Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyş kabîlesinin Hâşim oğulları kolundandır. Babası Abdullah’dır. Onun da babası Şeybe’dir. Peygamberimizin dedesi olan Şeybe, Medîne’de doğdu. Şeybe, babası Hâşim vefât ettiğinde, daha çocuktu. Bir gün Medîne’de, dayılarının evi önünde arkadaşlarıyla ok tâlimi yapıyordu. Onları seyreden büyükler, Şeybe’nin alnında parlayan nûrdan, onun şerefli bir kimsenin oğlu olduğunu tahmin ederek hayran kaldılar. Ok atma sırası Şeybe’ye geldiğinde, yayını gerip hedefe okunu saldı. Ok, tam isâbet edince, o heyecanla; “Ben Hâşim’in oğluyum. Elbette okum hedefini bulur!” dedi. Onun bu sözlerinden, Mekke’li Hâşim’in oğlu olduğunu anladılar. O sırada Hâşim ölmüştü. Abdü Menâf oğullarından biri Mekke’ye döndüğünde, Hâşim’in kardeşi Muttalib’e; “Medîne’de bulunan yeğenin Şeybe çok akıllı bir çocuk. Alnında da herkesi hayran bırakan bir nûr parlıyor. Böyle kıymetli bir çocuğu yanınızdan ayırmanız doğru mu?” dedi. Bunun üzerine Muttalib, hemen Medîne’ye gitti ve yeğeni Şeybe’yi alarak Mekke’ye getirdi. Mekke sokaklarında; “Bu çocuk kimdir?” diye soranlara da; “kölemdir” derdi. Bundan sonra Şeybe’nin ismi, Muttalib’in kölesi anlamına gelen Abdülmuttalib olarak kaldı. [7]

Abdülmuttalib, amcası Muttalib vefât edinceye kadar onun yanında kaldı. Abdülmuttalib’in mübârek bedeninden misk kokusu gelirdi. Alnında, Allahü teâlânın habîbi Muhammed aleyhisselâmın nûru parlar, etrafına hayırlar, bereketler saçardı. Her ne zamân Mekke beldesine yağmur yağmayıp kıtlık olsa, Mekke’liler Abdülmuttalib’in eline yapışıp kendisini Sebir dağına çıkarırlar, duâ etmesi için ona yalvarırlardı. O da kimseyi kırmaz. Allahü teâlâya yağmur ihsan etmesi için duâ ederdi. Cenâb-ı Hak da, Abdülmuttalib’in alnında parlayan sevgili Peygamberimizin nûru bereketine duâsını kabûl eder, bol bol yağmur gönderirdi. Böylece Abdülmuttalib’in günden güne kıymet ve itibârı çoğaldı. Mekke’liler onu başlarına reis seçtiler. Ona karşı gelen olmaz, emri altına giren de rahat ve huzûr bulurdu. O devrin hükümdarları da, Abdülmuttalib’in fazîletini ve büyüklüğünü tasdik ederlerdi. Sâdece İran kisrâsı onu çekemez, açık ve gizli olarak ona düşmanlık beslerdi.

Abdülmuttalib, Hanîf dînine tâbi idi, yâni müslüman idi. Bu din, dedelerinden İbrahim aleyhisselâmın dîni idi. Bu sebeple, hiç bir zamân puta tapmadı ve hattâ yanlarına bile yaklaşmadı. Kâbe’nin etrafında Allahü teâlâya duâ eder, ibâdetini yapardı.

Bir gün rüyâsında bir kimse; “Ey Abdülmuttalib! Kalk Tayyibe’yi kaz!” diyerek kayboldu. Ertesi gün; “Kalk, Berre’yi kaz!” dedi. 3. gün de aynı kimse; “Kalk, Mednûne’yi kaz!” emrini verdi. Rüyânın arkası kesilmiyordu. 4. gün ise, yine o kimse; “Ey Abdülmuttalib! Kalk, Zemzem kuyusunu kaz!” deyince, Abdülmuttalib; “Zemzem nedir? Kuyu nerededir?” diye sordu. O zât da; “Zemzem bir sudur ki, hiç eksilmez ve dibine erişilmez. Dünyânın dört bucağından gelen hacılara kifâyet eder. Cebrâil aleyhisselâmın kanadıyla vurduğu yerden çıkmıştır. Allahü teâlânın, İsmâil aleyhisselâm için yarattığı sudur. Susuzları kandırır. Açları doyurur. Hastalara şifâ olur. Yerini bildireyim. Kurban kestikleri zamân artıklarını bir yere dökerler. Sen orada iken kırmızı gagalı bir karga gelir. Gagasıyla yeri eşer. Karganın eştiği yerde, bir de karınca yuvası görürsün. İşte orası Zemzem’in yeridir” dedi. [8]

Abdülmuttalib, sabahleyin yanına oğlu Hâris’i alarak Kâbe’ye gitti ve heyecanla beklemeye başladı. Bir ara rüyâda söylenildiği şekilde kırmızı gagalı karga gelip, oradaki bir çukura kondu ve gagası ile yere vurmaya başladı. Altından karınca yuvası çıktı. Abdülmuttalib ile oğlu Hâris, derhal orayı kazmaya başladılar. Bir müddet kazdıktan sonra kuyunun ağzı göründü. Abdülmuttalib bunu görünce; “Allahü ekber, Allahü ekber!” diyerek tekbir getirmeye başladı.

Başından beri, kuyunun kazılmasını dikkatle tâkib eden Kureyşliler, ona dönerek; “Ey Abdülmuttalib! Bu, babamız İsmâil’in kuyusudur. Onda bizim de hakkımız vardır. Bizi bu işe ortak etmelisin!” dediler. Abdülmuttalib ise, derhal karşı çıktı ve; “Hayır! Bu iş, sâdece bana ihsân edilmiş bir vazifedir” diye cevab verdi. Bunun üzerine Kureyşliler; “Sen yalnızsın. Tek oğlundan başka kimsen de yok. Bu şekilde bize karşı koyman mümkün değil!” dediler. O zaman içi burkuldu. Çünkü kendisini kimsesizlikle ayıplıyorlardı. Ellerini semâya kaldırarak; “Yâ Rabbî! Bana on çocuk ihsan eyle. Eğer bu duâmı kabul buyurursan, içlerinden birini Kâbe’de kurban edeceğim” diye yalvardı. [9]

Abdülmuttalib, kazı işinin tehlikeli bir hâl aldığını, neticede şiddetli çarpışmaların olabileceğini düşündü. Sonunda kazmayı bırakarak anlaşma yoluna gitti. İşin bir hakem tarafından halledilmesini istedi. Sonunda, Şam’da oturan bir kâhinin buna bir çâre bulacağına karar verdiler. Kureyş’in ileri gelenlerinden bir grup ile yola çıkıldı. Yolda susuzluktan ve sıcaktan ziyadesiyle bunalan kervan, hareket edemez oldu. Artık bir damla suya can atacak hâle gelmişlerdi. Tek arzularının bu olmasına rağmen, kavurucu çölün ortasında su bulmak imkânsızdı.

Herkesin ümidini kestiği bir anda, Abdülmuttalib onlara; “Geliniz, geliniz! Toplanınız! Hem size, hem de hayvanlarınıza yetecek kadar su buldum!” diye bağırdı. Muhammed aleyhisselâmın mübârek nûrunu alnında taşıyan Abdülmuttalib, su ararken, devesinin ayağı büyük bir taşa takılmış ve taş yerinden oynayınca altından su çıkmıştı. Herkes koşarak geldi, kana kana su içerek yeniden hayat buldu.

Abdülmuttalib’in bu büyüklüğü karşısında mahcûb olan Kureyşliler; “Ey Abdülmuttalib! Artık sana diyecek bir sözümüz kalmadı. Zemzem kuyusunu kazmaya en lâyık olan sensin. Bu hususta seninle bir daha münâkaşa etmeyeceğiz. Artık hakeme gitmeye de lüzum kalmadı, geri dönüyoruz” dediler ve Mekke’nin yolunu tuttular. Abdülmuttalib, alnında parlayan nûrun hürmetine, Zemzem kuyusunu kazıp suyu çıkarma şerefine kavuştu. [10]

 

[7] İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 82.

[8] İbn İshâk, es-Sîre, s, 2-5; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 143; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 83-84.

[9] İbn Hişâm, es-Sîre, I, 144-145; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 88.

[10] İbn Hişâm, es-Sîre, I, 144-145; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 81-88.

 

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler