Sual: Ehli beyt ve ashab-ı kiramın üstünlükleri nelerdir?

Cevap: Şevahidü’n-nübüvve kitabında diyor ki;

Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ashâbının “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve Ehl-i beytinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, diğer ümmetlerden üstün ve faziletli olduklarına itikat etmek dini bir vecibe ve İslam akaidindendir. Selef-i salihinin onlar hakkında naklettikleri hadis-i şeriflere ve menkıbelerine itimat ederiz. Doğru olduğuna inanırız. Onların arasında vuku bulan ihtilaflar ve muharebeler hakkında susarız, konuşmayız. Ömer bin Abdülaziz “rahmetullâhi aleyh” şöyle buyurmuştur: “Allahü teâlâ bizim ellerimizi onların kanlarına bulaştırmadığı gibi, biz de dillerimizi bulaştırmayız. Onların işleri hakkında konuşmayız, Allahü teâlâya bırakırız.” Onlardan bazısı bazısından efdal de olsa, işlerinin derinliğine dalmayız. Bunları onların yüksek ilimlerine ve üstün akıllarına havale ederiz. Zira onlar her ne iş yapmışlarsa ve onlardan her ne iş meydana gelmişse, o işin bir hikmeti vardır ve sünnet-i seniyyeye uygundur. Onlar hidayet ehlidirler ve dalalet üzerinde birleşmezler. Her ne kadar bazı hususlarda ittifak etmeyip, ihtilafa düşmüş olsalar da, bunlar yüksek ictihadları, Hakka sarılmaları ve dine bağlılıkları sebebiyle vuku bulmuştur. Kıyamet günü bu işlerinden dolayı hesaba çekilmezler. Bilakis kendi ictihadlarına göre hareket ettikleri için sevaba kavuşacaklardır. Onlar Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” sohbetiyle ve dinin yayılmasında, Resûlullaha yardımcı olmakla şereflenmiş seçilmiş kimselerdir. Onların üstünlükleri Kur’ân-ı Kerîmde bildirilmiştir.

Allahü teâlâ [Fetih sûresi 18. âyetinde meâlen] “Ağaç altında sana söz veren müminlerden Allahü teâlâ elbette razıdır.”, [Fetih sûresi 29. âyetinde meâlen] “Muhammed  “aleyhisselâm” Allahın Resûlüdür. Onun yanında bulunanlar  (Âshâb-ı kirâm) kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler. Onları rüku ve secde ederken  (namaz kılarken) görürsün. Allahtan lütuf ve rıza isterler…”, [Tevbe sûresi 100. âyetinde meâlen] “İyilik yarışında önceliği kazanan muhacirler ve ensar ve onlara güzelce uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da Allahtan razıdırlar…” buyurmuştur.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Yıldızlar gök ehli için sığınaktır. Ben Ashâbım için sığınağım. Ashâbım da ümmetim için sığınaktır. Hangisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz. Ashâbıma dil uzatmayınız! Ümmetimden herhangi biri, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, Ashâbımın 1 müd arpa sadakasına verilen sevaba kavuşamaz.”

 İmran bin Husaynın “radıyallâhu anh” rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Zamanlar, asırlar ahalisinin en hayırlısı, en iyisi benim asrımın ahalisidir.  [Yani Sahabe-i kiramın hepsidir.] Ondan sonra 2. asrın, ondan sonra 3. asrın müminleridir.” Bu hadis-i şerifi Buhari, Müslim ve Tirmizi “rahimehümullah” bildirmişlerdir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” bir hadis-i şerifte de: “Beni gören veya beni görenleri gören müslümanı Cehennem ateşi yakmaz”  buyurdu. Bu hadis-i şerifi Tirmizi “rahmetullâhi aleyh” bildirmiştir. Diğer bir hadis-i şerifte ise: “Beni görenlere ne mutlu ve Ashâbımı sevenlere ne mutlu, çünkü sizin en hayırlınızdır” buyruldu. Ashâb-ı kiramın kalpleri Allahü teâlâya kavuşmuş ve Onda fani olmuşlardır. Konuştukları zaman hakkı söylerler. Hükmettikleri zaman adaletle hükmederler. Allahü teâlâ [Araf sûresi 181. âyetinde meâlen] “Yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki hakkı gösterirler ve onunla hükmederler” buyurdu. Ashâb-ı kiramın fazileti hakkında Abdullah ibni Ömer “radıyallâhu anhüma” buyurmuştur ki: Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” sonra bu ümmetin en üstünü hazret-i Ebû Bekir’dir. Sonra hazret-i Ömer, sonra hazret-i Osman, sonra hazret-i Ali’dir. Sefinenin “radıyallâhu anh” rivayet ettiği hadis-i şerifte, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”: “Benden sonra halifelik 30 senedir. Ondan sonra melikler olur” buyurmuştur. Ebû Davud “rahmetullâhi aleyh” (Kitab-ı Sünen) adlı risalesinde, İbni Ömer’den rivayet ederek şöyle bildirmiştir: Ümmet-i Muhammedin, Peygamberlerden sonra en faziletlisi hazret-i Ebû Bekir’dir. Ondan sonra hazret-i Ömer’dir. Ondan sonra hazret-i Osmandır. Ondan sonra hazret-i Alidir “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Muhammed bin Hanefiye şöyle demiştir: Babam hazret-i Ali’ye “radıyallâhu anh”, Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” sonra bu ümmetin en hayırlısı kimdir, diye sordum. Hazret-i Ebû Bekir’dir, dedi. Ondan sonra kimdir, dedim. Hazret-i Ömer’dir, dedi. Hazret-i Osman’dır diyeceğini düşünerek, ondan sonra kimdir diye sormadan, Ondan sonra sen misin, dedim. Ben müslümanlardan biriyim, dedi. Bunu Buhari ve Ebû Davud “rahimehümallah” nakletmişlerdir.

¥ Süveyde ibni Gafele “radıyallahü teâlâ anh” şöyle anlatmıştır: Hazret-i Ali’ye “radıyallâhu anh” şöyle dedim: Şiadan bir cemaatin yanına uğramıştım. Hazret-i Ebû Bekir ve hazret-i Ömer’den “radıyallâhu anhüma” bahsediyorlardı ve onların aleyhinde konuşuyorlardı. Şayet onlar, senin bu ikisi hakkında kalbinde gizlediğin şeyi bilmeselerdi, böyle konuşmazlardı. Benim bu sözlerim üzerine hazret-i Ali “radıyallâhu anh”: “Böyle bir şeyi kalbimde gizlemekten Allahü teâlâya sığınırım. Kalbimde onlara karşı iyi düşünceden başka bir şey yoktur. Çünkü onlar, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” çok yakın 2 dostu ve 2 veziridirler” buyurdu. Sonra ağlayarak, gözlerinden yaşlar akarak ve elimden tutup kalktı. Beyaz sakalını avucuna alıp, üzgün ve düşünceli bir hâlde minbere çıktı. İnsanlar toplanınca ayağa kalktı. Kısa, fakat çok belâgatlı bir hutbe okudu. Buyurdu ki: “Bir takım kimselere ne oluyor ki Kureyşin 2 büyüğü ve müslümanların babaları gibi olan hazret-i Ebû Bekir ve hazret-i Ömer “radıyallâhu anhüma” hakkında, onların şanına yakışmayan şeyler konuşuyorlar ve bunları da bana isnad ediyorlar! Bu sözleri söyleyenler cezalandırılırlar. Allahü teâlâya yemin ederim ki o ikisini ancak mümin olanlar sever. Facir ve alçak olandan başkası da onlara buğz etmez. Sizin içinizde onlara denk kim olabilir. Onları seven beni sevmiş olur. Onlara buğz eden bana buğz etmiş olur. Ben onlara buğz edenlerden uzağım. Biliniz ki bu ümmette Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” sonra, insanların en üstünü Ebû Bekr-i Sıddık’tır “radıyallâhu anh”. İslamiyete ondan daha çok hizmet eden yoktur. Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem” en sevgili olan odur. Resûlullahtan sonra bu ümmet içinde, Allahü teâlâ katında Ebû Bekir’den daha kıymetli, daha hayırlı, dünyada ve ahirette ondan daha üstün kimse yoktur. Yine Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekr-i Sıddık’tan “radıyallâhu anh” sonra bu ümmet içinde insanların en hayırlısı Ömer-ül-Fâruk, sonra Osman-ı Zinnureyn’dir “radıyallâhu anhüma”. Sonra benim. Onlar hakkında bana isnad ettiğiniz yalan sözleri reddediyorum. Sizin bu hususta Allahü teâlâya karşı hiçbir deliliniz yoktur. Kendim için, sizin için ve diğer bütün müslüman kardeşlerim için istiğfar ediyorum.”

Hulasa Ashâb-ı kirâm “radıyallâhu anhüm ecma’în” arasında bu dördü, fazilet, ihsan ve iyilik, herkesin hürmet ve saygısını kazanmak, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” halifeleri olmak bakımından, muhacirlerin büyükleri ve İslama yardımda en önde gelen seçilmiş zatlardır. Onların büyüklüklerini akıl ile anlamak mümkün değildir. Onları üstün ve yüksek bilmek, hürmet ve saygı göstermek icma ile sabittir. Selef-i salihinin yolu budur. Bunun dışındaki yollar nefse uymak, taassup, bidat ve sapıklıktır. Dalalete düşmekten daima Allahü teâlâya sığınırız.

Biliniz ki hazret-i Ali “radıyallâhu anh” halifelik hususunda ictihad etti ve ictihadında isabet etti. O sırada hilafete ondan daha lâyık kimse yoktu. Hazret-i Muaviye “radıyallâhu anh” ictihadında hata etti.

İbrahim Hanefi “rahimehullahü teâlâ” buyurdu ki Hasan bin Ali “radıyallâhu anhüma” halifeliği hazret-i Muaviyeye teslim edince, taraftarlarından biri ona (ey müminleri zelil eden) diye hitab etti. Hazret-i Hasan de “radıyallâhu anh”: Ben müminleri aziz edenim. Babam Aliden “radıyallâhu anh” duydum, buyurdu ki: “Muaviyenin “radıyallâhu anh” halifeliğine karşı gelmeyiniz. Çünkü benden sonra bu vazifeyi o üzerine alacaktır. Onu kaybettiğiniz zaman, başların koptuğunu ve yere düştüğünü görürsünüz.”

Hasan-ı Basri “rahmetullâhi aleyh” buyurdu ki: Hazret-i Ebû Bekir’in “radıyallâhu anh” şöyle buyurduğunu nakleder. Bir gün Resûlullahı “sallallâhü aleyhi ve sellem” gördüm. Yanında hazret-i Hasan vardı. Bir kere o insanların üzerine doğru gidiyor, bir kere de insanlar ona doğru geliyorlardı. Bu sırada Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”: “Benim bu oğlum seyittir. Ümit edilir ki Allahü teâlâ bunun vasıtasıyla müslümanlardan 2 büyük cemaatin arasını ıslah eder.” Bunu İmam-ı Buhari bildirmiştir.

Biliniz ki Ashâb-ı kiramın “Rıdvânullahi aleyhim ecma’în” çocukları, babalarının kendilerine güzel terbiye vermeleri sebebiyle faziletlidirler, üstündürler. Şüphesiz ki hazret-i Fâtıma’nın “radıyallâhu anha” evlatları, hazret-i Ebû Bekir’in, hazret-i Ömer’in, hazret-i Osman’ın evlatlarından ve hazret-i Ali’nin hazret-i Fâtıma’dan “radıyallâhu anhüm ecma’în” olmayan evlatlarından üstündürler. Çünkü onlar, Allahü teâlânın kendilerinden ricsi giderdiği temiz bir nesil, sülale-i tahiredirler. Allahü teâlâ onları tertemiz kılmıştır. Onlar Ehl-i beyt-i Resûldürler. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Ehl-i beytim Nuh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Ona binen kurtulur.”

Cabir bin Abdullah “radıyallâhu anh” şöyle bildirmiştir: Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” Kusva adlı devesi üzerinde hutbe irad ederken, şöyle buyurduğunu işittim: “Ey insanlar! Size 2 şey bırakıyorum. Allahü teâlânın kitabını ve Ehl-i beytimi. Onlara yapışırsanız, dalalete düşmezsiniz.” Yine Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Al-i Muhammedi sevmek sırattan geçmeye vesiledir.”  Çünkü Resûlullah sırat üzerinde bulunacaktır.

İbni Mâlik, İsmail bin Abdullah bin Cafer-i Tayyar’dan, o da hazret-i Ali’den “radıyallahü teâlâ anhüm” şöyle bildirmektedir: Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” gökten inen rahmete (yağmura) bakarak, kim bana duâ eder buyurdu ve 2 kere tekrar etti. Hazret-i Zeyneb “radıyallâhu anha” ben duâ ederim ya Resûlallah dedi. Bunun üzerine öyleyse Ali’ye, Fâtıma’ya, Hasan’a ve Hüseyin’e duâ  et buyurdu. Sonra hazret-i Hasan’ı sağ tarafına, hazret-i Hüseyin’i sol tarafına, hazret-i Aliyi ve hazret-i Fâtıma’yı karşısına aldı. Onların üzerini bir aba ile örttü ve şöyle buyurdu: “Her peygamberin Ehl-i beyti vardır. Bunlar da benim Ehl-i beytimdir.” Bir rivayette de “Bunlar benim Ehl-i beytimdir. Benim Ehl-i beytim en iyisidir” buyurdu. Zeyneb “radıyallâhu anha”, ya Resûlallah, ben de sizin aranıza gireyim, dedi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” “Sen yerinde dur. Sen inşaallah hayra kavuşacaksın” buyurdu. (Aynü’l-meani) kitabında bu hadis-i şerifle alakalı olarak şöyle yazılıdır: Resûlullah da “sallallâhü aleyhi ve sellem” o abanın altına girdi. Bu sırada Cebrâil aleyhisselâm gelip, onlarla teberrük için, o da abanın altına girdi. (Keşfü’s-Salebi) kitabında ise şöyle denilmektedir: Allahü teâlâ [Ahzab sûresi 33. âyetinde meâlen] “… Ey Ehl-i Beyt! Şüphesiz Allah, sizin ricisten (günahtan) uzak olmanızı istiyor” buyurdu.

Allahım! Bizi bozuk itikattan, boş şeylerle uğraşmaktan kurtar. Bize eşyanın hakikatini olduğu gibi göster. Kalplerimizi Evlat-ı Resûlün ve Ashâb-ı kiramın muhabbeti üzerine sâbit kıl. Bize Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı üzere ölmeyi nasip eyle. Kıyamet gününde bizi Sıddıklarla, şehitlerle haşr eyle. Şüphesiz ki Sen her şeye kadirsın.

İmam-ı Ahmed bin Hanbel’e “rahmetullâhi aleyh” şöyle sual edildi: Ey İmam, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ashâbından “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” çok keramet bildirilmemiştir. Halbuki evliyadan çok kerametler bildirilmiştir. Bunun sebebi nedir? Buyurdu ki: Onların imanları o kadar kuvvetli idi ki kerametlerle ve harikalar ile takviye edilmeye ihtiyaçları yoktu. Fakat diğerlerinin imanı onların imanları mertebesinde değildi. Bu sebeple kerametlerle imanları kuvvetlendirildi.

Evliyanın büyüklerinden Şihabüddin Sühreverdi “kuddise sirruh” buyurdu ki: Allahü teâlâ sevdiği kullarının yakinini kuvvetlendirmek için, onlara mükafat olarak kerametler ihsan eder. Onların da üstünde bazı kulları vardır ki onların kalplerinden perdeler kalkmış, batınları yakine ve marifete kavuşmuştur. Böyle kulların yakinlerinin ve marifetlerinin kuvvetlenmesi için harikalara, kerametlere ihtiyaçları yoktur. Bu sebeple Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ashâbından kerametler az bildirildi. Sonra gelen evliyadan ise çok kerametler görüldü. Çünkü Ashâb-ı kiramın “aleyhimürRıdvân” Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” sohbetinde bulunmaları bereketiyle, vahyin inişine, meleklerin gelip gitmesine şahit olmaları sebebiyle, batınları nurlandı. Ahireti görmüş gibi oldular. Dünyaya kıymet vermediler. Nefsleri tezkiye buldu, temizlendi. İslamiyete uygun olmayan adetleri terkettiler. Kalp aynaları parladı. Kendilerine ihsan edilen yüksek mertebeler sebebiyle, kendilerinden çok keramet görülmesine lüzum kalmadı. Çünkü, yakinleri çok kuvvetli olanlar, hikmetlerle dolu olan âlemin her zerresinde, Allahü teâlânın kudretinden, başkalarının göremediklerini görürler.

Evliyanın kerameti, onların irâde ve isteği dışında meydana gelir. Keramet hissi ve manevi olmak üzere 2 kısımdır. İnsanların avamı, hissi kerametlerden başkasını bilmez. Mesela halk arasında keramet denince, hatırlardan geçenleri söylemek, geçmişe ve geleceğe ait şeyleri haber vermek, su üzerinde yürümek, havada uçmak ve bir anda bir yerden bir yere gitmek ve insanların gözünden kaybolmak, duâsı derhal kabul olmak gibi kerametler anlaşılır. Sadece kendilerinden böyle kerametler görülen kimselere evliya derler. Onların ibadetleri yapıp yapmadıklarına, İslam dininin ve tasavvufun adabına riâyet edip etmediklerine bakmazlar. Böyle itikattan Allahü teâlâya sığınırız.

Manevi kerametlere gelince, onları ancak Allahü teâlânın seçilmiş kulları bilir. İslamiyetin emirlerine tam uymak, marifet-i ilâhiyeye kavuşmak, hayırlı işlere koşmak, üzerine vazife olan şeyleri yerine getirmekte gayretli olmak, güzel ahlak sahibi olmak, kalpten kin, hased, kötü düşüncelerin ve diğer kötü huyların gitmesi, elinde olanı vermek, benliği terk, Allahü teâlâya karşı vazifeleri yerine getirmek, alıp verdiği nefeslerde gafletten uzak olmak gibi haller de manevi kerametlerdir. Bunlarda mekr ve istidrac bulunmaz. Bunların hepsi ahte vefayı ve maksadın doğruluğunu ve kazaya rızayı gösterir. Böyle olan kimselerle mukarreb melekler beraber olurlar.

Avamın bildiği ve keramet olarak gördüğü şeylerde gizli mekr bulunabilir. Şayet bunlar keramet ise, neticesinin istikâmet veya istikâmete sebep olması icap eder. Yoksa keramet değildir. Neticesi istikâmet olunca, amellerden tad almak, ibadetlerin mükafatına ve amellerin neticesine kavuşmak mümkündür. Eğer bir kimse, kendisinden keramet meydana gelmesini isterse, ahirette hesaba çekilebilir.

Hissi kerametlerden hiçbiri, keramet-i maneviyeye dâhil değildir. Bu sebeple Ashâb-ı kiramdan “radıyallâhu anhüm ecma’în” hissi kerametler çok bildirilmemiştir. Fakat, manevi kerametleri çok bildirilmiştir. Bu hususta Evliya-i kirâm onların derecesine ulaşamamıştır. Hatta onlar, Ashâb-ı kiramın velayet kandillerinden feyiz almışlardır.

Evliyanın kerameti haktır. Hak olduğu Kur’ân-ı Kerîmde bildirilmektedir. Allahü teâlâ [Âli-i İmrân sûresi 37. âyetinde meâlen] “… Zekeriya mabette onun yanına her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu. Ey Meryem! Bu sana nereden geldi, dedi. O da, bu Allah tarafındandır. Çünkü, Allah dilediğine sayısız rızık verir, dedi.”  buyurdu.

Tefsir âlimleri bu âyet-i kerimenin tefsirinde şöyle buyurmuşlardır. Hazret-i Zekeriya “salavatullahi ve selamühü alâ nebiyina ve aleyhi” hazret-i Meryem’in yanına her girdiğinde, onun yanında yaz günlerinde kış meyveleri, kış günlerinde ise yaz meyveleri görürdü. Hazret-i Meryem’in Peygamber olmadığı söz birliği ile bildirilmektedir. Bu âyet-i kerime, Evliyanın kerametini inkar edenlere karşı tam bir delildir. Hadis-i şeriflerden ve diğer haberlerden ise sayılamayacak kadar pek çok delil vardır.

Tavsiye Yazı –> İyi insan nasıl olunur?

 

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler