Peygamber efendimizin bir tane Hıbere elbisesi vardı. Hıbere; pamuk ve keten ipliğinden dokunan çizgili, yollu Yemen kumaşına denir. Peygamberimiz, Hıbere elbisesini giymeyi çok severdi.
Peygamberimizin, bir de Uman işi iki İzar’ı vardı. Belden aşağısına tutulan fota ve peştamala İzar denir. Peygamberimizin, kıldan dokunmuş, üzerinde deve semerlerini andıran birtakım çizgiler bulunan İzarımsı bir fotası daha vardı ki, bununla, dışarı çıktığı, olurdu.
Ebû Bürde “Ziyâretine vardığımız zaman Hazreti Âişe, bize Mülebbede diye anılan sırınmış, keçeleşmiş bir elbise ile Yemen’de yapılan kalın bir İzar çıkarıp yemin ederek “Resûlullah aleyhisselâmın Ruhu, işte, bunların içinde alındı!” dedi.”
Peygamberimiz, soğuk kış gecelerinde namazlarını da, dokuması ne pek sert, ne de, pek yumuşak olmayan yün bir fota tutunmuş olarak kılardı.
Peygamberimiz, erkek Mü’minlerin, bellerine tuttukları İzar’ı, ancak, bacağın yarısına, yumuşak etine ve biraz daha aşağısına kadar uzatabileceklerini, fakat, topuklara kadar uzatamayacaklarını bildirmiş.
Büyüklük taslamak için izarlarını yerde sürükleyen erkeklere, Kıyamet gününde, yüce Allahın Rahmet nazarıyla bakmayacağını haber vermiş Cabir bin Süleym’e “İzarını, yarı bacağına kadar kaldır! Bunu, yapamazsan, topuklarına kadar uzat! Yerde sürüklenecek kadar uzatmaktan sakın! Çünki, bu, gurur alâmetidir. Allah ise, gururlanmayı sevmez!” buyurmuştur.
Bunun için, Abdullah bin Ömer, İzarını, bacaklarının yarısına kadar uzatır, gömleğini onun üzerinde, Ridasını da, gömleğinin üzerinde bulundururdu.
Peygamberimizin, giyinip gelen Heyetlerin yanına çıktığı Hadrami Ridasının uzunluğu: Dört arşın, eni: İki arşın bir karış kıymeti de: Bir dinardı. Rengi, yeşildi.
Peygamberimizin bu Ridası, Halifeler devrinde dürülüp bir bohça içinde Halifeler katında bulundurulurdu. Halifeler, Ramazan ve Kurban bayramlarında onu giyerlerdi.
Peygamberimizin Suhar işi iki elbisesi vardı. Suhar, Uman’da bir kasabadır. Peygamberimizin Suhar işi gömleği de, vardı. Suhar kasabasında yapılan gömlek, Suhari diye anılır. Peygamberimizin en çok sevdiği elbise, Kamis (Gömlek) idi. Kamis, yalnız pamuk ipliği ile dokunmuş bezden yapılan gömleğe denir. Peygamberimizin gömleklerinin boyları kol uzunluğu, bileğe kadardı. Habeş Necaşisinin Peygamberimize gönderdiği hediyeler arasında bir de, gömlek vardı.
Peygamber efendimizin, tek kat pamuk ipliğinden dokunmuş bezden yapılmış gömleği vardı.
Suhul, Yemen kariyelerinden olup orada tek kat pamuk ipliğinden dokunmuş bezden yapılan elbiselere Suhuliye denir. Habeş Necaşisinin Peygamberimize gönderdiği hediyeler arasında bir de, don bulunuyordu.
Peygamberimizin beyaz bir elbisesi de vardı. Efendimiz, “Elbiselerinizden, beyazını giyiniz! Dirileriniz, beyaz elbise, giysin. Ölülerinizi de, beyaz kefene sarınız! Çünki, o, giyimlerinizin hayırlısı ve iyisidir!” buyurmuştur.
Peygamberimizin yeşil elbise giydiği de, görülmüştür. Ebû Rimse, Peygamberimizi, üzerine iki parça altlı üstlü, yeşil elbise giymiş olduğu halde, gördüğünü söyler.
Peygamberimiz, kırmızı (Alacalı) Hulle de, giyerdi. Bera’ bin Azib “Kırmızı (Alacalı) Hulle içinde, saçları, kulak yumuşağına ulaşanlar arasında Resûlullah aleyhisselâmdan daha güzelini görmedim!” demiştir. Peygamberimizin Cuma ve Bayramlarda, üzerine giydiği kırmızı bir Cübbesi vardı. Peygamberimizin bir tane de, Yemen işi Cübbesi bulunuyordu. Peygamberimiz, yenleri (Kol ağızları) dar olan Şam işi bu Cübbeyi, seferlerde giyerdi.
Peygamberimiz, İran Şahlarının giydikleri Taylesan kumaşından yapılmış, yakasında atlastan bir parça, eteğinin ön ve arkadaki iki açık yanında ve yenleri üzerinde atlastan birer çevre kıvrıntısı bulunan bu Cübbeyi de savaşlarda düşmanlarla karşılaştığı sıralarda giyerdi.
Hazreti Âişe’nin vefâtına kadar yanında bulunan bu Cübbe’yi, ondan sonra, Esma bint-i Ebi Bekr almıştı. Peygamberimizin giymiş olduğu bu Cübbenin yıkantısiyle hastalar yıkanır, şifâ bulurdu. Dumetülcendel Hâkimi Ükeydir’in öldürülen kardeşi Hassan’ın, erişi ve ırgacı ibrişiyle dokunmuş atlas kumaştan yapılmış, işleme yerlerine altın sırma ile hurma yaprakları işlenmiş Cübbesi, Peygamberimize gönderilmişti.
Peygamberimiz, bu Cübbeyi giyerek Minbere çıkıp oturmuş, hiç konuşmadan Minberden inmişti. Müslümanlar, ellerini, ona, sürüyorlar bakıyorlar güzelliğine hayran oluyorlardı.
Peygamberimiz “Siz, bunun güzelliğine mi şaşıyorsunuz? Bu, pek mi hoşunuza gitti?” diye sordu.
“Biz, bundan daha güzel bir elbise görmedik!” dediler.
Peygamberimiz “Varlığım, Kudret Elinde bulunan Allaha yemin ederim ki Sa’d bin Muaz’ın Cennetteki Mendilleri, gördüğünüz şeyden daha güzel ve hoşturlar!” buyurdu.
Peygamberimiz, kendisine hediye edilmiş olan Atlas bir Kaftanı giyip namaz kıldı. Namazdan döner dönmez, onu, nefret edercesine, hemen üzerinden çıkardı.
“Bu, Müttakilere yaraşmaz!” buyurdu. Onu, Hazreti Ömer’e gönderdi. “Ya Resûlallah! Onu, çıkarmakta ne için acele ettiniz?” diye sordular.
Peygamberimiz, “Cebrâil, bunu, giymekten beni nehy etti!” buyurdu. Hazreti Ömer, ağlayarak gelip “Ya Resûlallah! Sen, giymek istemediğin bir şeyi bana verdin!? Bunu ne yapayım?” dedi.
Peygamberimiz “Ben, onu, sana giyesin diye vermedim. Ancak, satasın diye verdim.” Buyurdu.
Hazreti Ömer, bu Kaftanı, iki bin dirheme sattı.
Rum Kralı, peygamberimize, Atlastan, altın sırmalı, uzun yenli bir kürk hediye etmişti.
Peygamberimiz, onu giyince, halk “Ya Resûlallah! Bu, Sana, Semadan mı indirildi?” dediler.
Peygamberimiz “Pek mi hoşunuza gitti? Varlığım, Kuret Elinde bulunan Allaha yemin ederim ki: Sa’d b. Muaz’ın Cennetteki Mendillerinden bir Mendil bile bundan daha hayırlı, daha güzeldir!” buyurdu.
Sonra da, o Kürkü, Hazreti Cafer bin Ebi Tâlib’e gönderdi. Hazreti Cafer, onu, sırtına giyince, Peygamberimiz “Ben, bunu, sana giyesin diye göndermemistim.” buyurdu. Hazreti Cafer “Onu, giymeyip de, ne yapacağım?” diye sordu. Peygamberimiz; “Necaşi’ye gönder!” buyurdu.
Peygamberimize, Siyera diye anılan ipekli kumaştan yol yol sarı çubuklu, altlı üstlü bir elbise hediye edilmişti. Peygamberimiz, bu elbiseyi de, Hazreti Ali’ye gönderdi.
Hazreti Ali’nin onu, giydiğini görünce, Peygamberimizin yüzünde kızgınlık alameti belirdi. “Ben, onu, sana giymen için göndermedim. Başörtüsü olmak üzre kadınlar arasında parçalayasın diye gönderdim.” buyurdu.
Bunun üzerine, Hazreti Ali, onu, parçalayıp Ehl-i Beyt kadınları arasında bölüştürdü.
Habeş Necaşisinin, Peygamberimize gönderdiği hediyeler arasında, Mısır işi bir palto da, bulunuyordu.
Peygamberimizin, yünlü siyah elbise giydiği de, olmuştur.
Hazreti Âişe “Resûlullah aleyhisselâm için, siyah yünden bir elbise yapılmıştı.
Onu, giyip içinde terleyince, yünün kokusunu duydu. Hemen, onu, sırtından çıkarıp bıraktı. Çünkü, O, yalnız güzel kokudan hoşlanırdı.” demiştir.
Hazreti Ömer, çarşıda, Mescid’in kapısında satışa çıkarılan Siyera, İstebrak cinsinden ipekli, altlı üstlü bir elbise görüp onu, Peygamberimize getirdi.
“Ya Resûlallah! Bunu, satın alsan da, Cuma günlerinde, bayramlarda, yanına heyetler geldiği sıralarda giysen!” dedi.
Peygamberimiz “Bu, ancak Ahirette nasibi bulunmayanların elbisesidir! Bunu, ancak, Ahirette nasibi bulunmayanlar, giyer!” buyurdu. Sonra, Kendisinde bulunan Atlas bir Cübbe’yi, Hazreti Ömer’e gönderdi. Hazreti Ömer, onu alıp Peygamberimizin yanına geldi. “Ya Resûlallah! Senin “Bu, ancak Ahirette nasibi olmayanların elbisesidir. Bunu, ancak, Ahirette nasibi olmayan, giyer!” buyurduğunu işittim. Sonra da, onu, bana gönderdin!?” dedi. Peygamberimiz “Sen, bunu satıp bedeli ile bir ihtiyacını karşılayasın, ondan yararlanasın diye gönderdim. Yoksa, giyesin diye göndermedim!” buyurdu.
Peygamberimiz “Şöhret ve gösteriş için elbise giyen kimse onu, bırakıncaya kadar Allah, ondan yüz çevirir!” “Kıyamet gününde, ona zillet elbisesi giydirir!”
“Şöhret ve gösteriş için elbise giyen kimseye, Kıyamet gününde, Allah onun gibisini giydirir.” “Sonra da, onu, ateşle alevlendirir!” buyurmuşlardır.
Bürde; Yemen işi, çubuklu, çizgili kumaş olup İhram gibi, bedene bürünülür.
Aba ve hırkaya da, Bürde denir. Sehl b. Sa’d der ki “Resûlullah aleyhisselâma, bir kadın, dokuduğu kenarlı bir Bürdeyi getirdi.
“Ya Resûlallah! Bunu, kendi elimle dokudum. Sana giydirmeye getirdim.” dedi. Resûlullah da, ihtiyacı olduğu için, onu, kabul etti.
Bu Bürdeyi bürünmüş olarak yanımıza çıktı. Cemaattan biri, ona elini sürüp “Ya Resûlallah! Bu Bürdeden daha güzeli olamaz! Bunu, bana giydirsen?” dedi. Resûlullah efendimiz “Olur!” buyurdu.
Mecliste, oturduktan sonra eve döndü. Bürdeyi dürüp o kimseye gönderdi. Cemaat, “Sen, hiç de, iyi etmedin! Resûlullahın giydiği ve ihtiyacı olduğu bir şeyi, kendisinden istedin!? Sen de, bilirsin ki: Resûlullah aleyhisselâm, hiçbir istekliyi red etmez, boş çevirmez!” diyerek kınadılar.
O kimse de “Vallahi, ben, bunu, giymek için istemedim. Fakat, öldüğüm gün, kefenim olsun diye istedim!” dedi. Gerçekten de, o Bürde, öldüğü gün, kefeni oldu.
