Sual: Din adamı olarak tanınan bazı kişiler, “Bize yol gösterici olarak Kurân yeter. Peygamberin vazifesi sadece Kurân’ı getirmekti. ” diyorlar. Muhammed aleyhisselâm’a tâbi olmakla da emrolunmuyor muyuz?
Cevap: Her müslüman, Muhammed aleyhisselâma tâbi olmakla emrolunmuştur. Muhammed aleyhisselâma tâbi olmak, yani O’na uymak; O’nun gittiği yolda yürümektir. O’nun yolu, Kur’ân-ı Kerîmin gösterdiği yoldur. Bu yola Din-i İslam denir. O’na uymak için, önce îmân etmek, müslümanlığı iyice öğrenmek, sonra farzları edâ edip, haramlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak lazımdır. Bunlardan sonra, mübahlarda da O’na uymaya çalışmalıdır.
İman etmek, O’na tâbi olmaya başlamak ve saadet kapısından içeri girmek demektir. Allahü teâlâ O’nu, dünyadaki bütün insanları saadete dâvet için gönderdi ve Sebe’ sûresinin 28. Ayet-i kerîmesinde meâlen; “Ey sevgili Peygamberim! Seni, dünyadaki bütün insanlara, ebedî saadeti müjdelemek ve bu saadet yolunu göstermek için, gönderiyorum” buyurdu.
O’na uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, O’na uymaksızın, bir çok geceleri ibadetle geçirmekten kat kat daha kıymetlidir. Çünkü, “Kaylûle” etmek, yani öğleden önce biraz yatmak, âdet-i şerîfesi idi. Mesela O’nun dini emrettiği için bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, dinde bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. O’nun dininin emri ile fakire verilen zekat kendi arzusu ile dağ kadar altın sadaka vermekten daha üstündür, fazîletlidir.
Hazreti Ömer, bir sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra, cemaate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu. Eshâb dediler ki; “Geceleri sabaha kadar ibadet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır.” Emirül-mü’minin; “Keşke bütün gece uyuyup da, sabah namazını cemaatle kılsaydı, daha iyi olurdu” buyurdu.
İslamiyet’e uymadan, sıkıntı çekip mücahede eden kimseler nefslerini körletiyor ise de, İslamiyet’e uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir. Eğer bu çalışmalarına ücret hasıl olursa, dünyada birkaç menfaatten başka ellerine bir şey geçmez. Halbuki, bütün dünyanın kıymeti ve ehemmiyeti nedir ki, bunun bir kaçının itibarı olsun. Bunlar, mesela bayağı işleri yapan kimselere benzer ki herkesten daha çok çalışır ve yorulurlar. Ücretleri de, yaptıkları işe nisbetle herkesten aşağıdır. İslamiyet’e tâbi olanlar ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgûl olan mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazançları ise pek çoktur. Bazen bir saatlik çalışmaları, yüz binlerce senenin kazancını hasıl eder. Bunun sebebi şudur ki, İslamiyet’e uygun olan amel, Hak teâlânın makbulüdür, razı olduğudur, onun için çok beğenir.
Böyle olduğunu kendi kitabının çok yerinde bildirmiştir. Mesela, Âl-i İmran sûresi 31. âyet-i kerimesinde meâlen; “Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, eğer Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlânın da sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Allahü teâlâ, bana tâbi olanları sever” buyuruyor.
Muhammed aleyhisselâma tâbi olmak, Ahkam-ı İslamiyye”yi beğenip, seve seve yapmak ve O’nun emirlerini ve İslamiyet’in kıymet verdiği üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini büyük bilip, hürmet etmek ve O’nun dinini yaymağa uğraşmak demektir. Dinine uymak istemeyenleri, beğenmeyenleri, aldırış etmeyenleri ise aşağı tutmaktır.
İslamiyet’e uymayan şeylerin hiç birisini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen, beğenilmeyen şeye sevab verilir mi? Bilakis cezaya sebeb olur.
2 cihan saadetine kavuşmak, ancak ve yalnız dünya ve ahiretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaya bağlıdır. O’na tâbi olmak için imân etmek ve Ahkam-ı İslamiyye’yi öğrenmek ve hakkıyla yapmak lazımdır.
Ahirette Cehennem’den kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselâma tâbi olanlara mahsustur. Dünyada yapılan bütün iyilikler, bütün keşifler, bütün haller ve bütün ilimler, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin yolunda bulunmak şartı ile, ahirette işe yarar.
Muhammed aleyhisselâma tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, O’nu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. Tam ve olgun sevginin alameti de, O’nun düşmanlarından uzak durmaktır. O’nu beğenmeyenleri sevmemektir. Muhabbete müdâhene, yani gevşeklik sığmaz. Âşıklar, sevgililerinin divanesi olup, emirlerinden bir an ayrılmazlar. Aykırı gidenlerle bir arada durmazlar. İki zıt şeyin muhabbeti bir kalpte bulunmaz. Yani cem-i zıddeyn muhaldir.
Bu dünya nimetleri geçici ve aldatıcıdır. Bu gün elde olanlar yarın başkasının olur. Ahirette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyada iken kazanılır. Bu bir kaç günlük hayat, eğer dünya ve ahiretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi olarak geçirilirse, saadet-i ebediyye, sonsuz necat ve kurtuluş umulur. Yoksa O’na tâbi olmadıkça, her şey hiçtir. O’na uymadıkça, her yapılan hayır, iyilik burada kalır, ahirette ele bir şey geçmez.
O’na uymanın ufak bir zerresi, bütün dünya nîmetlerinden ve ahiret saadetlerinden kat kat üstündür. İnsanlık meziyeti ve şerefi, O’na tâbi olmaktır. Resûlullah’a uymak için müslümanların Ehl-i sünnetin 4 hak mezhebinden birinde olmaları temel şarttır. Peygamber efendimize îmân edip getirdiklerini tasdik etmek, O’nu sevip itaat etmek, nasihatlerini kabul etmek, kendisine hürmet ve tazim etmek farzdır. Bu hususta Allahü teâlâ meâlen;
“O halde Allahü teâlâya ve O’nun ümmi nebîsi olan Resûlüne îmân edin, O’na tâbi olun ki, doğru yolu bulmuş olasınız”. (el-A’râf 7/158)
“Kim, Allahü teâlâya ve Peygamberine îmân etmezse, muhakkak (bilsin) ki, biz o kafirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır”‘ buyurmaktadır.(el-Fetih 48/13)
Resûlullah efendimiz de buyurdu ki: “Allahü teâlâdan başka ilah olmadığına şehâdet edip, bana ve benim getirdiklerine îmân edinceye kadar, insanlarla (kafirlerle) savaşmam bana emrolundu. Onlar bunları yapınca, müslümanlık hakkının muktezası (cezaları) müstesna, mallarını ve canlarını benden kurtarırlar. (İçlerindeki gizli hususların) hesaplarını ise, Allahü teâlâ görür.”
“Bana kim itaat ederse, Allahü teâlâya itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse, Allahü teâlâya isyan etmiş olur.”
“Bana itaat eden ve benim getirdiklerime uyan kimsenin hali ile, bana isyan eden ve benim getirdiklerimi yalanlayan kimsenin hali, şu adamın haline benzer ki, (o adam) bir ev yaptırmış, (insanlara mükemmel bir ziyâfet vermek için) güzel, çeşitli yemekler hazırlamış, insanları yemeğe dâvet etmek için birini vazifelendirmiştir. Dâvete icâbet eden kimse, eve girer ve hazırlanan yemeklerden istediği kadar yer. Fakat dâvete icâbet etmeyen ise, eve giremez ve hazırlanan yemeklerden yiyemez. Ev, (Resûlullah’ın dâvetine icâbet eden müttekiler için hazırlanan) Cennet’tir. (Allahü teâlâya ve O’nun nîmetleri ile dolu olan Cennet’e) dâvet eden ise, Muhammed’dir (aleyhisselâm). Kim ki Muhammed’e (aleyhisselâm) isyan ederse, Allahü teâlâya isyan etmiş olur. Muhammed (aleyhisselâm), kendisini tasdik eden mü’minler ve kendisini yalanlayan kafirler olmak üzere insanların arasını ayırt edicidir.”
“Benim sünnetime ve benden sonra Hulefa-i raşidin’in sünnetlerine yapışınız. Ona olanca gücünüzle ve titizlikle sarılınız. (Dinde) sonradan ihdas edilen (Kurân-ı Kerimde, sünnette, icma-i ümmette ve kıyas-ı fukahada bulunmayan) şeylerden kaçınınız. Çünkü (dinde) her sonradan ihdas edilen bid’attir. Her bid’at ise sapıklıktır.”
Enes bin Mâlik’in Resûlullaha uymakla ilgili rivâyet ettiği hadis-i şerîfte, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kim benim sünnetimi ihyâ ederse (onunla amel ederek yayarsa), beni ihyâ etmiştir (şanımı yüceltmiş, emrimi izhar etmiştir.) Beni ihyâ eden de, Cennet’te benimle beraberdir.”
Peygamber efendimiz, Bilal bin Haris’e buyurdular ki: “Bir kimse, İslam’da sünnet-i hasene yaparsa, bunun sevabına ve bunu yapanların sevablarına kavuşur. Bir kimse İslam’da bir sünnet-i seyyie çığrı açarsa, bunun günahı ve bunu yapanların günahları kendisine verilir.”
Ömer bin Abdülaziz hazretleri buyurdu ki:
“Resûlullah efendimiz güzel bir yol açtı. O’ndan sonra da halifeleri yollar açtılar. Resûlullah’ın sünnetiyle ve kendisinden sonraki halifelerinin sünnetleriyle amel etmek, Allahü teâlânın kitabına uygun olarak hareket etmektir. Allahü teâlâya ve Peygamber efendimize itaat etmek, Allahü teâlânın dinini kuvvetlendirmektir. İslamiyet’i, hiç kimsenin bozmaya ve değiştirmeye hakkı yoktur. Sünnete muhalefet eden kimselerin sözleriyle de amel etmek caiz değildir.
Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın sünnetlerine uyanlar, hidâyete kavuşmuşlardır. Bunlardan her kim yardım isterse, yardım görmüştür. Her kim sünnet-i şeriflere muhalefet eder ve onlarla amel etmezse, müslümanların gittiği yoldan başka bir yol tutmuştur. Allahü teâlâ o kimseyi kötü işler yaptırarak Cehennem’e atar. Gidilecek yer olarak Cehennem, en kötü yerdir.
Ahmed bin Hanbel hazretleri buyurdu ki:
“Bir gün bir toplulukta bulunuyordum. Onlar iyice soyundular ve suya girdiler. Ben ise; “Kim Allahü tealaya ve ahiret gününe imân ediyorsa, hamama (avret yerlerini örtmeden) girmesin” hadis-i şerifine uyarak soyunmadım. O gece rüyamda bir kimse; “Ey Ahmed! Sana müjdeler olsun! Zirâ Allahü teâlâ, Resûlullah’ın sünnetine uyduğun için seni bağışladı. Seni imâm kıldı. İnsanlar sana tâbi olurlar” dedi. “Siz kimsiniz?” diye sorunca; “Cebrâil’im” dedi.”
Bir kimse, her işinde, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme tâbi olmazsa, kâmil mü’min olamaz. O’nu, kendi canından çok sevmezse, imânı tamam olmaz. O, bütün insanların ve cinnilerin peygamberidir. Her asırda yaşayan her milletin O’na uyması vacibdir. Her mü’minin, O’nun dinine yardım etmesi O’nun ahlakı ile huylanması, O’nun mübârek ismini çok söylemesi, ismini söyledikte ve işittikde, saygı ve sevgi ile salatü selâm getirmesi, mübârek cemalini görmeye âşık olması, getirdiği Kur’ân-ı Kerimi ve dinini sevmesi ve hürmet etmesi lâzımdır.