Habîb-i ekrem ve Nebiyy-i muhterem efendimiz, Mut’im bin Adî’nin himâyesinde Mekke’ye geldi. İnsanları hak yola dâvet etmeye devâm etti. Bu durum karşısında, müşrikler yine azıtıp eskisinden daha çok işkence ve zulüm yapmaya başladılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, peygamber efendimize, Kâbe’yi ziyâret mevsiminde, ziyârete gelen Arap kabîleleriyle görüşüp, onları İslâm’a dâvet etmesini emreyledi.
Sevgili Peygamberimiz, bu emir üzerine, Mekke civârında kurulan Zül-mecâz, Ukâz ve Mecenne panayırlarına giderek, kabîleleri, Allahü teâlânın birliğine ve O’na ibadet etmeye dâvet eder, kendisinin peygamber olduğunu kabûl etmelerini söylerdi. Kabûl ettikleri takdirde, Cenâb-ı Hakk’ın, onlara Cennet’i vereceğini bildirirdi. Peygamber efendimizin, yalvarırcasına yaptığı bu dâvetlere, ne yazık ki, hiç birisi kulak asmaz, bâzıları kaba davranır, hakârette bulunur, bâzıları da suratını asıp kötü sözler sarfederdi. Kureyş müşrikleri de O’nu takib ederek gittikleri kabîleleri ifsâd ederlerdi.
İmâm-ı Ahmed, Beyhekî, Taberânî ve İbn-i İshak’ın bildirdiklerine göre, Rebîa bin Abbad şöyle rivâyet etti. “Genç idim. Babamla berâber Minâ’ya gitmiştik. Resûl aleyhisselâm, Arab kabîlelerinin kondukları yere varır; “Ey filân oğulları!Taptığınız şu putları atarak, Allahü teâlâya hiçbir ortak koşmadan ibâdet etmenizi, bana inanıp beni tasdik etmenizi, Hak teâlâ tarafından gönderilmiş olduğum vazifeyi açıklayıp yerine getirinceye kadar beni korumanızı size emreden Allahü teâlânın resûlüyüm!…” buyururdu.
Peşi sıra giden şaşı gözlü, örgülü saçlı bir adam da; “Ey filân oğulları! Bu sizi, putlarımız Lât ve Uzzâ’ya tapmaktan men edip, kendisinin uydurduğu bir dîne dâvet ediyor!.. Sakınınız.. Onu dinlemeyiniz ve O’na itâat etmeyiniz!..” diyordu. Ben babama; “Bu zâtı tâkip eden kimdir?” diye sordum. “Amcası Ebû Leheb’dir” dedi.
Taberânî, Târık bin Abdullah’dan şöyle rivâyet etti: “Resûl aleyhisselâmı Zülmecâz panayırında görmüştüm. İnsanların duyması için, yüksek sesle; “Ey insanlar! “Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur)” deyiniz de kurtulunuz” buyurarak sesleniyordu. O’nu takip eden bir kimse de eline geçirdiği taşları ayaklarına atarak; “Ey cemâat! İnanmayınız!.. O’ndan sakınınız! Çünkü O yalancıdır!..” diyordu. Öyle ki, değen taşlar mübârek ayaklarını kanatmıştı da, O hâlâ yılmadan, yorulmadan dâvetine devâm ediyordu. “Bu genç kimdir?” diye sordular. Birisi; “Abdülmüttalib oğullarından bir gençtir” cevabını verdi. “Taş atan kim?” diye sorduklarında; “Amcası Ebû Leheb” dedi.
İmâmı Buhârî “TârihulKebîr” inde ve Taberânî “Mu’cem-ül-Kebîr” inde zikr etti: “Müdrik bin Münib, babasından, o da dedesinden nakl etti ve dedi ki: “Babamla Minâ’ya gelip konaklamıştık. Bir toplulukla karşılaştık. Bir kimse onlara; “Ey insanlar! “Lâ ilâhe illallah” deyiniz de kurtulunuz” buyuruyordu. Etrâfındaki insanlardan bâzıları O’nun, o güzel yüzüne tükürüyor, bâzıları da başına toprak saçıyor, bâzıları da küfredip çeşitli hakâretlerde bulunuyordu. Bu hâl öğleye kadar devâm etti. Bu sırada bir kız çocuğu elinde su kabı ile oraya geldi. O’nu o hâlde görünce ağlamaya başladı. O kimse, su içtikten sonra kıza dönüp; “Ey kızım. Baban hakkında; tuzağa düşürülüp öldürülecek, zillete uğrayacak diye korkma!” buyurdu. “Bu kimse ve o kız kimdir?” diye sorduk. “Bu, Abdülmuttalip oğullarından Muhammed’dir, yanındaki de kızı Zeyneb’dir” dediler.”
Sa’îd bin Yahyâ bin Sa’îd El-Emevî “Megâzî” sinde babasından nakletti. O da Ebû Naîm’den, Abdurrahmân Âmirî’den, o da bir çok kimseden rivâyet etti. Dediler ki; Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bir gün Ukâz panayırına gitti. Benî Âmir kabîlesine varıp, onlara; “Ey Benî Âmir! Sizde, size sığınan kimselere himâye nasıldır?” diye sordular. Onlar da; “Bize hiç kimse laf atamaz, habersiz ateşimizden ısınamaz!..” dediler. Peygamber efendimiz, “Ben, Allahü teâlânın resûlüyüm. Yanınıza geldiğim zaman, Rabbimin, bana verdiği peygamberlik vazifesini insanlara ulaştınncaya kadar beni korur musunuz?” buyurdu. Onlar; “Sen, Kureyş’ten kimlerdensin?” diye sordular. Efendimiz: “Abdülmuttaliboğullarındanım” buyurunca, onlar; “Mâdem ki, Abdülmuttalib oğullarındansın, niçin onlar seni korumuyorlar?” dediler. Resûlullah efendimiz de; “Beni yalanlayanların önde geleni onlar oldular” buyurdu. Benî Âmir topluluğu dediler ki: “Ey Muhammed! Biz seni ne reddederiz, ne de getirdiklerine îmân ederiz. Ancak, sen, peygamberlik vazifeni insanlara ulaştınncaya kadar seni koruruz.”
Bunun üzerine Peygamber efendimiz, onların yanına oturdu. O sırada Benî Âmir’in ileri gelenlerinden Beyhara bin Fâris, panayırda alışverişini bitirip yanlarına geldiğinde, oradakilere, Peygamber efendimizi göstererek; “Bu kimdir?” diye sordu. Onlar da; “Muhammed bin Abdullah’dır” dediler. Beyhara; “Sizin O’nunla ne işiniz var ki, yanınıza oturttunuz?” deyince; “Bize sığındı, Allah’ın resûlü olduğunu söylüyor ve peygamberlik vazifesini insanlara tebliğ edinceye kadar, kendisini korumamızı istiyor” dediler.
Bunun üzerine Beyhara, Peygamber efendimize dönüp; “Seni korumağa kalkmamız, bütün Arabların okuna göğsümüzü hedef tutmamız demektir” dedi ve kavmine de; “Yurtlarına, sizden daha kötü bir şeyle dönen bir kâbile yoktur. Demek siz, bütün Arablarla savaşacak, onların okuna vücûdunuzu hedef tutacaksınız ha!.. Eğer kavmi, O’nda bir hayır görseydi, önce kendileri korurdu. Siz, kavminin yalanlayıp yanlarından uzaklaştırdığı kimseyi barındırmaya, O’na yardım etmeye kalkıyorsunuz!.. Çok yanlış düşünüyorsunuz!…” dedi.
Sonra sevgili Peygamberimize dönüp; “Derhal aramızdan ayrılıp kavmine dön!.. Yemîn ederim ki, kavmimin arasında olmasaydın, şimdi senin boynunu vururdum!..” demek bedbahtlığında bulundu. Bu sözler üzerine, Âlemlerin efendisi büyük bir üzüntü içerisinde devesine bindi. O küstah Beyhara, Resûlullah efendimizi devesinden düşürdü. Bu hâdiseyi gören Eshâb-ı kirâmdan Dabââ binti Âmir isminde bir hanım feryâd edip; Allahü teâlânın Habîbine, şu yapılanı nasıl revâ görüyorsunuz? Benim hâtırım için Resûlullah’ı bunların elinden kurtaracak yok mudur?” diyerek akrabâlarına seslendi. Amcaoğullarından üç kişi hemen bahtsız Beyhara’nın üzerine yürüdü. Beyhara’nın kavminden iki kişi ona yardım etmek istediyse de, diğerleri Beyhara’yı ve yardımcılarını hırpalayıp dövdüler. Bu durumu tâkibeden sevgili Peygamberimiz, kendisi için dövüşen o üç kimse için; “Yâ Rabbî!Bu kimselere bereketini ihsân eyle”; Beyhara ve yardımcıları için de; “Yâ Rabbî! Bunları da rahmetinden uzaklaştır” diye duâ ettiler.
Hayır duâ buyurduğu kimseler, müslüman olmakla şereflenirken, diğerleri de kâfir olarak can verdiler. Benî Âmir kabîlesi mensupları, memleketlerine döndüklerinde, kabîlelerindeki, semâvî kitapları okumuş yaşlı bir kimseye, Mekke’de başlarından geçenleri anlattılar. O kimse, Peygamber efendimizin ismini duyunca; “Ey Benî Âmir! Siz ne yaptınız? İsmâiloğullarından hiç biri şimdiye kadar yalan yere peygamberlik dâvâsında bulunmamıştır. Muhakkak ki, O’nun söylediği doğru ve hak idi. Kaçırılan bu fırsatı artık telâfî etmek çok zordur!..” diyerek onları kınadı.
İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212.
N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i pâkini ol Hazreti fiâh-ı Rasûl’ün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Bahtiyâ durma yüzün sür kademine o gülün.
SULTAN I. AHMED (BAHTÎ)