Sual: Dinde reformcu (Osmanlı hükümeti, din esasları üzerine kurulduğu için, medrese tahsili ile işe başladı. Bugün medreselerde arabça, sarf, nahiv, mantık, fıkıh, bedi, beyan, meani gibi ilimler okunuyor. Bunları, arabça olan din kitaplarını doğru okuyarak anlamak için okutuyorlar. İctihad kapısı kapandı diyorlar. Medresede okuyanların çoğu bu ilimlerin ilk basamağında kalmıştır. 100 hocadan bir tanesi doğru okuyup yazmasını bilmez. Hayatları medresede geçen hocaların çoğu yazıp okumayı, sahilsiz bir deniz gibi geçemezler. Bunların mânâsı ise, kutuplar gibi, onlara mechul kalır. Tembel, cahil ve müteassıbdırlar. Taassupları, bildikleri şeyleri savunmak için olsaydı neyse. Lakin bilmedikleri bir şeyi korumak için taassup yapıyorlar. Bundan da maksatları, müslümanları sömürmek, rahat yaşamaktır. Bu hocalar, fikren ve ahlaken cahil oldukları hâlde, din alimi kılığındadırlar. Bunların içinde hakiki âlimler de yok değildir. Onlara hürmet etmek borcumuzdur. Şimdi medreselerde İslamiyetten bir şey kalmadı. Din, edep ve Kuran öğretmek için yapılmış olan minberlerin, müslümanları aldatmaktan başka vazifeleri kalmadı) diyor.

Cevap: Kazanlı Musa Carullah Bigiyef bu sözleri söylediği zaman, dünyanın hangi yerinde müslümanlık kalmış ise, onun beğenmediği medreselerde kalmış idi. Şimdi ise, programlarının başında dini kökünden yok etmek yazılı bulunan komünist Rusya’da, bu koca reformcunun gözüne batan o medreselerden, o camilerden hiç biri kalmadı. Dinde reformcular şunu da bilmelidir ki her bakımdan gerici dedikleri din adamları halkı soymakta da, onlardan geridedirler. Hayatları kanaat üzere geçtiğinden, halktan istifadeleri azdır. Buna karşılık da onlara az bile olsa, hizmet etmekten geri kalmazlar. I. cihan harbinin, 4 sene içinde, köylerde cenaze yıkayacak hoca bırakmadığı görülünce, cahil dedikleri hocaların bile lüzumsuz ve faydasız olmadığı anlaşıldı.

Sultan Vahideddin han zamanında İstanbul’daki medreselere, liselerde okunan derslerden birçoğu konulduğu hâlde, ihtiyacı eskisi kadar da karşılayacak din adamı yetişmediği görülmüştü. Vaktiyle Molla Fenariler, Molla Hüsrevler, Ebussuudlar, İbni Kemaller, Gelenbeviler yetiştirmiş olan bu ilim yuvalarını çöktüren sebepleri, çeşitli kitaplarımızda bildirdik. Masonlar, medreseleri parasız, ilimsiz bırakmakla kalmayıp, (talebeler) ismi yerine (softalar) adını yaymışlardı. Bu kadar bozgunculuk, bu kadar bakımsızlık içinde medreselerden yine din düşmanlarını az çok susturacak ilim adamı yetişmesi şaşılacak şeydir. Bunu da mesleğin yüksekliğindeki feyiz ve berekete bağlamak lazım gelir. Medreselerden yetişen din adamları, resmi dillerle kendilerine yapılan hakarete dayanamayarak, haysiyet ve şereflerini korumak için, başka iş sahalarına sarılmışlardır. Bir kısmı da, hakaretlere aldırmamış, dini ve milli ananelerine sarılarak bir nefs mücahedesi içinde yaşamışlardır. Müşterisiz kalan mal haline getirilen ve ilimden, fenden mahrum bırakılan medreseleri tamamlayanların ilim adamı olamayacağı meydandadır. Fakat, bu çöküntünün başka ve daha kuvvetli bir sebebi vardır ki dinde reformcular bunu görememiş ve dillerine dolamamışlardır. Bu sebep, emr-i maruf, nehy-i münker vazifesini herkesten çok yapması gereken hocaların, medreseleri o hâle sokan zalimler, dinde reformcular karşısında susmaları, hatta onlara uymalarıdır. Bazen daha ileri giderek, memlekette dinsizliği, din haline getiren soysuzlara yardım etmeleridir. Hak ile batılı yanılmaz bir dikkat ile ayıran parmakların mukaddes ellere ait olması ve haksızlığa karşı koyan mücahitlerin önünde din adamları var iken, din adamlarının son zamanlardaki hâli feci bir şekle girmiştir. Nikahlanacak kız ile erkeğin aynı tabakada olmaları lazım geldiğini bildirirken, medrese talebesini padişah kızı ile bir üstünlükte tutan ve zâlimlerin yardımcılarını ve dinde reformcuları her çeşit insandan aşağı gören din adamlarının dindarlıktaki bu günkü aşağılıkları, ilimdeki aşağılıklarından katkat daha fenadır. 20 Haziran 1928 tarihli Vakit gazetesi şu haberi vermişti:

(Dinimizde yeni hayata, ilerlemeye uygun olarak, yapılacak yenilikleri, İstanbul ilâhîyat fakültesi profesörleri rapor halinde hazırlamışlardır). İttihatçı denilen zındıklardan, Köprülü Fuad, Şerafeddin Yaltkaya, Mehmed Ali Ayni gibi dinde reformcuların imzalarını taşıyan bu rapor şöyle idi:

Din de, diğer sosyal teşekküller gibi, hayatın akıntısına uymalıdır. Din, eski şekillere bağlı kalamaz. Türk demokrasisinde, din de, muhtaç olduğu inkişafı göstermelidir. Camilerimiz kabil-i iskan hâle getirilmeli, sıralar, elbise askıları konmalı, içeriye ayakkabı ile girilmelidir. İbadet lisanı türkçe olmalı, âyetler, hutbeler türkçe okunmalıdır. Camilere müzik aletleri koymalıdır. Hutbeleri imamlar değil din filozofları söylemelidir. Kur’ân-ı Kerîmi, kelam ilmi ile ve tasavvuf ile değil, felsefe ile incelemelidir. Türkiye’nin siyaset-i aliyesini alakadar eden ve bütün İslam memleketleri için yaratıcı bir tesir yapacak olan bu raporun kabulünü dileriz. [Dinde reformcuların hazırladığı bu rapor, dinsizliği mi, yoksa dindarlığı mı övüyor? Bunu okuyucularımızın takdirlerine bırakıyoruz.]

Tavsiye Yazı –> Osmanlılar İslamiyeti Geri Mi Bıraktı?

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler