Eshâb-ı kirâm bir gün tenhâ bir yerde toplanmışlar, konuşuyorlardı; “Vallahi Resûlullah’dan başka şu Kureyşli müşriklere Kur’ân-ı kerîmi açıktan dinletebilen bir kimse çıkmadı. Onlara açıktan Kur’ân-ı kerîmi okuyup dinletecek bir kimse var mıdır?” dediler. Orada Abdullah bin Mes’ûd haz- retleri de vardı. “Ben dinletirim!” buyurdu. Eshâbın bâzıları; “Ey Abdullah! Müşriklerin sana bir zarar vereceğinden korkarız. Biz öyle bir kimse istiyoruz ki, gerektiği zaman kendini müşriklerden koruyabilecek bir kavmi ve kabîlesi bulunsun” deyince, “Siz, bana müsaade edin, gideyim. Cenâb-ı Hak beni muhafaza eder” diye ısrar etti.
Ertesi gün kuşluk vakti Makâm-ı İbrahim’e vardı. Müşrikler orada toplanmışlardı. İbn-i Mes’ûd ayakta Besmele-i şerîfe çekti ve Rahmân sûresini okumaya başladı. Müşrikler birbirlerine; “Ümmü Abd’in oğlu ne söylüyor? Herhalde Muhammed’in getirdiği şeyleri okuyor” diyerek üzerine yürüdü- ler. Yumruk, tekme ve tokatlarla yüzünü, gözünü morartarak belirsiz hâle getirdiler. Fakat o, tokat ve yumruklar altında okumaya devam ediyordu. Yüzü, gözü, yara bere içerisinde Eshâb-ı kirâmın yanına döndü. Eshâb-ı ki-râm buna çok üzüldüler; “Zâten biz senin bu akıbete uğrayacağından korkmuştuk. Nihâyet korktuğumuz başına geldi” dediler.
Fakat Abdullah ibni Mes’ûd hiç üzgün değildi; “Allahü teâlânın düşmanlarını ben bu günkü kadar zayıf görmedim. İsterseniz yarın sabah, onlara bir o kadar daha dinletebilirim” buyurdu. Eshâb-ı kirâm; “Hayır, sana bu kadarı yeter. O azılı kâfirlere hoşlanmadıkları şeyi dinlettin” dediler.
İbn İshâk, es-Sîre, s, 166; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 314-315.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız