1) Eşyanın Hakikati
Hak ehli olanlara göre eşyanın hakikatleri sâbittir, bir realitedir, hayal değildir.
Buna ait ilim bilgi de gerçektir. Felsefeciler bunun aksini söylemektedirler.
Halk insanlar için ilim elde etme sebepleri ve vâsıtaları 3’tür:
Selim hisler sağlıklı
1) Duyu organları,
2) Sâdık doğru haber ve
3) Akıldır.
Duyu organları 5’tir:
1) İşitme duyusu. 2) Görme duyusu. 3) Koklama duyusu. 4) Tatma duyusu. 5) Dokunma duyusu.
Bu duyu organlarından biri, o organ ne için konulmuş ve yaratılmışsa ona vâkıf olur.
2) Haber-i Sâdık
Haber-i sâdık doğru haber 2 çeşittir:
Biri: Mütevâtir haberdir.
O, yalan üzere anlaşmaları ve birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun diliyle sâbit olan haberdir.
O Mütevâtir haber, mecburî olarak zarurî ve kesin bir bilginin elde edilmesini gerektirir. Eski zamanlarda yaşamış hükümdarlar ve çok uzak ülkeler hakkında edinilen bilgi gibi.
İkincisi: Mu’cize ile desteklenen peygamberliği sâbit olan resûlün verdiği haber vahiydir.
Üçüncüsü: Aynı şekilde akıl da bir bilgi elde etme vâsıtasıdır.
Akılla bedîhî olarak apaçık hâsıl olan ilk bakışta derhal kavranan ve düşünmeye ihtiyaç duyulmayan bilgi, zarurî bilgidir.
“Bütün parçasından büyüktür” cümlesindeki bilgi gibi.
Aklın istidlâli delil getirmesi ile sâbit olan elde edilen bilgiler, iktisâbîdir kazanılmıştır.
3) Âlem / Kâinat
Peygamgerler “aleyhimü’s-selâm” dışında feyz yolu ile kalbe gelen
İlham, hak ehli olanlara göre bir şeyin sıhhatini bilme konusunda ilim elde etme vasıtası değildir.
Âlem / kâinat, evren bütün parçalarıyla mahlûk ve muhdestir sonradan yaratılmıştır.
A’yân, bizatihi ve kendi başına kâim olur başka bir şeye tâbi ve bağlı olmadan ayakta durur.
Mürekkeb olmayan a’yân, cevherdir. Cevher, ne fiilen, ne vehmen ve hayâlen, ne de farazî olarak bölünmeyi kabul etmeyendir. Bu özelliği ile cevher, cüz’ün lâ-yetecezza’dır (parçalara ayrılanamayan bir cüz/parça, cevher-i ferd, atom – nötron ve proton- dur.)
Araz, bi-zatihi kendi kendine kâim olmayan şeydir.
Arazlar, cisim ve cevherlerde hâdis olur meydana gelir. Renkler, ekvân oluşumlar, tatlar ve kokular gibi.
4) Allahü teâlâ’nın Sıfatları
Âlemin/kâinatın, evrenin muhdisi (mûcidi, mübdi’i, muhteri’i, sâni’i ve hâlikı, yaratıcısı) O Allahü teâlâ’dır.
Allahü teâlâ birdir, kadimdir başlangıcı yoktur, varlığı vâcibtir.
Allahü teâlâ hayy diri, kadîr kudretli, alîm bilici, semi’ işitici, basîr görücü, şâî dileyici, mürîd isteyicidir.
Allahü teâlâ, araz değildir.
Allahü teâlâ, cisim değildir.
Allahü teâlâ, cevher değildir.
Allahü teâlâ, musavver değildir. Sûreti ve şekli yoktur.
Allahü teâlâ, mahdûd sınırlı değildir. Başlangıcı ve sonu yoktur.
Allahü teâlâ, ma’dûd kendisinde sayı ve şekiller bulunan bir varlık değildir.
Allahü teâlâ, müterekkeb değildir.
Bölüm ve parçalardan teşekkül etmez.
Allahü teâlâ, sonlu değildir.
Allahü teâlâ mâhiyet eşya ile, cisimlerdeki özellikler ile sıfatlanmaz.
Keyfiyet renk, tat, koku, sıcaklık, soğukluk, rutubet, kuruluk ve benzeri şeyler, Allahü teâlâ’da mevcut olmaz.
Allahü teâlâ, her hangi bir boşlukta ve mekânda bulunmaz. Bir mekânda olmayınca, aşağı-yukarı, sağ-sol, ön-arka gibi hiç bir yönde, cihette değildir.
Allahü teâlâ’nın üzerinden gece, gündüz, ay ve sene gibi bir zaman birimi geçmez.
Hiç bir şey O’na benzemez. Hiç bir şey Allahü teâlâ’nın dengi Allahü teâlâ’nın, misli ve benzeri değildir.
Hiç bir şey ilminin ve kudretinin dışında değildir.
5) Zâtının ne aynıdır, ne gayrıdır
Allahü teâlâ’nın sıfatları ezelîdir. Başlangıcı yoktur, hâdis/sonradan olmuş değildir ve zâtı ile kâimdir. Ezelî olanın yok olması imkânsızdır.
Sıfatlar, zâtının ne aynıdır, ne de gayrıdır. Allahü teâlâ’nın sıfatları, zâtının aynısı olmadığı gibi zatının başkası da değildir. Allahü teâlâ’nın bütün sıfatları ezelidir. Bunlar:
1) İlim (bilmek), 2) Kudret (gücü yetmek), 3) Hayat (diri olmak), 4) Kuvvet (Kudret manâsına gelir), 5) Sem’ (işitmek), 6) Basar (görmek), 7) İrâdeve meşiyyet (istemek ve dilemek).
Bir şeyin olması veya olmaması, olacaksa ne zaman, nerede ve ne şekilde olacağını tahsis ve tercih etmek.
8) Fiil ve tahlîk (yaratmak).Bu sıfata tekvîn de denir.
9) Terzîk (Rızk vermek). Tekvîn sıfatının özel bir şeklidir.
10) Kelâm(söylemek, konuşmak). Kelâm ezelî bir sıfattır. Bu sıfata “nazm” da denir. Bu nazm, harflerden mürekkeb olan Kur’ân’ın ismidir.
O Allahü teâlâ, ezelî olan kelâm sıfatı ile mütekellimdir konuşucudur.
O kelâm, harf ve ses cinsinden değildir. Çünkü ses ve harfler, zarurî olarak araz, hâdis ve bazılarının meydana gelmesi, diğerlerinin yok olması şartına bağlıdır.
O kelâm, zâtı ile kâim, sükût ve âfete aykırı bir sıfattır. Sükût, kâdir olduğu halde konuşmayı terk etmektir. Âfet, ya dilsizlerde olduğu gibi doğuştan veya sabi çocuklarda görüldüğü gibi yetersizliktendir.
Allahü teâlâ, kelâmıyla emredici, nehyedici ve haber vericidir.
Kelâm, aslında tek bir sıfattır, ancak taallûku itibariyle emir, nehiy ve haber şeklinde değişmesiyle çokluk gösterir. Ezeldeki kelâmın kesinlikle kısımları yoktur. Nitekim ilim, kudret ve diğer sıfatlarda da durum böyledir. Bunlardan herbiri tek bir sıfattır. Bunlarda görülen çokluk ve sonradan olma hâli, taallûklarında ve nisbet edildikleri şeylerde mevcuttur.
Allahü teâlâ’nın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim, mahlûk değildir, sonradan yaratılmamıştır.
Allahü teâlâ’nın kelâmı olan O Kur’ân, mushaflarımızda yazılıdır.
Kalblerimizde ezberlenmiştir.
İşitilen ve telâffuz edilen harflerle dillerimizle okunmuştur.
Aynı şekilde de kulaklarımızla işitilmiştir.
Fakat bu gibi yerlere hulûl etmiş değildir.
6) Tekvîn
Tekvîn yaratma, Allahü teâlâ’nın ezelî sıfatıdır.
Tekvîn, Allah’ın âlemi ve âlemdeki parça ve bölümlerden her bir parça ve bölümü, ezelde değil, “var olacakları vakit” ilmine ve irâdesine uygun şekilde halk etmesidir.
Bizce Eş’arî hariç diğer Sünnî kelâmcılara göre tekvîn, mükevvenden başkadır. Eser tesirden, fiil mefûlden ayrıdır. Zira, fiil, zaruri olarak mef’ûlünden başkadır, ona mugayirdir.
Mâverâun-nehir ulemasının muhakkikleri şu kanâattedirler: (Terzîk, tasvir, ihya…) bütün (fiilî) sıfatların mercii tekvindir. Tekvin hayata taalluk ederse, ihya, ölüme taalluk ederse imâte (öldürme), surete taalluk ederse tasvir, rızka taalluk ederse terzik… gibi isimler alır.
Bunların her biri bir tekvin (oluş ve yaratış) dır, özel olmaları, (tekvine âit) taallûkların özel olmasından ileri gelmektedir.
İrâde, Allahü teâlâ’nın zâtı ile kâim olan ezelî bir sıfatıdır.
Allahü teâlâ’yı görmek akıl yönünden câizdir.
Allahü teâlâ’yı görmek naklen âyet ve hadislerce açıklandığı üzere vâciptir.
Bu konuda, âhiret yurdunda mü’minlerin Allahü teâlâ’yı görmelerini gerekli kılan sem’î işitmeye âit ve naklî deliller mevcuttur.
Bir mekânda, bir cihette olmadan, karşı karşıya olma hâli bulunmadan, ışınlar göze gelmeden ve görenle Allahü teâlâ arasında bir mesafe mevcut olmaksızın Hak teâlâ görülür.
7) İman ve Küfür
Küfür-imân, tâat-ısyân günah-sevap nevinden olan insanların fiillerinin hepsini Allahü teâlâ yaratır.
İnsan fiillerinin hepsi Allah’ın irâdesi, meşiyyeti, hükmü, kazası ve takdiriyledir.
İnsanların ibâdet ve tâat işledikleri zaman sevap ve mükâfat almaya, günah ve kötü bir iş yaptıkları zaman ceza ve azab görmeye esas teşkil eden ihtiyarî fiilleri vardır.
“Hasen” güzel olan insan fiili, Allahü teâlâ’nın rızasıyladır.
“Kabîh” çirkin olan dünyada yerilme ve âhirette azab görme durumu ile ilgili olan insan fiili, Allah’ın rızasıyla değildir.
İstitâ’at (güç, kuvvet) fiille beraber olur. İstitâ’atı, insan fiilinin oluşmasını ve meydana gelmesini sağlayan kudrettir.
İstitâ’at kelimesi: Sebep, âlet ve uzuvların/organların sağlıklı ve sâlim olmalarının ismi olarak da kullanılır. Selâmet-i esbâb ve âlât ve a’zâ manâsına gelen istitâ’at fiilden önce bulunabilir. Canlılar ihtiyarî ve irâdî fiillerini bununla yaparlar.
Teklîfin sıhhati bir kişinin mükellef olması, bu istitâ’ata onda var olması gerekli olan güce dayanır. O teklifi yerine getiremeyecek acz içinde olmamalıdır.
8) Teklif
Allahü teâlâ, insana gücünün yetmediği şeyi teklif etmez. Teklif-i mâ-lâ-yutak câiz değildir.
Bir kişinin başka birini dövmesinin akabinde dövülen şahısta meydana gelen elem, bir insanın kırma fiilinin ardından camda vücûda gelen kırılma ve bunun benzeri şeylerin hepsi, Allahü teâlâ’nın yaratması iledir.
Dövme ve kırma fiillerinden sonra ortaya çıkan neticenin yaratılmasında insanın rolü ve tesiri yoktur.
Maktûl eceliyle ölmüştür.
Ecel bir ve tektir.
9) Rızık
Haram rızıkdır. Rızık, Hak teâlâ tarafından canlılara sevkedilen ve canlılar tarafından alınan gıdanın ismidir.
Helâl olsun haram olsun, herkes kendi rızkını tam olarak alır.
Bir kimsenin, başka birinin rızkım yemesi tasavvur edilemediği gibi başka birinin onun rızkını yemesi de düşünülemez.
Allahü teâlâ, dilediğini dalâlete düşürür, dilediğini hidâyete erdirir.
İnsanın maslahat ve menfaatine en uygun olan şeyi yapmak, Allahü teâlâ üzerine vâcib değildir”.
Kul için eslâh en iyi ve en uygun olan, Allahü teâlâ üzerine vâcib değildir.
10) Kabir Azabı
Kâfirler ve âsi olan bazı mü’minler için kabir azabı haktır.
Tâat ve ibâdet sahiplerinin kabirde, Allahü teâlâ’nın bildiği ve dilediği şekilde nimet içinde bulunmaları haktır.
Ba’s öldükten sonra dirilmek, haktır.
Amellerin tartılması, haktır.
Amel defterleri, haktır.
Sual, haktır.
Havz-ı kevser, haktır.
Sırat, haktır.
Cennet ve Cehennem, haktır.
Cennet ve Cehennem mahlûk yaratılmış ve şu anda mevcuttur.
Cennet ve Cehennem bâkî ve dâimîdir, oradakiler de fâni değillerdir.
Kebîre büyük günah, bir mü’mini imân dairesinin dışına çıkarmaz.
Kebîre, imânlı bir insanı küfre sokmaz.
11) Büyük ve Küçük Günahların Affı
Allahü teâlâ, kendisine şirk koşulmasını affetmez.
Allahü teâlâ, şirk hariç dilediği kimselerin büyük-küçük günahlarını af eder. Günah işleyen kişi, ister tevbe etsin, ister etmesin.
Küçük günahtan dolayı azab görmek mümkün olduğu gibi büyük günahların affedilmesi de câizdir.
Allahü teâlâ, günahları, helâl sayılarak işlenmediği takdirde affeder. İşlenen günahı ve
Kebâiri helâl saymak, küfürdür.
Kebîre sahipleri hakkında peygamberlerin ve hayırlı mü’minlerin şefâatta bulunma yetkileri vardır. Bu husus, meşhur hadislerle sâbittir.
Tevbesiz vefat etmiş olsalar dahi, kebîre sahibi olan Müslümanlar, Cehennemde ebedî olarak kalmazlar.
İman, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in Allahü teâlâ’dan getirdiği şeyleri tasdîk ve ikrar etmektir.
Muhakkik olanların cumhuruna (ve özellikle Eş’arîlere) göre; iman, kalb ile tasdikten ibarettir. İkrar, sadece dünyevi (ve hukukî) hükümlerin tatbik edilmesi için şart kılınmıştır. Çünkü kalbteki tasdik gizli bir iştir, bu tasdikin açıkta bir alâmetinin bulunması şarttır.
12) İman ve İslâm
Amel ve tâatlar ibâdet ve ibâdet nev’inden olanlar, esas itibariyle artış gösterir azalır ve çoğalırlar. Halbuki îman, ne artar, ne de eksilir.
İman ile İslâm, bir ve aynı şeydir.
Allahü teâlâ dilerse mü’minim “= inşallah mü’minim” demesi uygun olmaz.”
Bir insanda tasdik ve ikrar bulundu mu, “ben şüphesiz mü’minim”, demesi doğru olur.
Sa’îd/Cennetlik olan kimse, bazan şakî/Cehennemlik olur.
Cehennemlik olan bir kişi, bazan Cennetlik olur.
Seâdet ve şekâvet Cennetlik ve Cehennemlik olma üzerinde değişiklik olur ama, is’âd ve işkâ’ Cennetlik kılma ve Cehennemlik kılma konusunda olmaz.
Çünkü is’âd ve işkâ’ Allahü teâlâ’nın sıfatlarındandır.
Allahü teâlâ’nın zâtı ve sıfatları üzerinde herhangi bir değişiklik olmaz.
Peygamber göndermede hikmet vardır.
Îman ve tâat sahiplerini Cennet ve sevapla “müjdelemek”, kâfirleri ve günahkârları Cehennem ve ceza ile “korkutmak” için Allahü teâlâ insanlardan insanlara resûller ve nebîler göndermiştir.
Allahü teâlâ, insanlara, dünya ve din işleriyle ilgili olarak ihtiyaç duydukları hususları açıklasınlar diye peygamberler göndermiştir.
Allahü teâlâ, onları peygamberleri, âdetleri nakzeden mucizelerle tabiatta var olan kanunları değiştirerek insanı acze düşüren delillerle teyid etmiş kuvvetlendirmiştir.
13) Peygamberler
Peygamberlerin ilki Âdem aleyhi’s-selâm, sonuncusu Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’dir.
Peygamberlerin sayıları, bazı hadislerde açıklanmıştır.
Rivayete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e nebilerin sayıları sorulduğunda 124.000, diğer bir rivayete göre 224.000 dir, buyurmuşlardır.
“Cenab-ı Hakk: ‘Bazı peygamberlerin hikâyelerini sana anlattık, bazılarını anlatmadık” (Gafir, 40/78) buyurduğundan, isimlendirmede bir sayı üzerinde durmamak ve belli bir rakam tayin etmemek daha doğru olur. Çünkü bir sayının tesbit edilmesi ve isimlerin belirlenmesi halinde peygamber olmayanların peygamberlere dahil edilmeleri veya peygamber olanların, peygamberlerin dışında kalmaları durumundan emin olunamaz.
Peygamberlerin hepsi Allahü teâlâ’dan aldıkları bilgileri eksiksiz olarak ümmetlerine haber vermişler ve tebliğ etmişlerdir.
Peygamberlerin hepsi de sâdık doğru sözlü ve dürüst öğüt vericiler idiler.
Nebilerin peygamberlerin aleyhimü’s-selâm en üstünü, Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’dir.
14) Melekler
Melekler, Allahü teâlâ’nın emrine göre hareket eden kullarıdır.
Erkeklik ve dişilikle nitelendirilemezler. Melekler; yemezler, içmezler, uyumazlar, Allahü teâlâ’ya âsi olmazlar.
İblis, meleklerden değil, cinlerden idi. Rabbının emrinin haricine çıktı. Fakat derecesinin yüksekliği ve ibadet konusu itibariyle meleklerin vasıflarını hâiz idi. İblis, melekler arasında, hâli gizli olan bir cinnî idi. Onun için tağlîb (ve ekseriyeti dikkate alma) kaidesine uyularak İblis’in âyet-i kerime’de meleklerden istisna edilmesi sahih olmuştur.
Allahü teâlâ’nın peygamberlerine indirmiş olduğu kitapları vardır. Emrini, nehyini, va’dini Cennetini ve nimetlerini ve vaîdini Cehennemini ve azabını burada açıklamıştır.
Allahü teâlâ’nın Resûlünün, uyanık iken bedeni ile önce semâya, sonra Allahü teâlâ’nın dilediği kadar yüceliklere mi’racı haktır.
Velîlerin kerâmetleri haktır.
Kerâmet, âdeti nakz bozma yolu ile normal seyri dışında tabiat kanunlarına aykırı olarak velîden zuhur eder.
Az süre içinde uzun mesafe kat’etmek, tayy-i mekân,
İhtiyaç duyulduğunda yenecek, içilecek ve giyilecek gibi şeylerin zuhûr etmesi, kendiliğinden ortaya çıkması.
Su üzerinde yürümek.
Havada uçmak.
Cansız varlıkların ve hayvanların konuşmaları.
Gelen belâyı defetme ve önemli miktardaki düşmana karşı üstün gelme.
Ve buna benzer şeyler.
Bu kerametler, bir ümmete mensup fertlerden biri olan bir velîden zuhûr eden harikulâde hadiseler, kendisinden keramet zuhûr eden ferdin bağlı bulunduğu ümmetin peygamberine ait bir mu’cize olarak kabul edilir.
Çünkü bu keramet sayesinde o şahsın velî olduğu zahir olur. Bir kimse dindarlığında hak üzere ve dine bağlılığında samimi ve sâdık olmazsa velî olamaz.
Velînin dindarlığı ise, lisan ve kalble tâbi olduğu Resûlün peygamberliğini ikrar etmek, bununla beraber bütün emir ve nehiylerinde kendisine itâat etmek ile olur.
15) Eshâb-ı Kiram
Peygamberimizden sonra insanların en faziletlisi sırası ile Ebû Bekr Sıddîk, Ömer Fâruk, Osman Zin-nûreyn ve Ali Murtezâ’dır.
İlk 4 halifenin hilafetleri de bu tertîb üzeredir.
Hilâfet, 30 senedir, ondan sonrası mülk ve imamlıktır/emirliktir.
Ehl-i sünnet mezhebine göre, halife tayin etmek, halk üzerine ve naklî delillerin gereği olarak vâcibtir.
Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):
“Bir kimse, zamanının imâmını bilmeden ölürse, cahiliye devrinde ölmüş gibi ölür”, buyurmuşlardır.
Ayrıca ümmet, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in vefatından sonra, en önemli iş olarak imâm (emir) ve halife tayin etme işini görmüşlerdi. Hatta imâm tayin etme işini, (Hazret-i Peygamber‘i) defnetme işine takdim etmişlerdi. Daha sonra vefat eden her imâmdan sonra da durum böyle olmuştur.
Müslümanlar için bir imâma halifeye, siyasi lidere mutlak surette ihtiyaç vardır.
Müslüman halkla ilgili dinî hükümlerin infâzı, cezaların tatbiki, düşmanlara karşı ülke sınırlarının korunması, müslümanlardan ordu teşkil edilmesi, sadakaların zekâtların toplanması, zorbaların, soyguncuların ve eşkiyanın zabt u rabt altına alınarak cezalandırılması, Cuma ve Bayram namazlarının ifa edilmesi, insanlar arasında ortaya çıkan ihtilâfların ortadan kaldırılması, hukuk üzerine kâim olan şahitliklerin kabulü, velileri bulunmayan küçük yaştaki oğlan ve kızların evlendirilmeleri ve ganimet mallarının taksim edilmesi gibi önemli hususlar, imâm sayesinde icra edilir.
İmâmın/emîrin zâhir ve açıkta olması gerekir.
İmâm, gizli ve beklenen değildir.
İmâmın/emîrin Kureyş’ten olması gerekir. Başkalarından olması câiz değildir. Fakat Hâşim oğullarından ve Hazret-i Ali’nin evladından radıyallahü anh olması da şart değildir.
16) İmâmın/emîrin zâhir ve açıkta olması gerekir.
İmâmda/emîrde ma’sûm olma şartı yoktur.
İmâmın/emîrin, zamanının en üstünü olması şart değildir.
İmâmın/emîrin, kâmil ve mutlak bir velâyete sahib olması şarttır.
İmâm/emîr, sâis sevk ve idare edicidir/yöneticidir.
İmâm/emîr güçlüdür. İlmi, adâleti, yeterliliği, cesaretiyle dinî hükümleri tatbik etmeye ve kanunları uygulamaya, İslâm ülkesinin sınırlarını korumaya, hak sahibinin hakkını haksızdan almaya muktedirdir.
Fâsık ve zâlim oldu diye imâm azledilmez.
Sâlih olsun fâcir olsun herkesin arkasında namaz kılmak câizdir.
İster iyi, ister kötü olsun Müslüman bilinen herkesin cenaze namazı kılınır.
Sahâbe-i kirâm, sadece hayırla anılır. Bunun dışında kendilerinden bahsetmekten kaçınılır.
Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem “Cennetliktir”, diye müjdelediği aşare-i mübeşşere (Cennetle müjdelenen 10 kişi)nin Cennetlik olduklarına şahadette bulunuruz.
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
“Allahü teâlâ, Allahü teâlâ! Ashabım konusunda Hakk teâlâ’dan korkunuz,
Onları benden sonra hakir görmeyiniz (ve husumet oklarının hedefi haline getirmeyiniz).
Sahabeyi seven bir kimse, beni sevdiği için onları sevmiş olur.
Onlardan nefret eden, benden nefret ettiği için onlardan nefret etmiş olur.
Onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur.
Beni inciten Allahü teâlâ’yı incitmiş olur.
Kim ki, Hakk teâlâ’ya eza eder, Allahü teâlâ onu (cezalandırmak ve azab etmek için) yakalayıverir”.
Seferde olsun, hazarda olsun mest üzerine mesh yapmanın câiz olduğu kanâatına sahip olunur.
Hurmadan yapılan nebizi meşrubatı haram saymayız.
17) Muhtelif Hükümler
Bir velî, nebîlerin aleyhimü’s-selâm derecesine ulaşamaz.
Bir insan, kendisinden emir ve nehyin sakıt olacağı bir mevkie ulaşamaz.
Âyet ve hadis nevinden olan “naslar” zahirî manâlarına hamledilir.
Nasların zahirlerini bırakıp ehl-i bâtının Ta’lîmiyye’nin iddia ettikleri manâlara sapmak, ilhaddır ve küfürdür.
Nasları reddetmek, küfürdür.
Ma’sıyyeti günahı helâl saymak, küfürdür.
Günahı önemsememek ve Şeriatla Müctehid ehl-i sünnet âlimlerinin âyet-i kerime ve hadislerden çıkardıkları hükümlerle alay etmek, küfürdür.
Allahü teâlâ’nın rahmet ve affından ümit kesmek, küfürdür.
Çünkü “Allah’ın (af ve) rahmetinden ümit kesmeyiniz. Doğrusu, kâfirlerden başkası Allah’ın (af, lütuf ve) rahmetinden ümit kesmez” (Yusuf, 12/87) buyrulmuştur.
Allahü teâlâ’nın cezalandırmasından ve mekrinden emin olmak (emniyet ve güven içinde olmak) küfürdür.
Âyet-i kerime’de: “Yoksa onlar, Allah’ın mekrinden (ceza vermesinden) emniyet içinde midirler? Allah’ın mekrinden ancak hüsranda kalan kavimler emin olur.” (A’raf, 7/99), buyrulmuştur.
Gaybden haber veren kâhini tasdik etmek, küfürdür.
Ma’dûm (adem) yok olan, bir “şey” değildir.
Hayatta olan insanların ölülere dua etmelerinde ve onlar için sadaka vermelerinde, onlara ölülere fayda vardır.
18) Kıyamet Alâmetleri
Allahü teâlâ duaları kabul eder ve ihtiyaçları giderir. Onun için niyazda bulunmalı ve dua etmelidir.
“Kâfirlerin duası sadece ve sadece dalâlettedir, hiç bir değeri yoktur” (Ra’d, 13/14).
“Kâfir de olsa mazlûmun duası kabul edilir” şeklinde rivâyet edilen hadisteki “kâfir” sözü, küfran-i nimette bulunan “nankör” şeklinde yorumlanır.
Deccal’ın Dabbetu’l-arz’ın ve Ye’cûc ile Me’cûc’un çıkışı,
Îsa aleyhis-selâm’ın semâdan inişi ve
Güneşin batıdan doğuşu gibi eşrât-i sâat kıyâmet alâmetleri haktır.
Müctehid bazen hata eder, bazen isabet eder.
İnsan nevinden olan peygamberler, melek nevinden olan peygamberlerden,
Melek nevinden olan peygamberler, peygamber olmayan insanlardan ve beşerin avamından, peygamber olmayan imanlı insanlar, peygamber olmayan meleklerden ve meleklerin avamından üstündür.
Tamamlandı.
Necmü’d-dîn Ebû Hafs
Ömer b. Muhammed en-Nesefî
Hanefî (ö. 537 / 1143)
Tavsiye Yazı –> Fıkh-ı Ekber kitabı (Tam Metin)
Tavsiye Yazı –> İslam Alemi Nasıl Düzelir?