Resûlullahın Yatakları

Peygamberimizin, üzerinde yatıp uyuduğu döşeğin, yatağın yüzü, deridendi. İçi, hurma lifi doldurulmuştu. Kendisi de, Zevcesi de, onun üzerinde yatardı. Peygamberimizin başının altına koyduğu yastığının da, yüzü deriden olup içi, hurma lifi doldurulmuştu.

Hazreti Âişe vâlidemiz anlatır: “Yanıma, Ensar kabîlesinden bir kadın geldi. Resûl aleyhisselâmın döşeğini görünce, gidip içi yün doldurulmuş bir yatak gönderdi.

Resûl aleyhisselâm, yanıma gelip “Nedir bu?” diye sordu. “Ya ResûlAllah! Ensardan filanca kadın, yanıma gelmişti. Döşeğini görünce, gidip bunu, sana gönderdi.” dedim. “Bunu, hemen ona geri çevir!” buyurdu.

Fakat, ben, geri çevirmedim. Onun, evimde bulunması, hoşuma gitmişti. Resûl aleyhisselâm, bu sözünü, üç kerre tekrarladı. Sonunda “Vallahi, ey Âişe! İsteseydim, Allah, altın ve gümüş dağlarını benim yanımda yürütürdü!” buyurdu. Peygamber aleyhisselâmın minderi de, iki Abadan ibaretti.

Bir gece, yanıma geldiği zaman, bu Abayı katlayıp daraltmış idim. Onun üzerinde uyudu. Sonra “Ey Âişe! Bu geceki döşeğim, ne için her zamanki gibi değildi?” diye sordu. “Ya Resûlallah! Onu, senin için katlayıp daralttım.” dedim. “Sen, onu, eski haline çevir!” buyurdu.

Yine Hazreti Âişe anlatır: “Kureyşilere, Mekke’de serir üzerinde uyumaktan daha hoş bir şey yoktu. Resûl aleyhisselâm, Medîne’ye geldiği ve Ebû Eyyub’un evine indiği zaman, ona “Ey Ebû Eyyub! Sizin bir seririniz yok mu?” diye sordu. Ebû Eyyub da “Yok vallahi” dedi.

Ensardan Sa’d bin Zürare, bunu, haber alınca, Resûlullaha, direkleri saç ağacından yapılmış, üzeri keten lifle dokunmuş hasırla kaplı bir serir gönderdi.

Resûlullah, evine taşınıncaya kadar, onun üzerinde uyumuştu. vefâtına kadar da, onun üzerinde uyudu.”

Resûlullah aleyhisselâm, yıkanıp kefenlendiği zaman, bu Serir’in üzerine konularak cenaze namazı da, kendisi bu Serir üzerinde bulunduğu halde, kılınmıştı. Halk, ölülerini taşımak üzre, onu, bizden isterler ve onunla teberrük ederlerdi. Ebû Bekir’in Ömer’in cenazesi de, onun üzerinde taşınmıştı.”

Hazreti Âişe der ki “Resûl aleyhisselâmın bir Hasır’ı vardı ki, geceleyin onun üzerinde namaz kılar, gündüzün de, serip üzerinde halk ile otururdu.”

 

 

Resûlullahın Âsâsı

 

Peygamber efendimiz, Cuma günleri hutbe irad ederken, âsâya veya bir Yay’a; seferde de, Yay’a dayanırdı.

Peygamberimiz, âsâya dayanmanın, Peygamber ahlakından olduğunu söyler, kendisi, âsâya dayanır ve âsâya dayanmayı da, tavsiye buyururdu.

Muaviye bin Ebi Süfyan’ın Halifeliği sırasında, Peygamberimizin âsâ’sı, Sa’dül-Karaz’ın yanında bulunuyordu.

Muaviye bin Ebi Süfyan, hicretin ellinci yılında hacca gelmişti. Peygamberimizin Mescidindeki Minber’i söktürüp Şam’a nakl etmek istedi.

Sa’dül-Karaz’ın yanında bulunan âsâyı istetti. Cabir bin Abdullah ile Ebû Hüreyre gidip ona “Ey Mü’minler Emiri! Resûl aleyhisselâmın Minberinin, konulmuş olduğu yerden sökülüp götürülmesi de, âsâsının Şam’a nakl edilmesi de, doğru olmaz!” dediler. Bunun üzerine, Hazreti Muaviye, onları bırakıp özür diledi.

Abdullah bin Üneys’i, Peygamberimiz, Mescidden evine götürüp ona bir âsâ verdi ve “Bu âsâyı yanında sakla ey Abdullah bin Üneys!” buyurdu.

Abdullah bin Üneys, o âsâ ile halkın yanına varınca, kendisine “Nedir bu âsâ?” diye sordular. O da “Bunu, bana, Resûl aleyhisselâm, verdi ve yanımda saklamamı, emr etti.” dedi.

Abdullah bin Üneys’e “Resûl aleyhisselâmın yanına dönsen de, bunu sana, ne için verdiğini sorsan!” dediler. Bunun üzerine, Abdullah bin Üneys, Peygamberimizin yanına dönüp “Ya Resûlallah! Bu âsâ’yı, bana, ne için verdin?” diye sordu.

Peygamberimiz “Bu, Kıyamet günü, aramızda bir alâmettir! O zaman Cennette insanların, âsâ’ya dayananları, pek azdır! Sen, buna Cennette dayanırsın!” buyurdu.

Abdullah bin Üneys, onu, kılıcı ile birlikte bulundurup yanından hiç ayırmadı. Ölüm döşeğine düştüğü zaman da, onu, kefeninin içine koymalarını ve kendisiyle birlikte gömmelerini ev halkına vasiyyet etti. Bedeni ile kefeni arasına konulup kendisinin vasiyeti, yerine getirildi.

 

Peygamberimizin Taşıdığı Yedi Şey

 

Peygamber efendimizin, bir arşın boyunda veya biraz daha uzun bir Mıhcen’i vardı. Mıhcen, ucu eğri değneğe denir. Peygamberimiz, Hacerülesved’i, uzaktan onunla işaret ederek İstilam ederdi.

Peygamberimiz, deveye bindiği zaman, onu, önüne asardı. Efendimizin, Urcun diye anılan bir de Mıhsarra’sı vardı. Peygamberimiz, Bakiülgarkad’a giderken, onu, yanında bulundurur, ona dayanır, otururken, onu, elinde evirir çevirirdi.

Peygamberimizin, elinde bu Mıhsarrası bulunduğu halde, hutbe irad buyurduğu da, olurdu. Peygamberimizin, dağ ağaçlarından kesilmiş, Memşuk adıyla anılan bir de, Kadib’i Değneği vardı.

Hazreti Osman, Peygamberimizin Kadib’i, elinde bulunduğu ve Minberde hutbe irad ettiği sırada, Cahcah bin Said veya Cahcah bin Kays, varıp Hazreti Osman’ın elinden Kadib’i alır ve dizine dayayarak büker, kırar. Halk, Cahcah’a bağırırlar. Hazreti Osman, Minberden iner ve evine girer.

Bunun üzerine, yüce Allah, Cahcah’ın eline veya dizine Ekile (kaşıntı) hastalığı verir. Cahcah, Hazreti Osman’ın şehâdetinden sonra bir yıla varmadan, kaşına kaşına ölür.

Peygamberimiz; yanında tarak, ayna, misvak, gülyağı, sürme ve makas bulunduğu halde, sefere çıkar seferde ve hazerde bunları, yanından ayırmazdı.

Hazreti Âişe “Gazâlar için Resûl aleyhisselâmın gülyağını, tarağını, aynasını, iki Makas’ını, Sürmedanlığını ve Misvak’ini hazırlardım.” buyurdu.

Yine Hazreti Âişe vâlidemiz, “Seferde ve hazerde, Resûl aleyhisselâmın, yedi şeyi:

  1. Gülyağı Şişesi, 2.Tarağı, 3. Ayna’yı, 4. Sürmedanlığı, 5. Misvak’i, 6. İki Makas’ı, 7. Saç ayırma kemiğini, bıraktığı olmazdı.” demiştir.

Peygamberimiz, her gün, sakalını iki kere tarardı.

Enes bin Mâlik “Resûl aleyhisselâm, sık sık, başının saçına gülyağı sürer, sakalını, su ile tarardı.” diyor.

 Peygamber efendimiz, temizliğe, tertip düzene önem verirdi. “Kimin saçı varsa, ona iyi baksın!” buyururdu. Peygamberimiz, Mescidde iken, saçı sakalı karma karışık biri içeri girmişti.

Peygamberimiz “Bu kişinin saçını yatıştıracak Gülyağı da mı, bulunmuyor?” buyurduktan sonra ona, hemen dışarı çıkarak saçını, sakalını düzeltmesini eli ile işaret etti. O kimse, öyle yapıp dönünce, Peygamberimiz “Sizden birinizin, böyle gelmesi mi, yoksa saçı sakalı Şeytan gibi karma karışık gelmesi mi, daha iyidir?” buyurdu.

Peygamberimiz, sakalının boyundan ve yanlarından biraz alırdı. Cuma namazına çıkmadan önce, bıyığını kırpar, tırnaklarının uzayanını keserdi. Müslümanlara da, bıyıklarını kırpmalarını emir etmiştir.

Peygamberimiz, aynaya baktıkca, Allaha hamd eder “Allahım! sûretimi güzel yarattığın gibi, ahlakımı da, güzelleştir!” diyerek dua ederdi.

Peygamberimiz, her gece, uyumadan önce, gözlerine üç kerre sürme çekerdi. Sürmeyi, sağ gözüne üç, sol gözüne iki kerre çekerdi. “Sürme çekiniz! Çünki, o, gözü cilalandırır, saçı (kirpiği) bitirir.” buyururdu.

İslam büyükleri erkeğin tedavî için sürme çekmesi caiz olduğunu fakat zinet için çekmesi caiz olmadığını bildirmişlerdir. Cemâl ve Zînet kelimelerini birbirleri ile kanştırmamalıdır. Cemâl, çirkinliği gidermek, vekâr sâhibi olmak ve şükretmek için, ni’meti göstermek demektir. Gösteriş için, öğünmek için, ni’meti göstermek, cemâl olmaz, kibir olur.

Resûlullah Misvak kullanmaya çok önem verirdi. Bunu yanından ayırmazdı. Peygamberimiz “Erak ağacının çubuğu ile Misvakleniniz!” buyururdu. Ağıza güzel koku verir. “O, hem benim, hem de, benden önceki Peygamberlerin Misvakidir.” buyurmuştur.

Peygamber efendimiz “Eğer, ümmetime meşakkat vermeseydim, her namaz için Misvak tutunmalarını, onlara muhakkak emrederdim!”

“Misvak tutunmanızı, size çok çok tavsiye ederim!”

“Misvak, ağızın temizliği ve Rabbimin hoşnudluğudur!” buyurmuştur. Peygamberimizin, evine girdiği zaman, ilk işi, dişini Misvaklemek olurdu.

Peygamberimiz, yanında Misvak bulundurmadıkça, uyumaz, uyandığı zaman da, işe, dişini Misvaklemekle başlardı. Peygamberimiz, geceleyin Teheccüd namazına kalktığı zaman da, dişlerini Misvaklardı.

Hazreti Âişe “Peygamber aleyhisselâm, hiçbir gece veya gündüz uyumazdı ki, uyanınca, abdestten önce, Misvak tutunmuş olmasın!” demiştir.

 

 

Resûlullah efendimizin silahları

 

Peygamberimizin dokuz kılıcı vardı: Babasından kalan ve Me’sur adıyla anılan kılıç. Bu kılıç, Peygamberimizin Medine’ye hicreti sırasında yanında bulunuyordu.

Abd isimli kılıç: Bu kılıcı, Peygamberimize, Sa’d bin Ubade hediye etmiş Peygamberimiz, Bedir savaşına giderken, yanında götürmüştü.

Zülfkâr: Kureyş müşriklerinden Münebbih bin Haccac’ın veya As bin Münebbih’in kılıcı olup Bedir savaşında ganimet olarak kalmıştı. Sırtında birtakım gedikler bulunduğu için Zülfkâr denilmişti. Peygamberimiz, Zülfikâr’ı, Hazreti Ali’ye hediye etti. Kabzasının başı, bağının halkaları ve zincirleri gümüştendi.

Peygamberimizin vefâtından sonra Hazreti Abbas, Hazreti Ebû Bekir’e başvurup Zülfkâr’ı, Hazreti Ali’den almak istediği zaman, Hazreti Ebû Bekir “Ben, bu kılıcı, hep Onun elinde gördüm. Kendisinden, bunu, çekip almayı, hoş bulmam!” dedi. Hazreti Abbas da, onu, Hazreti Ali’ye bıraktı.

Resûlullah efendimizin mızrakları da şunlardı: Peygamberimize, Beni Kaynukâ’ Yahudilerinden üç Mızrak ganîmet olarak kalmıştı.

Peygamberimizin Mızraklarından birinin ismi: Müsvi diğerinin ismi Müsna idi. Peygamberimizin, Beyza diye anılan büyük bir Harbesi ile Aneze diye anılan Mızraktan küçük bir Harbesi de, vardı.

Nab’a diye de, anılan bu Harbe’yi, Habeş Necaşisi, Zubeyr b. Avvam’a vermişti. Peygamberimiz, Hayber savaşından dönerken onu, Zübeyr bin Avvam’dan aldı.

Habeş Necaşisi Ashama, Peygamberimize üç Aneze(mızrak) göndermişti. Peygamberimiz, onlardan birini kendisi için alıkoyup ikincisini Hazreti Ali’ye, üçüncüsünü de, Hazreti Ömer’e vermişti.

Bilal-i Habeşi, Peygamberimizin Anezesini, Ramazan ve Kurban bayramlarında Namazgaha kadar Peygamberimizin önünde taşıyıp orada Peygamberimizin önüne dikerdi.

Peygamberimiz de, bayram namazını, ona doğru yönelerek kıldırırdı.

Peygamberimizin vefâtından sonra, Bilal-i Habeşi, bu Anezeyi, bayramlarda Hazreti Ebû Bekir’in önünde taşıyıp Namazgahta önüne dikerdi.

Hazreti Ebû Bekir’den sonra Hazreti Ömer ve Ondan sonra da, Hazreti Osman devrinde bu vazife Müezzin Sa’d’ül’Karaz tarafından aynı şekilde yapıldı. Medîne Vâlileri zamanlarında da, böyle yapılmağa devam edildi.

Peygamberimizin, altı yay’ı vardı. Bunlardan: Revha, Beyza, Safra diye anılan üç yay, Benî Kaynukâ’ Yahudilerinden ganîmet kalmıştı. Safra Yayı, Neb’ ağacından yapılmıştı. Ketum ismindeki yay da, Neb’ ağacından yapılmış olup Uhud savaşında kırılmış kırık olarak Katade bin Numan almıştı. Ayrıca, Seded, Zevra adlarında yayları vardı.

Peygamberimizin üç kalkan’ı vardı: Zeluk, üzerinde koç başı sûreti bulunan kalkan. Bu Kalkan, Peygamberimize hediye edilmişti. Fakat, Peygamberimiz, onun resimli oluşundan dolayı hoşlanmamıştı. Sabaha çıktığı zaman, Allah, o sûreti, kalkandan gidermiş, yok etmişti.

Peygamberimizin yedi tane Zırh gömleği vardı:

Zatülfudul, bunu, Sa’d bin Ubade, Peygamberimize, Bedir savaşına çıkarken hediye etmişti. Sağdiyye, Fıdda. Bu iki Zırh gömlek de, Peygamberimizin, Benî Kaynukâ’ Yahudilerinden ganîmet olarak aldığı silahlar arasında idi.

Peygamberimiz, Uhud savaşında Fudul ile Fıdda’yı üst üste giymişti.

Peygamberimizin Zırh gömleğinin göksünde ve arkasında gümüşten iki halka bulunuyordu. Sağdiyye isimli Zırh gömlek, Hazreti Davud Aleyhisselamın, Calut ile çarpışmak üzre giydiği tarihi Zırh gömlekti.

Peygamberimiz vefât ettiği sırada, Zırh gömleklerinden birisi Beni Zaferlerden Ebüşşahm adındaki Yahudiden, Ev halkının ihtiyacı için alınan otuz Sa’ arpa karşılığı rehin bırakılmış bulunuyordu. O Zırh gömlek de, Zatülfudul idi.

Diğer zırhları ise Zatülvişah, Zatülhavaşi, Betra’, Hırnık.

Peygamberimiz, Zatülfudul ile Sağdiyye’yi, Huneyn savaşında giymişti.

Resûlullahın miğferleri ise, birincisi Muvaşşah. Bu Miğfer, Beni Kaynukâ’ Yahudilerinden ganimet kalmıştı.

Züssubuğ veya Züssusub veya Meşbuğ isimli miğferler, Peygamberimizin Uhud savaşında başına giydiği Miğfer kırılıp halkalarından ikisi, Peygamberimizin yanaklarına batmıştı. Peygamberimiz, Mekke’yi fethe girerken de, Miğferli idi.

Peygamber efendimizin Rayesi yani Bayrağı siyah, Livası yani sancağı beyazdı. Muhammed bin Kasım’ın Azadlısı Yunüs bin Ubeyd “Muhammed bin Kasım, Resûlullah aleyhisselâmın bayrağını sormak üzere, beni, Bera bin Azib’e gönderdi.

Bera bin Azib, siyah ve dört köşe Nemire’den (Siyah-beyaz çizgili yün kumaştan) olduğunu bildirmiştir.

Bu bayrak, Hazreti Âişe’nin, üzeri deve palan şekilli, nakışlı yünden dokunmuş olup siyah idi. Ukab diye anılırdı.

Peygamberimizin bayrağı, Hazreti Ali’nin yanında bulunurdu. Peygamberimiz, Hayber savaşında “Bayrağı, öyle bir ere vereceğim ki, O, Allah’ı ve Resûlünü sever, Allah ve Resûlü de, Onu sever!” buyurmuş ve Hazreti Ali’yi çağırıp bayrağını Ona vermişti. Yüce Allah, Hayber’in fethini, Hazreti Ali’ye nasib etmiştir. Peygamberimizin Livası (Sancağı)nın üzerinde “La ilâhe illallah Muhammed’ür Resûlullah” yazılı idi.

Peygamberimiz, Harrar seferinde Sa’d bin Ebi Vakkas için beyaz bir Sancak bağlamıştı.

Hazreti Ali’yi Yemen’e gönderirken, Kargının başına bir Sarığı bağlayıp “Sancak, böyledir!” buyurmuştur. Sancağı, ancak ordu kumandanı tutar ve taşırdı.

Ebva, Veddan gazâsında Peygamberimizin beyaz Sancağını Hazreti Hamza, Buvat gazâsında Sa’d bin Ebi Vakkas, Kürz bin Cabir’ül’Fihrinin takibinde Hazreti Ali, Zül’useyre gazâsında Hazreti Hamza taşımıştır.

Peygamberimiz, Bedir gazâsına çıkarken, beyaz sancağını Mus’ab bin Umeyr’e vermiş, Hazreti Ali, Peygamberimizin önünde Siyah Bayrağını (Ukab’ı) taşımıştı.

Peygamberimizin beyaz sancağı, Benî Kaynukâ gazâsında Hazreti Hamza, Karkaratülküdr, Uhud, Bedrülmev’id gazâlarında Hazreti Ali, Hendek gazâsında da, Zeyd bin Harise tarafından taşınmıştır.

Peygamberimiz, Mekke’yi de, beyaz Sancağıyle gidip fethetmişti.

Tebük seferinde en büyük sancağını Hazreti Ebû Bekir’e ve en büyük bayrağını da, Zübeyr bin Avvam’a verip taşıtmıştır.

Peygamberimizin, Medîne’de, Benî Fezarelerden bir Bedeviden on ukıye gümüşe satın aldığı, çöl halkının Daris, Peygamberimizin de, Sekb adını verdiği ilk atıdır. Uhud savaşında ona binmişti.

Sekb’in dudağında beyazlık vardı. Üç ayağı sekili, sağ ayağı sekisizdi. Sekb, çok yürügendi. Giderken, su gibi akardı. Mürteciz, adlı atını Peygamberimiz, Benî Mürrelerden bir Bedeviden satın almıştı. Mürteciz, güzel, ahenkli ve şiir söyler gibi kişnerdi.

Lizaz, isimli atını da Peygamberimize, İskenderiye kralı Mukavkıs, hediye etmişti. Lizaz, çok hızlı giderdi. Zarib, isimli atı, Peygamberimize, Ferve bin Umeyr’ül’Cüzami hediye etmişti. Zarib, çok güçlü ve dayanıklı bir attı.

Lahif (veya Luhayf), bu atı, Peygamberimize, Rebia bin Ebi Bera’ül’Kelbi, hediye etmişti. Lahif, uzun kuyruklu idi. Kuyruğu, yeri süpürürdü. Ya’sub; Peygamberimizin, atlarının en iyisi idi. Müravıh; Yarış atı olup Ubeyd bin Yasir, onu, Peygamberimize, Tebük’te hediye etmişti. Müravıh, yel gibi hızlı koşardı.

Mirvah; Hicretin onuncu yılında Medîne’ye gelen Benî Reha’ Temsilcileri, Mirvahı, Peygamberimize hediye etmişlerdi. Mirvah, Peygamberimizin önünde üzerine binilip yürütüldüğü zaman, Peygamberimizin pek hoşuna gitmişti.

Verd; bu atı, Peygamberimize, Temim-i Dari, hediye etmişti. Verd’in rengi, dorumsu idi. Peygamberimiz, onu, Hazreti Ömer’e verdi. Hediye etti. Hazreti Ömer de, Verd’in üzerinde, Allah yolunda savaştı. Peygamberimiz, atlarından üçünü, yarışa sokardı. Zarib’in süvarisi, Sehl bin Sa’d, Lizaz’ın süvarisi de, Ebû Üseyd’üs’Saidi idi. Lizaz, en önde, Zarib, onun arkasında, Sekb de, Zarib’in arkasında giderdi.

Resûlullahın merkep ve katırı da vardı. İskenderiye kralı Mukavkıs, Peygamberimize, boz bir Katırla boz bir Merkep hediye etmişti. Katır, Düldül, Merkep te, Yafur veya Ufeyr adıyla anılırdı. İslamda ilk görülen Ak Katır, Düldül olmuştur. Peygamberimizin, Hayber savaşında biniti, bu Boz Katırı, Huney savaşında ise, diğer Boz Katırı idi. Peygamberimiz, Katırını tepip Hevazinlerin üzerine yürümek istemiş, Hazreti Abbas, Katırın dizginini Ebû Süfyan bin Haris de, üzengisini tutarak hızını kesmeğe ve Peygamberimizin düşman arasına dalmasına engel olmağa çalışmışlardı. Hayber savaşında, Yafur’un üzerine semer vurulup başına hurma lifi ipinden yular geçirilerek Peygamberimizin, ona da, binmiş olduğu rivâyet edilir.

Peygamberimiz, Veda Haccından döndüğü zaman, Yafur ölmüş Düldül ise, Peygamberimizin vefâtından sonra Hazreti Ali’ye kalmıştı. Şehadetine kadar Hazreti Ali, sonra Hazreti Hasan, sonra Hazreti Hüseyin, daha sonra da, Hazreti Muhammed bin Hanefiyye ona bindi. Düldül, Hazreti Muaviye devrine kadar yaşadı.

Kusvası: Peygamberimizin, Ced’a ve Adba adlarıyle de, anılan bu Devesi Beni Kuşayr bin Ka’b bin Rebia bin Âmirlerin veya Hureyş bin Ka’bların hayvanlarından olup Hazreti Ebû Bekir, onu, dört yüz dirheme satın almış ve aynı bedelle Peygamberimize devir etmişti.

Hazreti Ebû Bekir’in, bunu, Peygamberimize hediye ettiği de, rivâyet edilir.

Peygamberimiz, Medine’ye Kusva’nın üzerinde hicret etti. Hudeybiye Umresine, onun üzerinde gitti. Mekke’yi de, onun üzerinde fetih etti. Peygamberimiz, Kusva’yı, yarıştırır, hiçbir deve, onu, geçemezdi. Fakat, bir Bedevi, iki yaşlı bir deve ile yarışa girip onu geçti.

Peygamberimiz, Veda haccında Arafat hutbesini, Kusva’nın üzerinde irad buyurmuştur. Kusva, Hazreti Ebû Bekir’in Halifeliği zamanında Baki’ kabristanına bırakıldı. Orada, kendi halinde yayıla yayıla öldü.

Ebû Cehil’den ganimet alınan deve:

Peygamberimiz, Bedir’de Ebû Cehl’in meşhur devesini de, Başkumandan hakkı olarak almıştı. Hudeybiye Umresine kadar bu deve üzerinde de, gazâya çıkardı.

Ona, umre için Kurbanlık nişanı vurdu. Müşrikler, yüz deve verip onu, almak istediler. Peygamberimiz “Eğer, kurbanlık diye ayırıp belirlememiş olsaydık, dileğinizi, yerine getirirdim.” buyurdu.

Sağmal develer:

Peygamberimizin Zülcedr ve Cemma otlağında yayılan; Hanna, Semra, Ureys, Sa’diyye, Begum, Yesire, Debba’ adlarıyla anılan yedi sağmal devesi olup Peygamberimizin ev halkı, onların her gece getirilen iki kırba dolusu sütlerile geçinirlerdi. Fakat, Peygamberimizin vefâtı sırasında bunlardan hiç biri kalmamıştı.

 

İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 484; Kastalanî, el-Mevâhibü’l-Ledûniyye, s. 245

 

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler