RİSÂLETÜ TEZEKKÜRU’L-ÂSÂRİ’L-VÂRİDE Fİ’L-EZKÂRİ’LLETÎ TEHARRESE KÂİLEHÂ MİN KEYDİ’L-CİN
Müellif: Şeyhu’l-İslâm Ahmed ibn-i Hacer-i Heytemî el-Mekkî (rahmetullahi aleyh). Allâhü teâlâ onun ilminden istifâde edebilmeyi bizlere nasîb eylesin.
Vefât: Mekke-i mükerreme 974 (m. 1566).
Bu risâlenin şârihi şöyle diyor: Bu eser, İbn-i Hacer’in olmakla beraber burada bildirilen haberleri ziyâdeleştirecek başka eserler de buldum ki sâhipleri sika râvilerdir. Bunlar, İmâm Nevevî ve başka muteber kitaplarda isimleri geçen şarklı (doğulu) ulemâ ve diğer âlimlerdir (rahmetullâhi aleyhim ecma’în).
Bismillahirrahmânirrahîm
Allah’ım senin öğrettiğinden başkasını bilmeyiz, kolaylaştıran da ancak sensin. İşbu risale cinnîlerin sebep olduğu tuzaklardan [cin çarpmasından] korunmanın yollarını haber veren evrâd (duâlar) hakkındadır. Bu hususta Ebû Sa’îd ile İbn-i Abbâs’ın (radiyallâhü anhümâ) fâtiha rukyesi hakkında bildirdiği sahih hadîs-i şerifler ve Kur’ân-ı Kerîm’de tertip sırası üzere bulunan koruyucu âyetler (âyât-ı hırz) zikredilecektir. [1]
Bu fakir der ki (Allâhü teâlâ onun işlerini düzeltsin ve onu çirkinliklerden muhafaza eylesin!) Ebû Saîd’den (radiyallâhü anh) şöyle rivâyet edilmiştir: Bir yolculukta bir beldede konakladık. Bir câriye çıkageldi ve “Kabilemizin efendisi Selim [hastadır]. Erlerimiz de burada yoklar. İçinizde rukye yapmasını bilen var mı?” dedi. Rukye yapmada maharetini bilmediğimiz bir kişi o câriyeyle gidip Selim’e rukye yaptı. O da hastalığından kurtuldu. Bize 30 koyun verilmesini emrettiler. Biz de sütünden içtik. O kişi döndüğü zaman: “Sen rukye yapmasını bilir miydin veya sen rukyeci miydin?” dedik. O da: “Ben ancak fâtiha ile rukye yaptım.” dedi. Biz de: “Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) varıncaya dek O’na sormadan bu verilenlerin hiç birisine dokunmayalım!” diye sözleştik. Medine’ye geldik ve Resûlullah’a bu durumu haber verdik. O da (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onun (fâtiha sûresinin) rukye olduğunu sen nereden bildin? Koyunları aranızda taksim edin, bir hisse de bana ayırın.” buyurdu. Bu hadîsi şerîfi Buhârî ve Müslim tahrîc etmişlerdir. Kabilenin efendisi Selim, akrep sokmasından selim olan (iyileşen) kimsedir. Hastalıktan selâmet bulmasına ülfeten bu isimle tesmiye olunmuştur. Câriyenin erleri için burada yoklar manasına “guyyeb” kelimesini kullanması kabileden gâibler demek içindir. Guyyeb, gâibin cem’idir. “Rukye yapmada maharetini bilmediğimiz” ifâdesi (ye’bünühü) fiiliyle kullanılmıştır. Onunla (rukyeyle) iyileştirdi manasınadır.
Bazı şarklı şârihler de bu haberi bir başka rivâyetle zikretmişlerdir. Nitekim bir grup sahâbî çıktıkları yolculukta Arap kabilelerinin birinin yanından geçerken onlardan kendilerini misafir etmelerini istediler. Kabile buna yanaşmadı. Derken kabile reisini akrep soktu. Kabilede bulunanlar her ne yolu denedilerse de fayda vermedi. İçlerinden birisi: “Size misafir olmak isteyip de şurada konaklayan topluluğa sorsanız ya belki onlarda size fayda verecek bir şey vardır.” dedi. Bunun üzerine sahâbîlerin bulunduğu yere gelip: “Ey topluluk! Efendimizi akrep soktu. Her yola başvurduk ama ona hiç faydası olmadı. Sizde efendimize fayda verecek bir şey var mı?” dediler. İçlerinden biri: “Evet, vallâhi ben rukye yapmasını bilirim. Ancak biz sizden misafir edilmeyi istedik. Kabul etmediniz. Bize bir karşılık belirlemediğiniz sürece size rukye yapmam.” dedi. Nihayet onlarla 30 koyuna anlaştılar. Sahâbî kabile reisine gidip fâtiha sûresini okuyup adamın üzerine üflemeye başladı. Adam, devenin bağından kurtulması gibi birden hızla yürümeye başladı. Bunun üzerine kabile fertleri, üzerinde anlaşılan koyun sürüsünü onlara verdiler. Sahabeden bazıları: “Koyunları aranızda paylaşın!” dedi. Fakat rukye yapan sahâbî: “Hayır. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına gidip olup biteni O’na anlatıncaya kadar paylaşmayalım, bakalım bize ne buyuracak?” dedi. Bunun üzerine Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına gidip olup bitenleri anlattılar. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Onun (fâtiha sûresinin) rukye olduğunu nereden bildin?” buyurdu. Sonra: “İsâbet etmişsiniz, onu aranızda paylaşın, bana da bir hisse ayırın” buyurdu. Rukyeyi yapan sahâbî: “Yâ Resûlullah! Allah’ın kitabından hiç ücret alınır mı?” deyince, O da (sallallahü aleyhi ve sellem): “Aldığınız ücretler içinde en hayırlısı, Allah’ın kitâbını vesile ederek aldıklarınızdır.” buyurdu. Bu hâdise, hadîs-i şerîfin esbâb-ı vürûdudur. Bu hadîste fâtihanın rukye olduğu açıklanmıştır. Akrep sokan, hasta olan veya herhangi bir hastalığa yakalananların bunu okuması müstehaptır. Fâtihayla rukye yapınca ücret almak kerâhetsiz câizdir ve bunda ihtilâf dahî yoktur. Eğer, “Muhakkak ki bu bir ücret değildir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun taksim edilmesini emretti. Ücret olsaydı rukyeyi yapana tahsis edilirdi.” dersen şöyle cevap veririm. Kısmet (taksim etme) teberrû ve ihsân nev’indendir. Eshâb-ı kirâm (radiyallâhü anhüm) arasında uhuvvet ve merhamet olmasaydı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu rukyeyi yapan sahâbîye tahsis eder, diğerlerine bölüştürmezdi.
Bazı Irak meşâyıhından hikaye olunmuştur ki bir şahsın sağ üst gözkapağında bezeye benzer bir arpacık çıkmıştı. Üzerine sivri bir şeyle dokununca büyüyüp sıkıntı vermeye başladı. Bana: “Bağdat’ta yahudi bir tabip var. O göz kapağını yarıp arpacığın içindeki irini çıkartır.” dedilerse de yahudi olması sebebiyle kalbime yatmadı. Aradan birkaç gün geçtikten sonra rüyamda: “Abdest almaya başladığında oraya fâtiha oku!” diye seslenen birini gördüm. Ben de birkaç gün yüzümü ve göz kapağımı yıkarken böyle yaptım. Sonra beze kendiliğinden kayboldu. Eseri bile kalmadı. Sonra anladım ki bu fâtiha okumanın bereketi sebebiyledir. Bundan böyle sığınma ve hastalıklardan devâ bulma vesilesi için fâtiha okudum. Ekseriyâ da Allâhü teâlânın izniyle şifa buldum.
Abdülmelik bin Umeyr’den (radiyallâhü anh) rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Fâtiha, her derde devâdır!” buyurmuştur. İmâm Dârimî bu hadîsi tahrîc etmiştir. Mürsel [2] olup, ceyyidü’lisnâd [3] olan bir hadîstir. Bu fakir der ki (Allâhü teâlâ onun işlerini düzeltsin ve onu çirkinliklerden muhafaza eylesin!) Allâme-i şeyh İmâm Süyûtî: “Bu hadîs-i şerîfi İmâm Beyhekî “Şu’abü’l-îmân” isimli eserinde, İbn-i Ebî Abdullah bin Câbir’den (radiyallâhü anh) tahrîc etti.” demiştir.
Enes’in (radiyallâhü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yatağa yanın (yan tarafın) üzerine yattığın zaman fâtiha ve ihlâs (kul hüvellâhü ehad) okursan ölümden başka her şeyden emîn olursun!” buyurdular. Bu hadîs-i şerîfi Bezzâr tahrîc etmiştir. Senedinde zayıf bir râvî vardır.
Ebû Hureyre’nin (radiyallâhü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şeytân, içinde bakara sûresi okunan evden firâr eder!” buyurmuşlardır. Bu hadîs-i şerîfi Müslim, Nesâî ve Tirmizî rivâyet etmiştir.
Yine Ebû Hureyre’den mervî bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bakara sûresinde öyle bir âyet vardır ki Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerin efendisidir. Bir evde şeytân bulunur da âyete’l-kürsî okunmazsa şeytân oradan uzaklaşmaz.” buyurmuştur. Bu hadîs-i şerîfi Hâkim tahrîc etmiştir. Tirmizî de bu hadîsi başka bir lafızla tahrîc etmiş ancak maksadı bildiren bir hadîs-i şerîf olmaması sebebiyle garipsemiştir. Öte yandan Taberânî de bunu tahrîc etmiş, İbn-i Hibbân ise tashîhlemiştir ve maksad, bu rivâyetle beraber hâsıl olmuştur. İbn-i Hibbân’ın Sehl bin Sa’d’dan rivâyet ettiği bu hadîs-i şerîfte: “Kim geceleyin evinde onu (âyete’l-kürsî) okursa şeytân o eve 3 gün yaklaşamaz.” buyrulmuştur.
Ebû Ubeyd’in İbn-i Mes’ûd’dan (radiyallâhü anh) mevkûf [4] olarak bildirdiği bir hadîs-i şerîfte: “Şeytân, içerisinde bakara sûresi okunan bir evden bir ses işitirse oradan hemen uzaklaşır.” buyrulmuştur.
Hâkim ve Taberânî’den mevkûf ve merfû’an [5], İbn-i Mağfel’den (radiyallâhü anh) senedi zayıf bir şekilde tahrîc edilen ve Nu’mân bin Beşîr’den (radiyallâhü anh) mervî bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allâhü teâlâ yerleri ve gökleri yaratmadan iki bin yıl önce bir kitap yazdı ve o kitaptan 2 âyet indirerek bakara sûresini kapattı. Bu 2 âyet, bir evde 3 gün okunmazsa şeytân o eve yaklaşır.” buyrulmuştur.
Tirmizî’nin rivâyet ettiği, Nesâî’nin tahsîn kıldığı, İbn-i Hibbân ve Hâkim’in tashîhlediği, Taberânî’nin Şeddad bin Evs’den (radiyallâhü anh) tahrîc ettiği ve İbn-i Mes’ûd’un (radiyallâhü anh) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte şöyle denilmiştir: “Kim bakara sûresinden on âyet okursa o eve sabaha değin şeytân giremez. Başından 4 âyet [Elif-lâm-mîm’le başlayan bakara sûresinin ilk 5 âyet-i kerîmesi kastediliyor. Burada ilk âyet hurûf-ı mukattaadan olup sayılmamıştır. Onunla beraber 5 oluyor.], âyete’l-kürsî, ondan sonraki 2 âyet ve son 2 âyet (âmener-rasûlü).” Taberânî’den mervî bu hadîs-i şerîfin râvîleri sikadır. Ancak senedinde inkıtâ’ [6] (kopukluk) vardır.
Ebû Hureyre’den (radiyallâhü anh) nakledilmiştir ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadaka-i fıtır olarak getirilen hurmaları muhafaza etmek üzere beni vekil tayin etmişti. Bir cinni gelip Ebû Hureyre’ye: “Yatağına girdiğin zaman âyete’l-kürsîyi sonuna kadar oku! Böyle yaparsan senin yanında koruyucular bulunur ve şeytân sana sabaha kadar yaklaşamaz!” dedi. Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) olan biteni anlattım, bana: “Yalancı olduğu halde sana bu sefer doğruyu söylemiş.” buyurdular. Buhârî aynı lafızla bu hadîs-i şerîfi vekâlet bahsinde tahrîc etmiştir. Hâkezâ Nesâî de tahrîc etmiştir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî (radiyallâhü anh) bildirmiştir: Hurmaları yığın olarak sakladığımız bir yer vardı. Bir ifrît gelip oradan avuç avuç hurma çalıyordu. Ben onu yakalayıp yakayı ele verince Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye (radiyallâhü anh): “Evinde âyete’l-kürsî oku! Böyle yaparsan ne şeytân ne de başkası sana yaklaşır.” diye cevap verdi. Ben de Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bu durumu anlattım. Bunun üzerine: “Yalancı olduğu halde doğru cevap vermiş.” buyurdular. Tirmizî bu hadîs-i şerîfi tahrîc etmiş ve hasen-garîb [7] bir hadîs olduğunu söylemiştir.
Übeyy bin Ka’b’dan (radiyallâhü anh) şöyle haber gelmiştir: Benim harman yerinde hurma yığınım vardı. Hurmalarımın eksildiğini farkettim. Derken genç bir delikanlıya benzeyen bir dâbbe (canlı) gördüm. Ona: “Sen nesin?” diye sordum. O da: “Ben bir cinnîyim.” cevabını verdi. Bunun üzerine: “Sizin şerrinizden bizi koruyan nedir?” dedim. O ise: “Âyete’l-kürsîdir.” dedi. Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatınca: “Doğruyu söylemiş.” buyurdular.
Büreyde’den naklolunmuştur: Bana Muaz bin Cebel (radiyallâhü anh) gelmişti. Ona Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bulunan şeytân hakkında sordum. Şöyle buyurdu: “Fil suretinde geldi. Kapı aralığından içeri girdi. İçerideki hurmalara yaklaştı ve onu sıkıştırınca dedi ki: “Vallahi biz sizin bu şehrinizde yaşıyorduk. Ancak sâhibiniz bizi gönderdi. O 2 âyet indiği zaman firâr ettik. Artık nasîbimizi içinde o 2 âyetin okunmadığı yerde aramaya başladık. Şeytânlar 3 âyete’l-kürsî ve bakara sûresinin son 2 âyeti (âmenerrasûlü) okunan yere sığınamaz.” dedi ve böylece onu salıverdim. Sabahleyin Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip vaziyeti haber verdim. Bunun üzerine: “Yalancı olmasına rağmen habîs doğruyu söylemiş.” buyurdular. Taberânî bunu hasen [8] tarikiyle tahrîc etmiştir.
İbn-i Mes’ûd’dan (radiyallâhü anh) nakledilmiştir: Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) eshâbından bir adam şeytânla karşılaştı. Şeytân onu görünce heyecanlandı ve: “Bir evin ortasında şeytânlar toplansa ve oracıkta bakara sûresinden bir âyet (âyete’l-kürsî) okunsa şeytânlar dağılırlar. Bu âyet okunmayan eve ise şeytânlar dolar.” dedi. İbn-i Ebî’d-Dünyâ bu haberi hasen tarikiyle tahrîc etmiştir.
Ka’bu’l-Ahbâr’dan (radiyallâhü anh) bildirilmiştir, buyurdu ki: “Muhakkak ki Muhammed’e (aleyhisselam) 4 âyet verilmiştir ki bunlar Mûsâ’ya (aleyhisselam) verilmemiştir. Mûsâ’ya (aleyhisselam) da bir âyet verilmiştir ki bu da Muhammed’e (aleyhisselam) verilmemiştir. Hazret-i Peygamber’e verilen o 4 âyet “(lillâhi mâ fi’s-semâvâti vemâ fi’l-ardi…)” den başlayarak bakara suresinin sonuna kadar olan yerdir. Hazret-i Mûsâ’ya verilen âyet ise: “(Allâhümme lâ tûlicü’ş-şeytâne fî kulûbinâ ve hallisnâ minhü. Fe inne leke’l-melekûtü ve’l-ebedü ve’s-sultânü ve’l-mülkü ve’l-hamdü ve’l-ardu ve’ssemâu ve’d-dehru ebeden ebedâ) [9]” duâsıdır.
Bu fakir der ki (Allâhü teâlâ onun işlerini düzeltsin ve onu çirkinliklerden muhafaza eylesin!) Ukbe bin Âmir’den (radiyallâhü anh) bildirilen hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim geceleyin bakara sûresinde bulunan 2 âyeti (âmener rasûlü) okursa, ona yeter.” buyurdu. Şârih dedi ki: O gece uykudan uyanıncaya kadar ona yeter veya şeytânı ve ondan sâdır olan âfeti def’ eder.
Ebû Ubeyd’den maktû’an rivâyet edilip, Muhammed bin el-Münzir el-Herevî’nin aynı yolla “kitâbu’l-acâib” kısmında tahrîc ettiği ve Hamzatü’z-Zeyyât tarikiyle gelen haberde şöyle bildirilmiştir: Hulvân’da bulunduğum bir zamanda bir şeytân sesi duydum. [Hulvân, Kâhire’nin güney taraflarında bulunan bir semtin adıdır.] Yanında bulunan arkadaşına, “Bu Kur’ân okuyor. Gel bir gidip bakalım.” dedi. Ona yaklaştıklarında “(şehidellâhü ennehü lâ ilâhe illâ hû…)” âyetini sonuna kadar okudu [10]. Bu âyet-i kerîmeyi duyunca biri diğerine: “Allah burnunu yere sürtsün. Artık sabaha değin buradan kurtulamam.” diyerek kızdı.
Übeyy bin Ka’b (radiyallâhü anh) anlatıyor: Hazret-i Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idik. Bir bedevî geldi ve “Yâ Nebiyyellah! Benim bir kardeşim var ve rahatsız.” dedi. Neyi var deyince: “tevehhüm (kuruntu) sahibidir.” diye cevap verdi. Bunun üzerine: “Onu bana getirin.” dedi ve önüne oturttu. Ona fatiha, (elif-lâm-mîm) bakara sûresinin ilk 5 âyeti, “(ve ilâhuküm ilahun vâhid…)” âyetini [11], âyete’l-kürsîyi, bakara sûresinin son 3 âyetini, “(şehidallahü ennehü lâ ilâhe illâ hû…)” âyetini [12], “(inne rabbekümüllâhü..)” âyetini [13], “(fe teâlallâhü’l-melikü’l-hakk…)” âyetini [14], saffât sûresinin ilk 10 âyetini, haşr sûresinin son 3 âyetini (hüvallâhüllezî), “(ve ennehü teâlâ ceddü rabbinâ…)” âyetini [15], ihlâs sûresini ve mu’avvizeteyni (felak ve nâs) okuyarak Allâhü teâlâya sığındı. Sonra bu adam sanki hiçbir kuruntusu yokmuş gibi ayağa kalktı. Bu hadîs-i şerîfi Abdullah bin Ahmed “Müsned”in ekler kısmında tahrîc etmiştir. Burada geçen Ebû Hubâb el-Kelbî zayıf râvîdir.
Ebû Hureyre’den (radiyallâhü anh) bildirilen bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim âyete’l-kürsî ve mü’min sûresinin ilk 3 âyetini sabahleyin okursa akşama kadar, akşamleyin okursa sabaha kadar korunur.” buyurmuştur. Tirmizî bu hadîs-i şerîfi garîb hadîs olarak tahrîc etmiş ve Alî bin Sa’d el-Askerî ise, Abdurrahman bin Ebî Bekr el-Melîkî rivâyetiyle “sevâb-ı Kur’ân” bahsinde zayıf hadîs diye tahrîc etmiştir.
Bu fakir der ki (Allâhü teâlâ onun işlerini düzeltsin ve onu çirkinliklerden muhafaza eylesin!), burada Hazret-i Peygamber’in rukyeci olduğunu haber vermekten ziyâde muhtelif şekillerde yapılan rukyelerden haber vermek istiyoruz. İmâm Muhyi’s-sünne Hüseyin el Begavî “Meâlimü’t-tenzîl” isimli tefsîrinin mü’minûn sûresi sonunda Hubeyş tarikiyle gelen bir haberde şöyle bildirmiştir: Musîbete uğramış biri İbn-i Mes’ûd’a (radiyallâhü anh) uğradı. O da “(efe-hasibtüm ennemâ halaknâküm abesen…)” [16] âyet-i kerîmesinden başlayıp sûrenin sonuna kadar okuyarak kulaklarına rukye yaptı. Allâhü teâlânın izniyle iyileşti. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nefsimi yed-i kudretinde bulunduran Allâhü teâlâya yemin ederim ki bir adam bunu kânî olarak (inanarak) bir dağa karşı okusa elbette yok olur.” buyurmuşlardır.
İmâm Ebû’l-Leys es-Semerkandî “Tenbîhü’l-gâfilîn” de Hasen’den alarak: “Her kim akşamladığında Allâh’ın kitâbından 20 âyet okursa, Allâhü teâlânın o kimseyi sabaha kadar zâlim sultandan, zarar verici kurttan ve saldıran hırsızdan koruyacağına ben kefilim; ve her kim de sabahladığında okursa akşama değin böyledir.”buyurmuştur. Sonra o âyetleri söyledi. Onlar: âyete’l-kürsî, a’râf sûresinde “(inne rabbekümüllahü’llezî haleka’s-semâvâti ve’l-arda…)” dan “(karîbun mine’l-muhsinîn)”e kadar olan 3 âyet [17], Saffât sûresinde “(şihâbun sâkib)”e kadar ilk 10 âyet, Rahmân sûresinde “(yâ ma’şera’l-cinni ve’l-insi…)”den “(felâ tentesırân)”a kadar 3 âyet [18] ve Haşr sûresinin son 3 âyeti (hüvallâhüllezî)dir. Âyete’l-kürsî rukyesinin tek başına bunlara tekâbül ettiği bahsi daha önce geçmişti.
Ukbe bin Âmir’den (radiyallâhü anh) nakledilmiştir: Peygamberimiz’le (sallallahü aleyhi ve sellem) beraber Cuhfe ve Ebvâ denilen mahallin ortasında esir idim. Derken üzerimize doğru rüzgâr esip şiddetli bir karanlık kapladı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mu’avvizeteyn (felak ve nâs) okuyarak te’avvüz etmeye (Allâhü teâlâya sığınmaya) başladı. Bana da: “Yâ Ukbe! Bunlarla te’avvüz et! Te’avvüz için onlar gibisi yoktur.” buyurdu. Ebû Dâvûd bunu tahrîc etmiştir. Aslı Müslim’de vardır. Abdullah el-Eslemî (radiyallâhü anh) tarikiyle gelip Bezzâr’ın tahrîc ettiği rivâyette Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kul hüvellâhü ehad ve mu’avvizeteyni okuyarak te’avvüz et! Kullara te’avvüz etmede bunun gibisi yoktur.” buyurdular. Bu hadîs-i şerîfi rivâyet eden hadîs ricâli sikadır. Ebû Ubeyd, Muâz bin Abdullah bin Habîb el-Cühenî’nin babasından rivâyet ettiği benzer bir hadîsi bildirmiştir. Nesâî, Abdullah bin Habîb hadîsinde bu rivâyeti şöyle bildirmiştir: Üzerimize hafif bir yağmur ve karanlık çöktü. Bize namaz kıldırması için Resûlullah’ı (sallallahü aleyhi ve sellem) bekledik. Çıktı ve “oku!” dedi. “Ne okuyayım Yâ Rasûlellah!” dedim. O da (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kul hüvallâhü ehad ve mu’avvizeteyni akşama eriştiğinde ve sabaha ulaştığında oku! Sana kifâyet eder.” buyurdu. Ebû Ubeyd’in, Abdurrahman bin Âişe’den (radiyallâhü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yâ İbn-i Âişe! Sana, sığınılacaklar içinde en hayırlı sığınma âyetlerini haber vereyim mi?” dedi. Ben de “evet yâ Rasûlellah!” dedim. O da (sallallahü aleyhi ve sellem): “O mu’avvizeteyndir.” buyurdular. Bu hadîs-i şerîfin senedi hasendir.
Ebû Saîd el-Hudrî’den (radiyallâhü anh) rivâyet edilmiştir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mu’avvizeteyn nâzil oluncaya dek cin ve insân vesîlesiyle gelen şerlerden [bir şekilde] Allâhü teâlâya sığınırdı. O ikisi (felak ve nâs) inince artık bu ikisini aldı ve bunlardan başkasını bıraktı.” Tirmizî bu hadîs-i şerîfi tahrîc etmiştir ve Hazret-i Peygamber’den gelen te’sirli duâlar bununla gelmiştir.
Ebû Hureyre’den (radiyallâhü anh) mervî bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim yüz defa (Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr) duâsını okursa on köle âzâd etmiş kadar sevap alır.” buyurmuşlardır. Bu hadîs-i şerîfteki dua hırzdır. Yani şeytândan koruyan bir kalkandır. Sabah okuyanın akşama değin muhafaza olunacağında ittifak vardır. Tirmizî bir rivâyette: “Kim sabah namazının akabinde diz çöktüğü halde dünya kelâmı konuşmadan on kez (Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr) [19] duâsını okursa Allâhü teâlâ o kimseye on sevap yazar, on günâhını siler ve derecesini on derece yükseltir. Günün tamamında her türlü günâhtan berî (uzak) olur ve şeytândan korunur.” diye bildirmiştir. İmâm Hasen, bu hadîs-i şerîfin sahîh garîb bir hadîs olduğunu söylemiştir.
Haris bin Haris el-Eş’arî’den (radiyallâhü anh) bildirilen bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allâhü teâlâ Yahyâ bin Zekeriyyâ’ya (aleyhimesselâm) şunu emretti ve bunu isrâiloğullarına yaptırmasını istedi.” buyurdu. Hadîs-i şerîf uzun olmakla beraber Hazret-i Peygamber [eshâbına da pay çıkararak]: “Allâhü teâlâ kendisini çokça zikretmenizi emrediyor. Bunun misâli şunun gibidir: Bir kimse düşünün ki düşmanları var. Sağlam bir kaleye sığınıp kendini esir etmek isteyenlerden nasıl korunursa; işte kul da bunun gibi ancak Allâhü teâlâyı zikretmekle şeytândan korunur.” buyurmuşlardır. Tirmizî, bu hadîs-i şerîfi hem tahrîc hem de tashîh etmiştir.
Bu fakir der ki (Allâhü teâlâ onun işlerini düzeltsin ve onu çirkinliklerden muhafaza eylesin!), İmâm Kâbilî Kur’ân-ı Kerîm’deki: “Sen ve kardeşin, âyetlerimle gidin; beni anmakta gevşek davranmayın. [20]” âyet-i kerîmesini zikretti. “Beni anmakta gevşek davranmayın.” yani ikiniz Firavn’ın karşısına çıktığınız zaman hiçbir halde zikrimden gâfil olmayın. Böyle yaparsanız konuştuğunuzda ve cevâp verdiğinizde Allâhü teâlânın yardımı sizinledir. Onu hidâyete davet edin ve ona delillerimizi gösterin. Bir hadîs-i kudsîde: “Kullarım içinde gerçek kulum savaştayken bile beni dâimâ zikredendir.” buyrulmuştur. Bir rivâyette “Karşılıklı vuruşmada bile beni zikretmeye devâm edin.” diye bildirilmiştir.
Ebû Hureyre’den (radiyallâhü anh) rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi cinnîlerden bir ifrît gördüm. Elinde ateşten bir şu’le (kıvılcım) ile beni takip ediyordu. Dönüp bakınca onu gördüm.” dedi. Derken Cibrîl geldi ve: “[Yâ Rasûlellah!] Sana bir duâ öğreteyim de onun ateşini söndürmek istemez misin?” dedi. Ben de (sallallahü aleyhi ve sellem): “Belâ” yani olur dedim. Sonra Cibrîl: “(Eûzü bi-vechillâhi’lkerîm ve bi-kelimâtillâhi’t-tâmmâtillâtî lâ yucâvizhünne berrun velâ fâcirun min şerri mâ nezele mines semâi ve mâ yâ’rucü fîhâ ve min şerri mâ zerae fi’l-ardi ve mâ yahrucü minhâ ve min fiteni’l-leyli ve’n-nehâri illâ târikan yatruku bi-hayrin.) [21]” duâsını öğretti ve bunu okumamı tavsiye etti. İbn-i Ebi’d-Dünyâ bunu tahrîc etmiştir. Senedinde leyyin [22] râvî bulunmaktadır. Bunun yanı sıra İmâm Ahmed de bu hadîs-i şerîfi, Ebû Tiyâcî tarikiyle tahrîc etmiştir. Râvî, Abdurrahman bin Hubeyş et-Temîmi’ye (radiyallâhü anh) şöyle süâl etmiştir: “Sen Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) yetiştin mi?” Bizden yaşça büyük olan bu kişi “Evet” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), şeytânların tuzaklarını nasıl def’ etti?” dedim. O da (radiyallâhü anh): “Şeytânlar o gece vâdilerden ve tepelerden inerek Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) başına üşüşmüşlerdi. İçlerinden birinin elinde ateşten bir şu’le vardı ki Resûlullah’ın yüzünü yakmak istiyordu. O anda Cibrîl indi ve: “Yâ Rasûlellah! Oku!” dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben ne okuyayım?” deyince: “(Eûzü bi-vechillâhi’l-kerîm ve bi-kelimâtillâhi’t-tâmmâtillâtî lâ yucâvizhünne berrun velâ fâcirun min şerri mâ nezele mines semâi ve mâ yâ’rucü fîhâ ve min şerri mâ zerae fi’l-ardi ve mâ yahrucü minhâ ve min fiteni’l-leyli ve’n-nehâri illâ târikan yatruku bi-hayrin Yâ Rahmân!) duâsını oku!” dedi. O (radiyallâhü anh) buyurdu ki Allâhü teâlâ ateşlerini söndürdü ve onları ihtiyarlattı [kahru perişân eyledi]. Nesâî bu hadîs-i şerîfin bir benzerini İbn-i Mes’ûd (radiyallâhü anh) tarikiyle tahrîc etmiştir. Bu hadîs i şerifin rivâyet silsilesi [yukarı doğru]: Muhammed bin Ca’fer bin Ebî Kesîr, Yahyâ bin Sa’îd elEnsârî, Muhammed bin Abdurrahman bin Sa’d bin Zerrâre, Ayyâş eş-Şâmî ve İbni Mes’ûd (radiyallâhü anh) şeklindedir. Ayyâş mühmeledir [23] . Senedin alt kısmında çok râvî bulunmaktadır. Son kısmında ise mechûl [24] râvî vardır. Mâlik, Yahyâ bin Sa’îd’den bu hadîsin mu’addal [25] olduğunu rivâyet etmiştir. Hamza elKettânî bunun şâz bir rivâyet olduğunu söylemiştir. Allâhü a’lem.
Hazret-i Ali’nin (radiyallâhü anh) Hazret-i Peygamber’den (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte: “Kişinin helaya girdiği zaman (bismillâh) demesi, ademoğlunun avret yeriyle cinnîler arasında bir örtüdür.” buyrulmuştur. Bu hadîs-i şerîfi Tirmizî tahrîc etmiştir.
Abdullah bin Ömer (radiyallâhü anhümâ) şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) mescide girerken: “(Eûzü billâhi’l-azîm ve bivechihi’l-kerîm ve bi-sultânihi’l-kadîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm.) [26]” duâsını okurlardı. Sonra bize, bu duâyı okuyan kimseler için şeytân [gamlanır] ve şöyle der: “Bu kişi [şimdi korunduğu gibi] günün diğer vakitlerinde de benden korunur.” Bu haberi Ebû Dâvûd tahrîc etmiştir.
Enes’in (radiyallâhü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir kimse evinden çıkarken, (Bismillâhi tevekkeltü ale’llâh, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh) [27] duâsını okursa doğru yola girer, perdelenir ve her türlü şerden de korunmuş olur. Sonra şeytân bu adamdan uzaklaşır da arkadaşı, (Senin neyin var ki bu adam doğru yola erişti, perdelendi ve senden korundu.) der.” buyurdular. Bu hadîs-i şerîfi Ebû Dâvûd tahrîc etmiştir.
İbn-i Abbâs’ın (radiyallâhü anhümâ) Hazret-i Peygamber’e nispet ettiği bir hadîs-i şerîfte Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şu kelimeler her derde devâdır ki bunlar, (Eûzü bi-kelimâtillâhi’t-tâmmeti ve esmâihî külliha’l-âmmeti min şerri’s-sâmmeti ve’l-hâmmeh. Ve şerri’l-ayni’llâmmeh. Ve şerri hâsidin izâ hased. Ve min şerri Ebî Kıtreti vemâ veled.) [28]” buyurmuşlardır. Bu hadîs-i şerîf, Bezzâr ve Ebû Ya’la tarafından tahrîc edilmiştir. Senedinde Leys bin Ebî Selim vardır ki zayıf râvîdir.
Abdullah bin Mes’ûd’un (radiyallâhü anh) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim sultanın [zulmünden] korkarsa o kimse, (Allâhümme rabbe’s-semâvâti’s-seb’i ve rabbe’l-arşi’l-azîm. Kün lî câran min şerri fülânin ve min şerri’l-cinni ve etbâ’ihim en yefruta aleyye ehadün minhüm azze câruke ve celle senâüke velâ ilâhe ğayruk.) [29] ” buyurmuşlardır. Bu hadîs-i şerîfi Taberânî tahrîc etmiştir. Senedi hasendir. İbn-i Abbâs’dan (radiyallâhü anhümâ) nakledilen bir hadîs-i şerîfte Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “[Zâlim bir] sultan başınıza gelir de şerrinden korkarsanız 3 kere, (Allâhü ekberu, Allâhü eazzü min halkıhî cemî’an. Allâhü eazzü mimmâ ehâfü ve ahzeru. Eûzü billâhi’llezî lâ ilâhe illâ hüve’l mümsikü li’s-semâvâti en yek’ane ale’l-ardi illâ bi-iznillâhi min şerri abdike fülânin ve cünûdihî ve etbâihî ve eşyâ’ihî mine’l cinni ve’l-ins. Allâhümme kün lî câran min şerrihim celle senâüke ve azze câruke ve tebârake’smüke velâ ilâhe ğayruk.) [30] duâsını okuyun.” buyurmuşlardır. Bu hadîs-i şerîfi İbn-i Ebî Şeybe ve Taberânî mevkûfan rivâyet etmiştir. Senedi sahîhdir.
Bu fakir der ki (Allâhü teâlâ onun işlerini düzeltsin ve onu çirkinliklerden muhafaza eylesin!), İmâm Nevevî’nin, Ebû Mûsâ (radiyallâhü anh) tarikiyle zikrettiği bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Bir topluluk korktuğu zaman, “Allâhümme innâ nec’alüke fî nuhûrihim ve ne’ûzü bike min şürûrihim. [31]” okusun. Ebû Dâvûd bu hadîs-i şerîfi sahîh bir senedle rivâyet etmiştir.
Atâ bin Ebî Mervân’ın babasından, onun Ka’b’dan, onun da Suheyb’den (radiyallâhü anh) yemin ederek bildirdiği bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hiç görmediğiniz bir köye (belde) gireceğiniz zaman, (Allâhümme rabbe’s-semâvâti’s seb’i vemâ ezlalne ve rabbe ardîne’s-seb’i vemâ eklalne ve rabbe’ş-şeyâtîni vemâ edlalne ve rabbe’r-riyâhi vemâ zerayne. Fe-innâ nes’elüke hayra hâzihi’l-karyeti ve hayra ehlihâ. Ve ne’ûzü bike min şerrihâ ve şerri ehlihâ ve şerri mâ fîhâ.) [32] duâsını okuyun.” buyurmuşlardır. Bunu Nesâî tahrîc etmiş, İbn-i Huzeyme ve İbn-i Hibbân da tashîh etmiştir.
Havale binti Hakîm’in (radiyallâhü anhâ) naklettiği bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim bir yerde konaklarsa, (E’ûzü bikelimâtillâhi’t-tâmmâti min şerri mâ haleka.) [33] okusun. Eğer konakladığında bu duâyı okursa hiçbir şey ona zarar vermez.” buyurmuşlardır. Müslim, Tirmizî ve Nesâî bu hadîs-i şerîfi tarîc etmişlerdir.
Velîd bin Velîd bin Muğîre (radiyallâhü anh), “Yâ Resûlullah! Ben korkuyorum.” deyince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yatağına girdiğin zaman, (E’ûzü bi- kelimâtillâhi’t-tâmmeti min gadabihî ve ‘ikâbihî ve şerri ‘ibâdihî ve min şerri hemezâti’ş-şeyâtîni ve en yehdurûn.) [34] oku. Sana hiçbir şey zarar vermez.” buyurmuştur. Bu hadîs-i şerîfi İmâm Ahmed; Şu’be, Yahya bin Sa’îd, Muhammed bin Yahya bin Hibbân (radiyallâhü anh) rivâyetiyle tahrîc etmiştir. Râvîleri sikadır. İmam Ahmed, “Öyle zannediyorum ki senedinde inkitâ’ vardır.” demiştir. İmâm Mâlik “Muvatta”da bunu Yahya bin Sa’îd yoluyla mu’addalan tahrîc etmiştir. Sened zincirinde Yahya bin Sa’îd’den yukarı kimse yoktur. Ayrıca [yukarı doğru] Ebû Bekir bin Ebî Şeybe, Abdurrahman bin Süleymân, Yahya bin Sa’îd, Muhammed bin Yahya bin Hibbân bin Velîd kanalıyla da rivâyet olunmuştur. İbn-i Uyeyne de; Eyyûb bin Mûsâ, Muhammed bin Yahyâ bin Hibbân tarikiyle bunu rivâyet etmiştir. Hâlid bin Velîd, “Bu hadîs ıztırâblıdır [35].” demiştir. Ancak Ebû Dâvûd; Muhammed bin İshâk, Amr bin Şu’ayb, babası (Ebû Amr bin Şu’ayb), dedesi (Ceddü Amr bin Şu’ayb) tarikiyle bunu tahrîc etmiş ve: “Velîd bin Velîd bir gün korkuyordu ve bunun benzerini zikretti.” demiştir. Hatta Abdullah bin Ömer (radiyallâhü anhümâ): “Bunu ezberleyebilen ezberlesin, ezberleyemeyen yazıp üzerine assın.” demiştir. Abdullah bin Ömer (radiyallâhü anhümâ) güzel bir şâhiddir ve onun başka şâhidi de vardır. Abdullah bin Abdullah bin Utbe kanalıyla mürsel olarak gelen ve Velîd bin Velîd’in zorda kaldığı bir zamanda bunu zikrettiği vâriddir. İbrâhîm-i Harbî bunu “Garîbu’lhadîs” eserinde tahrîc etmiştir.
Yine Abdullah bin Ömer’den (radiyallâhü anhümâ) bildirilen bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geceye eriştiği zaman: “(Yâ ardu rabbî ve rabbüke’llahu. E’ûzü billahi min şerrike ve min şerri mâ fîke ve min şerri mâ haleka aleyke ve şerri mâ nezele aleyke. E’ûzü billâhi min esedin ve esved ve min hayyetin ve akreb ve min sâkini’l-beledi ve min şerri vâlidin ve mâ veled.) [36]” duâsını okurlardı. Ebû Dâvûd ve Nesâî bu hadîs-i şerîfi tahrîc etmiş, Hâkim de tashîh etmiştir.
Esmer el-Abderî’den rivâyet olunmuştur: Bir adam Kûfe’nin dışında çıkmıştı. Oradayken başından bir hâdise geçti ve şöyle dedi: “Hâtiften bir cin sesi işittim. Urve’ye yani İbn-i Zübeyr’e güç yetmez. Çünkü sabah akşam bir duâ okuyor, diyordu. Şehre geri döndüm ve ona ne okuduğunu süâl ettim?” O da: “Âmentü billâhi vahdehû ve kefertü bi’l-cibti ve’t-tâğûti ve’stemsektü bi’l-‘urvetü’lvüskâ lenfisâme lehâ. Vallâhü semî’un alîm. [37]” okuyorum dedi. İbn-i Ebi’dDünyâ bunu “kitâbu’l-havâtif” de tahrîc etmiştir.
Bu fakir der ki (Allâhü teâlâ onun işlerini düzeltsin ve onu çirkinliklerden muhafaza eylesin!), İmâm Kâbilî, “Korkudan açılan kanatlarını (kollarını) içine çek [artık korkma!] [38]” âyet-i kerîmesini zikrederek bu âyetin manası için: “Korktuğun zaman ellerini kalbinin üzerine koy. Böylece sâkinleşirsin.” rivâyetini bildirdi. Sonra bu İmâm: “Bu hâl, Hazret-i Mûsâ’ya (aleyhisselâm) mahsus dersen, O’na uymakta bereket vardır. [Ona uymak niyetiyle] bunu yapanlar da Peygamberler’e (aleyhimüsselâm) tâbi olmanın faydasını görürler.” buyurmuştur.
İşbu risâle Allâhü teâlânın yardımıyla burada tamâm oldu.
[1] Rukye, okuyup üflemek veya üzerinde taşımak demektir. Âyet-i kerîme ile ve Resûlullahtan gelen duâlar ile rukye yapmaya, (ta’vîz) denir. Ta’vîz câizdir ve inanan, güvenen kimseye fâide verir. Bkz. Hüseyn Hilmi Işık, Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye, (İstanbul: Hakîkat Kitâbevi, 2017), s.783.
[2] Hadîs-i mürsel, sahâbe-i kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ismi söylenmeyip, tâbi’înden birinin, doğruca, Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, dediği hadîs-i serîflerdir. Bkz. Işık, a.g.e., s.422.
[3] Ceyyidü’l-isnâd, derece olarak hasenden üstün ve sahihden düşük bir hadîs ıstılâhıdır.
]4] Hadîs-i mevkûf, sahâbîye “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kadar söyleyen hep bildirilip, sahâbînin, Resûl-i ekremden “sallallahü aleyhi ve sellem” işittim demeyip, böyle buyurmuş dediği hadîs-i şerîflerdir. Bkz. Işık, a.g.e., s.422.
[5] Hadîs-i merfû’, sahâbînin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, (Resûlullahdan işittim, böyle buyurdu) diyerek haber verdiği, hadîs-i müsned-i müttasıl demektir. Bkz. a.g.e., s.422.
[6] Hadîs-i müsned-i münkatı’, sahâbîden “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” gayrı bir veyâ birkaç râvîsi bildirilmeyen hadîs-i serîflerdir. Bkz. Işık, a.g.e., s.422.
[7[ Hadîs-i garîb, yalnız bir kimsenin bildirdiği hadîs-i sahîhdir. Yâhud, aradakilerden birine, bir hadîs âliminin muhâlefet ettiği hadîsdir. Bkz. a.g.e., s.423.
[8] Hadîs-i hasen, bildirenler, sâdık ve emîn olup, fakat hâfızası, anlayışı, sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan kişilerin bildirdiği hadîs-i serîflerdir. Bkz. Işık, a.g.e., s.423.
[9[ Mânâsı: Allâhım! Şeytânı kalplerimize nüfûz ettirme ve onu bizden uzak eyle. Şüphe yok ki saltanat, sonsuzluk, hâkimiyet, mülk, hamd, arz, semâ ve ebediyet ancak sana mahsustur.
[10] el-Âl-i İmrân, 3/18.
[11] el-Bakara, 2/163.
[12] el-Âl-i İmrân, 3/18.
[13] el-A’râf, 7/54.
[14] el-Mü’minûn, 23/116.
[15] el-Cin, 72/3
[16] el-Mü’minûn, 23/115.
[17] el-A’râf, 7/54-56.
[18] er-Rahmân, 55/33-35.
[19] Manası: “Allâhü teâlâdan başka ilâh yoktur, O tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O, herşeye kâdirdir.”
[20] et-Tâ Hâ, 20/42.
[21] Manası: “Kerem sahibi olan Allâhü teâlânın zâtına ve O’nun noksansız kelimelerine sığınırım ki ne iyiler ve ne de kötüler onu geçebilirler. Gökten inenin ve göğe çıkanın şerrinden, yerde yarattıklarının ve yerden çıkanların şerrinden, gecenin ve gündüzün fitnelerinden, gece ve gündüz gelenlerin şerinden ve hayra açılan yollar hariç bütün yolların şerrinden sana sığınırım [Ey Rahmân].”
[22] Rivayet etmiş olduğu hadisler az olan, bununla beraber bu hadisler arasında, rivayetlerinin terkedilmesine sebeb olacak kadar za‘îfler de bulunan râvî.
[23] Mühmele, ayırt edici kimliği belirtilmeyen râvi manasına gelen hadis ıstılâhıdır.
[24] Mechûl, kendisinden 2 veya daha fazla güvenilir râvi rivayette bulunduğu halde hadisçiler arasında tanınmayan ve hakkında herhangi bir cerh-ta‘dîl hükmü olmadığından durumu bilinmeyen râvidir.
[25] Mu’addal, sened zincirinde peşpeşe 2 ve daha fazla râvînin düştüğü ve bu sebeple zayıf sayılan hadistir.
[26] Manası: “Kovulmuş şeytânın şerrinden yüce, kerim ve saltanâtı kadîm olan Allâhü teâlâya sığınırım.”
[27] Manası: “Allâhü teâlânın adıyla [işime] başlarım. O’na güvenip dayandım. Güç ve kuvvet de ancak O’na âittir.”
[28] Manası: “Zehirli ve zararlı şeylerin şerrinden, kem gözlerin şerrinden, hased ettiği zaman hasedcinin şerrinden ve şeytân ile onun zürriyetinin şeriinden Allâhü teâlânın noksansız kelimelerine ve tam isimlerine sığınırım.”
[29] Manası: “Yedi kat göğün ve yüce arşın sâhibi olan Allâhım. Beni felâncanın şerrinden, taşkınlık ettikleri zaman cinlerin ve tâbîlerinin şerrinden koru. Senin koruman ne büyük ve şânın ne yücedir. Senden başka ilâh da yoktur.”
[30] Manası: “Allâhü teâlâ en büyüktür. Yarattıklarının hepsinden müstağni ve güçlüdür. Benim korktuğum ve çekindiğim şeylerden de güçlüdür. Ben öyle bir Allâh’a sığınırım ki O’ndan başka ilâh yoktur. Gökleri yerin üzerine düşmekten ancak O tutar. Bu kulunun, askerlerinin, etbâının ve insanlardan ve cinlerden olan taraftarlarının şerrinden O’na sığınırım. Ey şânı yüce, koruması büyük ve ismi mübârek olan Allâhım. Beni onlardan onların şerrinden koru. Sen’den başka ilâh da yoktur.”
[31] Manası: Allâh’ım heybetini onların kalplerine çevir. Onların şerrinden sana sığınırız.”
[32] Manası: “Allâhım! Ey yedi kat göğün ve taşıdıklarının, yedi kat yer ve içindekilerinin Rabbi, şeytanların ve sapıttıklarının Rabbi, rüzgârların ve harekete, geçirmiş olduğu şeylerin Rabbi! Senden bu beldenin, belde ehlinin ve bu belde içinde bulunanların hayrını isterim. Bu beldenin, belde ehlinin ve içinde bulunanların şerrinden de sana sığınırım.”
[33] Manası: “Yarattıklarının şerrinden Allâhü teâlânın noksansız isimlerine sığınırım.”
[34] Manası: “Allâhü teâlânın gazabından, cezasından,kulların şerrinden ve şeytanın çarpmasından O’nun tam olan kelimelerine sığınırım. Rabbim bana gelmelerinden de sana sığınırım.”
[35] Hadislerin hususiyet bakımından birbirine eşit durumda olması durumunda birinin diğerine tercih edilemeyecek veya birbiriyle uzlaştırılamayacak şekilde aykırı olmasına “ıztırâblı” denir.
[36] Manası: “Ey benim ve yerlerin Rabbi olan Allahım. Yerin ve üzerindekilerin şerrinden ve içindeki kötülerin şerrinden ve üzerinde yürüyenlerin şerrinden sana sığınırım. Arslanın, siyah ve beyaz yılanların, akrebin ve şehirde yerleşmiş olanların, baba (şeytân) ve evlâtlarının (zürriyetinin) şerrinden de sana sığınırım.”
[37] Manası: “Vâhid (bir) olan Allah’a inandım. Ne kadar sanem ve put varsa hepsini inkar ettim. Ve ben kopmayan (sağlam) bir ipe sarıldım. Ve Allâhü teâlâ her şeyi duyan ve bilendir. ”
[38] el-Kasas, 28/32.