Güzel sanatların bir kolu denilen müzik, hisleri ve düşünceleri seslerle ve hareketlerle anlatmak sanatıdır. Müzik, düzenlenmiş ses ve harekettir. Seslerin melodi, armoni ve polifoni gibi şekillerde düzenlenmesidir. İlâhî dinler ve bunların bozulması ile meydana çıkan, eski Mısır, Çin ve Yunan inançları ve Buda, Berehmen kâfirleri, Cennette müzik olduğunu bildirmektedir. Hatta müzik kelimesi, yunanlıların büyük putları olan Zeus’un kızları sayılan Mousa (Müz) denilen 9 heykelin adından hâsıl olmaktadır. Müziğin bütün dinlerde büyük günah olduğu, Dürrü’l-münteka’da yazılıdır. İncilin yasak ettiği müziği, sonradan papazların hıristiyan dinine soktukları Zerkani’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” Mevahib-i ledünniye şerhi, 5. cildinde uzun yazılıdır. Bozuk dinler, kalpleri ve ruhları besleyemediği için, müziğin, her nev’ çalgı sesinin nefslere hoş gelmesi, nefsleri beslemesi ruhani tesir sanıldı. Bugünkü batı müziği, kilise müziğinden doğdu. Bugün yeryüzünü kaplayan bozuk dinlerin hemen hepsinde, müzik, ibâdet hâlini almıştır. Müzik ile her nev’ çalgı ile nefsler keyiflenmekte, şehvani, hayvânî arzular kuvvetlenmektedir. Ruhun gıdası olan, kalpleri temizleyen ve nefsleri ezip, haramlara olan arzularını yok eden, ilâhî ibâdetler unutulmaktadır. Mekâtib-i Şerîfe’nin 90. ve 99. mektupları sonunda diyor ki “Şarki teganni çok dinleme. Simâ’ kalbi öldürür. Nifak hâsıl olur”. 96. mektupta diyor ki “Kalpte Allah sevgisini arttıran şiirleri, çalgısız ve fasıklar olmaksızın dinlemek câizdir”. Müzik, her nev’ çalgı, insanları, alkolikler ve morfinmanlar gibi gaflet içinde, uyuşuk yaşatmaktadır. Böylece, nefisleri azdırarak, saadet-i ebediyyeden mahrum kalmasına sebep olmaktadır. İslam dini, insanları bu afetten, bu sonsuz felaketten korumak için, müziği kısımlara ayırmış, zararlı olanlarını haram kılmış, yasak etmiştir.

Müziğin Cennette de bulunduğunu ve orada nasıl olduğunu, dünyada erkeklere de, kadınlara da haram olan kısımlarını bildiren hadis-i şeriflerden birkaçı, Kurretü’l-uyun kitabının son babında yazılıdır. Bu kitap, 1884’de İstanbul’da basılan Muhtasar-ı tezkire-i Kurtubi kitabının kenarlarında basılmıştır. Her iki kitap, 2001’de yeniden tab’ edilmiştir.

Hadika’da diyor ki Tatarhaniye fetva kitabında, “Başkalarını hicv eden ve fuhuş, içki anlatan ve şehveti harekete getiren şiirleri teganni ile yani ses dalgaları ile okumak, her dinde haramdır. Harama sebep olan şeyler de haram olur” demektedir. Böyle, katî haram olana güzel okudun diyen kâfir olur. Zina, riba, riya ve şarap içmek gibi haramlar için de böyledir. Vaaz, hikmet, nasihat, güzel ahlak bildiren şiir ve ilâhîleri teganni ile okumak câizdir. Devamlı, böyle vakit geçirmek mekruh olur. Tarîkatçıların, camilerde, tekkelerde ilâhî, zikir, tesbîh okuyarak, nefslerin şehvetlerini tahrik etmeleri, daha büyük haramdır. Böyle olduğu katî olarak bilinen toplantılara gitmemelidir. Böyle yerler, ibâdet yeri olmaktan çıkmış, fısk meclisi olmuştur. Fakat, iyi bilinmedikçe, sui zannetmemelidir. Kurân-ı Kerîmi, zikri, duâyı, ezanı, teganni ile okumak, söz birliği ile haramdır. Teganni, harfleri, kelimeleri değiştirmekte, manayı bozmaktadır. Bunları kasıt ile bile bile değiştirmek haram olur. Hata ile teganni ile ve bilmeyerek bozulunca haram olmaması, bozulup bozulmayacak yerleri öğrenmeye çalışanlar içindir. Bunun için, tecvid öğrenmek lâzımdır. Kurân-ı Kerîmi, zikri ve ilâhîleri, manayı bozmayacak güzel ses ile okumak, müstehaptır. Bu da, tecvide göre okumakla olur. Bunun kalbe, ruha tesiri çok olur. Güzel ses ile okumak demek, nağme yapmak, çene oynatmak değil, Allah korkusu ile okumaktır. Enbiyâ “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve Evliyâ “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” böyle güzel sesle okurlardı. Fasıklar [kötü kimseler] ve Ehl-i kitap gibi teganni yaparak hazin okumak ve bunu dinlemek hadis-i şerif ile men’ olundu. Elhan ile yani musikiye uyarak tecvidi bozmak bidat ve dinlemesi de büyük günahtır.

Teganni, müzik üzerinde tam bilgi edinmek için, Gazâlî’nin Kimyâ-ı saadet kitabı, 1. rükn, 8. aslını tercüme etmek, uygun görüldü. Ahlak-ı Alai 182. sayfasında ve Zehebi’nin Et-tıbbün-nebevi kitabının sonunda da teganni için güzel ve geniş bilgi vardır. İmâm-ı Gazâlî buyuruyor ki:

İnsanların yüreğinde kalp veya gönül denilen bir kuvvet vardır. Çelik, taşa sürtülünce ateş çıktığı, [cam veya bakelit çubuk, yün parçasına sürtülünce, çubuk ucunda elektrik hâsıl olup kağıt parçalarını çektiği] gibi, güzel ve ahenkli ses işitmek de, gönül denilen bu gizli kuvveti harekete getirir. Güzel ses, insanın elinde olmayarak, kalbine tesir eder. Çünkü, kalbin ve ruhun, Arşın üstündeki Âlem-i ervâh ile bağlılığı vardır. Maddesiz, ölçüsüz olan o âlem, hüsn-i Cemâl, güzellik âlemidir. Güzelliğin temeli ise (tenasüb, uygun, düzgün) olmaktır. Bu dünyadaki bütün güzellikler, o âlemin güzelliğinden gelmektedir. Güzel, düzgün, ahenkli sesler de, o âleme benzemektedir. İslamiyete uyanların kalbi temiz olur. Kuvvetli olur. Böyle kalplerin (Âlem-i emr) ile bağlılıkları kuvvetlidir. Bunlara müzik tesir edip, harekete getirir. Böyle olan kalp, bir şeye tutulmuş ise, meşgul olduğu şeyi harekete getirir. Rüzgarın ateşi tutuşturmasına benzer. Kalpte, Allah sevgisi varsa, güzel ses, bu sevgiyi arttırır. Faydalı olur. Bir kimse İslamiyete uymaz, Allahü teâlânın düşmanı olan nefsine uyarsa, kalbi bozulur. Çalgı dinlemek ve her günahı işlemek nefsi kuvvetlendirir. Salim, temiz kalp müzikten zevk alamaz. Müzik nefsi kuvvetlendirip, harekete getirip zararlı olur. Kalpte Allah sevgisi olabileceğini anlamayanlar, her güzel sese haram der. Bunlar, insan kendi cinsini sevebilir. İnsanın kalbi, kendi cinsinden başka şeye bağlanamaz diyerek, Allah sevgisine inanmıyor. İslamiyet, Allah sevgisini emrediyor denince, bundan maksat, emirlerini seve seve yapmaktır diyorlar. Güzel ses, kalbe, dışardan bir şey getirmez. Sağlam kalpteki helal olan bağı harekete getirir. Hasta olmayan kalbin teganni dinlemesi helal olur. Kalpte bir bağlılık yoksa, güzel sesten lezzet alması, kuş sesi dinlemek, yeşillik, akar su, çiçekler seyr etmek gibi olur. Bunları seyr, göze lezzet verdiği gibi, güzel koku, burna hoş geldiği gibi, lezzetli yemek ağza tatlı geldiği gibi ve lise bilgileri, fenni buluşlar, akla hoş geldiği gibi, güzel ses de, kulağa lezzet vermekte olup onlar gibi mubah olur.

Kalbi hasta olanın yani Allahtan başka bir şeye bağlı olanın, yani sevenin nefsi azar. Mesela, yabancı bir kızı veya oğlanı ister. Çalgı, müzik dinlediği zaman, nefsinde onlara kavuşmak arzusu artar. Kalbi bu yola hareket ettirir. Bunlarla buluşması haram olduğundan, her çeşit çalgıyı dinlemesi de, harama sebep olur.

Kalbi hasta olmayan, yani kalbinde yalnız Allah sevgisi bulunan kimse, kız, aşk, şehvet anlatan sesleri işitince, kalbi bunlardan zevk almaz. Sıkılır. Kalp hasta ise, bunlardan nefs zevk alıp, kalbi bu yola hareket ettirir. Böyle kimselerin müzik dinlemeleri haram olur. Erkek ve kız, bütün gençler böyledir. İslamiyetin, sönmesini emrettiği nefs ateşini tutuşturan her şey haramdır. Hasta olmayan kalbin, helal şeylere olan sevgisini, bağını arttıran ve nefsi zayıflatan sesleri dinlemek de, bazı şartlarla mubah olur.

Hacca gidecek olanın Kâbe, hac, Mekke, Medine şarkılarını dinlemesi, askerlerin harp, kahramanlık şarkılarını dinlemesi mubah, hatta sevap olur.

Mevahib-i ledünniye’de diyor ki (Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” Mekke’ye girdiği zaman, önünde İbni Revaha beytler okuyarak gidiyordu. Ömer “radıyallâhu anh” bunu görünce, Resûlullahın önünde şiir okunur mu? diyerek darıldı. Resûlullah da, Bırak ya Ömer. Mâni olma! Bu beytler kâfirlere, ok atmaktan daha çok tesirlidir buyurdu). Buradan anlaşılıyor ki nefsi azdıran şiirleri okumak câiz olmayıp, harpte kâfirlere zarar verici, onları üzücü şiirleri okumak câizdir.

Günahları, kusurları, azapları anlatan kasideleri, ilâhîleri dinliyerek, üzülmek, tövbeye sebep olmak sevaptır. Fakat, ölüme, kaza kadere karşı üzülmeye sebep olan ilâhîleri, kasideleri dinleyerek üzülmek haram olur. [Bunun için, mevlütlerde vefât bahsini okumamalıdır.]

Düğün, ziyafet, sünnet, bayram, sefer dönüşü gibi sevinmesi lazım olan yerlerde helal olan ses ile neşelenmek mubahtır. Bu sesler, nefse değil, kalbe kuvvet verir. Kalbi kararmış olanların, kalbimde Allah sevgisi var diyerek ses, ilâhî dinlemeleri insanı ekseriya aldatır. Kalbin temiz, kuvvetli olup nefsi ezmiş olduğunu, yahut kalp hasta olup nefsin azmış olduğunu ancak Velîyi kamiller “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” anlar. [Bunun içindir ki İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh”, 266. mektubunda, gençlerin toplanarak kaside, ilâhî, mevlüt okumalarını uygun görmemiştir.] Kalbinde haller hâsıl olmayan, hâsıl olsa da, nefsi şehvetten tamam kesilmemiş olan tasavvuf yolcularına güzel ses, nağme, faydaden ziyâde zarar verir. (Kimyâ-yı saadet)den tercüme tamam oldu.

(Reşehat)da, Sadüddin-i Kaşgari, Hâce Muhammed Parisa “kuddise sirrühüma”dan işiterek buyuruyor ki (İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, kalbin kararması, hasta olması, yani dünya sevgisinin kalbe yerleşmesidir. Bu sevgi, kötü arkadaşlardan ve lüzumsuz şeyler seyr etmekten hâsıl olur. Çok uğraşarak, bunları kalpten çıkarmalıdır. Faydasız kitap, [roman, gazete, mecmua, hikayeler] okumak, lüzumsuz şeyler konuşmak, bu sevgiyi arttırır. Kadın ve kadın resmleri, [resmli mecmua, filimler, televizyon] seyr etmek, şarki çalgı, [kadın sesleri] dinlemek, bu sevgiyi kalpte yerleştirir. Bunların hepsi, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Kalbin hasta olması, Allahü teâlâyı unutmasıdır. Birinci kısımda, 46. cı maddenin sonuna bakınız! Allahü teâlâya kavuşmak isteyenlerin, bunlardan sakınması, nefsi kuvvetlendiren, azdıran her şeyden ictinab etmesi lâzımdır. Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki kalbi temizlemeye ve nefsi ezmeye çalışmayanlara, zevklerini, şehvetlerini bırakmayanlara bu nimeti ihsan etmez). [Kalp, muhabbet yeri, sevgi yeridir. Aşk, muhabbet bulunmayan kalp ölmüş demektir. Kalpte, ya dünya sevgisi, yahut Allah sevgisi bulunur. Burada dünya demek, haram olan şeyler demektir. Zikir, ibâdet yaparak, kalpten dünya sevgisi çıkarılınca, kalp temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar. Günah işleyince, kalp kararır, hasta olur. Dünya muhabbeti yerleşerek, Allah sevgisi gider. Kalbin bu hâli, bir şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden dolar.]
Tasavvuf büyüklerinden Mahmud-i İncirfagnevi “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki (Zikir-i alaniye, yani yüksek sesle zikir yapabilmek için, kalbinde yalan ve gıybet bulunmamak, boğazından haram ve şüpheli şey geçmemiş olmak, gönlü riyadan ve süm’adan ve sırrı hazret-i Haktan başka şeylere teveccühten pak olmak lâzımdır). İşte, teganni, simâ’ yalnız böyle kimselere faydalı olur. Fıkıh âlimleri de, teganninin, böyle olmayanlar için ve çalgının herkes için, haram olduğunu bildirmişlerdir. Beyt tercümesi:

Sevgilimle geziyorduk el-ele,
Haberim yok, bakmışım bir çiçeğe.
Utanmadın mı dedi ve ekledi:
Ben varken nasıl bakıyorsun güle?

Bu beyt, tasavvufçuların, takvâ ehlinin hâlini göstermektedir.

Teganninin mubah olduğunu bildirdiğimiz yerde, beş şartı gözetmek lâzımdır:

1) Kadın, kız veya parlak oğlan sesini, yanında kendilerini görerek dinlemek, mahremleri olmayan [yabancı] erkeklere haramdır. Bunları görünce, temiz kalp sıkılır, kararır, hasta olur, zayıflar. Nefs zevk alır, kuvvetlenir, azar. Şeytan, nefsin, hareketine yardım eder. Nefs, kötü isteklerini, haramları, kalbe yaptırır. Çünkü, bütün azalar kalbin emri ile hareket etmektedir. Güzel olmayan oğlanın sesi câiz ise de, çirkin kızın da sesini, yanında dinlemek haramdır. Kızların, kadınların mevlüt, ilâhî gibi okuması câiz olan seslerini, kendilerini görmeden [Mesela gramofondan, radyodan] yabancı erkeklerin dinlemesi, oğlanın yüzüne bakmak gibidir. Yani, düşünceye göre, helal veya haram olup mevlütü dinlemesi câiz, sesini dinlemesi haram olur. Şüpheli şeyden kaçınmalıdır.

Hadika’da diyor ki zaruret olmadan, erkeğin [yabancı kadın], kız ile konuşması haramdır. Alış veriş gibi işlerde, zaruret miktarı konuşmak câiz olur.

2) Ses dinlerken, ud, keman, ney, saz, kaval gibi hiçbir çalgı çalmamalıdır. Keyif için, eğlence için, her çalgıyı çalmak ve dinlemek haramdır. Çalgı, içki içenlerin adetidir. İçki ise, nefsi kuvvetlendirir. Kalbi zayıfletir. Yalnız muharebede, askerin moralini kuvvetlendirmek için, bando, muzika çalmak ve bunlara sulh zamanında da hazırlanmak ve düğünlerde davul, def çalmak, her müslümana câizdir. [Siyasi toplantılar da, harp sahası demektir.]

Çalgı aletlerinin, kendileri haram değildir. Bunları çalmak ve dinlemek haramdır.

3) Güzel sesle fuhuş, kadın, içki anlatan şiirleri okumamalı ve bunları dinlememelidir. Müslümanı, din âlimlerini kötüliyen sesleri de dinlemek haramdır.

4) Dinleyiciler arasında parlak oğlan, yabancı kadın bulunmamalıdır. Fısk, fuhuş, livâta ve zina, nefsin istekleri, şehvetleridir. Nefsin kötü arzularına [yani şehvete] aşk, muhabbet adı takmamalıdır. Aşk, muhabbet kalpte olur ve kıymetlidir.

5) Kalbinde mahluk sevgisi, nefsinde şehvet hissi olmayanların, zevk için, güzel ses dinlemeleri câiz ise de, devamlı olmamalıdır. Bazı mubahları, sık sık işlemek, lehv, lab ve abes olur. Boş yere zaman öldürmek olur. Bunlar ise haramdır.

[Zâhir bilgilerinde derin âlim ve bâtın mârifetlerinde ârif ve kâmil olan Mazhar-i Can-ı Canan “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki (Simâ’ yani kaside, ilâhî, mevlüt dinlemek, hasta olmayan kalbe rikkat verir, yumuşatır. Yumuşak kalpli müslümana Allahü teâlâ merhamet eder. Allahü teâlânın merhametine sebep olan şey niçin haram olsun? Çalgıların, haram olduğu söz birliği ile bildirilmiştir. Yalnız, düğünlerde def [davul] çalmak mubah ve ney çalmak mekruh denildi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, yolda giderken ney sesi işitti. Mübarek kulaklarını kapadı. Yanında olan, Abdullah bin Ömerin de kapamasını emir buyurmadı. Demek ki işitmemek takvâdır, azîmettir. Simâ’ için, âlimler arasında ihtilaf vardır. Câiz diyenler de, değil diyenler de oldu. [Fakat, çalgı çalmanın haram olduğu, icmâ ile söz birliği ile bildirildi.] İhtilaf edilmiş olan bir şeyi yapmamak daha iyidir. Takvâ ehli, bunun için, yüksek sesle zikretmemiş, sessiz zikri adet edinmişlerdir.) Mazhar-i Can-ı Cananın bu sözleri, (Makamat-ı Mazhariye)de yazılıdır.]

Dürrü’l-meârif’in 4. sayfasında diyor ki (Simâ’ ancak, Allahü teâlâya müteveccih olanlara câizdir. Her şeyi Allahü teâlâdan bilirler. İhtiyari olmayan raksa, Vecd denir. İradi ve ihtiyârî olarak raks etmeye, tevacüd denir. Nizamüddin-i Evliyâ hazretlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” meclisinde, Simâ’ vardı, fakat çalgı yoktu. Kadın ve oğlan da yoktu. El şaklatmak bile yoktu. Aletsiz, çalgısız olan sese (Simâ’) [yani (Teganni)] denir. Alet ile çalgı ile birlikte olan insan sesine (Gına) [yani (Müzik)] denir. Gınanın haram olduğunu bütün âlimler söz birliği ile bildirmişlerdir. İsra sûresi 64. âyetinin, gınayı haram ettiğini bildiren âlimler vardır. (İlk teganni eden şeytandır) ve (Gına, kalpte nifak hâsıl eder) hadis-i şerifleri de gınanın haram olduğunu göstermektedirler. Âlimler, simaın haram olmasında ihtilaf etti. Gınanın haram olduğunda ihtilaf yoktur. Kadın ve oğlan sesi gınaya dâhildir. Simaa helal diyen âlimler de, buna şartlar bildirdiler. Bu şartlar bulunmayan simâ’ da söz birliği ile haram olur.)

Dürrü’l-meârif’den yapılan bu tercüme de gösteriyor ki İslamiyette müzik, çalgı yoktur. Son zamanlarda işitilen (Tasavvuf müziği) sözünün İslamiyette yeri olmadığı anlaşılıyor. Harama helal diyenin kâfir olacağı bildirildi. Bunun için, haramı ibâdete karıştıranın, hem kâfir olacağı, hem de İslamiyeti yıkmak, bozmak için uğraşan zındık olacağı hatıra gelmektedir. Kurân-ı Kerîmi, tekbîrleri ve ilâhîleri çalgı ile ney çalarak okumak, bunun için tehlikeli bidattir. Kurân-ı Kerîmi güzel ses ile tecvid ile okumalıdır. Teganni ile kelimeleri değiştirip nağmeye uydurarak okumak haramdır.

Genç hafızların, genç kadınlar, kızlar arasında, Kurân-ı Kerîm, mevlid, ilâhî okuması da gına olur. Haram olur. Bir kimse, bir yere şehvet ile bakarsa, kalbi de oraya takılıp lekelenir, hastalanır. Kalp hastalanınca, nefs kuvvet bulur, azar.

Kalbinde yalnız Allah sevgisi olanların güzel ses dinlemesi câiz olup yukarıda yazılı şartlara uygun olarak, oturup okurlar dedik ise de, Ashâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ve Tabiîn-i ızam “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” böyle yapmadı. Bidat olduğu meydandadır. Faydası olduğundan câiz dedik. (Siyerül-aktâb)da, Hasan Basrî buyuruyor ki “Allah sevgisi ile simâ’ dinleyen, Sıddîk olur. Nefse tâbi olarak dinleyen, zındık olur”.

Kurân-ı Kerîmi radyo ile ve hoparlör ile okurken, çok defa, harflere mahsus ses, yani ağızdaki mahrecleri değişip mânâ bozuluyor. Kurân-ı Kerîm, bayağı, mânâsız, ses dalgaları hâlini alıp ibâdet değil, bir şarkıcının nağmeleri gibi, hissi bir zevk vasıtası oluyor. Bundan başka, Reddü’l-muhtar, Mecmaul-enhür, Dürrü’l-münteka ve Elmalılı Hamdi efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” tefsirinin III. cildinin, 2361. sayfasında diyor ki “Kurân-ı Kerîm okumak demek, Kuran okuduğunu anlayacak kadar aklı başında olan insanın okuması demektir”. Camiler, namaz kılmak için yapılmıştır. Vaiz ve hafızların sesi, radyolarla, hoparlörlerle, her tarafa yayılınca, câmi içinde, namaz kılacak yer bulunmıyor. Namaz kılanlar şaşırıyor. İbni Âbidin’de, imâmın, yüksek sesle okuması vâcib olan yerde, başkalarını rahatsız edecek kadar bağırması günah olduğu yazılıdır. Hoparlörle okuyanlar, bu bakımdan da günaha giriyorlar.

İbni Hacer-i Mekki “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Fetava-yı Kübrâ’sında, gusül abdesti başında buyuruyor ki “Camide Kurân-ı Kerîm okumak büyük kurbettir. Yüksek sesle okuyup, namaz kılanları şaşırtan çocukları susturmak lâzımdır. Hocaları susturmazsa, yetkililer çocukları da, hocalarını da camiden çıkarmalıdır”.

[Sual: Ezan, hoparlörle okununca, uzaklardan da işitiliyor. Müminler ezan sesi duyuyor. Hoparlör faydalı oluyor denirse:

Cevap: Ezan sesinin uzaklardan işitilmesi lazım olsaydı, bu sözün bir kıymeti olurdu. Ezanın, insan sesinden fazla sesle okunması lazım olsaydı, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bunun çaresini emrederdi. Çünkü, dinde lazım olan her şeyi bildirmesi, yaptırması vazifesi idi. Namaz vakitlerinin geldiğini, hristiyanlar gibi çan çalarak veya yahudiler gibi boru öddürerek uzaklara duyuralım diyenler oldu. Kabul etmedi. (Biz böyle yapmayız. Yüksek yere çıkıp ezan okuyunuz!) buyurdu. Böylece, insan sesinin varamayacağı yerlere tek bir ezan sesinin ulaştırılmasına lüzum olmadığı anlaşıldı. İbadetlerde değişiklik yapmanın (Bidat) olduğunu, büyük günah olduğunu biliyoruz. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” kabul etmediği, reddettiği bir şeyi ibâdete karıştırmak ise, bidatten daha büyük, ondan daha çirkin günah olur.  19. mektupta, (Bidatler nurlu parlak, faydalı görünseler de, hepsinden kaçınmak lâzımdır. Hiçbir bidatte fayda yoktur) diyor. Mektûbât-ı Rabbânî’de 186. mektupta buyuruluyor ki (Bugün kalpler kararmış olduğundan, bazı bidatler, güzel görülürse, kıyamet günü, kalpler uyandıkları zaman, bidatlerin hepsinin zararlı oldukları anlaşılacaktır. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem”, “Dininizde yapılan her yenilik zararlıdır. Bunları atınız!” buyurdu) diyor. Allahü teâlâ, Bakara sûresi 216. âyetinde meâlen, “Bazı şeyleri sever, faydalı dersiniz. Halbuki o şeyler size zararlıdır” buyurdu. Görülüyor ki hoparlörle ezan okumak bidatini savunmak, bir müslümana yakışacak şey değildir.

Bundan başka, Dürrü’l-muhtar sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” yemin kısmında, nezri anlatırken buyuruyor ki (Her beldede, her mahallede mescid yapmak, hükümet üzerine vâcibdir. Beytülmal parasından yaptırılması lâzımdır. Hükümet yaptırmazsa, müslümanların yaptırması vâcib olur). 1. cilt, 480. sayfada diyor ki (Ezan okunurken, camiden çıkmak haramdır. Fakat, kendi mahallesindeki câmi cemaati ile kılmak için çıkmak câizdir. Çünkü, mahallesindeki camide kılmak vâcibdir). Bütün bunlardan anlaşılıyor ki her mahallede mescid bulunması, mahalle mescidlerinin hepsinde ezan okunması, herkesin kendi mahallesi veya çarşısı camiinde okunan ezanı işitip, buradaki cemaate gitmesi emredilmiştir. Her mahallede câmi bulunacak, hepsinde ezan okunacak, herkes ezan sesi duyacaktır. Hoparlörle uzaklara duyurmaya lüzum yoktur. Şimdi, ezanı hoparlör ile okuyorlar. Hoparlör sesleri birbirine karışarak, ezan oyuncak hâlini alır. Görülüyor ki hoparlörle okumak, lüzumsuz ve zararlı olmaktadır. İslamiyetin emrine uyarak her müezzin minareye çıkıp, sünnete uygun ezan okuyunca, herkes kendine yakîn ezanı çok iyi işitir. Uzaklardan hoparlör sesini duymaya lüzum olmaz. Ezanı hoparlörle okuyarak, sesin uzaklardan işitilmesini istemek, ezanın bir yerde okunmasını, her camide okunmamasını istemek demektir.

Beyheki’nin bildirdiği ve Künuzü’d-dekaık’da yazılı hadis-i şerifte, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ashâbına “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hitab ederek buyurdu ki “Sizden sonra, bir zaman gelecektir. O zamanda bulunan müslümanların en sefilleri, en aşağıları, müezzinlerdir”. Bu hadis-i şerif, teganni ederek ve sünnete uymıyarak okuyan ve ibâdetlere bidatler karıştıran kimselerin zuhûr edeceklerini haber vermektedir. Allahü teâlâ, müezzin kardeşlerimizi, bu hadis-i şerifte kötülenen müezzinler gibi olmaktan muhafaza buyursun! Âmin.

Zamanımızda, minaresine çıkılıp sünnete uygun ezan okunan bir câmi görünmez oldu. Minarede okumamak şehirlere de, köylere de yayıldı. Çok şükür, Diyanet işleri başkanlığı, müftüliklere gönderdiği 1.12.1981 tarih ve 19 numaralı tamimi ile müezzinlerin minareye çıkarak ezan okumalarını mecburi hâle getirmiştir.

Ezan okuyanın müslüman, akıl ve sâlih olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bunun için teypten ve radyodan okunan ezan sahih olmaz. Minareye çıkıp hoparlörle okumak da, sünnete uygun değildir. Birinci kısımda, 61. maddenin sonuna bakınız! İbadet ile adeti ayırt etmek lâzımdır. İbadet olmayan şeylerde, radyo, hoparlör kullanılır. İslamiyet, buna bir şey demez. Fakat, ibâdetlerde ufak değişiklik yapan mezhepsiz olur.

Bütün fıkıh kitaplarında, mesela fârisî Tergibüssalat kitabında diyor ki (Abdestsiz ve cünüp ve sarhoş olanın ve fasıkın ve çocuğun ve kadının ve mecnunun ezan okumaları mekruhtur. Sarhoş, cünüp ve mecnunun okudukları ezanı tekrar okumak lazım olduğu, söz birliği ile bildirildi. Kâfir, namaz vaktinde ezan okursa, müslüman olduğu anlaşılır. Çünkü ezan, müslümanlığın şiarıdır, alâmetidir). Ezanı, mânâsını bilerek, inanarak ve severek okumak müslüman olmanın alâmetidir. Büyük günah işliyene fasık [kötü kimse] denir. İçki içen, kumar oynıyan, kadınlarla, kızlarla arkadaşlık eden, her gün beş vakit namaz kılmayan, fasık olur. Kadınların ezan, Kuran, mevlüt, ilâhî okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları haramdır. Hoparlör, radyo ve televizyon ile duyurmaları mekruh olur. Bu aletlerin haram sesler için kullanılmaları adet olan yerlerde, alet-i lehv eğlence aletleri olurlar. Bunlarla ibâdet yapmak, mesela hoparlörle ezan okumak, fasıkın okuması gibi, câiz olmaz. Fısk yapanlar gibi ezan okumanın haram olduğu Dürer’de yazılıdır.

Kurân-ı Kerîmin mânâsının değişerek, küfre sebep olmasının misalleri çoktur. Burada birini bildirelim: Yasin-i şerif sûresinde 81. âyet-i kerimenin sonunun meali, “Onun yarattıkları pek çoktur. O, her şeyi bilir”dir. Halbuki bu âyet-i kerime radyoda, hoparlörde söylenirken ve latin harfleri ile okunurken, mânâsı bozularak, “O berberdir, her şeyi bilicidir”, şeklini aldığı vaki oluyor ki okuyan ve dinleyip beğenen kâfir olur. Latin harfleri ile bir türlü yazılan, bir türlü okunan (Hallak) kelimesi, İslam harfleri ile yazılması ve okunması, farklı iki başka kelime olup biri yaratıcı, öteki ise, berber demektir. Arabîde üç (Z) harfi vardır. Bir kalın (Zı), ikinci ince okunan (Ze), üçüncüsü (Zal)dır. Bunların üçü ayrı ayrı söylenir. İbni Âbidin 332. sayfada diyor ki (Rükû tesbîhinde (Zı) ile (azim) denir ki Rabbim büyüktür demektir. Eğer ince (Ze) ile (azim) denilirse, Rabbim benim düşmanımdır demek olur ve namaz bozulur). Kurân-ı Kerîmi latin harfi ile öğrenip okuyan, bu üç harfi ayıramayacağı için namazı sahih olmaz.

Kurân-ı Kerîmi latin harfleri ile yazmak câiz olmadığı İbni Hacer’in “rahmetullahi teâlâ aleyh” Fetava-yı Kübrâ’sının Necaset bahsinde ve Libya’da Câmiatü’l-İslâmiyye’nin çıkardığı El-hedyü’l-İslami kitabının 1966 baskısında 62. sayfasındaki fetvada yazılıdır. Hindistan’da bulunan yüzlerce Ehl-i sünnet medresesinin büyüklerinden olan Kerala’da Bakıyatüs-sâlihat medresesi müderrislerinin neşrettiği El-muallim aylık mecmuasının 1985 tarihli nüshasındaki fetvada da uzun yazılıdır. El-edillet-ül-kavati hutbe kitabında bu fetvanın bir sûreti mevcuttur.

Radyodan ve hoparlörden çıkan sesler, şimdi Hristiyanların ve Yahudilerin ellerinde bulunan, İncil ve Tevratlar gibi, Allah kelamı değildir. Allahü teâlâ tarafından nesh edilmiş ve kullar tarafından değiştirilmiş olan mukaddes kitaplara hakaret etmek, alay etmek ve bunları okumak, dinlemek câiz olmadığı (Hadika) kitabının 115. sayfasında yazılıdır. Bunun için meyhanelerde, oyun yerlerinde, günah işlenen topluluklarda, radyo ile Kurân-ı Kerîm ve mevlüt dinleyerek keyiflenmek küfür olur ve küfre sebep olan da, kâfir olur.

Radyoda, Kurân-ı Kerîmi ve mevlütü hürmetle dinliyenler, hafızın nağmeleri ile ağlayanlar olur. Güzel ses, nağme, kalbi hastalanmış olanların nefsine tesir etmektedir. Nefsi beslemektedir. Nefs, insanı ağlatmaktadır. Halbuki Kurân-ı Kerîm okumak sünnettir. Harama, hatta mekruha sebep olan sünneti terketmek lazım olduğu, fıkıhta, temel bilgilerden biridir. O hâlde, radyoda Kurân-ı Kerîm ve mevlüt okumamak daha doğru olmaktadır. Radyoda her dil ile dini bilgiler vermek, Ehl-i sünnet âlimlerinin, dünya bilginlerini hayran bırakan, ruhlara gıda olan sözlerini insanlığa duyurmak lâzımdır. Böyle yayınlar çok faydalı ve çok sevap olur.

Sual: Evet, uzak memleketlerdeki vericilerden dinlendiği zaman, ses net olarak gelemiyor. Fakat, bir şehirdeki vericiden alınan ses, tam hafızın okuduğu gibi oluyor. Mânâsı da, iyi anlaşılıyor. Radyoda, teypte ve hoparlörde işitilen bu seslere, Kurân-ı Kerîm denilmez mi?

Cevap: Radyoda işitilen ses, fen bakımından (Aks-i sada) [sesin yankısı] da değildir. (Nakil-i sada) [sesin iletilmesi] de değildir. Nakil, sesin kendinin götürülmesi demektir. Isı da, reyonman, ışıma ve konveksiyon akımları ile yayıldığı gibi, nakil yolu ile de iletiliyor. Ateşe sokulan maşa, ısıyı değiştirmeden iletiyor. Isı, demirin kristallerinin birinden, ötekine geçerek yayılıyor. Hafızın yanında, kendi sesini işitmemiz (Nakil-i sada)dır. Boğazdaki ses iplikçikleri [etten iki tel], konuşurken, gerilerek sertleşiyor. Ciğerden gelen hava, bunları titreştirerek ses hâsıl oluyor. Titreşen tellerin hava moleküllerine çarpması, bu molekülleri titreştiriyor. Bu titreşimler de, yanlarındaki hava moleküllerini titreştirerek kulağımıza kadar ulaşıyor. Böylece sesi duyuyoruz. Ses hava içinde, müntezam küreler halinde dalgalarla yayılıyor. Havanın kendisi gitmiyor. Sesi iletmiş oluyor. Kuru hava, sesi, saniyede 340  metre hızla iletmektedir. Su molekülleri de, sesi iletir. Sesin, sudaki hızı, saniyede 1500 metre kadardır. Katı cisimler, sesi daha çabuk iletiyor. Sesin çelik ve camdaki hızı, saniyede 5.000 metredir.

Havada, suda yayılmakta olan ses dalgaları, duvar, kayalık gibi sert düz yüzeylere çarpınca, doğrultularını değiştirerek, tekrar geriye döner. Geri dönen dalgalar, eşit özellikte, ikinci bir ses meydana getirirler. Bu ikinci sese (Aks-i sada) veya (yankı) denir. Aks-i sada, kendini hâsıl eden birinci sesin özelliğinde olduğu hâlde, secde âyetinin, aks-i sadasını işiten kimsenin, mânâsını anlasa bile tilâvet secdesi yapması lazım gelmiyor. Kurân-ı Kerîmin aks-i sadası, Kurân-ı Kerîm olmuyor. Bu sese, Allahü teâlânın kelamı denmiyor. Radyoda işitilen ses, hafızın sesinin (Nakil-i sada)sı, yani sesin kendisi olmadığı gibi, (Aks-i sada)sı bile değildir. Hafızın sesine benzeyen, başka bir sestir. Kadınların aynadan, sudan aks eden görüntülerine ve kağıt, perde üzerindeki resmlerine bakmanın da, benzerlerine bakmak olduğunu, birinci kısımda, 58. ci maddenin son sayfasında bildirmiştik. Ses, mikrofona gelince kayboluyor, bitiyor. Elektriğe, sonra miknatıs dalgalarına çevriliyor. Bu elektro-manyetik dalgalar, antene gelip, radyoda, elektriğe ve sonra yeni bir sese çevriliyor. Hoparlörde de böyle olmaktadır. Zaten hoparlör, elektrik dalgalarını ses dalgalarına çeviren alet demek olduğu, Fransızca Larousse’da bile yazılıdır. Aks-i sadaya Kurân-ı Kerîm okumak denilmiyor da, bu başka sese, nasıl Kuran okumak denilir.

Sual: Radyoda dinlenen ses, fen bakımından, hafızın sesinin kendisi değilse de, sesinin tam benzeridir. Ses bütün harmonikleri ile farksız oluyor. Mânâsı da bozulmuyor. Bunu dinlemek, niçin câiz olmasın?

Cevap: Bir şeyin benzeri, kendisi değildir. Sarı metal bilezikler, altın bileziklere tam benziyor ise de, aynı değildirler. Altın yerine geçmezler. Radyodan, hoparlörden çıkan ses, hafızın sesine çok benziyorsa da, insan sesi değildir. Metalik sestir. Tınısı, yüksekliği, şiddeti ve harmonikleri başkadır. Kadının resmi de, kadına çok benziyor ise de, kendinin aynı değildir. Gayrı da değildir. Bunun içindir ki kadının avret yerlerine şehvetsiz bakmak haram olduğu hâlde, bunların resimlerine şehvetsiz bakmak haram değildir. Fakat benzediği için, resimlerine bakmak mekruhtur. Bunun gibi, sevilen şeyin benzerine de saygı göstermek lâzımdır. Çünkü, aynı değil ise de, gayrı da değildir.

Kâfirlerin kilisede org çalarak okudukları gibi, Kurân-ı Kerîmi çalgı çalarak okumanın küfür olacağı, muteber kitaplarda yazılıdır. Kurân-ı Kerîmin radyoda ve hoparlörde söylenen, okunan tam benzerine de, böyle saygısızlık yapmak küfür olur. Eğer çalgısız ve tecvid ile okunuyor ise, radyoda saatlerce çalgı ve şehveti harekete getiren şeyler çalıp, birkaç dakika Kurân-ı Kerîm okunur, sonra yine günah olan şeylere başlanırsa, bu hâl, kumar, içki oyun ve açık kadın gibi günah bulunan fısk meclisinde, bu kimselerin veya başka birinin, birkaç dakika da Kurân-ı Kerîmi veya bunun tam benzerini okuması gibi olur. Böyle olan radyodaki Kurân-ı Kerîmi dinlemek, fısk meclisinde okunan Kuranı dışardan dinlemeye benzer. Bunun için, haramları kesip, bu aralık zamanda, okumak da, bunu dinlemek de câiz olmaz. Günah olur. (Mülteka) şerhlerinde diyor ki (Fısk meclislerinde, alay edenler arasında tesbîh, tehlîl, zikir, tekbîr, hadis, fıkıh ve benzerlerini okumak günahtır). Çünkü, Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, böyle okumayı yasak etmiştir. Mesela, Kimyâ-i Saadet kitabında diyor ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” Rebi bin Süud’ün evine geldi. Evde, küçük kızlar def çalıyordu ve şarkı söylüyorlardı. Şarkıyı, [çalgıyı] bırakıp, Resûlullahı methetmeye başladılar. (Beni söylemeyiniz! [Önce okuduğunuza devam ediniz!]. Beni methetmek [mevlüt, ilâhî okumak] ibâdettir. Def [çalgı] çalarken, eğlence, oyun arasında ibâdet câiz değildir) buyurdu. Def, çalgı çalarak veya başka lab, yani oyun oynayarak Kurân-ı Kerîm okuyanın kâfir olacağı Tergibü’s-salât’da, cemaat ile namaz bahsinde ve Cevahirü’l-fıkıh’da yazılıdır. Mîzan-ı Şarani’, abdesti anlatırken buyuruyor ki “İslam âlimleri, çirkin şeyler söyledikten sonra Kurân-ı Kerîm okuyan kimse, Mıshafı pislik içine sokan kimse gibidir. Bunun küfründe şüphe yoktur buyurdular”.

Hadika’da, dil afetlerini anlatırken buyuruyor ki hadis-i şerifte, “Nikahı herkese duyurunuz! Bunun için de, camilerde yapınız ve defler çalınız!” buyuruldu. İmâm-ı Münavi, bunu açıklarken, “Mescidlerde def çalınmaz. Hadis-i şerif, deflerin mescidlerde çalınmasını emretmiyor. Mescidlerin dışında çalınmasını, mescitte yalnız nikah yapılmasını emrediyor” diyor. Hadika’nın bu yazısından anlaşılıyor ki çalınmasına açıkça izin verilmiş olan deflerin bile camilerde çalınması yasak olunca, herhangi bir çalgının camide çalınması hiç câiz olmaz.

(Muhtasar-üt-Tezkire)deki hadis-i şeriflerde, (Ahir zamanda, câhil din adamları ve fasık hafızlar çoğalır), (Öyle zaman gelecektir ki o zamanın din adamları, eşek leşinden daha çok bozulmuş, kokmuş olacaklardır) buyuruldu. Böyle hadis-i şerifler, Kıyamet günü yaklaşınca, fasık ve bozuk din adamlarının türeyeceklerini haber veriyor. Rusyada hususi metotlarla yetiştirilmiş komünist ajanlara, anarşistlere, birer sarık ve cübbe giydirilerek, Türkmenistan, Azerbaycan müftüsü… hazretleri denildiğini işittik. Milletler arası yaptıkları propaganda toplantılarını yayınlayan mecmualarında resmlerini gördük. Bu ajanları, din adamı olarak, halkları müslüman olan Afrika ve Arap memleketlerine gönderdiler. Bunlarla anarşi hazırladılar. Kardeşi kardeşe düşman yaptılar. (Sosyalist İslam cumhuriyeti) denilen ülkeleri bu sûretle ele geçirdiler. Aziz yurdumuzda, şerefli milletimizin arasında böyle bozuk din adamlarının bulunmadığını şükranla görmekteyiz.

Teyp bandına ve gramofon plağına Kurân-ı Kerîm almak, kağıt üzerine yazmak gibidir. Teyp ve gramofon, müzik, şarki keyif, oyun ve eğlence için kullanılıyor ise de, kağıt da, roman, açık resm, eğlence ve fuhuş dergileri olmaktadır. Kurân-ı Kerîm kağıta yazılınca (Mushaf) olur. Mushaf, Kurân-ı Kerîmin okunmasına ve öğrenmesine ve ezberlenmesine sebep ve vasıta olduğu için kıymetlidir. Mushaf yazmak ve hediye etmek, bunun için, çok sevaptır. Band ve plak da, Kurân-ı Kerîmin benzerini işiterek öğrenilmesine ve ezberlenmesine vasıta olmaktadırlar. Kurân-ı Kerîmi, bu niyet ile teyp, plak üzerine almak câiz olur. Bunlara da, Mushaf-ı şerife olduğu gibi hürmet etmek, bunlara başka şeyler doldurmamak, yükseğe koymak, üzerlerine bir şey koymamak, abdestsiz tutmamak, kâfirlere, fasıklara vermemek, başka şeyler bulunan bandlar ve plaklar arasına koymamak, fısk, oyun, eğlence yerlerinde çalmamak lâzımdır. Kurân-ı Kerîm dinlemek için kullanılan gramofon ve teyp hiçbir zaman fısk meclislerine götürülmemeli, bunlarda hiçbir zaman, haram olan çirkin şeyler çalınmamalıdır. Çalgı çalmakta kullanılan bir gramofonun ve teybin Kurân-ı Kerîm dinlemek için de kullanılması, şarki gazel okuyan fasık bir hafızın okuduğu Kurân-ı Kerîmi dinlemeye benzer ki bunun câiz olmadığı yukarıda bildirildi. Kısacası, Kurân-ı Kerîm bulunan bandlar ve plaklar Mushaf-ı şerif gibi kıymetlidirler. Bunlara da saygısızlık yapmak, küfre sebep olur. Şu kadar var ki bunlardan Kurân-ı Kerîmi dinlemek, hafız dinlemek olmaz. Tam benzerini dinlemek olur. Kurân-ı Kerîmi dinlemek sevâbı hâsıl olmaz. Çünkü, Kurân-ı Kerîmi tilâvet etmek, yani okumak demek, şuurlu bir kimsenin, Kurân-ı Kerîm okuduğunu bilen insanın okuması demek olduğu Reddü’l-muhtar’ın 516. sayfasında yazılıdır. Fakat, benzerini de saygı ile dinlemek farzdır. Küçük çocuğun şuursuz olarak okuduğunu dinlemenin de lazım olduğu Reddü’l-muhtar’ın 366. sayfasında yazılıdır.

Radyoda İslamiyetin yasak ettiği şeyler dinlenmez, hep faydalı ve sevap şeyler dinlenirse, bunlar arasında okunan Kurân-ı Kerîmi ve evde teypte, müslümana yakışan şeylerin, nasihatların, derslerin arasında okunan Kurân-ı Kerîmi, öğrenmek için dinlemek câiz olur. Fakat, bunun Kurân-ı Kerîmin aslını dinlemek olmadığı, Elmalılı Hamdi efendi tefsirinin 3. cildinin 2361. sayfasında yazılıdır. Kurân-ı Kerîmi, Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” ve Ashâb-ı kirâmın okudukları gibi okumak ve dinlemek ibâdet olur. Başka türlü okumak ve bunu dinlemek, ibâdeti değiştirmek olur, bidat olur. Bidat ise, günahların en büyüğüdür.

Hindistan’da, bazı camilerde, vehhâbîlerin imamsız olarak cemaat ile namaz kıldıkları bildiriliyor. Bu camilerin, büyük camie elektrik teli ile bağlı olup oradaki imâmin sesini hoparlör ile işiterek, o imama uyulduğu bildirildi. (Fetava-yı Hindiye)de diyor ki (İmama uymaya mâni olan sebeplerden biri, imâm ile cemaat arasında, kayık geçecek kadar nehir veya araba geçecek kadar yol yahut sahrada kılarken, arada iki saflık boşluk bulunmaktır. Camilerin içinde büyük boşluk arkasında, imama uymak câizdir. Bir başka sebep, mescidin üstünde veya dışında kılanın, imâmin veya cemaatten birinin seslerini işitmeye yahut imâmin veya cemaatın hareketlerini görmeye mâni büyük duvar bulunmasıdır. [Hoparlörün sesi, imâmin sesi değildir. Televizyondaki şekilleri de, hakiki şekli değildir, benzerleridir.] Mescidin üstünde ve duvar arkasında kılanın, imamdan veya cemaatten birinden başkasına tâbi olması câiz değildir. Mescid kapıya kadar dolu ise, mescide bitişik kılanın imama uyması sahih olur. Kapıya kadar dolu değil ise, son saf ile arasında araba geçecek mesafe yoksa yine sahih olur. Bundan fazla mesafe varsa [imâmin sesini işitse de] sahih olmaz. (Kadıhan)da da diyor ki mescide bitişik binata kılanın imama iktida etmesi câizdir. Bu binanın üstünde ve mescide bitişik olmayan binalarda iktida câiz değildir). Bu açık hakikat karşısında, müslümanlara imamsız cemaat ile namaz kıldıran bu din adamlarının ibâdete değil, felakete önderlik ettikleri anlaşılmaktadır.

Kâfirler, müslümanları hristiyan yapmaya, camileri kiliseye çevirmeye uğraşıyorlar. Bu işi sinsice yapabilmek için, müslüman görünüyorlar. Camilere ilerde masa sokabilmek için, secde yerlerini biraz yükseltmekle işe başlıyorlar. Basılan yere baş konulmaz. Hastalık olur diyorlar. Secde yerlerini uzun yıllarda yükselte yükselte, masaya yol açarız diyorlar. Camilere müzik, org sokabilmek için, önce hoparlörden, teypten başlıyor, ibâdetlerin çalgı aletleri ile yapılmasına, yavaş yavaş alıştırmak istiyorlar. Yapılması günah olmayan, mubah bir şeyin ibâdet sanılması korkusu olursa, bu mubah şeyi yapmak haram olur. Büyük günah işlemek olur. Bunun için, müslümanların çok uyanık olması, ibâdetleri Ashâb-ı kirâm gibi, dedeleri gibi yapmaya titizlikle ehemmiyet vermeleri lâzımdır. Hoparlör, teyp ve benzerleri ile ibâdet etmek, iyi ve faydalı görülse bile bidat olduğu için ve ibâdetleri değiştirmeye yol açacağı için, camilere sokulmamalı, İslam düşmanlarının planlarına, tuzaklarına kapılmamaya dikkat etmelidir. Bakara sûresi 216. âyetinde meâlen, “Beğendiğiniz, sevdiğiniz çok şey vardır ki sizin için zararlıdır!” buyuruldu. İbadetlerde yapılacak ufak bir değişiklik, çok faydalı görünse de, bunu yapmaktan kaçınmalıdır. Radyo ile hoparlör ile okunan ezan kabul olmaz.

Tergib-üs-salât kitabında buyuruyor ki (Kitab-ül-kırae) risalesindeki hadis-i şerifte, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, kıyamet alâmetlerini sayarken buyurdu ki (Hakimler rüşvet alarak haksız karar verir. Adam öldürmek çoğalır. Gençler, ana babalarını, hısm akrabasını aramaz, saymaz olur. Kurân-ı Kerîm mizmardan, yani çalgı aletlerinden okunur. Tecvid ile güzel okuyanları, İslamiyete uyan hafızları dinlemeyip, musiki ile şarkı gibi okuyanları dinlerler.) Muhyiddin-i Arabî hazretleri “kaddesallahü sirrehül’azîz” (Müsamere) adındaki kitabında diyor ki Ashâb-ı kirâmdan Ebû Hüreyre “radıyallâhu anh” hazretlerinin haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir ki müslümanlar birbirlerinden ayrılır, parçalanırlar. İslamiyeti bırakıp, kendi düşüncelerine, görüşlerine uyarlar. Kurân-ı Kerîmi mizmarlardan, yani çalgılardan, şarkı gibi okurlar. Allah için değil, keyif için okurlar. Böyle okuyanlara ve dinleyenlere hiç sevap verilmez. Allahü teâlâ bunlara lanet eder. Azap verir!) buyuruldu.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bunlar gibi, daha nice hadis-i şeriflerle, Kurân-ı Kerîmin radyo, teyp ve gramofon ve hoparlör gibi çalgı çalınan aletlerde okunacağını haber veriyor. Böyle okumanın günah olduğunu bildiriyor. Derin âlim, şeyh-ul-İslam Ahmed ibni Kemâl efendinin kırk hadisinin tercümesinde, 39. hadis-i şerifte, (Mizmarları kırmak için ve hınzırları öldürmek için gönderildim) buyuruluyor. Bunu tercüme ederken, (Mizmar, düdük ve bütün çalgı aletleri demektir. Bu hadis-i şerifin mânâsı, her çeşit çalgıyı ve domuz eti yemeği yasak etmek için emrolundum demektir) diye mânâ verilmektedir. Başka bir hadis-i şerifte, (Kurân-ı Kerîmi Arap şivesi ile onların sesi ile okuyunuz! Fasıklar, şarkıcılar gibi okumayınız!) buyuruldu. Şarkı okur gibi okuyan kimsenin imâm olması haramdır. Onun arkasında kılınan namaz, sahih olmaz. Çünkü, sesi perdeye uydurmak, nağme yapmak için, harf eklemektedir ki bunlar, insan sözü olur. Kurân-ı Kerîm olmaz.]

TENBİH: Yukarıda, Kurân-ı Kerîmi radyoda okumak ve bunu dinlemek anlatılmaktadır. Radyo kullanmak için, radyo dinlemek için bir şey yazılmamıştır. Bu ikisini birbiri ile karıştırmamalıdır. Radyo kullanılması, bir sayfa sonra bildirilecektir.

Kimyâ-i Saadet’de buyuruyor ki (Kurân-ı Kerîm okumasını öğrenmek çok sevaptır. Fakat, Kurân-ı Kerîm okuyanların ve hafızların, ona saygı göstermeleri lâzımdır. Bunun için de, her sözü, her işi Kurân-ı Kerîme uygun olmalıdır. Onun edebi ile edeblenmelidir. Onun yasak ettiği şeylerden sakınmalıdır. Ona, böyle saygı göstermezse, Kurân-ı Kerîm kendisine düşman olur. Resûlullah “aleyhisselâm” buyurdu ki “Ümmetimdeki münâfıkların çoğu, Kurân-ı Kerîm okuyanlardan olacaktır”. Ebû Süleyman Darani buyuruyor ki (Cehennemde azap yapan, Zebâni adındaki melekler, puta tapan kâfirlerden önce, İslamiyete uymayan hafızlara saldıracaklardır). Para kazanmak için mevlüt okuyan, musiki ile mevlüt okuyan hafızlar da böyledir. Şunu iyi bilmelidir ki Kurân-ı Kerîm, yalnız okumak için gönderilmedi. Gösterdiği yolda gitmek, İslamiyete uymak için gönderildi).

Şir’atü’l-İslam şerhinin sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki “Kurân-ı Kerîmi şarkı söyler gibi okumak, bidatlerin en çirkini, en kötüsüdür. Böyle okuyanlar cezalandırılır”.

Riyadu’n-nasıhin’de diyor ki Kurân-ı Kerîm, İslamiyete uyan hafızlara şefaat edecektir. Müslim kitabındaki hadis-i şerifte, “Kurân-ı Kerîm, okuyanlarına, ya şefaat edecek veya düşman olacaktır” buyuruldu. Bir hadis-i şerifte, “Kurân-ı Kerîm okuyan çok kimse vardır ki Kurân-ı Kerîm, onlara lanet eder” buyuruldu. Kurân-ı Kerîmi abdestli olarak okumak, sağ el ile tutmak, dizden aşağı koymamak, bitirince açık bırakmamak, başka şey yaparken kapayıp yüksek bir yere koymak, okurken konuşmamak, konuşursa, tekrar Euzü okuyarak başlamak lâzımdır. Mushafı [ve Kurân-ı Kerîm bulunan teypi] ayağa kalkarak almalıdır.

Radyoda Kurân-ı Kerîm dinleyen de, hiç olmazsa, radyoyu yükseğe koymalı, bir iş yapmamalı, konuşmamalı, kıbleye karşı edeble oturmalıdır. Kurân-ı Kerîmi ve mevlütü dinledikten sonra veya önce, çalgı, şarkı ve başka küfür ve haram şeyleri dinlemek, bunlara saygısızlık olur. Kurân-ı Kerîm, okunup da, kendisine saygı göstermeyenlere lanet eder. Okuyanlar ve söyleyenler için günah olan her şey, okutanlar ve dinleyenler için de, günahtır.

Radyoda, hafızın Kurân-ı Kerîm okumasına sebep olan dinleyiciler, bir canbazı seyredenler gibi oluyor. Yani, canbaz, oynarken ipten düşüp ölürse, seyirciler günaha girer. Çünkü, onlar seyretmeselerdi, canbaz oynamayacak ve ölmiyecekti. Evet, öldürülen kimse, eceli geldiği için ölür. Fakat, bunu öldüren de, cezasını görür.

Kurân-ı Kerîmi, mevlütü ve ezanı musiki ile teganni ederek okumak da, mânâsını bozuyor ve zararlı oluyor. Mesela, (Allahü ekber), Allahü teâlâ büyüktür, demektir. Sesi uzatarak, mesela (Aaaallahü ekber), şeklinde okunursa, Allah, acaba büyük müdür? demek olur ki böyle söyleyenlerin kâfir olacağı meydandadır.

Bütün fıkıh kitaplarında ve mesela, (Halebi-i sagir)in sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, 252. sayfasında: (Kurân-ı Kerîmi nağme ile yani sesi musiki perdelerine uydurarak okumak, harfleri bozmaz ise, âlimler mekruh demiştir. Zira fasıkların nağmelerine teşebbühtür. Eğer harfler değışır ise, haramdır. Okuması mekruh olan bir şeyi dinlemek de mekruhtur. Okuması haram olan şeyi, dinlemek de haramdır. Kurân-ı Kerîmi teganni ile okuyan hafızlara emr-i mâ’rûf yapmak vâcibdir. İnadlarına, düşmanlıklarına sebep olacak ise, bunları dinlememeli, orayı terk etmelidir) demektedir.

Halebi’nin 297. sayfasında, “Teganni ile okuyan bir imâm arkasında kılınan namazın iadesi, tekrar kılınması lâzımdır”. Başka bir sayfasında, “İş görenler ve yatanlar arasında, yüksek sesle Kurân-ı Kerîm okunursa, okuyan günaha girer” yazılıdır.

Halebi-i Kebir’de, 496. sayfasında diyor ki (Yan yatarak ayakları birbirine bitiştirip, Kurân-ı Kerîmi, içinden ezbere okumak veya yürüyerek, iş görerek, hamamda, kabir başında oturup okumak câizdir. Kitap okuyan, yazan, iş yapan yanında Kurân-ı Kerîm okumaya başlamak, onlar dinlemedikleri zaman günah olur. Camide veya başka yerde, birkaç kişinin, bir zamanda, yüksek sesle Kurân-ı Kerîm okumaları tahrimen mekruhtur. Birinin okuyup, başkalarının sessizce dinlemeleri lâzımdır. İşi olanların dinlemesi farz olmaz. Kurân-ı Kerîmi dinlemek, farz-ı kifâyedir ve okunmasından ve nâfile ibâdetlerden daha sevaptır. Kadın, Kurân-ı Kerîmi kadından öğrenmelidir. Yabancı erkeklerden, amadan bile öğrenmemelidir). Kurân-ı Kerîmi öğrendikten sonra, unutmanın günah olduğu, Berika’da ve Hadika’da yazılıdır.

(Hülâsa-tül-fetava) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki (İş görürken ve yürürken, kalbi ile düşünerek, Kurân-ı Kerîm okumak câizdir).

Kurân-ı Kerîmi doğru, güzel okumak için, musiki öğrenmeye lüzum yoktur. Tecvid ilmini öğrenmeye lüzum vardır. Âlimlerin çoğuna göre, Tecvid ilminde, harflerin ağızdaki yerleri, medler, harflerin uzatma miktarları ve daha birçok şeyler öğrenmeden okunan Kurân-ı Kerîm, doğru olmaz ve ezan ve namaz sahih olmaz. İkinci kısım, birinci maddeye bakınız!

(Halebi-i sagir) kitabında, tilâvet secdesi kısmından birkaç satır önce, buyuruyor ki (Kurân-ı Kerîmi okunamayacak kadar küçük harflerle yazmak, böyle küçük Kurân-ı Kerîm almak günahtır. Allahü teâlâ, Kurân-ı Kerîmi okumak, dinlemek, içindekileri, öğrenip yapmak için gönderdi. Kurân-ı Kerîmi okunamayacak kadar küçük yazmak, ona hakaret etmek olur. Halife Ömer “radıyallâhu anh”, böyle küçük yazan birisini cezalandirmiştir). Böyle mushafları almak, taşımak, hıristiyanların putları gibi, altın mahfaza içinde boyuna takmak, faydasızdır ve çok günahtır.

Âyet-i kerimeleri ve Allahü teâlânın isimlerini, yerde serili şeyler ve seccadeler üzerine yazmanın [Kâbe-i muazzamanın resmini koymak da böyledir] tahrimen mekruh olduğu (Halebi)de yazılıdır. Paralar üzerine yazmanın mekruh olduğu (İmdad)ın Tahtavi haşiyesinde yazılıdır. Büyük âlim, Seyyid Abdülhakîm efendi “kuddise sirruh”, bir mektubunda buyuruyor ki; Ashâb-ı kirâm ve Tabiîn-i ızam “aleyhimürRıdvân” zamanlarında, paralar üzerine mübarek kelimeler yazılmadı. Çünkü, para, alış veriş vasıtası olduğundan, muhterem değildir, hakirdir. Üzerlerine resm koymak câiz olur. Ehl-i sünnet olmayan hükümetler, mesela Fatımiler, Resûliler gibi, mutezile mezhebinde olup müslüman ismini taşıyan, fakat İslamiyete uymayan hükümdarlar, para üzerine âyet-i kerime ve hadis-i şerif yazmışlardır. Milleti kandırmak, müslüman görünmek için yaptıkları hilelerden biri de bu idi. Din âlimleri [yani Fükaha-ı ızam], muhterem kelimeleri, paralara değil, mezar taşlarına bile yazmaya izin vermemiştir. Böyle paraları abdestsiz tutmak mekruh olduğu, (Fetava-i Hindiye)de yazılıdır. Harab olmuş mıshafı gömmek veya yakmak lazım geldiği (Şir’a-tül-İslam) şerhinde yazılıdır.

İbadetleri, hoşa gidecek şekle değiştirmek olamaz. İnsanların beğendiği ibâdeti, Allahü teâlâ da beğenir zannetmek, pek yanlıştır. Böyle olsaydı, Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” gönderilmesine lüzum yoktu. Herkes, hoşuna gittiği gibi ibâdet eder, Allahü teâlâ da, onu beğenirdi. Halbuki ibâdetlerin kabul olması için insanların hoşuna gitmesi, dinleyicilerin çok olması değil, insanların aklı ermese, faydalarıni anlamasalar bile İslamiyete uygun olması lâzımdır.

Bu yazımız, dini dünya kazanclarına alet edenlerin hoşuna gitmiyebilir. Onlar için değil, hakikati öğrenmek isteyenler için yazıyoruz.

Sual: Radyo dinlemek ve televizyon seyr etmek günah mıdır

Cevap: Bu sual, sinemaya gitmek günah mı demeye benziyor. Bu iki suali birlikte cevaplandıralım:

Sual: Sinemaya gitmek günah mıdır?

Cevap: Radyo, sinema, televizyon neşr vasıtasıdır. Kitap, gazete, mecmua gibidir. Bunlar, tabanca gibi, bir vasıta, bir alettir. Tabancayı, bir kabahatsiz, günahsız, zararsız kimseye karşı kullanmak günahtır. Muharebede, düşmana karşı kullanmak ise, çok sevaptır. Görülüyor ki tabanca kullanmak, hep günahtır demek veya her zaman sevaptır diye kestirip atmak, doğru değildir.

Bunun gibi, radyo ve filimler, iyi insanlar tarafından hazırlanır, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri bildirir, İslamiyetin faydalarını, ahlak, ticaret, sanat, fabrikaların çalışması, tarih olayları, askerlik gibi din ve dünya bilgileri verirse, böyle radyoyu dinlemek, böyle filmleri ve televizyonları görmek günah olmaz, mubah olur. Faydalı kitap ve mecmua okumak gibi, her müslümana lazım olur.

Fakat bunlar, din düşmanları, ahlaksızlar tarafından hazırlanır, haram, çirkin, şarkılar, çalgılar bulunursa ve zararlı şeylerin propagandası yapılırsa, böyle radyoları dinlemek, televizyonları görmek ve böyle film gösterilen sinemalara gitmek câiz olmaz. Böyle olan gazete ve kitapları, romanları okumak gibi, haram olur.

Hadika ve Berika’nın sonlarında diyor ki (Def, tanbur ve her nev’ çalgıyı evinde, dükkanında bulundurmak, kendisi kullanmasa bile satmak, hediye, ariyet, kiraya vermek günahtır). Mubah ile günah karışık olursa ve radyoda, televizyonda, filmde veya bunların görüldüğü, dinlenildiği yerde, haram şeyler varsa, günaha girmemek için mubahı, hatta sevâbı terketmek lazım olur. Nitekim, müminin davetine gitmek sünnet olduğu hâlde, haram bulunan davete gitmemeli, haramdan, mekruhtan sakınmak için sünneti terketmelidir.

Ahlak-ı Alai kitabında diyor ki (Şiir, vezinli söze denir. Lahn ve nağme bulunmayan güzel sesi dinlemek mutlaka mubahtır. Sıkıntı gidermek için, nağme ile kendi kendine okumak câiz diyenler vardır. Fakat, başkalarını eğlendirmek veya para kazanmak için okumak haramdır. Nağme, yani vezinli ses 3’tür:

1) İnsan sesi. Yukarıda uzun bildirdik.

2) Hayvan sesi. Kuşların ötmesi gibi. Bunları dinlemek, mutlaka helaldir.

3) Cansızlardan [bütün çalgılardan] vurmak, üflemek, sürtmekle çıkarılan sesleri dinlemek, mutlaka haramdır. Suyun akması, dalgaların çarpması, rüzgar, yaprak seslerini dinlemek günah değildir. Bunları dinlemek faydalıdır. Sıkıntıyı giderir).

Eşiatü’l-lemeat hadis kitabının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Beyan ve Şiir) babında diyor ki Âişe “radıyallâhu anhanın bildirdiği hadis-i şerifte, “Şiir, iyisi iyi olan, çirkini çirkin olan sözdür” buyuruldu. Yani, vezin ve kafiye, bir sözü çirkinleştirmez. Şiiri çirkin yapan, mânâsıdır.

Hadika kitabının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki (Haram karışmamış olan teganni, sâlih insanın temiz kalbine, ruhuna tatlı geldiği gibi, haram karışmış olan müzik de, fasıkların nefslerine tatlı gelir). Onlar, bunların, bunlar da onların müziklerinden zevk almazlar, sıkılırlar. Çünkü kalbe, ruha lezzet veren şey, nefse sıkıntı verir. Nefse tatlı gelen şey, temiz kalplere sıkıntı verir. Bunun içindir ki kâfirlerin, fasıkların Cennet hayatı yaşadıkları yerler, müslümanlara, sâlihlere zından olur. “Dünya, [yani haramların bulunduğu yerler, fısk meclisleri] mümine zından, kâfire ise Cennettir” hadisi değişmez bir hakikattir. Bu hakikati gözönüne alarak, herkes kendi kalbinin nasıl olduğunu kolayca anlayabilir. Çok kimsenin nefsi, küfür alâmetlerini kullanmakla ve haramları işlemekle kuvvet bulup, kalbi ve ruhu örddüğünden, nağme nefse tesir edip azdırmaktadır. Ruhun, kalbin sıfatları mağlub olduğundan, müteessir olmamaktadırlar. Nefsin duyduğu lezzet, kalbin, ruhun lezzeti sanılmaktadır. Nağmeden bazı hayvanlar da lezzet almaktadır.

Sûre-i Lokmandaki (Lehvelhadis) âyet-i kerimesinin, musikinin men’i için olduğunu, tefsirler mesela, (Tefsir-i medârik) bildirmektedir. Fârisî (Mevahib-i aliyye) ismindeki tefsirde, bu âyet-i kerime şöyle tefsir ediliyor: “Bazı insanlar, dedikodu yaparak, yalan hikayeler, romanlar söyleyerek ve yazarak ve para ile şarkıcı kadınlar tutup herkese ses nağmeleri dinleterek, Kurân-ı Kerîm dinlemelerine, farzları, haramları okuyup öğrenmelerine ve namaz kılmalarına mâni olmaya, yani gençleri İslamiyetten uzaklaştırmaya çalışıyor ve müslümanlarla ve Allahü teâlânın emirleri ile alay ediyorlar. İslamiyete gerilik, müslümanlara da, anormal insan, ibtidai, örümcek kafalı, hasta adam ve gerici gibi isimler takıyorlar. Bunlara, Allahü teâlânın emirleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin sözleri söylenince, kendilerine bir süs vererek, kibirle, gururla yüzlerini çevirerek, bu söylenenleri hiç duymuyormuş gibi aldırış etmezler. Onlara Cehennem ateşini, çok acı azapları müjdele!”. Bu tefsir, türkçeye tercüme edilmiş ve Mevakib Tefsiri ismi verilmiştir.

Dürrül-münteka kitabında buyuruyor ki “Kurân-ı Kerîmi ve ezanı teganni ile okumak ve dinlemek haramdır. Burhaneddin-i Mergınani “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki Kurân-ı Kerîmi teganni ile okuyan hafıza, ne güzel okudun diyen kimsenin imanı gider. Tecdid-i îman ve tecdid-i nikah etmesi lazım gelir. Kuhistani hazretleri de, böyle yazmaktadır. Kasideleri, ilâhîleri teganni ile okuyarak, bunları dinliyerek vecde geliyoruz, kendimizden geçiyoruz diyenlerin sözleri doğru değildir. Dinimizde böyle bir şey yoktur. Tekkelerde yapılan rakslar, teganni ile okunan şeyler [ilâhîler, mevlütler] haramdır. Buralara gidip oturmak, dinlemek câiz değildir. Tasavvuf büyükleri, böyle şeyler yapmadı. Bunlar sonradan uyduruldu. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” şiir dinlemiştir. Fakat bu, şarki nağme dinlemeye izin değildir. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” şarkı dinleyip vecde geldi diyenler, yalan söylüyor”. [Haram olan teganni, musiki perdelerine uyarak okumaktır. Sünnet olan teganni, tecvide uyarak okumaktır.] Raks ve simâ’ hakkında Ukudü’d-dürriye sonunda geniş bilgi vardır.

Dürrü’l-muhtar 5. cilt, 270. sayfada diyor ki “Kurân-ı Kerîm okurken, harf eklemeyecek, kelimeyi bozmayacak şekilde teganni etmek câiz ve güzeldir. Aksi takdirde haramdır. Böyle teganni edene, ne güzel okudun demekte küfür korkusu vardır”. İbni Âbidin, şerh ederken buyuruyor ki (Teganni eden hafıza, ne güzel okudun diyen kimse kâfir olur demişlerdir. Çünkü, dört mezhepte de haram olan bir şeye, güzel diyen kâfir olur. Fakat, Kurân-ı Kerîmin harflerini, kelimelerini değiştirdiği için, güzel okudun diyen kâfir olur. Yoksa, sesi, sadası, Kurân-ı Kerîmi okuması güzel demek isteyen, elbette kâfir olmaz). Böyle kimse, bu hafızın teganni etmeyerek okuduğundan da zevk alır ve güzel okudu der. Bununla beraber, teganni eden hafızı dinlememelidir. Okuması da, dinlemesi de haramdır. (Hadika)da, dil afetlerini anlatırken buyuruyor ki (Kurân-ı Kerîmi musiki perdelerine göre okuyarak hareke veya medleri değiştirmek ve bunu dinlemek haramdır. Kurân-ı Kerîmi teganni ile süslemek demek, tecvide uygun okumak demektir).

Kimyâ-yı Saadet kitabı, 266. sayfasında, çocuk terbiyesini anlatırken, “Çocuklara kadın, kız, aşk bulunan şiirleri okutmamalı, böyle şiirler ruhun gıdasıdır diyen öğretmene göndermemelidir. Talebesine böyle söyleyen, [ve seks bilgileri veren öğretmen], üstad değil, şeytandır. Çocuğun kalbini bozmaktadır” buyuruyor. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” “Gına kalbi karartır” buyurdu. Yani insan sesi ile teganni ve çalgılar kalbi karartır. [Bu hadis-i şerifi, İbni Âbidin, 5. cilt, 222. sayfada, izah etmektedir.] Musikiye özenmemeli, hâsıl ettiği lezzete aldanmamalıdır. Bundan ruh değil, Allahü teâlânın düşmanı olan nefs lezzet almaktadır. Zavallı ruh, nefsin elinde esir olduğundan, kendi lezzeti sanmaktadır. Musikinin tadı, zehirli bala, şekerlenmiş, yaldızlanmış necasete [pisliğe] benzer.

Musikinin haram ve zararlı olduğunu bildirmekten maksadımız, buna tutulmuş olan binlerce insanı fasık ve günahlı olmakla lekelemek değildir. Şunu bildirmek isterim ki bu satırları yazanın günahları, okuyucularınınkinden katkat ziyâdedir. Mâ’sûm, günahsız olan, ancak Peygamberlerdir “aleyhimüsselâm”. Yayılmış olan günahları bilmemek de, ayrıca günahtır. Söz birliği ile bildirilen haramları, helal sanarak, sıkılmadan işliyen kâfir olur. Günahlarımızın çokluğunu düşünerek, Rabbimize karşı, her zaman mahçup, boynu bükük olmalıyız. Her gün tövbe etmeliyiz!

Tavsiye Yazı: Mevlana ney çaldı mı? 

 

Zâhir ilimlerinde mütehassıs, tasavvuf derecelerinde çok yüksek olan, derin âlim, büyük velî Abdullah-ı Dehlevî, 74. mektubunda buyuruyor ki (Teganni, hazin ses ve Allah sevgisini anlatan şiirler ve Evliyâ-yı kirâmın hayatını bildiren kasideler, kalpteki bağlılığı harekete getirir. Hafif sesle zikretmek ve İslamiyetin yasak etmediği şiirleri dinlemek, Çeştiye yolunda olanların kalplerini inceltir).

85. mektupta buyuruyor ki (Tasavvuf büyükleri güzel ses dinlediler. Fakat, çalgı ile değil idi. Oğlanlar ve kızlar yanında değil idi. Fasıklar arasında değil idi. Çeştiye yolunun büyüklerinden Sultan-ül-meşayih Nizam-üddin-i Evliyâ hazretleri güzel ses dinlerdi. Fakat hiçbir zaman, hiçbir çalgı dinlemediği, (Fevaid-ül-füad) ve (Siyer-ül-evliyâ) kitaplarında yazılıdır. (Simâ’), yani güzel ses dinlemek, Evliyânın kalbindeki kabz [sıkıntı] hâlini bast [rahatlık] haline çevirmek içindir. Gafillerin güzel ses dinlemeleri, fıska yol açar. Hiçbir çalgı helal değildir. Sekr halinde iken, câiz diyenler oldu ise de, bunlar mazurdur. Bunları ileri sürerek câiz dememelidir. İslamiyete uygun şartları gözeterek, sesle zikir câiz ise de, sessiz zikir efdaldir. Ud, keman, saz, ney ve her çalgıyı ve gafillerin şarkılarını dinlemek ve raks [dans] yapmak ve seyr etmek câiz değildir).

99. mektupta buyuruyor ki “Kalpteki kabzı, bulanıklığı gidermek için, güzel sesle, tecvide uyarak okunan Kurân-ı Kerîmi dinlemelidir. Ashâb-ı kirâm böyle yapardı. Kaside ve şiir dinlemezlerdi. Şarkı ve çalgı dinlemek ve yüksek sesle zikir yapmak, sonradan meydana çıktı. Ebül-Hasan-ı Şazili ve Hamad-i Debbas gibi tasavvuf büyükleri “kaddesallahü teâlâ esrârehüma” şiddetle inkâr ettiler. Abdülhak-ı Dehlevî “rahmetullâhi aleyhim”, bunu uzun bildirmektedir. Çalgısız olarak ve fasıklar ve gafiller arasında olmayarak, Allah sevgisini anlatan şiirleri dinliyen büyükler de vardı. Behâüddîn-i Buhârî hazretlerinin yanına ney ve saz getirdiklerinde, biz bunları dinlemeyiz. Dinliyen tasavvufçuları da inkâr etmeyiz buyurdu. Çünkü, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, hiç dinlememiştir. Tarîkat-i müceddidiyede, teganni dinlemenin kalbe tesiri yoktur. Kurân-ı Kerîm dinlemek, safa vermekte ve huzuru arttırmaktadır. Nağme ve saz dinlemek kalp seyrinde olanlara zevk verir. Hafif sesle ve hazin teganni ile zikir, zevkı ve şevkı arttırır. İrade ve ihtiyar ile olmadan, dert ve hüzn ile içten gelen yüksek sesle zikretmek yasak değildir. Fakat her zaman yapmamalıdır”.

Eşiatü’l-lemeat’da, (Beyan ve Şiir) babında diyor ki Tabiînin büyüklerinden Nafi buyurdu ki Abdullah bin Ömer “radıyallâhu anhüma” ile beraber gidiyorduk. Ney sesi işittik. Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. Ney sesi daha işitiliyor mu, dedi. Hayır işitilmiyor dedim. Parmaklarını kulaklarından ayırttı. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” de böyle yapmıştı dedi. Nafi, sonra dedi ki ben o zaman çocuk idim. Bundan anlaşılıyor ki Nafia kulaklarını kapamasını emretmemesi, çocuk olduğu için idi. Yoksa, ney sesi dinlemek tahrimen mekruh olmayıp tenzîhen mekruh olduğu için, Abdullah vera ve takvâsı sebebi ile kulaklarını kapattı demek doğru değildir. Nafi, böyle yanlış anlaşılmaması için, çocuk olduğunu bildirdi. Eşiatü’l-lemeat’dan tercüme tamam oldu.

Sultan III. Muhammed Han “rahimehullahü teâlâ” zamanında yaşamış olan Itri efendi, bir din alimi değildi. Meşhur Beethoven gibi, bir musiki üstadı idi. İslam tekbîrini, segah makâmına bestelemekle, İslamiyete bir hizmet yapmamış, dine bir bidat karıştirmiştir. Müzik perdelerine uydurmak için, kelimeler değiştirilmekte, mânâları bozulmaktadır. İnsanlar, nağmenin kulaklara ve nefse olan tesirine kapılıp, tekbîrin mânâsı ve kalbe ve ruha olan tesiri kaybolmuştur. Kurân-ı Kerîm ve mevlütler de, böyle musiki ile okununca, kelimeler bozularak mânâları değişiyor. Tesiri ve sevâbı kalmıyor. Kurân-ı Kerîmi güzel ses ile ve tecvid ile okumalıdır. Bu vakit tesiri ve sevâbı çok olur.

Berika kitabında, dil afetlerinin 17.si olarak gına, yani teganni uzun anlatılmaktadır. Şeyhulİslam Ebussuud efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” fetvası da yazılıdır. Bu fetvada helal ve haram olan teganniler bildirilmektedir. Çalgılar hakkında hiçbir şey yazılı değildir. Ney ve çalgı çalanların bu fetvayı ileri sürmeleri, Ebussuud efendiye iftirâ olmaktadır.

İbni Âbidin 4. ciltte, şahitliği kabul edilmeyenleri anlatırken buyuruyor ki (Eğlence için ve para kazanmak için başkalarına şarkı söylemek, söz birliği ile haramdır. Çalgı çalarak dans etmek büyük günahtır. Sıkıntısını gidermek için kendi kendine şarkı söylemek günah değildir. Vaaz ve hikmet bulunan şiir dinlemek câizdir. Çalgı olarak, yalnız kadınların düğünlerde def çalması câizdir). Fakat, erkek kadın bir arada bulunmamalıdır. Teganni ve çalgı hakkında Mevahib-i ledünniye 2. kısım sonunda geniş bilgi vardır. Hadika’da, kulak afetlerini anlatırken buyuruyor ki (Fısk, içki meclislerinde ve kızları oynatarak çalgı çalmak ve bunu dinlemek haramdır. Hadis-i şerifte yasak edilen, böyle çalınan çalgılardır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” çobanın kavalını işitince, parmakları ile mübarek kulaklarını kapadı ise de, yanında bulunan Abdullah bin Ömere kulaklarını kapamasını emretmedi. Bu da, geçerken duymanın haram olmadığını göstermektedir). El afetlerini bildirirken buyuruyor ki “Çalgıyı, içki oyun ve kadın bulunan yerlerde keyif için çalmak haramdır. Düğünlerde def çalmak hadis-i şerifte emredildi. Bu emrin erkeklere de şamil olması esahtır. [Fakat, İbni Âbidin’in yukarıdaki men’ eden yazısı tercih olunur.] Harpte, hac yolunda ve askerlikte davul ve benzeri aletleri çalmak câizdir”. Mekteplerde, milli ve siyasi toplantılarda ve bayramlarda bando, müzika çalmak câiz olduğu buradan anlaşılmaktadır.

İmâm-ı Zehebi’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” Tıbbü’n-nebevi kitabının ve İbni Âbidin’in “rahmetullahi teâlâ aleyh” Ukudü’d-dürriye fetva kitabının sonlarında, teganninin haram olan ve câiz olan kısımları Arabî olarak uzun anlatılmaktadır. Bu kitaplardan birincisi, Teshilü’l-menafi kitabının kenarında olarak, ikincisinin yalnız teganniyi anlatan yazıları, El-Hablü’l-metin fi-ittibais-selefis-sâlihin kitabının sonuna ek olarak, İstanbul’da, bastırılmıştır.

Izdırab dolu, rüyadır bu hayat,
doğmuşuz ölmek üzere, değil mi?
Zevk ile geçerse de, birkaç saat,
dert kovalar, zevklerin her birini!
Gideriz her ân, cehil ve gafletle,
ölüm denizi dibine hasretle.
Türlü mihnetle ve bin meşakkatle,
mahvu perişan eder dünya bizi.
Biz ise seyr eyleyip, bu bünyadı,
ararız halkı için, nedir badi.
Halıkı, halkı ve sırr-ı icadı,
bilmek isteriz Hakkın hikmetini.
Fakat, Hakkın koyduğu sırrın halli,
kulun aklı ile olamaz, bes belli.
İnsana acz ve gaflet ve cehli,
ettirirler sehv içinde sehvi.

Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler