasıl salevât-ı şerife getirelim denildiğinde aşağıdaki salevâtı ta’lîm buyurdular:
Allahümme salli alâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve resûlike ve alâ âli Muhammedin salâten tekûnü leke rıdâen ve lihakkıhi edâen ve âtihii vesîlete vel makamel mahmûdellezî ve’adtehû ve eczihi annâ mâ hüve ehlühü efdale mâ cezeyte nebiyyen an ümmetihi ve salli alâ cemîi ihvânihi minennebiyyîne vessâlihîn yâ erhamerrâhimîn.
Cum’a günü bütün günahlardan kaçınmalıdır. Çünki iyilikler gibi o gün günahlar da kat kat olmaktadır. Cum’a günü küçük büyük bütün günahlardan kaçınmalı, iyi işleri arttırmalıdır. Çünki Allahü teâlâ bir kulunu severse ona mübârek vakitlerde bol amel işletir. Bir kuluna da gadab ederse ona faziletli zamanlarda kötü iş işletir. Böylece gadabı, ikâbı artar, o vaktin bereketinden mahrum kılar, hürmetini kaybettirir.
Cum’a günü namaza, zevalden önce, erken gitmelidir. Günün evvelinde câmi’e gitmekte büyük sevab vardır. Âyet-i kerîmedeki: «…Allah’ın zikrine koşunuz» emri de yerine getirilmiş olur. Câmi’e huşu’ ve tevâzû’ içinde gitmeli, namaz vaktine kadar îtikâfı niyyet etmeli, bir an önce Allahü teâlâ’nın da’vetine icâbeti niyyet ederek mağfiret ve rızâsına kavuşmak için acele etmelidir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Cum’aya birinci saatte giden kimse bir deve kurban etmiş gibi olur. Ondan sonra giden sığır, ondan sonraki boynuzlu bir koç, daha sonraki bir tavuk tasadduk etmiş gibi olur. Beşinci sâatte giden bir yumurta hediyye etmiş gibidir. İmam hutbeye çıktığı zaman defterler dürülür, kalemler kaldırılır. Melekler minberin yanında toplanıp hutbeyi dinlerler» buyurmuşlardır.
İmam hutbede iken gelenler namaza katılmış olur, cum’anın faziletinden bir şey elde edemezler. Birinci sâat güneş doğuncaya kadar olan zamandır. İkinci sâat güneşin yükselmesine kadar, üçüncü sâat, güneşin ayakları yakmağa başladığı kuşluk vaktine kadar, dördüncü sâat, kaba kuşluk vaktinden zevâle kadar olan zaman olup fazileti azdır. Zeval vakti ise namazın hakkı olup fazileti yoktur (İhyâ) ve (Mesâbîh).
İslâmın ilk çağlarında cum’a sabahı seher vakti ve fecirden sonra yollar elleri fenerli insanlarla dolar, bayram günleri gibi izdiham olurdu. Sonraları bu durum ortadan kalktı. Onun için «Islâmda ilk bid’at câmi’e erken gitmenin terk edilmesidir» denildi. Hadîs-i şerîfde: «Cennetten Allahü teâlâya nazar etmek, câmi’e erken gitme derecesine göre olacaktır» buyurulmuştur.
Cum’a günü misvak kullanmalı ve güzel koku sürünmelidir. Güzel koku, çirkin kokuları giderip etrafında bulunanlara güzel koku saçar. Erkeklerin en güzel kokulusu, kokusu zâhir olup, rengi görünmiyen, kadınların en güzel kokusu, rengi zâhir kokusu gizli olanlarıdır. İmâm-ı Şâfiî (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki: Elbisesi temiz olanın gamı, üzüntüsü az olur. Kokusu güzel olanın aklı çok olur (İhyâ).
Bıyık ve tırnakları kesmek: Cum’a günü bıyıkları kırkmalı, kısaltmalı ve tırnakları kesmelidir. İbni Mes’ûd (radıyallahü anh) buyurdu ki: «Cum’a günü tırnaklarını kesen kimseden Allahü teâlâ bir hastalık çıkarır ve bir şifâ verir.»
İş elbisesinden başka cum’a ve bayram günlerinde giymek üzere bir takım elbise bulundurmalıdır. Gücü yetenler için böyle elbise bulundurmak müstehabdır. İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi aleyh) dedi ki: Bu,elbisenin beyaz renkli olması iyidir. Allahü teâlâ’nın en çok sevdiği elbise beyazdır. Şöhret için, öğünmek için giyinmemelidir. Özellikle cum’a günleri siyâh elbise giymek, bâzı arab hatîblerinden rivâyet edildiği gibi, sünnet veya fazîlet değildir. Bilâkis cemâatin buna bakması mekruhdur. Çünki Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) sonra ortaya çıkan bir bid’attir. Cum’a günü sarık sarmak müstehabdır. Vâsîle bin Eska’ (radıyallahü anh)’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde: «Cum’a günü sarık giyenlere Allahü teâlâ rahmet ve melekler istiğfar eder» buyuruldu. Hadîs-i şerîfde: «Sarıkla kılınan bir cum’a sarıksız kılınan yetmiş cum’adan efdaldir» buyuruldu. Sıcaktan rahatsız olursa namazdan önce veya sonra çıkarabilir. Yalnız evden cum’aya giderken, namazda, imam hutbeye çıkarken ve hutbede sarığı çıkarmamalıdır.
Cum’a günü veya gecesi ehli ile cima’ etmelidir. Çünki bu, gözünün haramdan sakınmasına, bedeninin rahatlamasına, kendisinin ve hanımının gusül sevâbı almasını sağlar. Âlimlerden bir kısmı buna müstehab demişlerdir. Bunu Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Cum’a günü câmi’e erken gidene ve gitmeğe gayret edene, gusül edene ve gusül etmeğe sebeb olana, Allahü teâlâ rahmet etsin» hadîs-i şerifindeki (gassele) kelimesine hami etmişlerdir. Gassele yıkanmasına sebeb oldu demek olup, cima’dan kinâyedir. Sabahleyin kalkıp da bugün hangi gündür? diye soran gâfillerden ayrılmış olur. Hadîs-i şerîfdeki Bekkere, mescide evvel vaktinde yürümek. (İbtekere), erken davranmaya çalışmak, hutbenin evveline yetişmektir (İhyâ) ve (Şerh-i Mesâbîh).
Cum’a gecesi Duhan sûresini okumalıdır. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde: «Cum’a gecesi Hâ mîm edduhân sûresini okuyan afv edilir» buyuruldu. Diğer bir rivâyette: «Gecenin evvelinde Hâ mîm edduhan sûresini okuyan kimseye yetmiş bin melek sabaha kadar istiğfarda bulunurlar» buyuruldu. «Hâ mîm edduhan sûresini Cum’a gecesi veya günü okuyan kimse için Allahü teâlâ Cennette bir köşk yapar» rivâyeti de vardır.
Zevalden önce Deccâl’ın şerrinden korunması için Kehf sûresini okumalıdır. Deccâl’e Mesîhü’l-kezzâb da denir. Yeryüzünü boydan boya, ya’nî uzunlamasına seyahat ettiği için Mesîh de denir. Gözleri mesh edilmiş, kör olduğu için de Mesîh denildi. En iyisi Mesâbîh şerhlerinde bildirildiği gibi, yalancı, büyücü demektir. İbni Abbâs ve Ebû Hüreyre (radıyallahü anhümâ) rivâyetiyle bildirilen hadîs-i şerîfde: «Cum’a günü veya gecesi Kehf sûresini okuyan kimseye, bulunduğu yerden Mekke’ye kadar yayılan bir nûr verilir. Diğer cum’aya kadar üç gün de fazlasıyla günahları afv edilir. Sabaha kadar yetmiş bin melek onun afvı için istiğfar eder. Dert, belâ, zâtülcenb, baras ve cüzzam hastalıkları ile Deccâlın fitnesinden muaf olur» buyuruldu. (İhyâ).
Mescidin kapısına geldiği zaman Allahü teâlâ’ya, kendisine yaklaşanlardan kılması için düâ etmelidir. Câmie girdiği zaman oturmadan dört rek’at namaz kılmak müstehabdır. Her rek’atinde 50 ihlâs olmak üzere 200 ihlâs-ı şerîf sûresi okunur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Bunu yapan kişi Cennetteki yerini görmeden veya yeri ona gösterilmeden ölmez» buyurmuşlardır (İhyâ).
Hutbeyi dinlemek için imama yakın bir yere oturmalıdır. Ancak her zaman mescidin aynı yerinde oturmamalıdır, mekruhdur. Bunun gibi yalnız kendisinin abdest aldığı bir kab ta’yîn etmek de mekruhdur (Hâfıziyye). Hadîs-i şerîfde: «Kim yıkarsa, yıkanırsa, erken davranırsa, câmiye erken giderse, imama yakın oturup hutbeyi dinlerse, iki cum’a arasındaki günahlarına üç gün fazlasiyle keffâret olur» buyuruldu. Diğer bir rivâyette: «…diğer cum’aya kadar Allahü teâlâ onu mağfiret eder» buyuruldu. Bu sebeble birinci safda bulunmayı istemek cum’anın edeblerinden biri olmuştur. Bunun faziletini daha önce bildirmiştik. Ancak aşağıda bildirilen üç halde birinci safda bulunmamalıdır:
1 — Hatibin yakınında, kendisinin engel olamıyacağı dînin yasak ettiği bir şey gördüğünde hatibe yakın oturulmaz. Hatîb veya başkasının ipek elbise giymesi gibi. Mâni’ olmağa gücü yetmiyorsa, yâhud oturmak istediği ön safda, ağır silâhlar kuşanmış, kendisini meşgul edecek, yahut yasak edilmiş olan altınla süslü silâhlı birisi varsa, gene oraya geçip oturmaz. Bu durumda daha arka safda bulunması, daha sâlim bir yoldur. Burada kendini, kalbini, ruhunu ibâdet için daha iyi toplar. Selâmet, emniyet düşüncesiyle, âlimlerden bir kısmı böyle yapmışlardır. Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh), minberin yanında, ebû Ca’fer’in hutbesini dinlemekte olan Şuayb bin Harbi gördü. Namazı bitirince, «Senin onun yanında oturman, kalbimi meşgul etti. Acaba, beğenmediğin bir sözü ondan kabûl ettin mi, yoksa îtiraz edip, uyardın mı?» dedi. Ey Abdullah, hadîsde: «Yaklaş ve dinle» buyurulmadı mı? dedi. «Vay hâline! bu emir, hulefâ-i râşidîn-i mehdiyyin içindir. Böylelerinden uzak durduğun ve onları görmediğin zaman, Allahü teâlâ’ya daha yakın olursun» buyurdu.
2 — Câmi’de, hatibin yakınında, sultanlara mahsûs yer ve mahfil olmadığı zaman, birinci saf çok kıymetlidir. Aksi halde, bâzı âlimler, o mahfile girmeği kerih buyurmuşlardır. Çünki, o özel yerler, sultanlar için,, sonradan yapılan bidatlerdendir. Bâzı âlimler ise, sultanların nasîhat dinlemeğe, din bilgisi öğrenmeğe daha çok ihtiyaçları vardır, bu yüzden hatîb efendiye daha yakın bulunup, dinlemeleri, iyi işitme ve anlamaları için olursa, mekrûh olmaz demişlerdir.
3 — Minber, öndeki bir kaç safı kesmektedir. Birinci saf ise, minberin önünde bulunan ve minber tarafından kesilmeyen safdır. Minberin iki tarafında kalan saflar ise kesiktir. Sevrî bunu açıkça belirtmiştir. En uygun şekil de budur. Çünki o saf bir tanedir, kesiksizdir. Bu safda oturan, hatîbin karşısında oturup, onun söylediklerini, rahatça işitir ve anlar. Bunların hepsini İhyâ’dan aldık.
Cemâatin omuzlarına basarak ileri geçmemelidir. Bunun hakkında şiddetli bir va’îd vârid olmuştur. Böyle yapan kimse kıyâmet gününde, Cehenneme köprü yapılacak ve yaptığına karşılık, insanlar üzerinden geçecektir. Böylece dünyada yaptığının cezâsını bulacak ve bu ağır hakarete mâruz kalacaktır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir kimseye: «Neden bizimle cum’a namazı kılmadın?» buyurdu. O şahıs, kıldım yâ Resûlâllah! dedi. «İnsanların omuzlarına basarak safları yara yara ileri geçen sen değil miydin?» buyurdu. Böylece o şahsın amelinin boşa gittiğini beyân buyurdu. Diğer bir hadîs-i şerîfde: «Lâğv eden veya: safları yararak ileri geçen kimse cum’a değil, öğle namazı kılmış olur» buyuruldu (Tergîb). Ancak, saflar arasında boş yer bırakarak yol üzerinde oturanların omuzlarına basarak geçilir. Çünki bunlar hürmetlerini kaybetmişlerdir. Hasan-ı Basrî buyurdu ki: Cum’a günü câmi’ kapısında oturanların omuzlarına basa basa geçin. Çünki onlar hürmetlerini kaybetmişlerdir. Câmi’de namaz kılanlardan başka kimse yoksa «Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn» diye selâm verilir. Bilinen selâm verilmez. Eğer selâm verirse namazdaki kimse İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’ye (rahmetullahi aleyh) göre kalbinden selâmını alır. İmâm-ı Muhammed’e (rahmetullahi aleyh) göre namazı bitirdikten sonra, selâm veren orada ise selâmını alır. İmâm-ı Ebû Yûsüf’e göre (rahimehullah) selâma hiç cevab vermez. Sahîh olan da budur (Künye).
Câmi’de iki kişinin arasını ayırmamalıdır. Çünki bu onlara bir nevi eziyyet ve huzûr bozucudur. Oturduğu yerde uyuklama gelirse yerini değiştirmelidir. Uykuyu giderir. Bu hususda hadîs-i şerîf vardır. Hatîb minbere çıkacağı zaman parmakları ile başının sağ tarafına üç kere vurup dinlemeğe başlamalıdır. Konuşmamalı ve namaz kılmamalıdır. İmâm-ı A’zam (rahimehullah) hatîbin minbere çıkmağa başlamasından itibaren konuşmak ve namaz kılmak haramdır demiştir. İmâmeyn’e göre hatîbin minbere çıkmağa başlamasından hutbeye başlamasına kadar olan zamanda konuşmanın mahzûru yoktur. Ama Allahü ekber denince, artık konuşamaz. Burada yalnız konuşmanın mahzûru yoktur denilmesi, İmâmeyn’e göre bu vakitte nâfile namaz kılmak zâten mekrûh olduğu içindir. Cevâhir’de böyle diyor. O halde İmâm-ı A’zam ile İmâmeyn (rahmetullahi aleyhim) arasındaki ictihad farkı yalnız hatîbin minbere çıkmağa başlamasından hutbeye başlaması arasındaki zamanda konuşmanın câiz olmasındadır. Hutbenin başlamasından sonra konuşmak ittifakla câiz değildir. Hutbedeki konuşmaktan maksad insan sözüdür, teşbih ve benzerleri değildir. Müezzine icâbetten başka olan her kelâm câiz değildir diyenler de oldu. Ancak önceki görüş daha sahîhdir (Şerhu’l-mecma’).
Şerh-i Vikâye’de Hâniye’den naklen şöyle denilmiştir. Bu ihtilâf, hatîbin sesinin duyulmadığı zamandadır. Yoksa hatîbe yakın olanların hutbeyi konuşmadan dinlemesi gerekir.
Hutbe okunurken, arkadaşına sus dememelidir. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Cum’a günü imam hutbe okurken arkadaşına sus dersen lâğv etmiş olursun» buyurmuştur. Diğer bir ibârede : «…onun cum’ası olmamıştır» buyurulmuştur. Lâğv etmiş olursun demek, ecrinden mahrum kalırsın, sevâbına kavuşamazsın demektir. Bâzılarına göre hatâ etmiş olursun demektir. Kıldığın cum’anın fazîletini ibtal edersin veya cum’a namazın öğle namazı olur mânalarını verenler de olmuştur (Et-tergîb vet-terhîb).
Hutbe esnasında, konuşan arkadaşına susması için işâret de etmemelidir. Bu müstehab ve en ihtiyatlı olanıdır. Hulâsa kitâbında, «çirkin bir iş gördüğünde konuşmadan eli ile veya gözü ile işâret etmesinde, sahih olan bir mahzurun olmamasıdır» diyor.
Mescidde, namazdan önce cemâat halka şeklinde oturmamalıdır. Saf şeklinde durmalıdır. Hükmen namazda olduklarından kıbleye karşı saf tutmalıdır. Bir hadîs-i şerîfde: «Sizden biriniz namazı beklediği müddetçe namazda olur» buyurulmuştur. O halde cemâat namazdan önce de namaz için toplanmış kimseler durumunda olmalıdır. Halka şeklinde oturmaları, namaza giderken parmakları birbirine geçirmekten men’ olundukları gibi men’edilir. Namazdan sonra mescidde veya başka yerde halka şeklinde oturmanın mahzûru yoktur.
Hutbe esnasında dizlerini dikip oturmamalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) böyle oturmaktan men’etmiştir. Kişinin ayakları ve mak’adı yerde olup, baldırları da elleri ile tutarak sırtı ile bir araya geldiğinden uykusu da gelebilir. Mak’adı da, yere iyice yapıştırılmış olmaz. Çünki, çok kere yellenip abdesti bozulabilir. Çıkmağa utanırsa fitneye düşmüş olur. Çıkarsa hutbeyi dinliyememiş olur. Bu şekildeki oturuş gâ- fillerin oturuşudur denildi. Büyüklük taslayanların oturuşudur denildi (Şerh-i Mesâbîh). Yukarıdan anlaşıldığına göre böyle oturmak yalnız hutbede değil her yerde yasaktır.
Cum’a namazından az önce sefere çıkmamalıdır. İhyâ’da diyor ki: Cum’a gecesi yolculuğa çıkan kimseye, iki melek beddüâ eder. Sabah namazından sonra çıkmak haramdır. Ancak, arkadaşları ile yolculuğa çıkarsa, haramlık kalkar. İhyâ’daki bu hüküm takvâdır. Fetvâ hükmü ise şöyledir: İmâm-ı Kâdîhân (rahimehullah) dedi ki: Cum’a günü sefere çıkmak isteyen kimse öğle vaktinin çıkmasından önce şehrin evlerinden uzaklaşırsa, bir mahzûru yoktur. Çünki cum’a, vaktin sonunda vâcib olur. Zahîriyye fetvâları’nda ise öğle namazı vakti girmeden önce şehrin kenar mahallelerindeki evleri geçerse, bir sakıncası yoktur denildi. Musannifin sözü de buna uygun düşmektedir.
İmam hutbeye çıkarken düâ yapmayı bir ganîmet bilmelidir. Çünki bâzı hadîs-i şeriflerde bildirildiği gibi düâların kabulünün ümmîd edildiği bir andır. Bilinmelidir ki bir meşhûr hadîs-i şerîfde: «Cum’ada öyle bir sâat vardır ki, müslüman kulun duâsı o sâate rastlarsa Allahü teâlâ onun istediklerini verir» buyuruldu. Diğer bir haberde: «Müslimanın namazı o sâate rastlarsa…» diye vârid olmuştur.
Cum’a günündeki bu kıymetli sâat hakkında ihtilâf olundu. Bir kısım âlimler güneşin doğma zamanı dediler. Zevâl vakti, ezan okunurken, hatîbin minbere çıkmasından hutbeden ininceye kadar geçen zaman, cemâatin namaza kalkmasından selâm verinceye kadar geçen zaman, ikindinin âhir vakti, ya’nî vakt-i ihtiyâr ve güneş batmadan önce diyenler de oldu. Fâtıma (radıyallahü anhâ) bu vakti çok gözetirdi. Hizmetçilerine, güneşe bakıp, battığı zaman kendisine haber vermelerini emir ederdi. Güneş batıncaya kadar düâ ve istiğfarda bulunurdu. Cum’a günü beklenen sâatin o sâat olduğunu söyler ve babasından böyle naklederdi. Bâzı âlimler (rahimehümullah) kadir gecesi gibi o sâat da cum’a gününün bütünü içinde belli değildir dediler. İmâm-ı Gazâlî (rahimehullah) diyor ki: Kula lâyık olan, düâsının o sâate rastlaması ümmîdi ile bütün bir cum’a gününü kalbi hâzır olarak geçirmeli, zikir ile meşgul olmalı ve dünyâ düşünce ve vesveselerinden uzaklaşmalıdır. Abdullah bin Selâm veya Kâ’bü’l-ahbâr (radıyallahü anhümâ) o sâatin güneş batma zamanı olduğunu söylemişlerdir. Buna karşılık Ebû Hüreyre (radı- yallahü anh) Cum’a gününün son sâati nasıl olur? Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Cum’a gününde öyle bir sâat vardır ki, bir müslüman kulun namazı o sâate rastlarsa…» buyurduğunu duydum. Halbuki o sâatte namaz kılınmaz dedi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Oturup namazı bekleyen namazda sayılır» buyurmadı mı! cevabı verildi. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh), evet dedi. Abdullah bin Selâm veyâ Kâ’bü’l-ahbâr (radıyallahü anhümâ) da, işte cum’a gününün son vakti o vakittir dedi. Özet olarak imâmın minbere çıktığı vakit ile akşamdan önce olan vakit şerefli vakitlerdir. Bu vakitlerde çok düâ yapmalıdır (İhyâ) ve (Mesâbîh).
Hısnü’l-hasîn kitabının yazarı da o vaktin, imâmın Fâtihayı okuduğu zamandır demiştir. Ezkâr kitabının sâhibi ise hadîs-i şerifle beyan olunan, imâmın minberde oturduğu andan namazda selâm verinceye kadar olan zamandır demiştir. Bu hadîs-i şerîf Sahîh-i Müslim’de Ebû Mû- sel Eş’arî’den (radıyallahü anh) nakledilmiştir.
Yalnız cum’a günü oruç tutmamalı, yalnız cum’a gecesini ihyâ etmemelidir. Perşembe veya cumartesi günleri de oruç tutmalı, diğer gecelerden birinde de kâim olmalıdır.
Cum’a günleri çok zikretmeli ve çok salevât-ı şerife okumalıdır. Zikir ve salevâtı cum’a günü ve gecesinde çoğaltmak müstehabdır. Cum’a namazından sonra ikindiye kadar mescidde kalmalı, böylece hac ve ömre sevâbına kavuşmalıdır. Selef-i sâlihînden nakledilmiştir: Cum’a namazından sonra hiç konuşmadan yedişer kere Fâtiha, İhlâs ve Muavvl- zeteyn sûrelerini okuyan kimse gelecek cum’aya kadar her türlü fenâ- lık ve belâlardan korunmuş olur. Bunlar şeytana karşı bir siper olur.
Cum’a namazından sonra aşağıdaki duâyı okumak müstehabdır:
Allahümme yâ ganiyyü, yâ hamîdü, yâ mübdiü, yâ mu’îdü, yâ rahîmü, yâ vedûd. Eğnini bihalâlike an harâmike ve bifadlike ammen sivâke.
Ey Ganî, Hamîd, Mübdi, mu’îd, Rahim, Vedûd olan Allahım. Beni halâl ettiklerinle iktifa ettir, haramlara düşürme. Fadlınla, ihsân ederek beni Senden başkasına muhtâc etme! Bu düâya devam edenleri Allahü teâlâ başkalarına muhtâc etmez ve ummadığı yerden rızıklandırır (İhyâ).
Abdullah bin Ömer (radıyallahü anhümâ) dan bildirildi ki: Hâceti olan bir kimse çarşamba, perşembe ve cum’a günleri oruç tutsun. Cum’a günü temizlenip namaza gitsin. Az veya çok sadaka versin. Namazdan sonra aşağıdaki düâyı okursa Allahü teâlâ’nın izni ile düâsı kabûl olur.
Allahümme innî es’elüke bismike bismillâhirrahmânirrahîm. Ellezî lâ ilahe illâ hû. Âlimül ğaybi veşşehâdeti hüverrahmânürrahîm. Ve es’elüke bismike bismillâhirrahmânirrahîm. Ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm. Lâ te’huzühû sinetün ve lâ nevm. Ellezî meleet azametühüssemâvâti vel arde. Ve es’elüke bismike bismillâhirrahmânirrahîm. Ellezî lâ ilâhe illâ hüve ve anet lehül vücûhü ve haşe’at lehül ebsâru ve veciletil kulübü min haşyetihî en tusalliye alâ Muhammedin ve en tu’tînî hâcetî diyerek hâcetini söylemelidir. Abdullah bin Ömer (radıyallahü anhümâ): «Bu düâyı sefihlere öğretmeyin ki, birbirlerine beddüâ ederler ve sonra kabûl olunur» derdi.
Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Cum’a namazından sonra sağ eliyle sakalını tutup sol elini semâya kaldırarak üç kere, Yâ zel-celâli vel ikrâm! Ecimî minennâr. Yâ Azîzü yâ Kerîmü, yâ Rahmânü, yâ Rahîm! Neccinî minel azâbil elîm diyeni Allahü teâlâ afv eder, dünyâ ve âhiret işleri ile ilgili hâcetlerini yerine getirir» buyurmuştur. (Mişkâtü’l-envâr).
Cum’a günü bazıları kaylûle yapardı. Ya’nî günün ortasında uyurlardı. Kaylûle, gün ortasında uyumasa da istirâhat etmektir de denildi. Allahü teâlâ Cennet ehlinin vasıfları hakkında Fürkan sûresi, 24. âyet-i kerîmesinde: «Kaylûle yaptıkları yer = Dinlendikleri, istirâhat ettikleri yer çok güzeldir» buyurmuştur. Halbuki Cennette uyku yoktur.
Öğle yemeğini cum’a namazından sonra yemelidir. Sehl bin Sa’d (radıyallahü anh): «Biz cum’a namazından sonra kaylûle yapar, yemek yerdik» buyurdu. Buradan anlaşılıyor ki, onlar cum’a günü gusl etme, mescide erken girme, tâat ve zikretme ile meşgul olurlardı. Bâzıları da kaylûleyi günün evvelinde yapardı. Kaylûle konusunda istediği zamanda yapma konusunda ruhsat vardır.
Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye Kitabını Okumak İçin Tıklayınız.