MALUMAT-İ NAFİA (FAİDELİ BİLGİLER)
Malumât-ı Nâfia kitabının müellifi Ahmed Cevdet Paşa, ahkâm-ı Kuraniyeyi, kanun şekline sokarak Mecelle ismindeki çok kıymetli kitabı hazırlamakla, İslama büyük hizmet eden ve en doğru, 12 cilt Osmanlı tarihini yazmış olan, meşhur Kısas-ı Enbiya kitabının sahibi Ahmed Cevdet Paşa, 1823 senesinde Lofca’da tevellüd etmiş, 1894’de vefat etmiştir. Fatih Camii bahçesindedir.
Cevdet Paşa diyor ki bu âlem, yani her şey yok idi. Allahü teâlâ, bunları yoktan var etti. Bu âlemin, kıyamete kadar insanlarla mamur olmasını istedi. Âdem aleyhisselâmı topraktan yaratıp, Onun çocukları ile âlemi süsledi. İnsanlara dünyada ve ahirette rahat yaşamak, saadete kavuşmak için lazım olan şeyleri bildirmek için, içlerinden bazılarını Peygamber yaparak şereflendirdi. Bunlara yüksek mertebe vererek, başka insanlardan ayırttı. Bu Peygamberlere “aleyhimüsselâm”, Cebrâil aleyhisselâm ismindeki bir melek ile emirlerini ve yasaklarını bildirdi. Bunlar da, bu emirleri, Cebrâil aleyhisselâmın getirdiği gibi ümmetlerine bildirdi. Peygamberlerin birincisi, Âdem aleyhisselâm, son geleni, Muhammed Mustafa “aleyhissalatü vesselâm” efendimizdir. Bu ikisinin arasında, çok Peygamber gelip geçmiştir. Bunların adedini, ancak Allahü teâlâ bilir. İsimleri malum olan 27’si şunlardır:
Adem, Şis [Şit], İdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Eyüp, Lut, Şuayb, Musa, Yuşa, Harun, Davud, Süleyman,Yunus, İlyas, Elyesa, Zülkifl, Zekeriya, Yahya, İsa ve MuhammedMustafa “aleyhimüssâlatü vesselâm”dır. Bunlardan Şit ve Yuşadan başka, 25’i Kur’ân-ı Kerîmde bildirilmiştir. Kur’ân-ı Kerîmde, Uzeyr ve Lokman ve Zülkarneyn de yazılıdır. Fakat, alimlerimiz arasında, bu 3’ü için ve Tübba ile Hızır için, Peygamber diyen olduğu gibi, Velî diyen de vardır.
Muhammed aleyhisselâm Habîbullahtır. İbrahim aleyhisselâm Halilullahtır. Musa aleyhisselâm Kelimullahtır. İsa aleyhisselâm Ruhullahtır. Adem aleyhisselâm Safiyullahtır. Nuh aleyhisselâm Neciyullahtır. Bu altısı, diğer Peygamberlerden daha üstündür. Bunlara Ulül’azm denir. Hepsinin üstünü, Muhammed aleyhisselâmdır.
Allahü teâlâ, yeryüzüne, 100 sayfa ve 4 büyük kitap indirmiştir. Bunların hepsini, Cebrâil aleyhisselâm getirmiştir. 10 sayfa, Âdem aleyhisselâma; 50 sayfa, Şit aleyhisselâma; 30 sayfa, İdris aleyhisselâma; 10 sayfa, İbrahim aleyhisselâma gönderildiği hadis-i şerifte bildirilmiştir. [Sayfa, küçük kitap, risale demektir. Bizim bildiğimiz bir yaprak kağıtın bir yüzü demek değildir.] 4 kitaptan, Tevrat-ı şerif, Musa aleyhisselâma; Zebur-i şerif, Davud aleyhisselâma; İncil-i şerif, İsa aleyhisselâma; Kur’ân-ı Kerîm, ahir zaman Peygamberi, [yani son Peygamber] Muhammed aleyhisselâma inmiştir.
Nuh aleyhisselâm zamanında tufan olup bütün dünyayı su kapladı. Yeryüzünde bulunan insanların ve hayvanların hepsi boğuldu. Fakat, Nuh aleyhisselâm ile gemide bulunan müminler kurtuldu. Nuh aleyhisselâm gemiye binerken, her hayvandan birer çift almış olduğundan, hayvanlar da, bunlardan üredi.
Nuh aleyhisselâmın gemide 3 oğlu vardı: Sam, Yafes ve Ham. Şimdi yer yüzünde bulunan insanlar, bu 3’ünün soyundandır. Bunun için, Nuh aleyhisselâma 2. baba denir.
İsmail ve İshak “aleyhimesselam”, İbrahim aleyhisselâmın oğullarıdır. İshak aleyhisselâmın oğlu, Yakupdur. Yakup aleyhisselâmın oğlu, Yusuf aleyhisselâmdır. Yakup aleyhisselâma İsrail denir. Bunun için çocuklarına ve torunlarına (Beni İsrail), yani İsrail oğulları denmiştir. Beni İsrail çoğalarak, içlerinden çok Peygamber gelmiştir. Hatta Musa, Harun, Davud, Süleyman, Zekeriya, Yahya ve İsa “aleyhimüsselâm” ve İsa aleyhisselâmın annesi hazret-i Meryem onlardandır. Süleyman aleyhisselâm, Davud aleyhisselâmın oğludur. Yahya aleyhisselâm da, Zekeriya aleyhisselâmın oğludur. Hazret-i Meryem, İmranın ve Zekeriya aleyhisselâmın baldızının kızıdır. Harun aleyhisselâm, Musa aleyhisselâmın kardeşidir. Yuşa aleyhisselâm da, Musa aleyhisselâmın hemşiresinin oğludur. İsmail aleyhisselâmın soyu, Arap olup arabdan, Muhammed aleyhisselâm meydana gelmiştir.
Hud aleyhisselâm, Ad kavmine; Salih aleyhisselâm, Semud kavmine gönderildiği gibi, Musa aleyhisselâm Beni İsraile gönderilmiştir. Yuşa, Harun, Davud, Süleyman, Zekeriya ve Yahya “aleyhimüsselâm” da, yine Beni İsraile gönderlimiştir. Fakat, bunların ayrı dinleri olmayıp, Beni İsraili, Musa aleyhisselâmın dinine davet etmişlerdi. Davud aleyhisselâma Zebur kitabı indi ise de, Zeburda şeriat [yani ahkâm, emir, ibadet] yoktu. Vaaz ve nasihatlarla dolu idi. Bunun için, Tevratı nesh etmedi. Yani, yürürlükten kaldırmadı. Hatta, onu kuvvetlendirdi. Bunun için, Musa aleyhisselâmın dini, İsa aleyhisselâm zamanına kadar devam etti. İsa aleyhisselâm gelince, bunun dini, Musa aleyhisselâmın dinini nesh etti. Yani Tevratın hükmü kalmadı ve bundan sonra, Musa aleyhisselâmın dinine uymak caiz olmayıp, ta Muhammed aleyhisselâmın dini gelinceye kadar, İsa aleyhisselâmın dinine uymak lazım oldu. Fakat, Beni İsrailin çoğu, İsa aleyhisselâma iman etmeyip, Tevrata uymak için inat etti. İşte Yahudilik [Musevilik] ile Nasaralık [İsevilik] böylece ayrıldı. İsa aleyhisselâma iman edenlere Nasara denildi. Bugün, hristiyan deniliyor. İsa aleyhisselâma iman etmeyip de, küfürde, dalalette kalanlara Yahudi denildi. Yahudiler, hala Musa aleyhisselâmın dinine uyup, Tevrat ve Zebur okuyoruz diyor. Nasara da, İsa aleyhisselâmın dinine uyup, İncil okuyoruz diyor. Halbuki 2 cihanın seyyidi, insanların ve cinnin hepsinin Peygamberi Muhammed “aleyhissalatü vesselâm” efendimiz, bütün alemlere Peygamber olarak gönderildi ve dini ki din-i İslamdır, bütün dinleri nesh etti. Bu dinin hükmü kıyamete kadar süreceğinden, dünyanın hiçbir yerinde, Onun dininden başka bir dinde bulunmak caiz olmadı. Ondan sonra, hiç Peygamber gelmiyecektir. Biz çok şükür, Onun ümmetiyiz. Dinimiz, din-i İslamdır.
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm, miladın 571. senesi, Nisan ayının 20’sine rastlıyan, Rebiul-evvel ayının 12. pazartesi sabahı, Mekke şehrinde tevellüd etti. Hicretin 11. ve miladın 632. senesinde Medine’de vefat etti. 40 yaşında iken, Cebrâil ismindeki melek gelerek, Peygamber olduğunu kendisine bildirdi. Miladın 622 senesinde Mekke’den Medine şehrine hicret etti. Eylül ayının 20. pazartesi günü, Medine’nin Kuba köyüne geldi. Bugün, müslümanların Şemsi senebaşı oldu. Acemlerin şemsi senelerinin başlangıcı, bundan 6 ay evveldir. Yani, ateşe tapan mecusilerin bayramı olan martın 20. Nevruz günüdür. O senenin Muharrem ayının 1. günü de, Kameri sene başı oldu.
Peygamberlerin hepsine inanırız. Hepsi Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş Peygamberlerdir. Fakat, Kur’ân-ı Kerîm nazil olunca, başka dinler nesh edildi. Onun için, şimdi hiçbirine uymak caiz değildir. Nasara da, geçmiş Peygamberlerin hepsine inanıyor. Fakat, Muhammed aleyhisselâmın, bütün insanların Peygamberi olduğuna inanmadıkları için kâfir oluyor, doğru yoldan çıkıyor. Yahudiler ise, İsa aleyhisselâma da inanmadıkları için, din-i İslamdan, daha uzaktır.
Yahudilerle Nasara, ellerindeki bozuk kitaplarının gökten böyle gelmiş olduğuna inandıkları için, bunlara Ehl-i kitap [kitaplı kâfir] denir. Nikah ile bunların kızlarını almak ve [Allahü teâlânın ismini söyleyerek] kestiklerini yemek caizdir. [Fakat, mekruhtur. Müslüman kızlarının, bunların erkekleri ile evlenmesi caiz değildir. Bir kız, bunlarla veya bir mürted ile evlenmeye niyet edince, Muhammed aleyhisselâmın dinine ehemmiyet vermemiş olur. İslamiyete kıymet vermeyen bir müslüman, dinden çıkar mürted olur ve 2 kâfir birbiri ile evlenmiş olur.]
Hiçbir Peygambere inanmayan, inansa da, Peygamberde veya bazı mahluklarda Ulûhiyet sıfatı bulunduğuna inanarak, bunlara tapınanlara ve mürtedlere Müşrik yani kitapsız kâfir denir. Mülhidlerin de, kitapsız kâfir olduğu bildirildi. Bunların kızlarını almak ve kestiklerini yemek, caiz değildir.
İsa aleyhisselâm, kendinden sonra dinini yaymak için, Ashâbı arasından 12 kişi seçti. Bunlara Havari [Apostel, le Apôtre, apostle] denir. Bunlar:
Şem’un [Petrus], Yuhanna [Johannes], büyük Yakup, Petrusun kardeşi olan Andreas, Filip [Philippus], Toma [Thomas], Bartolomi [Bartolomaus], Metiya [Matthaus], küçük Yakup, Barnabas, Yehuda [Jüdas] ve Tadyus [Yakobi]dur. Bazı kitaplarda Barnabas yerine Simon yazılıdır. Yehuda [Judas] mürted oldu. Yerine Matyes [Matthias] seçildi. Havarilerin reisleri Petrus idi. Bu 12 mümin, İsa “aleyhisselâm” 33 yaşında göğe çıkarıldıktan sonra, onun dinini etrafa yaydılar. Fakat, Allahü teâlânın gönderdiği dinin doğru olarak yayılması, 80 sene sürebildi. Sonra, yahudi dönmesi olan Bolüsün devrimleri, ilkeleri her tarafa yayıldı. Bolüs, İsa aleyhisselâma iman etmiş göründü. Kendini din alimi tanıtıp, (İsa, Allahın oğludur. Bunun için, kendisinde ulûhiyet sıfatları vardır) dedi. Başka şeyler de uydurup söyledi. Şarabı ve domuzu helal etti. Kıblelerini, Kabeden şarka, güneşin doğduğu tarafa döndürdü. Allahü teâlânın Zâtı birdir, sıfatları 3 türlüdür dedi. Bu sıfatlara Uknum denildi. Münafık yahudinin bu ilkeleri, ilk yazılan İncil denilen 4 kitaba, bilhassa Luka’nın kitabına karışarak, Nasara, fırka fırka ayrıldı. İsa aleyhisselâmda ülûhiyet sıfatı bulunduğuna inananlar, müşrik oldu. Birbirine uymaz 72 mezhep ve kitaplar meydana çıktı. Şimdi 3 büyük mezhepleri kalmıştır. Çoğu müşriktir.
[İspanyanın Balear adalarındaki Miyorka (Majorque) adasında papaz iken, Tunus’ta müslüman olup Abdullah ibni Abdullah-it-tercüman ismini alan bir zât, Tuhfet-ül-erib firredd-i alâ ehlis-salib ismindeki Arabî kitabını, 1420 senesinde yazmış, 1872’da Londra’da ve 1981’de İstanbul’da, Arabî olarak, El-münkız-ı mineddalal kitabının sonunda basılmış, Türkçeye de tercüme edilmiştir. Bu kitabında buyuruyor ki:
(Adı geçen 4 kitabı yazanlar: Meta [St. Mathieu] ve Luka [St. Luc] ve Marko [St. Marc] ve Yuhanna [St. Jean]dır. İncili ilk değiştiren, Nasarayı müşrik yapan bunlardır. Filistinli olan Meta, İsa aleyhisselâmı yalnız göğe çıkarıldığı sene görmüş ve bundan 8 sene sonra, birinci İncili yazmıştır. Burada, İsa aleyhisselâmın, Filistin’de veladetinde görülen şaşılacak şeyleri ve yahudi padişah Herod’un, onu, çocuk iken öldürmek isteyince, annesi hazret-i Meryem’in, oğlunu alıp, Mısra götürdüğünü yazmaktadır. Hazret-i Meryem, oğlu göğe çıktıktan 6 sene sonra vefat etti. Kudüs’te medfundur. Antakyalı olan Luka, İsa aleyhisselâmı görmemiş, İsa aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra, münafık olan Bolüs tarafından İsevi dinine alınmış, Bolüs’ün [Pavlos’un] zehirli fikirleri ile aşılanarak, Allahü teâlânın kitabını büsbütün değiştiren bir İncil yazmıştır. Marko da, İsa “aleyhisselâm” göğe çıkarıldıktan sonra, İsevi olmuş, İncil ismi ile Petrus’tan işittiklerini Roma’da yazmıştır. Yuhanna, İsa aleyhisselâmın teyzesi oğlu olup İsa aleyhisselâmı birkaç kere görmüştür. Bu 4 kitapta, birbirine uymayan yazılar çoktur.) 1892 senesinde vefat eden, Harputlu İshak efendinin yazdığı Diyaü’l-kulub ve Şemsü’l-hakika adındaki 2 kitabında ve Hayderizade İbrahim Fasih efendinin Arabî Essırat-ül-müstekim kitabında ve Necef Ali Tebrizi’nin hicri 1288 de İstanbul’da basılmış olan fârisî Mîzanü’l-mevazin kitabında ve 1959’da Beyrut’ta basılmış olan, İmam-ı Gazali’nin Arabî Erreddül-Cemil kitabında, bugünkü İncil denilen kitapların bozuk oldukları, bunlara inananların çoğunun müşrik olduğu ispat edilmektedir. Bu 3 kitap, 1986 senesinde İstanbul’da ofset yolu ile tekrar bastırılmıştır.
İsa aleyhisselâmdan gördüklerini ve işittiklerini doğru olarak yazan Barnabas’ın İncili bulunmuş ve 1973’de İngilizce olarak Pakistan’da basılmıştır. Kamusu’l-alam’da diyor ki: (Barnabe, Havarilerin eskilerindendir. Markos’un amcası oğludur. Kıbrıslıdır. Bolüs [Pavlos] ortaya çıktıktan sonra, buna yanaştı. Beraber Anadolu’yu ve Yunanistan’ı dolaştılar. Miladın 63. senesinde Kıbrıs’ta şehit edildi. Bir İncil ve diğer bazı şeyler yazmıştır. Haziranın 11. günü yortusu yapılmaktadır.)
Hristiyanların din adamlarına Prétre, yani papaz ve keşiş denir. Ortodoksların en büyüğüne Patrik denir. Orta derecelerdeki papazlara Pasteur denir. İncil okuyucularına Kıssis, Kıssisin üst derecesine Üskuf denir. Bunlar, müftüleridir. Üskufların yüksek derecesindekilere Evéque veya Piskopos, daha yükseklerine Arşövek veya Metropolit veya Matran denir. Bunlar kadıları, yani hakimleridir. Kilisede namaz kıldıranlara Casilik, aşağı derecedekilere Curé veya Şemmas ve Diyakoz, kilise hizmetçilerine Ermite veya Şemamise denir. Bunlar, müezzinlik de yaparlar. Yalnız ibadetle meşgul olanlara Rahib denir. Katoliklerin baş papazları Papa, yani atalar atasıdır. Papa Romadadır. Bunun müşavirlerine (Kardinal) denir.
Bütün bu din adamları, Allahü teâlânın bir olduğunu unuttu. Trinite denilen Teslise başlayıp, İsa Allahın oğludur diyerek müşrik oldular. Bir zaman sonra, Roma imparatorlarından II. Klavdius [miladi 215-271] zamanında, Antakya patriki Yunus Şemmas, Allahü teâlânın bir olduğunu ilan etti. Çok kimseleri doğru yola getirdi. Ehl-i kitap oldular. Fakat sonra gelen papazlar, yine üç şeye tapınmaya başladı. Büyük Konstantin [274-337] İseviliğe, putperestliği de karıştırdı. Miladın 325. senesinde İznik’teki ruhani meclisinde, 318 papazı toplayarak, şirk ile karıştırılmış yeni bir hristiyanlık dini meydana getirdi. Bu mecliste bulunan Aryus ismindeki üskuf, Allahın bir olduğunu, İsa aleyhisselâmın, Onun kulu olduğunu söyledi ise de, meclis reisi, İskenderiye patriki Aleksandrus, Aryus’u kiliseden koğdu. Büyük Kostantin, Aryus’un kâfir olduğunu ilan etti ve Milel ve Nihal kitabında ve Rum tarihçilerinden Circis İbnül’amidin [601-671 (1205-1273)] kitabında yazılı olan Melekaiye mezhebinin esaslarını kurdurdu. 381 de İstanbul’da 2. meclis kurularak, Ruhul-kuds ismi verilen İsa aleyhisselâm mahluktur diyen Maktonyus tel’in edildi. Miladın 395. yılında, Roma devleti 2’ye ayrıldı. 421’de Kostantiniye [İstanbul] patriki Nestorius’un kitabını tetkik için, İstanbul’da, 3. toplantı yapıldı. Nestorius (İsa “aleyhisselâm” insandır. Ona tapılmaz. 2 uknum vardır. Allah birdir. Bunun, vücut, hayat, ilim sıfatlarından, hayat sıfatı, Ruhul-kudstür. İlim uknumu [kelime], İsa’ya hulul etmiş, ilah olmuştur. Meryem, ilah anası değil, insan anasıdır. İsa, Allahın oğludur) diyordu. Bu fikirleri kabul edildi. Nestorius mezhebi, şark memleketlerinde yayıldı. Bu mezhepte olanlara Nesturi denir. 431 de Efesus (Efes) de 4. meclis kurulup, Dioskorüs’ün fikirleri kabul edildi. Nestorius tekfir edildi. Nestorius 439 senesinde Mısırda öldü. Bundan 20 sene sonra Kadıköy’de, 451’de 5. mecliste, 734 papaz toplanıp, İskenderiye patriki Dioskorus’un yazıları reddedildi. Dioskorus’un fikirlerine Monofisiye denir ki İsa “aleyhisselâm” bir ilahtır diyorlar. Buna Yakupiye mezhebi de denir. Çünkü, Dioskorus’un asıl adı Yakup’dur. O tarihte, şarki Roma (Bizans) imparatoru olan Merkyanus, red kararını her tarafa bildirdi. Dioskorus kaçıp, Kudüs ve Mısır’da mezhebini yaydı. Bunların da çoğu müşriktir. İsa aleyhisselâma tapınır. Şimdi Irak’ta ve Suriye’de, Lübnan’da bulunan Süryaniler ve Maroniler, Yakubiyye mezhebindedirler.
Kadıköy meclisinde kabul edilip, kral Merkyanus’un tasdik ettiği fırkaya Melekaiye denir. I. İznik meclisinde kabul edilen mezhep de Melekaiyeye yakındır. Reisleri, Antakya patrikidir. İlim sıfatına Kelime, hayat sıfatına Ruhul-kuds derler. Bu sıfatlar, insan ile birleşince Uknum derler. İlah 3’tür. Biri, vücut uknumu olup babadır. İsa onun oğludur. Meryem de ilahtır dediler. İsa aleyhisselâma Jesus christus diyorlar.
Hristiyanların 72 fırkası, Hindli Rahmetullah efendinin Arabî İzhar-ül-hak kitabında ve Harputlu İshak efendinin Türkçe Dıya-ül-kulub kitabında uzun yazılıdır. Bu kitap, 1987 senesinde Cevab Veremedi ismi altında İstanbul’da basılmış, İngilizce tercümesi 1990’da “Could not Answer” ismiyle neşredilmiştir. İzharü’l-hak kitabı 1864 senesinde Arabî olarak İstanbul’da bastırılmıştır. Rahmetullah efendi bu kitabında hicri 1270 senesinde, Hindistan’da ve sonra İstanbul’da hristiyan papazları ile yaptığı münazaraları ve onları nasıl mağlub ettiğini uzun yazmaktadır. Fârisî Seyfü’l-ebrar kitabının İstanbul baskısına, bu münazaralar hakkında bilgi eklenmiştir. İzharü’l-hak kitabı 2 kısımdır. Mearif nezareti mektupcusu Nüzhet efendi, kitabın 1. kısmını türkçeye çevirmiş, İzahu’l-hak ismi ile İstanbul’da basılmıştır. 2. kısmını, hicri 1292’de Seyyid Ömer Fehmi bin Hasan türkçeye tercüme etmiş, İbrazü’l-hak ismi ile 1293 [m. 1876] senesinde Bosna’da basılmıştır.
Bütün bu mezhepler, 1054 senesine kadar Roma’daki papaya bağlı idiler. Çoğu müşrik oldu. Hepsine katolik denir. 1054’de, İstanbul patriki Mihael Kirolarius, papadan ayrılıp, şark kiliselerini kendi idare etti. Bu kiliselere Ortodoks denildi. Bunlar Yakupiye mezhebindedirler.
Luther ismindeki Alman papazı da, 1517 senesinde, Roma’daki papaya isyan edip, kiliselerin bir kısmı buna uydu. Bunlara, Protestan kiliseleri denildi.]
Görülüyor ki hristiyanların çoğu müşriktir ve yahudilerden daha aşağıdır. Ahirette azapları daha çoktur. Çünkü bunlar, hem Muhammed aleyhisselâma inanmıyor, hem de, uluhiyette taşkınlık ediyor, teslise inanıyorlar. İsa aleyhisselâma ve anası hazret-i Meryeme tanrı diyerek tapınanlar, müşriktir. Leş de yiyorlar. Yahudiler ise, yalnız 2 Peygambere inanmıyor. Allahü teâlâyı bir biliyor ve leş yemiyor. Bununla beraber, yahudilerin İslama düşmanlığı daha çoktur. Yahudilerden birkaçı, (Uzeyr Allahın oğludur) diyerek hristiyanlar gibi müşrik oluyor ise de, çoğu müşrik değildir. Ortodoks, katolik ve protestanların her biri başka başka İnciller okuyup, İsa aleyhisselâma bağlı olduklarını söyler. Halbuki itikatta ve amelde, birbirlerine uymayan çok şeyleri vardır. Hepsine nasara ve hristiyan deniyor. İsa, Peygamberdir diyenlere, Ehl-i kitap denir. Şimdi, Ehl-i kitap olan hristiyan yoktur. Muhammed aleyhisselâma inanmadıkları için, hepsi kâfirdir. Yahudiler de, kendilerine musevi diyor. [1997 senesinde Fransa’da yayınlanan 2 ciltlik Dinler ansiklopedisinde diyor ki: 1995 senesinde yeryüzünde 4 milyar 550 milyon nüfus vardı. Bunun 1 milyar 60 milyonu müslüman, 1 milyar 870 milyonu hristiyan [bunun 1 milyar 42 milyonu katolik, 505 milyonu protestan, 174 milyonu ortodoks], 14 milyonu yahudi, 1 milyar 606 milyonu hiçbir peygambere inanmayan kâfirler, yani müşriklerdir.]
Peygamber efendimiz hicretin, 11. senesinde, ahireti teşrif buyurduktan sonra, Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallâhu anh” halife oldu. Hicretin 13. senesinde, 63 yaşında vefat etti. Bundan sonra Ömer-ül-Fâruk “radıyallâhu anh” halife oldu. 23. senede, 63 yaşında şehit edildi. Bundan sonra, Osman Zinnureyn “radıyallahü teâlâ anh” halife oldu. 35 senesinde, 82 yaşında şehit edildi. Sonra Ali “radıyallâhu anh” halife oldu. Hicretin 40. senesinde 63 yaşında şehit edildi. Bu 4 halifeye, Hulefa-i raşidin denir. Zaman-ı saadette, Ahkâm-ı İslâmiyye tamam icra edilip, her taraf, hak, adalet ve hürriyet ile nurlandığı gibi, bunların zamanında da öyle idi. Ahkâm-ı İslâmiyye kusursuz olarak yapılıyordu. Bu 4 halife, Ashâb-ı kiramın hepsinden üstündür. Kendi aralarındaki üstünlükleri, hilafetleri sırasına göredir.
Ebû Bekr “radıyallâhu anh” zamanında, müslümanlar, Arabistan yarımadasından dışarı çıktı. Resûl-i ekrem efendimiz ahireti teşrif buyurunca, yarımadada karışıklıklar çıktı. Ebû Bekr “radıyallâhu anh” yarımadada hâsıl olan bu karışıklıkları düzeltti. Mürtedlerin terbiyesi ile uğraştı. Vakit-i saadette olduğu gibi, birlik temin etti. Ömer “radıyallâhu anh” halife olunca, bir hutbe okuyup:
(Ey Resûlün Ashâbı! Arabistan, ancak sizin atlarınıza arpa yetiştirebilir. Halbuki Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmın ümmetine, yeryüzünün her tarafında, yer, memleket vereceğini, Habîbine vaat etmiştir. Hani, bu vaat edilen memleketleri zabt ederek, dünyada ganimete, ahirette gaza ve şehitlik rütbesine nail olmak isteyen erler nerede? Din uğruna can ve baş feda ederek, vatanlarını bırakıp, Allahü teâlânın kullarını zâlimlerin pençelerinden kurtaracak gaziler nerede?) diyerek Ashâb-ı kiramı cihata ve gazaya teşvik buyurdu. İşte İslam memleketlerinin, 3 kıta boyunca, hızla genişlemesine, milyonlarca insanın küfürden kurtulmalarına sebep, hazret-i Ömer’in bu nutkudur. Bu nutk üzerine, Ashâb-ı kirâm ölünceye kadar cihat ve gaza etmeye aht ve ittifak etti. Halifenin gösterdiği şekilde ordular kurulup, Ehl-i İslam, yerlerini, yurdlarını terk ile Arabistan’dan çıkıp, her tarafa yayıldı. Gidenlerin çoğu, geri dönmeyip, gittikleri yerlerde, ölünciye kadar cihat etti. Böylece, az vakitte çok memleket alındı. O vakit, 2 büyük devlet vardı. Biri Rum İmparatorluğu, diğeri İran devleti idi. Ehl-i İslam, ikisine de galip geldi. Hele Acem devleti, büsbütün ortadan kalktı. Memleketlerinin hepsi, müslümanların eline geçti. Ahalisi müslüman olmakla şereflendi. Dünyada rahata, ahirette ebedî saadete kavuştular. Osman ve Ali “radıyallâhu anhüma” zamanlarında da böyle gaza ile uğraşıldı. Fakat, Osman “radıyallâhu anh” zamanında, halifeye karşı gelenler türedi ve şehit ettiler. Ali “radıyallâhu anh“ zamanında, harici kavgaları baş gösterdi. Ehl-i İslam arasında ayrılık başladı. Feth ve zaferin en büyük sebebi ise, ittifak ve birlik olduğundan, bunların zamanında, Ömer “radıyallâhu anh” zamanı kadar, memleket alınamadı.
Hulefa-i raşidin zamanı, 30 sene idi. Bu 30 sene, Peygamberimiz zamanı gibi güzel geçti. Bu 4 halifeden sonra, Ehl-i İslam arasında, bidatler ve yanlış yollar meydana çıkarak, nice kimseler doğru yoldan ayrıldı. Yalnız, Ashâb-ı kirâm gibi iman edenler ve ahkâm-ı İslamiyeye onlar gibi tabi olanlar kurtuldu ki bunların yoluna Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkası denir. Ehl-i sünnet alimi demek, 4 mezhepten birinin alimi demektir. Doğru yol, yalnız budur. Peygamber efendimizin ve Ashâb-ı kiramın gittiği doğru yol, Ehl-i sünnet âlimlerinin gösterdiği yoldur. Zamanla, yanlış fırkalar, yollar unutuldu. Şimdi, İslam memleketlerinin çoğu, bu doğru fırkadadır. Bu Ehl-i sünnet vel-cemaate uymayan, yalnız yahudi olan Abdullah bin Sebe’nin kurduğu, şiî fırkası kalmıştır. Şiîler, (Hilafet, Ali’nin “radıyallâhu anh” hakkı iken, Ebû Bekir ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma”, zor ile onun hakkını aldı) diyorlar. Ashâb-ı kiramın çoğunu kötülüyorlar.
[Bugün, müslüman denilen ve ümmet-i Muhammediye olarak tanınanlar, ehl-i sünnet ile şiî ve vehhâbîlerden ibaret gibidir. İngilizlerin Hindistan’da kurdukları Kadıyani denilen zındıklar ile Behailerin müslümanlığa bağlılıkları yoktur. Bunlar Ehl-i Sünnetten ayrılmışlardır.]
Ehl-i sünnet fırkası, iş ve ibadet bakımından 4 Mezhebe ayrılmıştır: 1.si, (Hanefi mezhebi) olup İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe Numan bin Sâbit mezhebidir. Hanif, doğru inanan, İslamiyete sarılan kimse demektir. Ebû Hanîfe, hakiki müslümanların babası demektir. İmam-ı Âzamın, Hanife adında bir kızı yoktu. Ehl-i sünnetin 4 mezhebinden 2.si, Mâlikî mezhebi olup imam-ı Mâlik bin Enes mezhebidir. 3.sü, Şâfiî mezhebi olup imam-ı Muhammed bin İdris Şâfiî mezhebidir. İmamın dedesinin dedesi olan (Şafi) hazretleri, Ashâb-ı kiramdan olduğu için, kendisine ve mezhebine Şâfiî denildi. 4.sü Hanbeli mezhebi olup Ahmed ibni Hanbel mezhebidir. Ehl-i sünnet yolunu öğrenmek isteyen, 4 mezhepten birinin kitaplarını okumalıdır.
Bu 4 mezhep, itikatca, birbirinden ayrı değildir. Hepsi Ehl-i sünnet fırkasında olup imanları, inanışları, dinlerinin temeli birdir. İslam milletinde bu 4 imam; büyük, herkesce kabul edilmiş, inanılır müctehidlerdir. Yalnız ahkâm-ı İslamiyyede, yani iş bakımından, bazı ufak şeylerde ayrılmışlardır. Şöyle ki:
Allahü teâlâ ve Peygamberi, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin nasıl yapılacağı, Kur’ân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. [Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmayanlar günaha girer, farza ve sünnete kıymet vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hâli güç olurdu.] Böyle işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek lazım olur. Din âlimleri arasında, işlerin nasıl yapılabileceğini, böyle benzeterek anlayabilenlere, Müctehid denir. Müctehidin, bir işin nasıl yapilacağını anlamak için, son gayreti ile uğraşarak görüşüne, doğruya en yakın zannına göre amel etmesi, kendine ve ona uyanlara vâcip olur. Yani, âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, böyle yapmayı emretmektedir. Müctehid, bir işin nasıl yapılacağını anlamaya çalışırken yanılırsa, günah olmaz. Sevap olur. Uğraşmasının sevâbını kazanır. Çünkü, insana gücü, kuvveti yettiği kadar çalışması emrolundu. Müctehid yanılırsa, çalışması için 1 sevap verilir. Doğruyu bulursa, 10 sevap verilir. Ashâb-ı kiramın hepsi büyük âlim, yani müctehid idiler. Bunlardan sonra gelenler arasında, ilk zamanlar ictihad yapabilecek büyük âlim çok idi. Bunların her birine nice kimseler uyardı. Zamanla, bunların çoğu unutularak, Ehl-i sünnet içinde, yalnız bu 4 mezhep kaldı. Sonraları, olur olmaz kimseler çıkıp da, müctehidim diyerek, bozuk fırkalar çıkarmamaları için, Ehl-i sünnet, bu 4 mezhepten başka mezhebe uymadı. Bu 4 mezhepten her birine, Ehl-i sünnetten milyonlarla kimse uydu. 4 mezhebin itikadı bir olduğundan, birbirine yanlış demez, bidat sahibi, sapık bilmezler. Doğru yol, bu 4 mezheptedir deyip, her biri kendi mezhebinin doğru olmak ihtimali daha çoktur bilir. İctihad ile anlaşılan işlerde, İslamiyetin açık emri bulunmadığı için, bir adamın mezhebi yanlış olup da, diğer 3 mezhepten birisinin doğru olmak ihtimali var ise de, herkes (Benim mezhebim doğrudur, yanlış olmak ihtimali de vardır ve diğer 3 mezhep yanlıştır, doğru olmak ihtimali de vardır) demelidir. Böylece, haraç, sıkıntı olmadıkça, bir işi bir mezhebe göre, başka bir işi de başka mezhebe göre yaparak, 4 mezhebi karıştırmak caiz olmaz. Bir kimse, 4 mezhepten hangisini taklit ediyor ise, yani hangi mezhebi seçmiş ise, o mezhepteki bilgileri öğrenmesi, haraç, sıkıntı olmadıkça, her işinde o mezhebe uyması lazımdır.
[Ancak, bir işin yapılmasında haraç (güçlük) bulunursa, yani kendi mezhebine göre yapmasına imkan olmayan bir işi, başka mezhebe uyarak yapmak caiz olur. Fakat, 2. mezhebin o işe bağlı olan şartlarını, yani farzlarını ve müfsitlerini gözetmesi de lazımdır. Hanefi mezhebi âlimlerinin, böyle işlerde, Mâlikî mezhebini taklit etmeye fetva verdikleri, İbni Abidin’in Nikah-ı ric’i kısmında yazılıdır.]
Âlimlerin çoğu, Hanefi mezhebinin daha doğru olduğunu söylemişlerdir. Bunun için, İslam memleketlerinin çoğunda, Hanefi mezhebi yerleşmiştir. Türkistan ile Hindistan’ın ve Anadolu’nun hemen hepsi hanefidir. Afrika’nın garb [batı] tarafı, hep Malikidir. Hindistan’ın bazı sahillerinde de bulunur. Şâfiîler; Mısır’da, kürdlerde ve Arabistan’da ve Dağıstan’da çoktur. Hanbeliler azdır. Vaktiyle Şam ve Bağdat’ta çok idi.
Malumat-ı Nafia kitabının osmanlıcasının pdf’i için –> malumatı nafia osmanlıca
Tavsiye Yazı –> Müctehidler neye göre hüküm verirler?
Tavsiye Yazı –> Ashab ve tabiin hangi mezhepteydi?