Resûlullah efendimiz, Tebük’te, Eyle halkına bir Eman Fermanı yazıp verdiği zaman, eman alameti olmak üzre bir de, Bürde (Hırka) vermişti.
Ebül’Abbas Abdullah bin Muhammed, bu Bürde’yi, onlardan üç yüz dinara satın aldı. Abbas oğulları, bu Hırkaya, seleften halefe tevarüs ettiler.
Halifeler, bayram günlerinde onu üzerlerine giyip Peygamberimize aid Âsâ’yı ellerine alarak dışarı çıktıkları zaman, kalbler ürperir, gözler kararırdı.
Meşhur Arap şairlerinden Ka’b bin Züheyr, af dilemek ve Müslüman olmak için Peygamberimize gelip içinde “Şüphe yok ki: Resûlullah, doğru yolu gösteren bir Nûr, kötülükleri yok etmek için Allahın sıyırılmış keskin, yalın kılıçlarından bir kılıçtır!” beyti de, bulunan (Banet Süad) kasidesini okuduğu zaman, Peygamberimiz, sırtındaki Bürdesini (Hırkasını) çıkarıp ona giydirdi.
Hazreti Muaviye, halifeliği sırasında, Ka’b bin Züheyr’e “Resûlullahın Hırkasını, bize sat!” diye haber saldı. Kendisine on bin dirhem gönderdi.
Ka’b bin Züheyr “Ben, Resûlullahın Hırkasını giymek hususunda hiç kimseyi, kendime tercih edemem!” diyerek Hazreti Muaviye’nin dileğini reddetti.
Ka’b bin Züheyr, vefât ettiği zaman, Hazreti Muaviye onu, Ka’b’ın oğullarından yirmi bin dirheme satın aldı. Peygamberimizin, Ka’b bin Züheyr’e vermiş olduğu bu mübârek Hırka, Halifeden Halifeye tevarüs edilerek geçti.
Emevi saltanatının çöküşünden sonra ilk Abbasi Halifesi Ebül’Abbas Seffah bin Abdullah bin Muhammed tarafından üç yüz dinara satın alındı.
Bayramlarda Halifeler tarafından giyildi. Halife Muktedir’in, öldürüldüğü zaman kanı, bulaşarak kirlendi. Abbasiler, Mısır’a gelirken, onu, yanlarında getirdiler. Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı alıp Halife olduğu zaman Mısır’daki “Mübârek Emanetler” arasında bu mübârek Hırka da, İstanbul’a getirildi.
İstanbul’da Topkapı Hırka-ı Seadet Dairesinde herkes tarafından ziyâret olunan bu mübârek Hırka: 1,24 santim boyunda, geniş kollu siyah yünlü kumaştan yapılmıştır.
Hırkanın içi, kaba dokunmuş krem renk yünlü kumaş kaplıdır. Önünde sağ tarafından 0,23×0,30 eb’adında bir parçası noksandır. Sağ kolunda da, eksiklik vardır. Hırka, yer yer yıpranmıştır.
Müteaddid bohçalara sarılmış olarak 0,57×0,45×0,21 ebadında üstten açılır kapaklı altın bir çekmece içindedir. Hırka-i Seadetin, bu ebadda Sultan III. Murad tarafından yaptırılmış olan altın bir mahfazası da; mevcuddur. Bu mahfaza, sanat itibariyle fevkal’ade olup ayrıca zümrüdlerle de bezenmiştir.
Peygamberimizin, zağferan(safran) ile boyanmış bir örtüsü vardı. Bu örtüyü, zevcelerinin evlerinde örtünürdü. Hamisa, dört köşeli ve iki yanı desenli siyah abaya denir. Peygamberimiz, hastalanmadan önce Hamisa’nın üzerinde namaz kılardı.
Hazreti Âişe’nin bildirdiğine göre: Peygamberimiz, bir gün, Hamisanın üzerinde namaz kılarken gözü, desene takılmış, selâm verince “Bu Hamisamı, Ebû Cehm’e götürünüz. Çünkü, bu, biraz önce, namazımdan beni meşgûl etti. Bana, Adiy bin Ka’blardan Ebû Cehm bin Huzeyfe bin Ganim’in Enbicaniye’sini getiriniz!” buyurdu.
Ebû Cehm “Ya Resûlallah! Niçin bunu gönderdiniz?” diye sorunca, Peygamberimiz “Gözüm, namazda onun desenine takıldı.” buyurdu. Bu Hamisa’yı, Peygamberimize, Ebû Cehm, hediye etmişti.
Enbican, diye anılan şehirde yünden ve desensiz olarak dokunan örtüye Enbicani denir.
Peygamberimize, Hayber ganimet eşyasından bir de, Hamisa düşmüştü.
Peygamberimiz, eskimeye yüz tutmuş bulunan bu Hamisa’nın üzerinde de, namaz kılardı. Peygamberimiz, son hastalığında, sıkıntılandıkça, bu Hamisayı sık sık yüzüne örter dururdu. Hamisa, kendisine sıkıntı verdikçe de, onu atar, yüzünü açardı.
Medine toprağı nemli çorak olduğu için bu Hamisa, Peygamberimizin vefâtında kabrinin tabanına serilmişti.
Beni Dar heyetinden Hani’ bin Habib, hicretin dokuzuncu yılında Medîne’ye geldiği zaman, Peygamberimize sırmalı bir elbise hediyye etmişti.
Peygamberimiz, bu elbiseyi Amcası Hazreti Abbas’a verdi. Hazreti Abbas “Bunu, ne yapacağım?” diye sordu. Peygamberimiz “Altınını sök, kadınına zinet, ya da, geçimlik yap. Atlasını da, sat, bedelini al!” buyurdu. Hazreti Abbas, bu elbiseyi, Yahudilerden bir adama sekiz bin dirheme sattı.
Enes bin Mâlik der ki “Kral Ziyezen, otuz üç tane yaşlı, dişi deveye satın aldığı bir Hulle’yi, Resûlullah aleyhisselâma hediye etmiş, Resûlullah aleyhisselâm, onu kabul buyurmuştur.”
İshak bin Abdullah bin Haris de “Resûlullah efendimiz, yirmi dokuz kadar genç deveye satın aldığı bir Hulle’yi Ziyezen’e hediye etti.” demiştir.
Hulle, yemen Bürüd’ünden veya başka bir kumaştan altlı üstlü, aynı cinsten Rida ile İzar’dan mürekkep iki parça elbiseye denir. Tek elbiseye Hulle denmez.
Habeş Necaşisi Ashama’nın, Peygamberimize gönderdiği hediyeler arasında, kaşı, Habeş taşından altın bir yüzük de, bulunuyordu.
Peygamberimiz, Ebül’As’ın kızının kızı Ümame’yi çağırıp “Ey kızım! Bunu, sen takın!” buyurdu.
Erkeklere yalnız gümüş yüzüğün helâl olduğu ve altın, demir ve sarı pirinçten yüzük takmanın haram olduğunu, Peygamberimiz bildirmiştir. Kendisi de, vefât edinceye kadar, yalnız gümüş yüzük kullandı.
Resûlullah yüzüğünü sağ eline takardı. Sol eline de taktığı görülmüştür. Sağ ele de, sol ele de takmak caizdir. Küçük parmağa veya yanındaki parmağa takılır. Bayramlarda herkesin takması müstehabdır. Gösteriş için, öğünmek için takmak haramdır.
Bir gün, Nu’mân bin Beşîr, Resûlullahın yanına geldi. Parmağında altın yüzük vardı. “Cennete girmeden önce, niçin Cennet zînetini kullanmışsın?” buyurdu. Demir yüzük kullanmaya başladı. Bunu görünce, “‘Niçin Cehennem eşyası taşıyorsun?” buyurdu. Bunu da çıkardı. Bronz, yanî tunçdan yüzük taktı. Bunu görünce, “Niçin sende put kokusu duyuyorum?” buyurdu.
Nasıl yüzük kullanayım, ya Resûlallah dedi. “Gümüş yüzük takabilirsin. Ağırlığı da bir miskâli (4.8 gr) geçmesin ve sağ eline tak!” buyurdu.
Amr ibni Şu’âyb diyor ki, Resûlullah, altın ve demir yüzükleri çıkartır, gümüş yüzüklere mâni’ olmazdı.
Peygamberimiz, Acem Şahına, Rum Kayserine ve Habeş Necaşisine mektup yazdırmak istediği
zaman, Ya Resûlallah! Onlar, bir mektubu, mühürlü olmadıkça, okumazlar! denilmişti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz, gümüşten bir yüzük edindi ki, kaşına üç satır üzerine: ‘Muhammed’ür’Resûlullah” nakş edilmişti. Mühür yüzükteki yazı, aşağıdan yukarıya doğru “Muhammed” bir satır, “Resûl” bir satır, “Allah” bir satır olmak üzre, üç satır halinde idi. Peygamberimizin gümüş yüzüğündeki taş, Habeş taşı idi.
Bu gümüş yüzüğün kaşının gümüşten olduğu da, rivâyet edilir.
Amr bin Said, Peygamberimizin yanına gelmişti. Peygamberimiz, onun parmağındaki yüzüğü görünce “Nedir bu elindeki yüzük?” diye sordu. Amr bin Said “Ya Resûlallah! Bu, bir halkadır. Ben, yaptım.” dedi. Peygamberimiz “Onun nakşı, nedir?” diye sordu.
Amr bin Said “Muhammed’ür’Resûlullah” dedi. Peygamberimiz “Bakayım ona?” buyurdu. Onu, alıp Zat Mührü olarak kullandı ve başkalarını, yüzüklerine (Muhammed’ür’Resûlullah) kelimelerini nakş etmekten men etti.
Peygamberimiz, parmağında bu Mühür yüzük bulunduğu halde, vefât etmiştir. Peygamberimiz, mühür yüzüğünü, sol elinin serçe parmağına takardı. Sağ eline taktığı da, olurdu.
Peygamberimiz, onun kaşlı tarafını, avucunun içine doğru çevirir, getirirdi. Peygamberimiz, helaya gireceği zaman, yüzüğünü, parmağından çıkarırdı.
Peygamberimizin mühür yüzüğünü, vefâtından sonra Hazreti Ebû Bekir, ondan sonra Hazreti Ömer, Hazreti Ömer’den sonra da, Hazreti Osman, parmağına takmıştır.
Hazreti Osman, Halife iken, bir gün, Eris kuyusunun başında oturduğu sırada, parmağından çıkarmış, elinde evirip çevirirken, kuyuya düşürmüştür. Kuyunun bütün suyu çektirildiği, üç gün gidilip gelinip arandığı halde, bu mübârek yüzük bulunamamış kuyunun içinde yok olup gitmiştir.
Yüzük taşına yazı yazma Peygamberimizden sonra da devam etmiştir. Hazreti Ebû Bekr’in yüzüğünde, “Ni’mel kâdir Allah” (Allahın herşeye gücü ne güzel yeter) Hazreti Ömer’in “Kefâ bil-mevt vâ’ızan yâ Ömer” (Nasihat olarak ölüm yeter), Hazreti Osmân’ın “Le-nasbirenne”, (Elbette sabredeceğiz) Hazreti Alî’nin “El-mülkü lillah” (Mülk ancak Allahındır) . Hazreti Hasen’in yüzüğünde, “El-izzetü lillah” (Azamet, büyüklük Allaha aittir) Hazreti Mu’âviye’nin yüzüğünde “Rabbigfrlî” (Rabbim affeyle), İbni Ebi Leylâ’nın “Ed-dünya garûrün”, (Dünya aldatıcıdır, yalancıdır) İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe’nin “Kul-il-hayr ve illâ fesküt”, (Ya hayır söyle ya sus!) imâm-ı Ebû Yûsüfün “Men amile bire’yihî nedime”, (kendi görüşü ile hareket eden pişman olur) imâm-ı Muhammed’in “Men sabera zafera (Sabreden zafer kazanır) imâm-ı Şâfi’înin “El-Bereketü fil kanâ’a” (Bereket kanaattadır) yazılı idi. Yüzüklerini mühür olarak kullanırlardı.
Müslim, “Libâs”, 57; Ebu Dâvûd: ‘Libâs’; 7; İbn Mace, “Libâs”, 1; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 453; Kastalanî, el-Mevâhibü’l-Ledûniyye, s. 326.