Sual: Hüsniyye isimli rafızi kitabında aynen şöyle yazmaktadır;
(Biz, Ehl-i beyt mezhebindeyiz. Ehl-i beyti inkâr eden, mel’undur. Her zaman bir İmâm-ı mansus ve Mâ’sûm’un vücudu lâzımdır. Her Peygamber bir vasi ve halife tayin etmiştir. Bizim Resûlümüz, efdâl-i Enbiyâ olup onun vasisi de Seyyid-i evsiyadır. Bizden olanlar, hiçbir vakit taharetsiz bulunmaz. Halis su bulmadıkça abdest almazlar. İki el ile yüzlerini yıkamaz, sağ el ile yıkarlar. Kulak ve boyuna meshetmezler. Ayaklarını yıkamazlar. Sücud, rükû, kıyam ve kuudu Ehl-i beyt gibi yaparlar İstihazeli tavşan etini yemeği haram bilirler. Kelb derisi, dabağlanmakla temiz olmaz derler. Fasık ardında namaz kılmazlar. Haccı, fasıkın men etmesi ile zayi etmezler. Zinadan hâsıl olan kız ile nikah etmezler. Kıyas ile amel etmezler. İbtida kıyas eden iblistir. 2. kıyas eden Ebû Hanîfe’dir derler. Yüzüğü sağ şahadet parmağına takarlar. Emirülmüminin ismi ancak Ali’ye mahsustur derler. Onun düşmanlarına lanet ederler ve kâfir bilirler. Şâfiî, önceleri, Ebû Hanîfe’yi hicv etti. Sonra tarîk-i hazelanda onunla şerik olup canib-i nirana gitmede refik oldu derler. Ehl-i sünnet, Aliyye muhabbeti terkedip, fasıkların, zâlimlerin Cehennem yolunu tutmuşlar derler. Ebû Bekr hilafete mütesatti olunca, Ali onu ve ona tâbi olanları mahçup ve biitibar etti derler. Âl-i Resûlün yolu budur derler)
Bu iddialara ne cevap vermek lazımdır. “Ehli beyt mezhebi” diye bir mezhep var mıdır?
Cevap: Cenâb-ı Hakka sonsuz şükürler olsun ki İslam âlimleri bunlara, vesikalara dayanarak cevap vermekle, tuttukları yolun bozuk bir yol olduğunu göstermektedir. (Kıyas) demek, Kurân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmemiş olan emirleri meydana çıkarmaktır. İblis, kıyas yapmadı. Emre isyan etti. İsyana, küfre kıyas ismini vererek, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’ye düşmanlığını gizlemek, bu büyük alimi lekeleyerek, din-i İslamı yıkmak istemektedir.
(Hüsniye) kitabının, bir İslam düşmanı, bir yahudi tarafından hazırlandığını (Tuhfe-i isna aşeriye) bildiriyor. (Tuhfe) kitabı fârisîdir. (Hüsniye) kitabının Müslümanların arasına ikilik sokarak İslamiyeti içerden yıkmak, parçalamak için bir yahudi tarafından yazıldığı meydandadır. En büyük hücum silahı, Ehl-i sünnet âlimlerini, Ehl-i beyte düşman imiş gibi göstermesidir. Halbuki Ehl-i sünnetin Ehl-i beyte pek çok sevgi ve saygı taşıdığı, onların her sözünü vesika ve senet olarak aldıkları kitaplarımızda yazılıdır. Ehl-i beytin aşıklarını, onlara düşman olarak tanıtmak, büyük küstahlıktır. Çok kurnaz davranarak, bunların bir köle tarafından, Ehl-i sünnet âlimlerine karşı söylenmiş olduğunu ve kimsenin cevap veremeyip, rezil olduklarını yazıyor. Bu cariye, bu bilgileri İmâm-ı Cafer Sâdık’tan “rahime-hullahü teâlâ” öğrenmiş diyerek, bu küfür ve düşmanlığını, O büyük imama da bulaştırmaya uğraşıyor. Giridli Sırrı paşanın “rahime-hullahü teâlâ” Şerh-i Akâid tercümesinde ve (Milel ve Nihal) kitabında ve Kamus mütercimi olan Ahmed Asım Efendi’nin “rahime-hullahü teâlâ” Emali Kasidesi şerhinde bu yazıların, yanlışları birer birer gösterilmekte, âyet-i kerime ve hadis-i şerifler ile ispat edilmektedir.
Menakıb-ı Çihar Yar-i Güzin kitabında, 63. menakıbda diyor ki Kûfe [şimdiki Bağdat] şehrinde, Abdülmecid adında bir sapık vardı. İmâm-ı Cafer Sâdık’ın “rahime-hullahü teâlâ” huzuruna gelip şöyle sordu:
S — Ashâb arasında, en üstün kimdir?
Cafer Sâdık — Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hepsinden üstündür.
S — Böyle olduğunu nerden biliyorsun?
C.S. — Allahü teâlâ, onun için, Resûlden sonra, 2. buyurdu. Bundan üstün şeref olmaz.
S — Ali “radıyallâhu anh”, Resûlün yatağında, kâfirlerden korkmadan, yatmadı mı?
C.S. — Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” bir şeyden korkmadan, Resûlullahtan “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” önce mağaraya girdi.
S — Kâfirlerden korkmasaydı, girmezdi. Halbuki Allahü teâlâ, Resûlüne haber verip, Ebû Bekr’e korkma dedi. Demek ki korktu.
C.S. — O, Resûlullaha bir zarar gelirse diye korktu. Ayağını bir deliğe koydu. Yılan onu kaç kere ısırdı. Acısına katlanıp, Resûlü rahatsız etmemek için, ayağını çekmedi. Resûlü uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. Kendinden korksaydı, zehirlenerek, canını Resûle fedâ etmezdi.
S — Mâide sûresinde, “Rükûda iken sadaka verirler” mealindeki 58. âyet-i kerime ile medh olunan, Ali’dir.
C.S. — “Allahü teâlâ, mürtedlerle cihat eden bir kavim getirir. Allahü teâlâ bunları sever” mealindeki âyet-i kerime, Ebû Bekr-i Sıddîk içindir ve daha çok yükseltmektedir.
S — Bakara sûresi, 274. âyetinde, “Mallarını, gece, gündüz, gizli, göz önünde verenler” meâl-i şerifi ile meth olunan Ali değil midir?
C.S. — Ebû Bekr-i Sıddîkı metheden (Velleyl) sûresi, şanını çok yükseltmektedir. Çünkü, Ebû Bekr, 40.000 altın verdi. Kendisine hiç bırakmadı. Allahü teâlâ, Resûlüne Cebrâil aleyhisselâmı gönderip meâlen, (Ben Ebû Bekr’den razıyım. O benden râzı mıdır?) buyurdu. Ebû Bekr, (Ben, Allahü teâlâdan razıyım, razıyım, razıyım) diyerek cevap verdi.
S — TEvbe sûresinin 20. âyetinde, “Hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haramı bina etmeyi, îman etmekle ve Allah yolunda cihat etmekle bir mi tutuyorsunuz? Hayır. Böyle değildir” meâl-i şerifi ile Ali övülmektedir.
C.S. — Hadid sûresi, 10. âyetinde, “Mekke’nin fethinden önce, sadaka verip, cihat eden ile fetihten sonra veren ve cihat eden bir değildir. Önce olanın derecesi, daha yüksektir” meâl-i şerifi ile Ebû Bekr medh olunuyor. Ebû Cehil [Amr bin Hişam bin Mugire] Resûlullaha vurmak istedi. Ebû Bekir yetişip, önledi.
S — Ali, hiç kâfir olmadı.
C.S. — Evet öyledir. Fakat, Allahü teâlâ, Tevbe sûresi, 101. âyetinde, “Muhacir ve Ensarın önce gelenlerinden Allahü teâlâ razıdır. Onlara Cennette sonsuz nimetler vardır” ve Zümer sûresi, 33. âyetinde, “Doğru haberle gelen ve Ona inanan için Cennette, istedikleri her şey vardır” meâl-i şerifleri ile Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” imanını methetmektedir. Başkasının imanı, böyle öğülmedi. Mekke’de, Resûlullah, her ne söylerse, kâfirler, yalan söylüyorsun derdi. Ebû Bekr, hemen yetişip, doğru söylüyorsun, ya Resûlallah derdi.
S — Âli-i İmrân sûresi, 155. âyetinde, Allahü teâlâ, “Uhud gazasında, şeytana uyup, dağılanlar” meâl-i şerifi ile şikayet etmiyor mu?
C.S. — Âyet-i kerimenin sonunu da oku! “Onların bu kusurlarını affettim” meâl-i şerifini buyuruyor.
S — Aliyi sevmek farzdır. Şura sûresi, 23. âyetinin meali, “Size İslamiyeti bildirdiğim ve Cenneti müjdelediğim için, bir karşılık beklemiyorum. Yalnız yakınım olanları seviniz” dir ki bunlar Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’dir.
C.S. — Ebû Bekr’e “radıyallahü teâlâ anh” duâ etmek ve Onu sevmek farzdır. Haşr sûresi, 10. âyet-i kerimesinde meâlen, “Muhacirlerden ve Ensardan sonra, kıyamete kadar gelen müminler, Ya Rabbi! Bizi affet ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi [yani Ashâb-ı kirâmı] affet derler” buyuruldu. Hüseyin’i tefsirinde diyor ki; (Âlimler buyurdu ki; Ashâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” birini sevmeyen kimse, bu ayette bildirilen müminlerden olmaz. Bu duadan mahrum olur).
S — Resûl aleyhisselâm, “Hasan ve Hüseyin, Cennet gençlerinin üstünüdür. Babaları ise, daha üstündür” buyurdu.
C.S. — Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” için bundan daha iyisini buyurdu. Babam Muhammed Bakır’dan işittim. Ceddim İmâm-ı Ali “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” huzurunda idim. Ebû Bekr’le Ömer geldi. Resûlullah buyurdu ki (Ya Ali! Bu ikisi, Cennet erkeklerinin en üstünüdür).
S — Ya Cafer, Âişe mi üstündür, Fâtıma mı?
C.S. — Âişe “radıyallâhu anha”, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” zevcesi idi. Cennette, onun yanında olur. Fâtıma “radıyallâhu anha” Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” zevcesi idi. Onun yanında olur.
S — Âişe, Ali ile harp etti. Cennete girer mi?
C.S. — Ahzab sûresi, 53. âyetinde meâlen, “Resûlullahı incitmeyiniz. Ondan sonra, zevcelerini nikah ile hiç almayınız. Bunların ikisi de büyük günahtır” buyuruldu. Beydavi ve Hüseyni tefsirlerinde diyor ki bu âyet gösteriyor ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât ettikten sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine saygı lâzımdır.
S — Ebû Bekrin halife olacağını, Kurân-ı Kerîmde gösterebilir misin?
C.S. — Hem Kurân-ı Kerîmde, hem Tevratta ve hem İncilde gösterebilirim. Enam sûresi, 165. âyetinin meâl-i alisi, “Allahü teâlâ, sizi yer yüzünün halifesi yaptı” birbirinizin yerini tutarsınız. Nur sûresi, 55. âyetinin meâl-i alisi, “İman eden ve emirlerimi yapanlarınızı, yer yüzüne hakim kılacağımı söz veriyorum. İsrail oğullarını halife yaptığım gibi, sizi de, birbiriniz ardısıra halife yapacağım”dır. Beydavi ve Hüseyni diyor ki bu âyet-i kerime gaybdan haber verip, Kurân-ı Kerîmin, Allahü teâlânın kelamı olduğunu ve 4 halifesinin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” meşru, haklı olduğunu göstermektedir. Tevratta ve İncilde, Feth sûresi son âyetinde meâlen, “Resûlullah ve Onunla birlikte olanlar, birbirlerini her zaman ve çok severler ve her zaman kâfirlere düşman olurlar!” bütün Ashâb bildirilmekte ve Ebû Bekir’in şerefine işaret edilmektedir. Bu ayetin sonunda meâlen, “Ashâbının misalleri Tevratta ve İncilde bildirildi” buyuruyor. Ceddim Ali’nin haber verdiği hadis-i şerifte, “Allahü teâlâ, hiçbir Peygamberine vermediği kerâmetleri bana verir. Kıyamette mezardan, önce kalkarım, Allahü teâlâ, 4 halifeni çağır buyurur. Onlar kimdir ya Rabbi? derim. Ebû Bekirdir buyurur. Yer yarılıp Ebû Bekir, herkesten önce mezardan çıkar. Sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali kalkar…” buyuruldu.
Sapık, hemen söz alıp,
— Ya Cafer, bunlar, Kuranda var mı?
C.S. — Zümer sûresi, 69. âyet-i kerimesinde meâlen, (Peygamber ve bunların şahitleri, hesap için getirilir) buyuruldu. Yahut, şehitleri getirilir denildi.
S — Ya Cafer! Şimdiye kadar, 3 halifeyi sevmiyordum. Şimdi buna pişman oldum. Tövbe edersem kabul olur mu?
C.S. — Çabuk tövbe et! Bu tövbe, saadetine alâmettir. Bu hâl ile ahirete gitseydin, dinin boşa giderdi.
Görülüyor ki Ehl-i beytin hepsi, hazret-i Ebû Bekr’i ve bütün Ashâbı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” seviyordu. Cariyenin İmâm-ı Cafer Sâdık’ı gördüğü ve hizmeti ile şereflendiği doğru olsaydı, o da, Ashâb-ı kirâmın büyüklüğünü öğrenir, hepsini severdi. İran’daki Iraktaki ve Suriye’deki sapıkların, İmâm-ı Cafer Sâdık’a iftirâ ettikleri, buradan anlaşılmaktadır.
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” 13. yılda vefât edince, Medine’de herkes ağladı, sızladı. Ali “radıyallâhu anh” işitince, ağlayarak geldi ve (hilafet bugün tamam oldu) buyurdu. Kapı önünde durup:
(Ya Eba Bekr! Sen, Resûlullahın sevgilisi, arkadaşı, dert ortağı, sırdaşı ve müşaviri idin. Önce imana gelen sensin. Senin imanın, hepimizin imanından daha saf oldu. Senin yakînin, daha kuvvetli, Allahtan korkun daha büyük oldu. Herkesten zengin, herkesten daha cömert, sen idin. Resûlullaha en şefkatli, en yardımcı, sen idin. Resûlullah ile sohbetin, hepimizin sohbetinden daha iyi idi. Hayır sahiplerinin birincisi sensin! Senin iyiliklerin, hepimizinkinden çoktur. Her iyilikte ileridesin. Resûlullahın huzurunda, senin derecen en yüksek oldu. Ona en yakın, sen oldun. İkramda, ihsanda, güzel huylarda, boyda, yaşta, başta, Ona en çok benzeyen, sen oldun. Allahü teâlâ sana, çok mükafat versin ki Resûlullaha herkes yalancı derken sen, doğru söylüyorsun, inandım dedin. Sen, Onun kulağı ve gözü gibi idin. Allahü teâlâ seni, Kurân-ı Kerîmde (sıdk) ile şereflendirdi. Resûlullaha, en sıkıntılı zamanlarında yardımcı oldun. Sulhta, Onun huzurunda, harblerde, Onun yanında idin. Onun ümmetinin halifesi, Onun dininin koruyucusu idin. Câhiller dinden çıkarken, sen din-i İslama kuvvet verdin. Herkes şaşırdığı zaman, sen kükremiş arslan gibi ortaya çıktın. Herkes dağılırken, sen Muhammed Mustafa’nın yolunu tuttun. Ashâbın az konuşanı ve en beliği, edibi sen idin. Her sözün, her buluşun doğru, her işin temizdi. Gönlün herkesten kuvvetli, yakinin hepimizden sağlam idi. Her işin sonunu, önceden görür, geri kalmışları İslama sokarak aydınlatırdın. Müminlere şefkatli, affedici baba idin. İslâmın ağır yükünü sen taşıdın. İslâmın hakkını herkes elden kaçırırken, sen yerine getirdin. Sen, rüzgarların oynatamayacağı bir dağ gibi idin. İşin doğruluk idi, ilim idi. Sözün merdce, doğruyu bildirmek idi. Gerici düşüncelerin, bozuk inançların kökünü kazıdın. Hak dinin ağacını diktin. Güçlükleri, müslümanlara kolaylaştırdın. Küfür ve mürtedlik ateşini söndürdün. Rahmanın dinini, sen doğrulttun. İslama, imana sen kuvvet oldun. Göklerde, melekler arasında, senin derecen çok büyüktür. Muhacirler ve Ensar “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” arasında, senden ayrılık yarası çok derindir) buyurdu. Ve çok ağladı. Mübarek gözlerinden kan aktı. Sonra:
(Allahü teâlânın kaza ve kaderine râzı olduk. Verdiği elemleri kabul ettik. Ya Eba Bekr! Resûlullahtan ayrılık acısından sonra, bize senin vefâtından daha acı bir musibet gelmedi. Sen müminlere sığınak, dayanak ve gölge idin. Münâfıklara karşı, çok sert ve ateşli idin. Allahü teâlâ, seni Muhammed aleyhisselâmın huzuruna kavuştursun! Bize, senden ayrılma acısı için sabırlar ve ecirler versin! Bizleri, senden sonra, azmaktan, sapıtmaktan korusun) buyurdu. Ashâb-ı kirâmın hepsi, sessizce, hazret-i Alinin “radıyallâhu anhüm” sözlerini dinledi. Sonunda, hepsi hüngür hüngür ağladı.
Hazret-i Ali’nin “radıyallâhu anh” bu sözleri, Feth sûresi son âyetinin ne kadar çok doğru olduğunu, Ashâb-ı kirâmın, birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini açıkça göstermektedir. Bu hakikat karşısında, bu (Hüsniye) kitabının, nasıl küstahça uydurulduğu, Ehl-i beyti maske ederek, İslamiyeti içten yıkmak için nasıl tertiblenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu kitabı yırtıp yok etmek, böylece, yurdumuzdaki müslüman alevî yavrularını bu tehlikeli mikrobdan korumak, her îman sâhibine farzdır.
Tavsiye Yazı –> Şiaya reddiye kitaplar