Mescid-i Nebî inşâ edildikten sonra, namaz vakitlerinde, vaktin girdiğini belirtecek ve müslümanları câmiye dâvet edecek bir usûl yoktu. Sâdece; “Essalâtü Câmi’a” denilirdi.
Resûlullah efendimiz, bir gün Eshâbıyla istişare ederek, namaz vakitlerinde, mü’minlerin câmiye nasıl dâvet edilmesi gerektiğini sordular. Kimisi, namaz vakitlerini bildirmek için, Nasârâ gibi, nâkûs yâni çan çalalım; kimisi, Yahudiler gibi boru çalınsın dediler. Kimisi de; “Namaz vakti ateş yakıp yukarı kaldıralım” diye fikirlerini söylediler. Resûlullah efendimiz, hiç birini kabul etmedi.
Abdullah bin Zeyd bin Sa’lebe ve Hazreti Ömer, rüyâda ezân okunmasını gördüler. Hazreti Abdullah, sevgili Peygamberimize gelip rüyasını şöyle anlattı:
“Yeşil bir şal ve peştemal bağlamış, eline çan almış bir kişi gördüm. Ona; “Elindeki çanı satar mısın?” diye sordum. Bana; “Ne yapacaksın?” dedi. “Namaz vakitlerini bildirmek için çalacağım” deyince, o zât; “Ben sana daha hayırlısını öğreteyim” dedi ve kıbleye dönerek yüksek sesle; “Allahü ekber, Allahü ekber…” diye okumaya başladı. Bitirdikten sonra da; “Namaza kalkacağın zaman da” deyip, ezânı tekrar etti ve sonuna doğru, “Kad kâmetis-salâtü” cümlesini ilâve etti.”
Bunun üzerine, Resûlullah efendimiz; “Rüyâ haktır. O kelimeleri Bilâl’e öğret, okusun!” buyurdular. Buna ezan ismi verildi.
Hazreti Bilâl de, Mescid-i şerîfin yakınında bulunan yüksek bir dama çıkarak, ilk ezânı, öğretilen kelimelerle okudu.
Hazreti Ömer, ezân sesini işitince, koşa koşa Resûlullah efendimizin huzûruna geldi. Hazreti Bilâl’in söylediği kelimeleri aynen rüyâsında gördüğünü arz etti. O gece, Eshâb-ı kirâmdan bir kısmı da aynı rüyâyı görmüşlerdi. İşte bu sırada, Cumâ sûresi 9. âyet-i kerîmesi nâzil olup, vahy ile de bildirilmiş oldu.
Bilâl-i Habeşî, bir gün sabah namazı vaktinde sevgili Peygamberimizin kapısı önünde; “Es-salâtü hayrun minennevm” diye iki defa seslenmişti. Bunu Peygamber efendimiz beğendi. “Bilâl, bu ne güzel söz! Sabah ezanını okurken bunu da söyle” buyurdular. Böylece sabah ezanında bu söz de söylenmeye başlandı.
Peygamberimizin vefâtına kadar müezzinlik yapan Bilâl-i Habeşî’nin; sesi gür, çok güzel ve pek te’sirliydi. O, ezân okumaya başlayınca, herkes büyük bir aşk ve vecd içinde dinleyip, kendinden geçerdi. Ezân okurken herkesi ağlatırdı. Eshâb-ı kirâmın, birbirlerini namaz vakitlerinde camiye ezân-ı şerîf ile dâvet etmeleri, Medîneli müşrikler ile Yahudilerin pek tuhafına gitti. Ezân okunurken alay ve eğlenceye alırlardı. Onların bu maskaralıklarına karşı, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Onlar, namaza ezân ile dâvette bulunduğunuz zaman, onu oyun ve eğlence edinirler. Bu da, onların aklı ermez bir kavim olmalarındandır” buyurdu. (el-Mâide 5/58.)
İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 247