Aşağıdaki yazı, Osmanlı padişahlarının 36.sı, sonuncusu, sultan Muhammed Vahideddin Han “rahmetullahi teâlâ aleyh” zamanında, medresetü’l-mütehassısinde tasavvuf müderrisi olan Seyyid Abdülhakîm Arvasi Efendi’nin “rahmetullâhi aleyh” (Keşkül) ismindeki kitabından alındı. Keşkül basılmamıştır.

Cin var mı, diye soranlara, acele cevap vermek icap eder. Çünkü, Cinnin var olmasında şüphe etmek, pek tehlikelidir. Cevap olarak, İslam âlimlerinin sağlam kitaplarından çıkardığım, aşağıdaki bilgileri, dikkatle ve insaf ile okumak ve doğru düşünerek, anlamak lâzımdır.

Cin, cinnet, cinan, Cennet, cenan ve cenin gibi C ve N harflerinden meydana gelen kelimeler (örtülü) demektir. Cennet denilen yer, meyveler, çiçekler, kokular ile örtülü olduğundan, bu isim verilmiştir. Delilere, mecnun denilmesi de, aklının örtülü olduğu içindir. Geceye (Cünn-i leyl) denir. Çünkü, karanlık, gün ışığını örtmüştür. Cin denilen mahluklar da, gözümüzden örtülü olduğu için, cin denilmiştir. Cin kelimesi, Cinni isminin cem’idir. Cin, cinniler demektir. Peri, fârisîde, cin demektir.

Mahluklar, görülen, görülmeyen diye 2 kısımdır. Ayrıca, mekansız, madde olmayan mahluklar da vardır. İmâm-ı Maverdi diyor ki “Cin, 4 ana maddeden yapılmıştır: Su, toprak maddeleri, havadaki gazlar ve ateş. Bunlardan ateş; alev, ışık ve dumandır. Maric denilen, alev kısmından yaratılan cinnilerin müminleri, kâfirleri, fasıkları vardır”. Bugünkü fen bilgimize göre, bu 4 ana madde, 105 elementten (basit cisimden) meydana gelmektedir. Şu hâlde bütün mahluklar, elementlerden yapılmış olup enerji (kudret) taşırlar. Normal fizik şartlarında, katı ve sıvı (mâyi) halinde bulunan varlıkları ve renkli gazları görebildiğimiz için bunlardan yapılmış cisimler görünür. Mesela insanda katı maddeler ve su çok (%70’ten fazla) bulunduğundan, insan görünüyor. Otlar ve bütün hayvanlar da böyledir.

Cinniler, havadan ve nardan [yani ateşten] meydana gelmiştir. [Ateşin alev kısmı görünmez, içindeki katı zerreler, sıcakta ışıklandığı için, parlak görünüyor.] Bunun için, cin de görünmez.

Alev 2 kısımdır: Biri zulmani [görünmeyen], ikincisi nûrânî [bu da görünmez]. Zulmani olandan cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmıştır. İnsanlar, toprak maddelerinden yaratıldığı hâlde, Allahü teâlâ, bu maddeleri organik ve organize hâle, et ve kemiğe çevirdiği gibi, meleklerde ve cinde alev şekli değişerek, onlara mahsus latif, her şekle dönebilen bir hâle gelmiştir.

Cinnin tarifi şöyledir: Cin yani peri, ateşin alev kısmından yapılmış cisimler olup her şekle girebilirler.

Melekler ise, nûrânî cisimlerdir. Muhtelif şekillere girebilirler. Melek ile cin, yaratılış bakımından birbirine yakındır. Melekler, muhteremdir, kıymetlidir. Cin, hakirdir, kıymetsizdir. Melekte, nur [ışık] kısmı, cinde ise, alev maddesi fazladır. Elbette nur, zulmetten efdaldir. Meleklerin, cinnilere yakınlığı, insanın hayvana yakınlığı gibidir. İnsanların üstün olanları, melekten kıymetli, cin de hayvandan kıymetlidir.

İslam âlimlerinin çoğu, meleklere cisim dedi. Doğrusu da öyledir.

Meleklerin varlığına inanmayan kâfir olur. Cisim olduklarına inanmayan kâfir olmaz, bidat sâhibi olur.

Cinnin varlığına da inanmayan kâfir olur. Eski felsefecilerden bir kısmı, Kaderiye [yani mutezile] fırkasının çoğu ve zındıklar, Cin ve şeytanlara inanmadı. Cin, zeki dahi insan demektir. Şeytanlar da, kötü kimseler demektir dediler. Din kitaplarını okumayan ve İslam âlimlerinin sözlerini bilmeyen, elbette inanmaz. Fakat, Kurân-ı Kerîmde açıkça bildirildiği hâlde ve İslam büyüklerinin kitapları dolu olduğu hâlde, Kaderiye fırkasının inanmaması, şaşılacak şeydir. Çünkü bunlar, Kurân-ı Kerîme uyduklarını söylüyor. Demek ki bu kadar uymaktadırlar. Halbuki Cinnin var olması, akla uymayan bir şey değildir. Yani aklın reddedeceği bir şey değildir. Çünkü, Allahü teâlânın kudretinin yapamayacağı bir şey değildir. Bugün fen adamları, akıl ve din sahipleri, aklın imkansız demediği şeyleri reddetmiyor. Kurân-ı Kerîmde bildirilen şeylere, kelimenin açık ve meşhur mânâlarını vermek lâzımdır. Şeyh-i ekber [Muhyiddin-i Arabî] “kuddise sirruh”, Cinnin var olduğunu, şu âyet-i kerimeler ile gösteriyor:

1) Zariyat sûresinin 56. âyetinde meâlen, “İnsanları ve Cinnileri ancak, beni bilip itaat, ibâdet etmeleri için yarattım” buyruluyor.

2) Errahman sûresi, 74. âyetinde, Cinnin Cennete gireceği bildiriliyor.

3) Errahman sûresinin 31. âyetinde (Sekalan) buyuruyor ki (Ey insanlar ve cinniler!) demektir. Resûl-i sekaleyn, müftüyüssekaleyn, gavsüssekaleyn [yani, insanların ve cinnin Peygamberi, müftüsü, velisi] gibi isimler de, cinnin varlığını göstermektedir.

Kitaplı kâfirlerin hepsi, ateşe tapanlar, puta tapanlar, budistler, müşrikler ve Yunan filozoflarının çoğu ve tasavvuf büyükleri cinnin var olduğuna inanıyor. Süleyman aleyhisselâmın vakası da, cinnin varlığını göstermektedir.

Cinnileri anlatan âyet-i kerimelere, akıllarına göre, başka mânâ verenler mürted olur. Milel-nihal kitabında ve İmâm-ı Muhammed Birgivi’nin “rahmetullâhi aleyh” yazdığı Tarîkat-i Muhammediye kitabındaki fetva ve Akâid-i Nesefi şerhindeki açıklama, mürted olacaklarını bildirmektedir. Fetva şudur:

(Kurân-ı Kerîmin ayetlerine, kelimelerin açık, meşhur mânâları verilir. Bu mânâları değiştirerek, bâtınilere [İsmaililere] uyanlar kâfir olur).

Kul-euzü sûresi ve Cin sûresi, cinnin varlığını açıkça haber vermektedir.

[Bilgileri noksan bazı kimselerin, cinnileri hayal (illüzyon) sanarak, yok demeleri kıymetsizdir. Korkudan, göz önünde hâsıl olan hayaller, elbette yoktur. Fakat, bu hayalleri cin sanmak, cinden haberi olmamak demektir. Bir şeye yok diyebilmek için, o şeyi tanımak, kavramak lâzımdır. Tanımadan yok demek, çocukça laf olur. Bu gibilere, ilim adamı demek, yersiz olur. Bütün Peygamberlerin haber verdiği ve hele, Peygamberlerin en üstününün “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” çeşitli zamanlarda haber verdiği bir bilgiye, akla, tecrübeye dayanmadan, zan yolu ile çala kalem yok demek, ilim adâmina yakışır bir şey değildir. Cinne, meleklere, Cennete, Cehenneme hatta Allahü teâlâya inanmayanların biricik sözleri, (Kim gitmiş, kim görmüş. Var olsalardı görürdük. Görülmeyen şeye inanmak, abdallık olur) demeleridir. Gözün akla değil, aklın göze bağlı olması lazım sanıyorlar. Halbuki akıl, duygu organları üstünde bir kuvvettir ve hissedilen şeylerin doğrusunu, yanlışını ayıran bir hakimdir. İnsanlar, göze tâbi olsaydı, insanlık şerefi, gözün kuvveti ile ölçülseydi, kedi, köpek ve farenin insandan daha şerefli, daha kıymetli olması lazım gelirdi. Çünkü, bu hayvanlar, karanlıkta da görüyor, insan ise göremiyor. O hâlde, göremediğine inanmak istemeyen kimse, insanlığı, hayvandan aşağı düşürmektedir. Demek ki his organlarımız, aklın uşakları, aletleridir. Kumandan, hakim, akıldır. Akıl, görünmeyen, duyulmayan şeyleri reddetmediği gibi, yokluğu ispat edilemeyen ve anlaşılamayan şeylere de yok demez. Bunlara yok demek, akla uygun bir söz olmaz].

Cinnin varlığı, dinin açıkça bildirdiği bir şey olduğundan, inanmayan müslümanlıktan çıkar, hiçbir ibâdeti kabul olmaz.

Cinnin insanlara zarar verdikleri, yardım ettikleri, insanları isteklerine kavuşturdukları, çeşitli zamanlarda, birçok müslüman ve kâfirler tarafından görülmüş ve haber verilmiştir. Buna karşılık, inanmayanlar, pek azdır. Yani yalnız filozof taklitçileri ve tıb diploması alan birkaç kimsedir. Eski tecrübeli doktorlar ve şimdi, tıbbı zevk edinip ihtisâs kazananların çoğu, yok deyip geçemiyor, müslümanlara uyuyorlar. İslam aleminin en büyük doktoru olan İbni Sînâ, Yunan filozoflarının tesiri altında kalıp, İslamiyetten bir nasip alamadığı hâlde, (Kanun) ismindeki kitabında, Sara hastalığını anlatırken, Cinden bahsetmektedir. Mesela diyor ki (Hastalıklara birçok maddeler sebep olduğu gibi, cinnin hâsıl ettiği hastalıklar da vardır ve meşhurdur).

[Cin hakkında bilgi, her Peygamberin kitabında vardı. Süleyman aleyhisselâmın emri ile iş görürlerdi. İdris “aleyhisselâm” diri olarak Cennete çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadı. Resmini yapıp seyretti. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandı. Çeşitli heykeller de yapılıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı. Peygamberimizden “sallallâhü aleyhi ve sellem” bin sene önce, Hicaz’daki Huzaa hükümetinin reisi olan Amr bin Luhay, puta tapınmak dinini Şamdan Mekke’ye getirdi. Putlara tapanlar, putlardan ses işitirdi. Cin, putun, yani heykelin içine girip söylerdi. Peygamberimizin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” dünyaya teşrif ettiği, İslamiyetin başladığı, birçok putlardan işitilmişti. Bu sözlerle, çok kimselerin müslüman olduğu, (Mîr’at-i Mekke) tarih kitabında uzun yazılıdır. Şeytanlar, diri insanın içine de girer. İnsanın his ve hareket sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hâsıl ederler. İnsanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Böylece vaktiyle Romada ve Peştede, son zamanlarda Adanada konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak memleketlerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler, bu çocukların 2 ruhlu olduğunu veya başka insanın ruhunu taşıdığını, yani tenasüh sanmıştır. Böyle zannetmenin yanlış olduğunu, dinimiz açıkça bildirmektedir. Eskiden kahinler, cinnilerden bazı şeyler işiterek falcılık yapardı. Bunun için, puta tapanlar, cinnin varlığına inanır ve cinden korkardı. Cinnin var olduğunu, müslümanlar, putperestlerden işiterek öğrenmedi. Kurân-ı Kerîmden ve Muhammed aleyhisselâmdan öğrendi. Müslümanlar, puta tapanlar gibi, cinden korkmaz. Muhafaza melekleri, insanları cinden koruduğu gibi, âyet-i kerime ve duâ okuyup, Allahü teâlâya sığınanlara da bir şey yapamazlar].

İnsanlar, ilk olarak, topraktan yaratıldığı gibi, cin de, alevden yaratıldı. Cin de, erkek ve dişi olur. Evlenmeleri, evleri, yemeleri, içmeleri, üremeleri, ölmeleri hakkında ve Muhammed aleyhisselâmın onlara da Peygamber olduğu, Kurân-ı Kerîmi dinledikleri, Mekke-i mükerremede ve Medine-i münevverede toplandıkları ve Resûl-i ekremin “sallallâhü aleyhi ve sellem” onlara Kurân-ı Kerîm okuduğu, ibâdet ettikleri, sadaka verdikleri, iyi işlerine sevap verildiği, cin kâfirlerinin Cehenneme gireceği, müminlerinin Cennete gireceği ve Cennette Allahü teâlâyı görecekleri, Cinnin arkasında namaz kılanın namazının sahih olup olmayacağı, Cuma ve cemaatler onlar ile de olup olmayacağı ve namaz kılanın önünden geçmeleri câiz olduğu, çeşitli kitaplarda yazılıdır. İnsanın cin ile evlenmesinin câiz olduğu, cinnin insan kadınına tearruz edince gusül abdesti lazım olduğu, cin ile insan arasında hâsıl olan çocuğun nasıl olacağı [Belkıs gibi], Cinnin kestiği hayvanın yemesi câiz olduğunu, cinnilerin insan âlimlerine sual sorup fetva aldıklarını, insanlara vaaz etmelerini, insanlara şiir söyleyip insanların işitmesini, insanlara, hastalık tedâvisi, ilaç öğrettiklerini, insandan korktuklarını, insanlara itaat ettiklerini bildiren, âlimlerimizin çeşitli yazıları vardır. Bu kitaplar, cinnin varlığını göstermektedir. Cinnilerin insanlara olan zararlarına karşı tedbir alınması, cinnin zararına karşı korunulması, cinnilerin küçükleri yükseklerine itaat ettikleri, insanların iyiliklerine karşı iyilik yaptıkları, kötülüğe karşı kötülük ve zarar yaptıkları, sara hastasının bedenine girip, hastanın hareketleri ve işlerinin, cinnin hareketi ve işi olduğu, böyle hastanın tedâvisinde cin ile sorgu, sual, cevaplaşma olduğu, cinnin insanlarla alay ettikleri, cinnin insan gibi, nazarları değeceği, cinnin harp ettikleri, bilhassa Ramazan ayında azdıkları, cinnin insanlarla ibâdet ettikleri, cinnin, hadis-i şeriflerin sahih olup olmamasında insanlarla müzakerede bulunmaları, Server-i âlemin “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ümm-i Mabedin çadırında misafir olduğunu Mekke ahalisine haber vermeleri, Ümm-i Mabedin müslüman olduğunu haber vermeleri, Bedr muharebesini haber vermeleri, geçmiş şeyleri cinden sormak câiz olduğu, ileride olacak şeyleri sormak câiz olmadığı, müezzinlerin ezanlarına, kıyamette, cinnilerin şahit olacakları, Ebû Ubeyde ve arkadaşları vefât edince, cinnilerin ağlayıp matem ettikleri, Ömer “radıyallâhu anh” vefât ettiği zaman, mersiye okudukları, Osman “radıyallâhu anh” şehit olunca, ağlayıp inledikleri, hazret-i Alinin “radıyallâhu anh” şehit olduğunu haber verdikleri, Hüseyin “radıyallâhu anh” şehit olunca ağlayıp, bağırdıkları ve başka Sahabiler şehit olunca bildirdikleri, Ömer bin Abdülazizin vefâtını haber verdikleri, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfenin ve İmâm-ı Şâfiînin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” vefâtlarında ağladıkları, cinnin insan kalbine vesvese getirdiği ve daha pekçok meşhur vak’a ve işler kıymetli kitaplarda yazılıdır. Bunların hepsi, cinnin varlığını göstermektedir. [Keçi, yılan, kedi şekline girdikleri çok görülmüştür. Mikrop şekline de girip, insanın damarlarında dolaşırlar.]

Cinniler yer, içer. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”; “Sağ el ile yiyiniz, sağ el ile içiniz! Çünkü, şeytan, sol eli ile yer ve sol eli ile içer!” buyurdu. Şeytanların hepsi kâfirdir. İnsanları aldatmaya uğraşırlar. İbadetleri unutturup, günahları iyi gösterirler. Nefsin arzularını kızıştırırlar. Şeytanlar da, ateş ile havadan yaratılmıştır. Fakat cinde hava, şeytanda ateş fazladır. Cin ve şeytanlar, en ufak yerden geçerler, insanın içine, damarlarına girerler.

(Ayni tarihi)nde diyor ki (Cinnilerin sayısı, insanların 10 katından fazladır. Şeytanların sayısı, bu ikisinin 10 katlarından fazladır. Meleklerin sayısı da, bu üçünün sayılarının, on katından daha çoktur). [Buhârî şarihlerinden Mahmud bin Ahmed’in (Ayni tarihi) on dokuz cilttir.] Her insanın yanında, kâfir bir cinni arkadaşı vardır. Fakat, melekler, insanları bunların kötülük yapmalarından korur. Cinden, Peygamber olmadığı Eşbah’da yazılıdır. Muhammed aleyhisselâmdan önce, cinnilere Peygamber gelmediğini, İmâm-ı Mukatil bildirmektedir.

Eşbah kitabının sâhibi, bunun 2. kısmında ve İmâm-ı Hamevi “rahmetullahi teâlâ aleyhima”, bunun haşiyesinde diyor ki: İlk insan topraktan yaratıldı. Bütün insanların bedenleri toprak maddelerinden meydana gelmektedir. Fakat insanlar, ettir, kemiktir. Toprak değildir. Cin de, ateşten meydana gelmiş ise de, ateş ve hava değildirler.

Kurtubi Tezkiresi’nde buyuruyor ki “Cinnin ölümü, yerde gaib olmaktır. İhtiyarları, gençleşmeyince ölmez. Ölecekleri zaman, çocukluk haline döner ve yerde gaib olurlar. Cin 3 sınıftır: Bir sınıfı, rüzgar ve hava gibidir. Bir kısmı yerdeki böcek ve hayvancıklar gibidir.  Bir kısmı da emirlerle, ibâdetle vazifelidir. Bunlara hesap ve azap vardır”.

Seyyid Ömer “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki bana bir cin kızı geldi. Benimle evlenmek istedi. Şemseddin Hanefiden sordum. Hanefi mezhebinde câiz değildir dedi. Böyle söyledim. Beni aldı. Yer altına, evlerine götürdü. Büyüklerine söyledi. Büyükleri dedi ki Seyyid Şemseddin’in cevabı başımızın üstündedir. Fakat, cinnin insan ile evlenmesi, Şâfiî mezhebinde câizdir. Biz Hanefi değiliz, Şâfiîyiz.

İnsanların çoğalması, meni iledir. Cinnin çoğalması ise gaz (hava) iledir. Yani erkekten dişiye bir gaz geçerek bundan, yavru hâsıl olur. Bundan anlaşılıyor ki insan ile cin evlenmesi, hayal iledir. Hakiki evlenmek olmaz. Fakat, âlimlerden çoğu, hakiki evlenmek olmaktadır dedi ve gusül abdesti lazım olur ve Belkıs, insan ile cin arasında hâsıl olmuştur dediler. [Cin, insan şekline girip evlenmektedir.]

İnsan, cinni ve şeytanları, uyanık iken ve rüyada görebilir. Çünkü, onlar her şekle girebilir. Çok güzel sûretlere girerler. İhtilama sebep olurlar. Peygamberlerden “aleyhimüsselâm” ve Evliyâdan çoğu şeytanı görmüş ve konuşmuştur. Her ne şekilde olursa olsun, cinni gören kimse, hep ona bakarsa cin şeklini değiştiremez. Gözden kaçamaz. Ona sorup cevap alınabilir. Bir ân başka tarafa bakılırsa, hemen kendi şekline girip kaybolur. İmâm-ı Şâfiî “rahmetullâhi aleyh”, “Cinni kendi şeklinde gördüğünü iddia eden kimsenin şahitliği kabul olmaz!” buyurdu. Çünkü, hayâlî kuvvetli olanlar, bulunmayan şeyleri görüyorum sanır. Hayalleri [illüziyonları] bir şey sanır. Sihir yapılmış kimseler de, böyle hayaller görüp, bunları cisim zanneder. Hayâlî fazla olanlara, çirkin şeyler güzel görünür. Çirkin tarafları görünmez. Dünyaya düşkün olanlara, dünyanın her şeyi böyle görünür. Çirkinlikler, güzel görünür. Fakat uyanık olanlar, keskin görüşlüler, her şeyin doğrusunu görüp aldanmaz.

İnsanın cin ile tanışması, arkadaş olması, kıymetli bir şey değildir, zararlıdır. Onlarla konuşmak, fasık insanla arkadaşlık etmek gibidir. Onlarla tanışan kimse, fayda görmemiştir. Muhyiddin-i Arabî “kuddise sirruh” (Fütuhat) kitabının 51. babında buyuruyor ki: (Hiçbir insan, cinden Allahü teâlâya ait bir bilgi edinmemiştir. Çünkü, cinnin din bilgileri pek azdır. Onlardan dünya bilgileri edineceğini sanan kimse de, aldanmaktadır. Çünkü, faydasız şeyle vakit geçirmeye sebep olurlar. Onlarla tanışanlar, kibirli olur. Halbuki Allahü teâlâ, kibirli olanı sevmez).

Reşehat’da Mollâ Câmi hazretlerinin halifesi, Abdülgafur-i Lari, Muhyiddin-i Arabi’nin bir risalesinde şöyle buyurduğunu bildiriyor: “Cinnin ilk babaları İblis değildir. İblis, cin tâifesindendir. Cin, ateş ve havadan yaratıldığı için çok latıftırler. Çabuk hareket ederler. İnsan bunlara hafif çarpınca, hemen ölürler. Bunun için, ömürleri kısadır. Din bilgileri azdır. Kibirli olduklarından, birbirleri ile hep mücadele, muharebe ederler. Ateşten müteessir olmazlar. Cehennemlik olanları, Zemherirde, yani soğuk Cehennemde azap göreceklerdir. İblis ve çocukları, hak ve sevap olan iyi şeyleri yapmayı da insana hatırlatırlar. Fakat, bunları yaparken, nefste ucb, riya hâsıl olarak veya farzın kaçırılmasına sebep olarak, insan çok günaha girer”.

Cin ile tanışmaya özenmemeli, Evliyâ-i kirâmın rûhâniyetlerinden istifade etmeye çalışmalıdır. Evliyânın ruhları, görünmeden de, kendi beşeri şeklinde görünerek de, sevdiklerine fayda verir ve belalardan korur. Onları tanımaya, sevmeye ve sevilmeye uğraşmalıdır.

Hadikatü’n-nediye’de, bütün bedenin afetlerini bildirirken, yazılı olan hadis-i şerifte buyuruluyor ki “Tetayyur eden ve tetayur olunan ve kahinlik yapan ve kahine giden ve sihir, büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan, bizden değildir. Kurân-ı Kerîme inanmamıştır”. Tetayyur, uğursuzluğa inanmaktır. Kahinlik, cinden bir arkadaş edinip, olmuş ve olacak şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmektir. Cinle tanışan falcılar ve yıldıznameye bakıp, sorulan her şeye cevap verenler böyledir. Bunlara ve büyücülere gidip, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bâzen doğru çıksa bile Allahtan başkasının her şeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup küfür olur.

İbni Hacer-i Hiytemi, Fetava-yı Hadisiyye’nin 120. sayfasında diyor ki Birinin kolunu kesip, sonra yapıştırmak, kendi ağzına, bedenine bıçak, kama sokup çıkarmak gibi gösteriler yapan tarîkatçılar, bu gösterilerini sihir, göz boyamak şeklinde yapıp, kerâmet gösterdiğini söylerse, hakim tarafından öldürülür. Başka şekilde yapıyorsa, öldürülmez. Fakat, ağır cezalandırılır.

Maliki âlimlerinden Abdullah ibni Ebû Zeyd Kayrevani “rahmetullâhi aleyh” (İsbat-ü keramat-il-Evliyâ) kitabında diyor ki sihrinde küfre sebep olacak şey yoksa, el çabukluğu yapıyorsa, fakat kerâmet ve tarîkatçılık şeklinde gösterirse, cezalandırılır. Böyle tarîkatçıların yanlarına gitmek, seyretmek câiz değildir. Bir kadın, zevcine, kendisinden veya başkasından soğuması için büyü yaptığını söyledi. Bunu öldürmediler. Cezalandırdılar.

İbni Ebû Zeyd “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki “Bir kimse, kitaba bakarak cin ile konuştuğunu, bu cinne emrederek, sara yapan habis cinni kovduğunu, büyü çözdüğünü, habis cinni öldürdüğünü söylerse, buna inanmamalıdır”. Cin ile arkadaşlık ettiğini, cin padişahına hizmet ettiğini söyleyen kimsenin büyücü olduğu anlaşılır. Mısırdaki Fatımi devletinin VI. reisi olan Hakim bi-emrillah Mansur, Dırar ve bunun talebesi Hamza’ya uyarak, cin ile tanıştı ve Cin padişahına hizmet ederek, sapıttı. Şeytanların maskarası oldu. Tanrılık davasına kalktı.

İbni Ebû Zeyd diyor ki “Cinci tarîkatçıya inanmak, insanı cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek câiz değildir. Büyü çözene de para vermek câiz değildir”. Kocasının muhabbet etmesi ve kendisine eziyet etmemesi için, bir kadına, Kurân-ı Kerîmden ve Selef-i sâlihinin bildirdikleri dualardan muska yazmak, karşılık bir şey istememek câizdir. Ne olduğu bilinmeyen şeyleri yazmak, okumak ve kendisine okutmak, bunları muska, tütsü yapmak haramdır).

Kadı-zade, Birgivi Vasiyetnamesi’ni açıklarken, Birgivi’nin, “Bir kimse, ben çalınanları, kaybolanları bilirim derse, böyle söyleyen ve buna inanan kâfir olur. Bana cin haber verir. Bunun için bilirim derse, yine kâfir olur. Zira, cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allahü teâlâ bilir. Ondan başka kimse bilmez” yazısını, “Allahü teâlânın vahiy ve ilhâm ettikleri bilir. Cin, her şeyi bilmez. Allahü teâlânın bildirdiğini ve görüp anladığını bilir. Cin, bu iki yoldan öğrendiğini haber verirse, bana cin haber verdi demekte zarar yoktur. Peygamberler kabirlerinde, bilmediğimiz bir hayat ile diridirler. Allahü teâlâ, onlara vahiy, ilhâm ve keşif yolu ile gayb ve gizli şeyleri bildirmiştir. Diri insanların işlerini ve hallerini onlara ve dilediği müminlerin ruhlarına bildirmektedir” şeklinde açıklamaktadır. Cinnin sâlih olanlarına da bildirmesi câizdir. Fakat, mümin ve sâlih olmayan, bidat ehli ve fasık tarîkatçıların, yobazların yalanlarına inanmamak, tuzaklarına düşerek, felakete sürüklenmemek için, çok uyanık olmalıdır.  (El-münire) kitabına bakınız!

Dürrü’l-muhtar’ın Tahtavi ve İbni Âbidin haşiyelerinde, son cildin sonunda diyor ki “İnsanın, bilmesi lazım olmayan şeyleri münakaşa etmek mekruhtur. Öğrenmesi emredilmemiş olan şeyleri sormak câiz değildir. Mesela, Lokman ve Zülkarneyn Peygamber midir, değil midir? Cebrâil aleyhisselâm, Peygamberlere nasıl gelirdi? Melek ve Cin, insanlara ne şekilde görünürler? İnsan şeklinde görünürken, yine cin ve melek midirler? Cennet ve Cehennem nerededirler? Kıyamet ne zaman kopacak? Îsâ aleyhisselâm, gökten ne zaman inecek? İsmail ve İshak aleyhimesselamdan hangisi efdaldir ve hangisi kurban edildi? Fâtıma ve Aişe’den “radıyallahü teâlâ anhüma” hangisi daha efdaldir? Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” ana babaları ve Ebû Talib hangi dinde idiler? İbrahim aleyhisselâmın babası kim idi? Bunlar gibi şeyleri sormamalıdır. Bunları öğrenmekle emrolunmadık”.

Haziynetü’l-esrar kitabında diyor ki Sara hastasından, ruhaninin def’ edilmesine ve hastanın şifasına ait hadis-i şerifleri bildirelim: [Lugat-ı Naci’de cin kelimesinde diyor ki Ruhaniyun 3 sınıftır: Hep iyilik yapan, ahyar. Melekler böyledir. Hep kötülük yapan eşrar. Şeytanlar böyledir. İyilik de, kötülük de yapan evsat. Cinler böyledir.]

İmâm-ı Beyheki, Delailü’n-nübüvve kitabında ve İmâm-ı Kurtubi (Tezkire) kitabında bildiriyor ki Ebû Dücane “radıyallâhu anh” buyurdu ki yatıyordum. Değirmen sesi gibi ve ağaç yapraklarının sesi gibi, ses duydum ve şimşek gibi, parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyah bir şey yükseldiğini gördüm. Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler atmaya başladı. Hemen Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem” gidip, anlattım. Buyurdu ki “Ya Eba Dücane! Allahü teâlâ, evine hayır ve bereket versin!”. Kalem ve kağıt istedi. Aliyye “radıyallâhu anh” bir mektup yazdırdı. Mektubu alıp, eve götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryat eden bir ses, beni uyandırdı. Diyordu ki “Ya Eba Dücane! Bu mektupla, bizi yaktın. Senin sâhibin, bizden elbette çok yüksektir. Bu mektubu, bizim karşımızdan kaldırmaktan başka, bizim için, kurtuluş yoktur. Artık, senin ve komşularının evine gelemeyeceğiz. Bu mektubun bulunduğu yerlere gelemeyiz”. Ona dedim ki sâhibimden izin almadıkça bu mektubu kaldırmam. Cin ağlamasından, feryadından, o gece, bana çok uzun geldi. Sabah namazını, mescitte kıldıktan sonra, cinnin sözlerini anlattım. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki “O mektubu kaldır. Yoksa, mektubun acısını, kıyamete kadar çekerler!”.

Kefevi’nin Mecmuatü’l-fevaid kitabında ve Demri’nin Hayatü’l-hayvan kitabı, kaf harfindeki (Kunfez) kelimesinde diyor ki (Bir kimse, bu mektubu, yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrafına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider). Bu mektup Haziynetü’l-esrar ve Hayatü’l-hayvan’da yazılıdır. Süleymaniye kütüphanesi, (Ayasofya) kısmında, [2912] sayıda Hayatü’l-hayvan’ın fârisîsi, [1913] de ise türkçesi vardır. Müslümanlara kolaylık olmak için bu mektup, Teshilü’l-menafi kitabının sonunda da [207. sayfasında da] yazılıdır.

Ayetel kürsi, İhlas, Muavvizeteyn ve Fâtiha surelerini sıksık okumak da, insanı cinden muhafaza eder. Bu âyet-i kerimeleri okumakla ve bu mektubu taşımakla ve şifa ayetlerini okumakla ve yazıp suyunu içmekle faydalanmak isteyenlerin Ehl-i sünnet îtikadına uygun olarak doğru îman sâhibi olması lâzımdır. Bunları yazanın ve kullananın îtikadı doğru olmazsa ve küfür alâmetlerini kullanır, haram işlerse, faydaları görülmez.

Fârisî (Şevahid-ün-nübüvve) 163. sayfasındaki hadis-i şerifte, “Yatarken Âyet-el kürsü okuyana, şeytan yaklaşamaz” buyuruldu.

Kadı Bedrüddin-i Şebli’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” Akami’l-Mercan kitabı Arabî olup büyüktür. Hep cinden bahsetmektedir. Bir yerinde diyor ki (Cinden, geçmiş, olmuş şeyleri sorup öğrenmek câizdir. Gelecekte olacak şeyleri sormak câiz değildir. Geçmiş şeyleri görüp, işitip bilirler. Sara hastasını ve başka cin çarpanları cinden kurtarmak için, küfre sebep olan şeyleri yapmak câiz değildir. Cinden kurtulmak için en iyi 10 çareyi [kısaltarak] yazıyoruz:

1- Euzü Besmele ile Fâtiha sûresi okumalıdır.

2- Euzü Besmele ile 2 Kul-euzüyü okumalıdır.

3- Euzü Besmele ile Bakara sûresinin ilk 5 ayetini okumalıdır.

4- Euzü Besmele ile Ayetel kürsi okumalıdır.

5- Euzü Besmele ile Bakara sûresinin son 2 ayetini okumalıdır.

6- Euzü Besmele ile Ha-Mim Mümin sûresinin başından (masir)e kadar ve Ayetel kürsi okumalıdır.

7- (Lâ ilâhe illallahü vahtehü lâ şerike leh lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli şey’in kadir) okumalıdır.

8- Çok (Allah) demelidir.

9- Hep abdestli bulunmalı, farzları ve sünnetleri hiç terketmemelidir.

10- Kadınlara bakmaktan, çok konuşmaktan, çok yemekten ve galabalıktan sakınmalıdır). Berekât kitabında, Muhammed Saidi “rahmetullahi teâlâ aleyh” anlatırken sonunda, İmâm-ı Rabbânî’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” Cinden korunmak için, (Lâ havle vela kuvvete illa billah-il-aliyil’azîm) okuduğunu yazıyor. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, 174. mektubunda, Cini def’ için bunu okumayı tavsiye etmektedir. Buna, (Kelime-i temcîd) denir.

Şeyh-ül-İslam İbni Hacer Hiytemi’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tezekkürü Asar-il-varide) kitabında da, cinden koruyan duâlar yazılıdır. Bu kitap, Süleymaniye kütüphanesi, (Reis-ül-küttab Mustafa efendi) kısmında, [1150] sayı ile mevcuttur. (Minha) sonunda bastırılmıştır.

Cin ve şeytan şerrinden kurtulmak için ve sara hastalığına ve sihre karşı Teshilü’l-menafi kitabının sonundaki (ayat-ı hırz)ı 7 gün okumalı ve yazıp, üzerinde taşımalıdır.

Celâleddîn-i Süyuti’nin “rahmetullâhi aleyh” (Kitapürrahme fittıbb-i velhikme) kitabında sihir, nazar ve cinden korunmak için kıymetli bilgi vardır. 150. babında buyuruyor ki (Şeytanın vesvesesinden, sıkıntıdan kurtulmak için, her gün bu duâyı okumalıdır: Ya Allah-ür-rakib-ül-hafiz-ür-rahim. Ya Allah-ül-hay-ül-halim-ül’azîm-ür-rauf-ül-kerim. Ya Allah-ül-hay-ül-kayüm-ül-kaimü alâ külli nefsin bima kesebet, hul beyni ve beyne adüvvi!). 74. maddesi sonunda diyor ki (Hiltit veya şeytan tersi adındaki zamkı yanında taşıyan kimseye cin gelmez. Sara hastası, bunu koklarsa, iyi olur). Asa Foetide denilen bu zamk, esmer, pis kokulu, reçine olup antispasmodique olarak, yani sinirleri teskin edici olarak Avrupa’da, toz, hap ve ihtikan şeklinde adale ve sinir gerginliğini gidermek için, kullanılmaktadır. (Ütrüc), yani Ağaç-kavunu bulunan eve cin girmiyeceği, (Hayat-ül-hayvan)da ve (Kamus)da yazılıdır.

İmâm-ı Rabbânî “rahmetullâhi aleyh”, talebeleri ile uzak bir yere gidiyordu. Gece, bir handa kaldılar. (Bu gece, bu handa bir bela hâsıl olacak. Şu duâyı okuyunuz!) buyurdu: (Bismillahillezi lâ-yedurru mâ asmihi şey’ün fiil-erdı vela fissemai ve hüves-semiul’âlim). Gece büyük yangın oldu. Bir odada eşyalar yandı. Bu odaya haber verilmemişti. Duâyı okuyanlara bir şey olmadı. Bu duâ, Umdetü’l-İslam ve Berekât kitaplarında yazılıdır. Tergibü’s-salât kitabında hadis-i şerif olduğu da bildirilmektedir. Dertlerden, belalardan, fitne ve hastalıklardan korunmak için, sabah ve akşam, İmâmın bu sözünü hatırlayarak, 3 kere okumalıdır. Ayat-i hırz [koruyucu âyetler] da, okumalıdır.

 

Kaynak: Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye

Tavsiye Yazı —> İslam dininin esasları nelerdir?

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler