Çocuğun, babası üzerindeki haklarından birisi de, çocuğuna, doğumunun 7. günü isim koymasıdır. Daha önce koymamalıdır. Mesâbîh şerhinde açıkça yazılıdır. En güzel isimlerden birini koyar.

Yeri gelmişken, şunu da bildirelim ki, düşük çocuğa da isim vermelidir. Abdürrahman bin Yezîd bin Muâviye dedi ki: Bize ulaşan habere göre, Kıyâmet günü düşük çocuk, babasının ardında durup: “Sen beni kaybettin, beni terk ettin, bana isim vermedin” diyecektir. Bunu İhyâ yazıyor.

Çocuğuna güzel isim koyar. Çünki kıyâmette o, kendi ismi ve babasının ismi ile çağrılır. Çocuğuna peygamberlerin (aleyhimüsselâm) isimlerinden isim verir. Çocuğa konacak en uygun isim Abdullah, Abdurrahman ve benzeri isimlerdir. Abdullah bin Ömer (radıyallahü anhümâ) bildirir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): “İsimlerinizden Allahü teâlâ’ya en sevgili olanlar, Abdullah ve Abdurrahman’dır” buyurdu. Bu ikisi çok sevgili isimlerdir. Çünki biri, Allahü teâlâ’nın en yüksek ismi olup, şehâdet kelimesinde tevhidin kendisine mahsus kılındığı Allah diğeri Onun Rahmân ismine izâfe edilmiştir. Bu ise ra’fet ve rahmetinin umumî olduğunu gösteren bir ism-i İlâhîdir.

Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) çirkin isimleri iyiye çevirirdi. Bir gün, yanına bir adam geldi. İsmi Esram idi. İsmini değiştirip Zür’a yaptılar. Şöyle ki: Resûlullah, ismin nedir? buyurdu. İsmim Esram’dır dedi. Bu iyi bir isim değildir buyurup, sen Zür’a’sın dediler. Esram kesmek demektir. Zür’a ise, ekinden bir parçadır. Bu hareketleri ile isâbet buyurmuşlar, çok güzel yapmışlardır. Sanki ona: “Sen kesilmiş değil, yerle bitişik olan ekinden bir parçasın” demek istemişlerdir.

İsmi Mudtaci olan bir adam kendisine geldi. İsmini beğenmeyip, Münbais adını verdiler. Hazret-i Ömer’in Âsiye isminde bir kızı vardı. Resûlullah, ismini Cemîle verdi.

Çocuğuna şu isimleri koymaz: Yesâr (Kolay), Rebbâh (Kazanan), Necîh (Başaran), Ya’lâ (Yüksel), Eflâh (Kurtulmuş), Bereket gibi. Çünki insanlar böyle lâfzı ve mânası güzel isimlerle şans ve iyilik ararlar. Halbuki tersi olabilir. Musannif (rahimehullah) buna işâret edip, bir kimsenin sana Bereket yanında mıdır? dediği zaman, ona hayır demen iyi bir şey olmaz diyor. Diğer isimler de böyledir. Birisi Kolay yanında mıdır dese, hayır demen uygun olmaz.

Çocuğun ismini Hakîm ve Hakem koymaz. Bu iki isimle çağırmaktan men edilmişiz. Çünki Hakîm Allahü teâlâ’nın isimlerindendir. Hakem de Odur. Mutlak hüküm veren, hükmü geri çevrilmiyen ancak Allahü teâlâ’dır. Bunun için Ondan başkası, bu isimlere lâyık değildir.

Çocuğa Ebû İsâ (Isâ’nın babası) adını vermez. Çünki İsâ aleyhisselâmın babası varmış düşüncesini akla getirebilir. Nitekim rivâyet ederler. Bir kimseye Ebû İsâ adı verilmişti. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): “İsâ aleyhisselâmın babası yoktur” buyurdu. Buradan bu ismi beğenmediği anlaşılıyor.

Çocuğa, bir insan ismine izâfeten, filânın kulu denmez. Çünki insan, yalnız Allahü teâlâ’nın kuludur. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfte: “Sizden biriniz, kulum, kadın kulum demesin. Hepiniz Allahü teâlâ’nın âciz, zaif kullarısınız. Kadınlarınızın hepsi Allahü teâlâ’nın kadın kullarıdır. Kölem, câriyem, fetam, fetatim desin” buyuruldu. Bâzıları, bunları, hakaret olsun diye kullandıkları zaman, söylememek iyi olur dediler. Yoksa Kur’ân-ı kerîm’de, Nûr sûresi 32. âyetinde: “Erkek ve kadın kullarınızdan (yanî köle ve cariyelerinizden) sâlih olanları da evlendirin” buyurulmaktadır. Mesâbîh şerhinde de böyle yazıyor.

Çocuğuna tezkiye ve medh bulunan Reşîd, Emin gibi isimleri de vermez.

Resûlullah’ın ismini ve künyesini birlikte isim olarak vermez. Yani Muhammed ebül Kasım ismini vermez. Nitekim Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): “İsmim ile künyemi bir araya getirmeyin” buyurdu.

Enes (radıyallahü anh) anlatır: Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) çarşıda idi. Adamın biri, oğluna, ey ebül Kasım diye seslendi. Resûlullah mübârek yüzünü, seslenen adama çevirdi. Adam çocuğuma seslendim dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): “Çocuklarınıza ismimi koyun, künyemi koymayın” buyurdu.

İmam Şâfiî (rahimehullah) buyuruyor ki: İsmi Muhammed olsun olmasın, bir çocuğa Ebül Kasım künyesi vermek câiz değildir. Ama ismi Muhammed veya Ahmed olmayınca, âlimlerden bir çoğu Ebül Kasım künyesini kullanmak câizdir dediler. Bu bahis Mesâbîh şerhinde böyle anlatılmaktadır. Musannifin (rahimehullah) sözü de, son kavle yakındır.

İhyâ’da diyor ki: Âlimler, bunun Resûlullah’ın asrında, zamanında olduğunu söylüyorlar. Çünki Resûlullah’a Ebül Kasım denirdi. Bir başkasına da dense, karışabilirdi. Ama şimdi, bunda bir mahzûr yoktur.

Çocuğun ismini peygamberler ve meleklerin adlarından koyunca, o çocuğa ismini söyleyerek lânet etmek, sövmek, tasgir sîgası ile (aşağılayarak) söylemek câiz değildir. Çünki bundan, aşağılama ve ihânet mânası çıkabilir. Ancak bu ismi taşıyan kimseye dönüp, ismini söylemeden, sen şöylesin, sen böylesin diyebilir.

İsmi Muhammed olan çocuğa hürmet edilir. Bir hadîs-i şerîfte: “İsmini Muhammed verdiğiniz çocuğa karşı hürmetli olun. Mecliste ona yer verin, ona karşı asık suratlı olmayın” buyurdu. Bunun sebebi o kimse ile Resûlullah’ın isimlerinin aynı olmasındandır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), çocuğuna Muhammed ismini verip, sonra ona lanet etmeği, sövmeği, çirkin hitablarda bulunmağı yasaklamıştır.

Bir emîre, devlet başkanına melikü’l-emlâk (Şehinşâh) lâkabı verilmez. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfte: “Kıyâmet gününde Allahü teâlâ katında en aşağı ve çirkin isim, insana takılan melikü’l-emlak (Şehinşâh) ismidir” buyuruldu.
Bâzı âlimler, Rahmân, Cebbar ve Azız isimleri de böyledir dediler.

Tuhfetü’l-ebrâr kitabının sahibi der ki: İbni Uyeyne’nin (rahimehullah) verdiği mâna daha uygundur. Seyyidü’s-sâdât (ulular ulusu) demek de böyledir. Süfyân bin Uyeyne, Melikü’l-emlâkı, şehinşâh diye mânâlandırmıştır.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler