Yusuf Nebhânî “rahmetullâhi aleyh”, bu risâlesinde buyuruyor ki:
Allahü teâlâya hamd olsun! Dilediğini ihsan ederek, hidayete kavuşturmakta, dilediğini dalâlette bırakmaktadır. [Dalâletten kurtulmak, saadet-i ebediyyeye kavuşmak isteyenlerin dualarını, adaleti ile kabul etmektedir.] Peygamberlerin ve seçilmişlerin en üstünü olan, efendimiz Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm olsun! Onun, yer yüzünde, gökteki yıldızlar gibi parlayan Âline ve Ashâbının hepsine de hayırlı duâlar ederiz.
Bu risalenin sayfaları az, fakat, içindeki ilimler çoktur. İlim ve akıl sâhibi olanlar, insaf ederek okurlarsa, kabul ederler. Allahü teâlânın hidayetine, doğru yola kavuşanlar da, hemen inanırlar. Bu risale, Allahü teâlânın müslümanlara ihsan ettiği sırat-ı müstakimi, düşmanlarını bıraktığı dalâlet yolundan ayırmaktadır. Bu risaleye “Hülâsatü’l-kelam fi tercih-i dini’l-İslam” yani, “İslam dinini seçmeye yarayan sözlerin hülâsası” ismini verdim.
Ey, kendini, ebedî azaptan kurtarmak ve sonsuz nimetlere kavuşmak isteyen insan! Bu çok mühim, çok büyük hakikati anlamak ve kendini sonsuz azaptan kurtaracak sebebi bulmak için, her ân, her yerde düşünsen ve son derece gayret ile çalışsan ve herkesten yardım istesen, insan gücünün yettiği kadar da uğraşsan, bu sebebin ehemmiyeti yanında, bu yaptıkların, pek küçük kalır. Hatta, bütün dünya servetini ele geçirmek için, bir kum tanesini vermeye benzer. Bu hakikatin ehemmiyeti, bu kısa yazımızla anlatılamaz. Bu yazımız, aklı olana bir işaret vermek gibidir. Aklı olan, bir işaretten maksadı anlar. Bunu tefekkür edebilmek için, ipucu olabilecek birkaç kelime söyleyeceğim:
İnsan, alıştığı adetleri sever. Bunlardan ayrılmak istemez. Doğunca, süt emmeye alışır. Bundan ayrılmak istemez. Büyüdükçe, evine, mahallesine, şehrine alışır. Bunlardan ayrılması, çok güç olur. Sonra, dükkanına, sanatına, çalıştığı fen işlerine ve çoluk çocuğuna, diline, dinine alışır. Bunlardan ayrılmak istemez. Böylece, muhtelif cemaatler, kavimler, milletler hâsıl olur. Şu hâlde, bir milletin dinlerini sevmeleri, dinlerinin en hayırlı din olduğunu anladıkları için değildir. Aklı olan, kendi dinini ve başka dinleri incelemeli, dinler arasında hak olanı anlamalı, ona sarılmalıdır. Çünkü, batıl dine bağlanmak, insanı ebedî felaketlere, daimi azaplara götürür. Ey insan, gaflet uykusundan uyan! “Hak dinin, hangi din olduğunu nasıl bileyim. Ben, alıştığım dinin hak din olduğuna inanıyorum. Bu dini seviyorum” der isen, şunu bil ki “Din, Rabbin Peygamberler vasıtası ile gönderdiği emirlere ve yasaklara itaat etmek”tir. Bu emirler, insanın Rabbine karşı ve birbirlerine karşı vazifeleridir.
Mevcûd dinler arasında, Rabbin sıfatlarını, ibâdet şekillerini ve mahluklar arasındaki muamelatı en faydalı olarak bildiren hangisidir? Akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvettir. Kötüyü terketmek, iyiyi de tetkik etmek lâzımdır. Dini tetkik, onun zuhûrunu [başlamasını], Peygamberlerini, Ashâbını ve Ümmetini ve din büyüklerini incelemektir. Bunları beğenirsen, o dini seç! Aklına uy, nefsine uyma! Nefs, aileden, arkadaşlardan, bozuk, kötü din adamlarından utanmayı ve onlardan zarar gelmesini ileri sürerek, seni aldatır. Fakat, bu zararlar, ebedî azap yanında hiçtir. Bunu iyi anlayan kimse, elbet Din-i İslam’ı tercih eder. Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâma inanır. Zaten İslamiyet, bütün peygamberlere îman etmeyi emretmektedir. Bunların dinlerinin hak oldukları, her Resûl gelince, evvelki dinlerin hükümleri kalmadığı gibi, Muhammed aleyhisselâmın dini gelince de, bütün dinlerin hükümlerinin kalmadığını bildirmektedir. Bir insanın, tâbi olduğu dinin batıl olduğunu anlaması ve bu dini terkederek, Muhammed aleyhisselâma îman etmesi, nefsine çok güç gelir. Çünkü nefs, Allahü teâlâya ve Muhammed aleyhisselâma ve Onun dinine düşman olarak yaratılmıştır. Nefsin bu düşmanlığına Hamiyetü’l-cahiliye denir. Batıl dindeki analar, babalar, muallimler ve kötü arkadaşlar [onların radyoları ve televizyonları ve hükümet adamları], nefsin bu düşmanlığını kuvvetlendirirler. Bunun için, “Çocuğa öğretmek, taşa yazmak gibidir” denilmiştir. Nefsin bu düşmanlığını izale için çok çalışmak, nefs ile cihat etmek ve nefsi akıl ile inandırmak lâzımdır. Aşağıdaki yazıları dikkat ile okumak, bu cihadında sana yardımcı olacaktır:
Bir dine tâbi olmak, ebedî saadete kavuşmak ve sonsuz felaketlerden kurtulmak içindir. Yoksa, anadan babadan kalma bir din ile övünmek için değildir. Peygamber de, kendisinde peygamberlik şartları bulunan ve Allahü teâlânın emirlerini kullarına bildiren bir insandır. Böyle bir Peygambere tâbi olmak, Onun dinine girmek lâzımdır. Veseni denilen, heykellere, putlara tapanlar ve Dehri denilen tanrısızlar [ateistler ve masonlarla komünistler], hayvan gibidir. Nasraniyet ve yahudiyet dinleri de, aşağıdaki sebepler ile batıl olmuşlardır:
1- İslam dininde, Allahü teâlânın kemâl sıfatları vardır. Noksan sıfatları yoktur. İbadetleri yapmak gâyet kolaydır. İnsanların birbirleri ile muameleleri adalet iledir. Diğer dinlerin ibâdetleri ve birbirleri ile muameleleri, zamanla değişerek, akla uygun halleri kalmamıştır.
2- Muhammed, Îsâ ve Mûsâ aleyhimüsselâmın hayatları, tarihlerden incelenirse, Muhammed aleyhisselâmın, en necib, asil, en faydalı, daha âlim, en akıllı, en üstün, dünya ve ahiret bilgilerine en ârif olduğu görülür. Halbuki kendisi ümmi idi. Yani hiç kitap okumamış, kimseden bir şey öğrenmemişti.
3- Muhammed aleyhisselâmın mucizeleri, diğerlerinin mucizeleri toplâmından kat kat daha çoktur. Diğerlerinin mucizeleri geçmiş, bitmiştir. Muhammed aleyhisselâmın mucizelerinin bir kısmı, bilhassa Kurân-ı Kerîm mucizesi kıyamete kadar devam etmektedir. Ümmetinin Evliyâsının kerâmetleri de, her zaman ve her yerde görülmektedir.
4- Bu 3 dini bizlere ulaştıran haberler arasında, Muhammed aleyhisselâmı ve Onun dinini bildiren Kurân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler daha çok, daha sahihtir. Hepsi kitaplara geçmiş ve dünyanın her tarafına yayılmıştır.
Muhammed aleyhisselâm 40 yaşında iken, Peygamber olduğu kendisine bildirildi. 63 yaşında iken vefât etti. Peygamberliği 23 sene devam etti. Bütün Arap yarımadası kendisine itaat ettikten ve dini her tarafa yayılıp anlaşıldıktan ve daveti şarkta ve garbda işitildikten ve Ashâbı, 150.000 olduktan sonra vefât etti. Vedâ haccını, 120.000 sahabi ile yaptı. Bundan 80 gün sonra vefât etti. “Bugün dininizi ikmal ettim ve üzerinize olan nimetimi tamamladım ve dininizin İslam olmasını beğendim” mealindeki Mâide sûresi 3. âyet-i kerimesi, bu hacda nazil oldu. Bu sahabilerin hepsi, sâdık ve emin idi. Çoğu dinde derin âlim ve hepsi evliyâ idi. Resûlullahın dinini ve mucizelerini, yer yüzüne yaydılar. Çünkü, cihat için, memleketlere yayıldılar. Gittikleri yerlerdeki insanlara, din bilgilerini ve mucizeleri ulaştırdılar. Bunlar da, başkalarına bildirdiler. Böylece, her asrın âlimleri, sonraki tabakadaki daha çok âlime bildirdi. Bunlar da, bu ilimleri ve bunları bildirenleri, binlerce kitaplara yazdılar. Öğrendikleri hadis-i şerifleri, sahih, hasen gibi, birçok kısımlara ayırttılar. Yalancıların [ve yahudilerin], hadis diyerek uydurdukları sözleri kitaplarına sokmadılar. Bu hususta, çok dikkatli ve hassas davrandılar. Bunların gayretleri ile İslam dini çok sağlam esaslar üzerine kuruldu ve hiç değiştirilmeden yayıldı. Diğer dinlerin hiçbiri böyle sıhhatli nakledilemedi.
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın mucizeleri ve hak Peygamber olduğunun vesikaları, dinin temel ve zaruri lazım olan bilgileri, Allahü teâlânın var olduğu, bir olduğu ve kemâl sıfatları ve Muhammed aleyhisselâmın Peygamberliği, sâdık ve emin olduğu ve bütün Peygamberlerin en üstünü olduğu, insanların öldükten sonra tekrar dirilecekleri, hesaba çekilecekleri, sırat köprüsü, Cennet nimetleri, Cehennem azapları, her gün 5 kere namaz kılmanın farz olduğu, öğle, ikindi ve yatsı namazlarının farzlarının 4 rekat oldukları, sabah namazının 2 rekat ve akşam namazının farzının 3 rekat olduğu ve semada Ramazan ayının hilali görüldüğü zaman, oruca başlamak, Şevval ayının hilali görülünce, fıtır bayramı yapmak, ömründe bir kere hacca gitmek farz olduğu, [kadınların, kızların, başları, saçları açık sokağa çıkmalarının ve livâta] zina yapmanın haram olduğu, şarabın [ve çok içilince sarhoş eden alkollü içkilerin damlasının] içilmesinin ve cünüp kimsenin ve hayız halindeki kadınların namaz kılmalarının ve abdestsiz namaz kılmanın haram olduğu gibi zaruri din bilgileri, âlim ve câhil, bütün müslümanlara, doğru olarak bildirildi. Bu bilgilerin hepsi, hiç değiştirilmeden, bizlere ulaştırıldı. Böyle olduğunu, insaf sâhibi olan nasrani ve yahudiler de bilmektedir. Kendi dinlerini öğrendikleri yolların böyle sağlam olmadığını kendileri de itiraf etmektedir. Muhammed aleyhisselâmın zamanının bize daha yakın olması ve İslam dinini bizlere ulaştıran âlimlerin pekçok olmaları, İslamiyete hurafeler, iftirâlar karıştırılmasına mâni olmuştur. Hristiyan ve yahudi dinleri, bu 2 nimete mâlik değildir. Îsâ aleyhisselâmın biseti [zuhûru] ile Muhammed aleyhisselâmın biseti arasında [tarihçilere göre] 600 sene kadar zaman farkı vardır. Çünkü, Îsâ aleyhisselâmın mevlidi ile Muhammed aleyhisselâmın Mekke şehrinden Medine’ye hicreti arasında 621 sene fark vardır [diyorlar. Halbuki İslam âlimlerine göre, bu fark 1.000 senedir]. Bu uzun zamanda, dünyanın her tarafına cahiliyet yayıldı. Sahih [doğru] haberleri, yanlışlarından ayırmak da çok güçtü.
Îsâ aleyhisselâmın davet zamanı uzun sürmedi. 3 sene gibi kısa zamandan sonra, Allahü teâlâ, Onu 33 yaşında iken semaya çıkardı. Bu kısa zamanda da, kâfirler karşısında zayıf ve mağlub hâlde idi. Peygamberlik vazifesini rahat yapamadı. Yahudiler ve Roma hükümeti de mâni oluyordu. Havari denilen yardımcıları da, az idi. Kendisine inanmış olan Havariler, ancak 12 avcı idi. Hepsi zayıf kimseler idi. Îsâ aleyhisselâm semaya çıkarıldıktan sonra, haberler, rivayetler toplanarak İncil kitapları yazılıp, câhillerin ellerinde dolaştı. Tercüme edilirken de değiştirildiler. Bu İncillerde birbirlerine ve akla uymayan çok bilgi vardı. Hatta, birbirlerini nakz etmekte, çürütmektedirler. Bu hâl, aynı İncilin muhtelif yazmalarında da mevcuttur. Bu farklar, muhalefetler karşısında, her asırda papazlar toplanarak, İncilleri tashih etmek zorunda kalmışlar, birçok ilaveler, çıkarmalar yapmışlar, dinden olmayan pek çok saçma şeyleri de karıştırmışlardır. İnsanları, bu kitaplara inanmaya zorlamışlardır. Bunlardaki yazıların çoğu, Îsâ aleyhisselâmın ve Havarilerin sözleri değildir. Bunun için, muhtelif fırkalara ayrıldılar. Her asırda, yeni mezhepler meydana geldi. Çoğu, eskilerden ayrıldı. Hepsi de, ellerindeki İncillerin Îsâ aleyhisselâmın getirdiği dinin kitabı olmadığını bilmektedirler.
Mûsâ aleyhisselâmın dinini ve mucizelerini bildiren yahudi kitapları da böyledir. Buradaki zaman farkı daha fazladır. Mûsâ aleyhisselâm, bir rivayette, Muhammed aleyhisselâmın hicretinden 2348 sene evvel vefât etti. Aradaki cahiliyet asırlarında, mûsevî dininin sahih olarak nakli imkansız oldu. Buhtün-nasar gibi zâlimler de, yahudi din adamlarını öldürdü. Bir kısmını da, Beytülmukaddes’ten Babil şehrine esir götürdü. Hatta, Kudüs’te, Tevrat okuyacak kimse kalmadığı zamanlar oldu. Danyal aleyhisselâm, Tevratı ezber okur ve yazdırırdı. Böylece, değişmekten kurtardı ise de, ondan sonra, onun yazdırdıkları da değiştirildi. Allahü teâlâya ve Peygamberlere yakışmayacak, çirkin yazılar karıştırıldı.
Muhammed aleyhisselâmın zamanından sonra, Onun ümmeti içinde cahilliğin yayılmadığını her millet biliyor. Hele müslümanlar arasında, ilim yükselmiş, büyük İslam devletleri teşekkül ederek, ilmi, fenni, adaleti, insan haklarını her tarafa yaymışlardır. Şimdi, aklı ve insafı olan bir kimse, bu 3 dini tetkik ederse, elbette İslamiyete tâbi olur. Çünkü maksat, hak olan dini bulmaktır. Yalan söylemek, iftirâ etmek, İslamiyette haramdır. Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, ikisini de şiddet ile yasak etmiştir. Herhangi bir kimseye iftirâ etmek, büyük günah olunca, Resûlullaha iftirâ etmek, katkat daha fenâ, katkat daha haramdır. Bundan dolayı da, Muhammed aleyhisselâmı ve mucizelerini bildiren İslam kitaplarında, hiçbir yalan, hiçbir hata olamaz. Aklı olan, insaflı kimsenin, inatı bırakıp, sonu felaket olan dini terketmesi ve hak ve saadet yolu olan dine tâbi olması lâzımdır. Dünya hayatı çok kısadır. Her günü geçip hayal olmaktadır. Her insanın sonu ölümdür. Bundan sonrası da, ya daimi azap veya ebedî nimetlerdir. Bunların vakitleri, herkese sürat ile yaklaşmaktadır.
Ey insan! Kendine merhamet et! Aklından gaflet perdesini kaldır! Batılın batıl olduğunu görerek, ondan kurtulmaya çalış! Hakkın hak olduğunu da görerek, ona tâbi ol, sarıl! Vereceğin karar, çok büyük, çok mühimdir. Vakit ise, çok azdır. Muhakkak öleceksin! Öldüğün vakti düşün! Başına geleceklere hazırlan! Hakka tâbi olmadıkça, ebedî azaptan kurtulamazsın! Son pişmanlık fayda vermez. Son nefeste hakkı tasdik etmek kabul olmaz. Fakat, müslümanın günahlarına tövbe etmesi, kabul olur. O gün, Allahü teâlâ, “Kulum! Sana akıl nurunu vermiştim. Bunun ile beni anlamanı, bana ve Peygamberim Muhammed aleyhisselâma ve Onun getirdiği İslam dinine îman etmeni emretmiştim. Bu Peygamberin geleceğini, Tevratta ve İncil’de haber vermiştim. İsmini ve dinini her memlekete yaydım. İşitmedim diyemezsin. Gece gündüz, dünya kazancı için, dünya zevkleri için çalıştın. Ahirette başına gelecekleri hiç düşünmedin. Gaflet içinde iken, mevtin pençesine düştün” derse, ne cevap vereceksin?
Ey insan! Başına gelecekleri düşün! Ömrün tükenmeden, aklını başına topla! Etrafında gördüğün, konuştuğun, sevdiğin, korktuğun kimselerin hepsi, birer birer öldüler. Birer hayal gibi, gelip gittiler. İyi düşün! Ebedî ateşte yanmak, ne büyük azaptır! Sonsuz nimetler içinde yaşamak ise, ne büyük nimettir. Bunlardan birini seçmek, şimdi senin elindedir. Herkesin sonu, bu ikisinden biri olacaktır. Bundan kurtulmak imkansızdır. Bunu düşünmemek ve tedbir almamak, büyük cahillik ve cinnettir. Allahü teâlâ, hepimizi akla tâbi olanlardan eylesin! Âmin.
“Kavlü’s-sebt fi Redd-i alâ deavil-protestanet” kitabında diyor ki: Allame Rahmetullah efendi, İzharü’l-hak kitabında buyuruyor ki: İslamiyet başlamadan evvel, hiçbir yerde, hakiki Tevrat ve hakiki İncil yok idi. Şimdi mevcûd olanlar, doğru ile yalan karışık haberlerden meydana getirilmiş tarih kitaplarıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen, Tevrat ve İncil, şimdi mevcûd olan Tevrat ve İncil isimlerindeki kitaplar değildir. Bunlardaki bilgilerden, Kurân-ı Kerîm’in tasdik ettikleri doğrudur. Reddettikleri doğru değildir. Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilmeyenleri hakkında, doğru ve yanlış demeyiz. 4 İncilin, Allah kelamı olduğunu bildiren, bir senet mevcûd değildir. Hindistan’da konuştuğu İngiliz papazı da, bunu kabul etmiş ve miladi 313 senesine kadar, dünyada meydana gelen, büyük karışıklıklarda, bu senetler kayboldu demiştir. Horn, İncil tefsirinin 2. cildinde ve tarihçi Mocheim, 1913 baskılı tarihinin birinci cildi, 65. sayfasında ve Lardis, İncil tefsirinin 5. cildi, 124. sayfasında, İncillerde ilaveler, değişiklikler yapıldığı yazılıdır. Cirum diyor ki “İncili [Kitâb-ı mukaddesi] tercüme edeceğim zaman, birbirlerine benzemediklerini gördüm”. Adam Clarke, tefsirinin 1. cildinde diyor ki “İncil’in latinceye tercümeleri yapılırken, çok değişikliklere uğradı. Birbirine uymayan ilaveler yapıldı”. Katolik Ward, 1841 baskılı kitabının 18. sayfasında diyor ki “Şarktaki mülhidler, İncilin çok yerini değiştirdiler. Protestan papazları, kral I. James’e verdikleri raporda, duâ kitabımızdaki Zeburlar, İbrani olanlara benzemiyor. İlave, çıkarma ve tebdil olarak, 200’e yakın değişiklik vardır”. Protestan papazları, bunu daha da değiştirdiler. Rahmetullah efendinin kelamı burada tamam oldu. İzharü’l-hak kitabında, böyle nice misaller bildirilmektedir. İzzeddin Muhammedinin El-faslu-beynel-hak vel-batıl ve Abdullah-ı Tercüman’ın Tuhfetü’l-erîb kitaplarında da, İncillerdeki değişikliklerin misalleri yazılıdır.
Bütün papazlar biliyor ki Îsâ aleyhisselâm, bir şey yazmadı ve yazılı bir şey bırakmadı, bir kimseye de yazdırmadı. Dinini yazılı olarak bildirmedi. Semaya çıkarıldıktan sonra, İseviler arasında ayrılıklar başladı. Birleşerek din bilgilerini tesbit etmediler. Sonradan, elliden fazla İncil yazıldı. Bunlar arasından 4’ü seçildi. Îsâ aleyhisselâmdan 8 veya 12 sene sonra, Filistin’de Süryani lisanında Matta İncili yazıldı. Bu İncilin bu nüshası yoktur. Yunani tercümesi denilen nüshası mevcuttur. Markos İncili, 30 sene sonra, Roma’da yazıldı. Luka İncili, 28 sene sonra, İskenderiye’de, yunani olarak yazıldı. Yuhanna İncili, 38 veya 65 sene sonra, Efsus şehrinde yazıldı. Hepsinde, rivayetler ve hikayeler ve Îsâ aleyhisselâmdan sonra hâsıl olan bazı şeyler yazılıdır. Luka ve Markos, Havarilerden değildiler. Başkalarından işittiklerini yazdılar. Bunları yazanlar, kitaplarına İncil demedi. Tarih kitabı dediler. Sonra tercüme edenler, İncil dediler.
İşbu Kavlü’s-sebt kitabı, bir protestan papazının, Arabî olarak Mısır’da yazıp bastırdığı Ekavilü’l-Kur’aniyye kitabına cevap olarak, Seyyid Abdülkâdir İskenderani tarafından 1923 senesinde yazılmış, 1990 senesinde Arabî Es-sıratü’l-müstekim ve Hülâsatü’l-kelam kitapları ile birlikte bastırılmıştır.
Türkçe İzahu’l-meram kitabında diyor ki:
Asıl İncil, İbrani lisanında idi ve yahudiler, Îsâ aleyhisselâmı idam etmek için, yakaladıklarında, onu imha ettiler. Îsâ aleyhisselâmın davet zamanı olan 3 senede, bir sûreti yazılmamıştı. Hristiyanlar, asıl İncili inkâr ediyorlar. Bunların İncil dedikleri 4 kitapta, hiçbir ibâdet mevcûd değildir. Yalnız Îsâ aleyhisselâmın yahudilerle olan münakaşaları yazılıdır. Halbuki din kitabı, ibâdetleri bildiren kitap demektir. Tevrat’a göre ibâdet ediyoruz derlerse, yevm-i sebte [Cumartesi gününe] ehemmiyet vermek, sünnet olmak, her sabah ve akşam ayakta duâ etmek, malum günlerde oruç tutmak, kadını boşamak haklarına mâlik olmak ve hınzır eti yememek gibi, Tevrat’ın mühim emirlerini niçin yapmıyorlar? Bunların terkedilmesi için, İncillerinde bir haber de yoktur. Halbuki Kurân-ı Kerîmde, her ibâdet, güzel ahlak, hukuk, ticaret, ziraat ve fen bilgilerine teşvik, uzun bildirilmiştir. Cismanî ve ruhanî her müşkilat halledilmiştir.
Şairler, edipler, kâfirler, 1400 seneden beri, çok çalıştıkları hâlde, Kur’ân-ı Kerîm’in bir âyetinin benzerini söyleyemediler. Kelimeleri Arabî olup her yerde kullanıldığı hâlde, bir âyetinin benzerinin söylenememesi, onun mucize olduğunu göstermektedir. Muhammed aleyhisselâmın diğer mucizeleri bitmiş, yalnız isimleri kalmış, Kur’ân-ı Kerîm ise, her zaman ve her yerde, güneş gibi parlamaktadır. Her derde ilaç ve derman olmaktadır. Allahü teâlâ, bütün kullarını mesut etmek için, onu Habîb-i ekremine ikram ve inzal buyurmuştur. Sonsuz lütuf ve merhameti ile tahrif ve tebdilden hıfz ve himaye eylemiştir. Diğer kütüb-i semaviyye için, böyle bir vaatte bulunmamıştır. [Allahü teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’i, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma, Cebrâil ismindeki melek ile parça parça, 23 senede gönderdi. Birinci halife Ebû Bekir “radıyallahü teâlâ anh” da, Allahü teâlânın gönderdiği bu âyetleri, bir araya cem ettirip, yazdırdı. Böylece, Mushaf denilen büyük bir kitap meydana geldi. 33.000 sahabi, bu Mushafın, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiğinin aynı olduğuna, söz birliği ile karar verdi. Rıyadu’n-nasıhin 375. sayfasında diyor ki “Kur’ân-ı Kerîm’de 6236 âyet vardır”. Bazı büyük âyetler, küçük âyetlere ayrılınca, âyet adedi çoğalmaktadır. Böylece, âyet adedi 6366 olan Mushaflar mevcuttur. Muhammed aleyhisselâm, Kur’ân-ı Kerîmin hepsini ashâbına izah etti, açıkladı. İslam âlimleri, Ashâb-ı kirâmdan işittiklerini yazdılar. Binlerce tefsir kitapları meydana geldi ve her memlekete yayıldı. Şimdi, dünyanın her yerindeki Kur’ân-ı Kerîmler, birbirlerinin aynıdır. Aralarında, bir harf, bir nokta bile fark yoktur.]
Bütün Peygamberlerin dinleri, kendi zamanlarının ihtiyaçlarına uygun olduğundan, birbirlerinden farklı idi. Fakat, hepsinde, îman edilecek şeyler aynı idi. Hepsi, Allahü teâlânın bir olduğunu, öldükten sonra, tekrar dirilmek olduğunu bildirdiler. Tesniyenin 4. faslının 39. âyetinde “Yerlerin ve göklerin sâhibi birdir, başka yoktur”, 6. faslında, “Ey İsrail dinle! Allah’ımız, Rabbimiz birdir” ve Sıfrü’l-müluk-i Salis’de, Süleyman aleyhisselâm Beytülmukaddes’i (Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı) inşa edince, “Ey İsrailin Allah’ı! Yerde ve göklerde, senin gibi Rab yoktur. Sen yerlere ve göklere sığmazsın. Nerede ki bu yaptığım eve” dediği yazılıdır. Sıfrü’l-müluk-il-evvel’de (Samoil 1) in 15. faslının 29. âyetinde, Samoil Peygamberin “İsrailin azizi, yani ilah ve mâbudu, yalan söylemez ve nedâmet etmez. Çünkü O, insan değildir” dediği yazılıdır. Eş’iya Peygambere ait olduğu söylenen kitabın 45. babında, “Benim Rab! Benden gayrı Allah yoktur. Nuru ve zulmeti yaratan, hayrı, şerri halk eden Ben’im” demektedir. Matta İncilinin 19. babında, “Bir kimse, ona dedi ki ey iyi muallim! Ne iyilik yapayım ki ebedî hayata nail olayım? Ona cevap olarak, bana niçin iyi diyorsun? Birden gayrı iyi yoktur. O Allahtır. Ebedî hayata kavuşmak istersen, Onun nasihatlarını yap!” dediği yazılıdır. Markos’un 12. babında, “Katiblerden biri, birinci emir nedir” dedi. Îsâ aleyhisselâm, ona cevap olarak, “Emirlerin birincisi, Rabbimiz birdir. Bütün kalbin ile bütün takatın ile Rabbini sev!” demektedir. Muhammed aleyhisselâm da, böyle buyurdu.
Muhammed aleyhisselâmı tekzib eden [inanmayan] kimse, bütün Peygamberlere inanmamış olur. Ekanim-i selase denilen Teslise [3 Tanrıya] inanmak, bütün Peygamberleri tekzib olmaktadır. Teslis akidesi, Îsâ aleyhisselâmın semaya urucundan çok zaman sonra zuhûr etti. Bundan önce, Nasara da, Tevhid akidesinde idiler ve Tevrat ahkâminı icra ediyorlardı. Putperestlerden çoğu ve Yunan filozofları nasrani olunca, eski îtikatlarından teslisi de nasraniliğe karıştırdılar. Nasara dinine, teslis akidesini ilk karıştıran, miladın 200 senesinde Sebliyuş isminde bir papaz olduğu ve bu sebeple, çok kan döküldüğü, Fransızca Kurretü’n-nüfus kitabında ve Arabî tercümesinde uzun yazılıdır. O zaman, birçok âlimler, tevhidi müdafea etti ve Îsâ aleyhisselâmın bir insan ve Peygamber olduğunu bildirdiler. 300 senelerinde, İskenderiye’de, Aryüs, tevhidi ilan ve teslisin fâsid ve batıl olduğunu neşretti. 325 senesinde, büyük Kostantin’in İznik’te topladığı papazlar meclisinde, tevhid red ve Aryüs tard [aforoz] edildi. Teslisin 3. tanrısı dedikleri, Ruh-ul-kudsün ne olduğunu kendileri de bilmiyorlar. Îsâ aleyhisselâm, annesi Meryem-i Azra’nın batnında, Ruh-ul-kudsten meydana geldi diyorlar. İslamiyette Ruh-ul-kudsün, Cebrâil isminde melek olduğu bildirildi.
Şemseddin Sami Bey [m. 1898] tarihli Kamusü’l-alam kitabında diyor ki: İslam dininin peygamberi, Muhammed aleyhisselâmdır. Babası Abdullah, dedesi Abdülmuttalib bin Haşim bin Abd-i Menaf bin Kusay bin Kilab’dır. Tarihçilere göre, miladın 571. senesinde, Nisan ayının 20’sine rastlıyan, Rebiul-evvel ayının 12. pazartesi gecesi, sabaha karşı, Mekke şehrinde dünyaya gelmiştir. Annesi, Veheb’in kızı Âmine, Âmine’nin babası da, Abd-i Menaf bin Zühre bin Kilab’dır. Kilab, Peygamberimizin babası olan Abdullah’ın büyük dedesidir. Abdullah, ticaret için Şam’a gidip, avdetinde Medine civarında Darü’n-nabiga’da vefât etti. 25 yaşında idi. Oğlunu göremedi. 5 sene, süt annesi Halime’nin kabilesinde kaldı. Bu Beni Sad kabilesi, Arabistanın en fasih, en güzel konuşan kabilesi idi. Bunun için, Muhammed aleyhisselâm pek fasih konuşurdu. 6 yaşında iken, Âmine, oğlunu Medine’deki dayılarına götürüp, orada vefât etti. Dadısı, Ümm-i Eymen kendisini Mekke’ye getirip, Abdülmuttalib’e teslim etti. 8 yaşında iken Abdülmuttalib de vefât ederek, amcası Ebû Talib’in evinde kaldı. 12 yaşında iken, Ebû Talib ile ticaret için Şam’a gitti. 17 yaşında iken, amcası Zübeyr Yemene götürdü. 25 yaşında iken, Hadice “radıyallâhu anha”nın kervanı ile ticaret için, Şam’a gitti. Aklı, edebi, güzel ahlakı ve çalışkanlığı ile meşhur oldu. 2 ay sonra, Hadice ile izdivac etti. 40 yaşında iken, Cebrâil isminde melek gelerek, peygamber olduğu bildirildi. En evvel Hadice, sonra Ebû Bekir ve çocuk olan Ali ve Zeyd bin Harise îman etti. 43 yaşında iken, herkesi dine davet etmesi emrolundu. Müşrikler, eza, cefa ettiler. 53 yaşında iken, Allahü teâlânın izini ile Medine-i münevvereye hicret etti. Miladın 622. senesi Eylül ayının 20. ve Rebiul-evvelin 8. pazartesi günü, Medine’nin Kuba köyüne geldi. Hazret-i Ömer halife iken, bu senenin Muharrem ayının birinci günü, Hicri kameri sene başı kabul edildi. Temmuz ayının 16. cuma günü idi. Eylülün 20. günü de, Hicri şemsi sene başı oldu. 623. miladi sene başı, hicri şemsi ve kameri senelerin birincisinde oldu. Kâfirlere karşı gaza ve cihat yapılması emredilince, hicretin 2. senesinde Bedr gazası oldu. 950 kâfirden 50 kişi katl ve 44’ü esir edildi. 3. senede Uhud gazası oldu. Kâfirler 3.000, müslümanlar 700 kişi idi. 75 sahabi şehit oldu. Bu senede, kadınların örtünmelerini emreden âyetler nazil oldu. 4. senede Hendek gazası, 5. senede Beni Mustalak gazası oldu. 6. senede Hayber gazası ve Hudeybiye’de Biatü’r-rıdvân anlaşması oldu. 7. senede Bizans hükümdarı Kaysere ve İran şahı Kisra’ya İslama davet mektupları gönderildi. 8. senede Herakliyüs’ün Rum ordusu ile Mute gazvesi oldu ve Mekke fethedildi ve Huneyn gazası oldu. 9. senede, Tebük gazasına gidildi. 10. senede Vedâ haccı yapıldı. 11. senesinde,13 gün humma hastalığı olup Rebiul-evvelin 12. pazartesi günü, mescidine bitişik odasında, 63 yaşında vefât etti.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” dâima güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Mübarek yüzünde nur parlardı. Görenler, âşık olurdu. Hilmi, sabrı, güzel ahlakı, binlerce kitapta yazılıdır. Hadice’den “radıyallâhu anha” 2 erkek, 4 kız evladı oldu. Mısırlı Mariye’den de bir oğlu oldu. Fâtıma’dan maadası kendisi hayatta iken vefât ettiler. (Kamus-ul-alam) ın yazısı burada tamam oldu.
İmâm-ı Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet kitabında diyor ki “Allahü teâlâ, kullarına, peygamberler gönderdi. Bu büyük insanlar vasıtası ile kullarına, saadete ve felakete sebep olan şeyleri bildirdi. Peygamberlerin en yükseği, en üstünü ve sonuncusu, Muhammed aleyhisselâmdır. Bütün insanlara, her millete peygamberdir. Dünyanın her yerinde, herkesin O yüce Peygambere inanması ve Ona tâbi olması lâzımdır”.
KAYNAK: İngiliz Casusunun İtirafları
Tavsiye Yazı –> İngilizlerin İslam Düşmanlığı