Sual: Hurufilik Nedir? Hacı Bektaş-ı Veli ve bektaşiler, hurufi midir?
Cevap: Bektaşi deyince 2 türlü insan anlaşılır: Birincisi, hakiki doğru Bektaşi olup hacı Bektaş-ı Velî hazretlerinin gösterdiği hak yolunda giden temiz müslümanlardır.
Bektaşilerin ikincisi, sahte, yalancı Bektaşilerdir. Bunlar, bozuk yolda olan hurufilerdir. Sahte bektaşiler, müslümanlar arasında rahat yaşamak ve inançlarını saklayarak, gençleri aldatabilmek için, bu kıymetli ismi maske olarak kullanmışlardı. Mesela, (Melami) ismi böyledir. Hiç ibâdet yapmayan, her çeşit günahı, kötülüğü işleyen, İslamiyete uymayanlar, kendilerine melami dediler. Halbuki melami, 5 vakit namaz gibi farzları camide kılıp, haramlardan kaçınan, nâfile ve sünnetleri evinde gizli kılıp, şöhretten sakınan temiz kimse demektir. Tokadlı İshak efendi Kaşifü’l-esrar kitabında diyor ki:
Müslümanları aldatmak için kendilerine kıymetli bir isim takan yalancılardan biri de, Bektaşi tarîkati adı altında toplanan hurufilerdi. Hurufilik, bir mezhep değildir. Bir tarîkattir. Bu bozuk tarîkatte bulunanlar, önceleri iç yüzlerini saklıyorlardı. [1288] hicri yılında, maskelerini kaldırmaya başladılar. (Cavidan) adındaki gizli kitaplarını ortaya çıkardılar. Bu kitapları 6 formadır. 1 formasını hurufiliğin kurucusu olan Fadlullah bin Ebû Muhammed Tebrizi, fârisî dili ile yazmış, 5 formasını da, bunun talebesinden bâzıları düzmüştür. Bunlardan Ferişteh oğlunun (Işkname) adındaki formasında, küfürleri, öteki formalardaki kadar açık yazmadığından, bunu, 1871’de İstanbul’da taş üzerinden bastılar.
Fadlullah Hurufi adındaki zındık, (Karamıti) tarîkati kalıntılarından birinin dervişi idi. Karamıtilere (İbahiye) de denir. Bunlar, haramlara helal deyip, 70-80 sene hacıları soydular. Müslümanları öldürdüler. Hükümet kurdular. Hükümetleri 983 senesinde yıkılınça, dağıldıkları yerlerde gizlendiler. Bunlardan Hasan Sabbah’ın kurduğu İsmailiye devleti de, 1256’da yıkıldı. Fadl, İran’da Esterabad şehrinde, gizlice küfür yaydı. 9 yardımcı buldu. Nokta ilmi diye bir şey uydurdu. Bu iş mubahtır, nokta çift geldi. Falan şey haramdır, nokta tek geldi derdi. İbni Hacer-i Askalani hazretleri, Enba-ı Fadl adındaki tarihinde, Fadlullah ve hurufilik tarîkati hakkında geniş bilgi vermektedir. Fadlullah’ın küfürleri yayılınca, Timur hanın oğlu Miran Şâh “rahmetullahi teâlâ aleyh”, babasının emri ile 1393 senesinde, Fadlullah’ı öldürdü. Bacağına ip takılıp, sokaklarda sürüklendi. Böylece, İslamiyet büyük bir düşmandan kurtuldu. Yavuz Sultan Selim Han “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Şâh İsmail’i maglub ederek, şiiliğin yayılmasını önlediği gibi, Timur Han da, İslamiyet için çok tehlikeli olan Hurufiliğin yayılmasını önleyerek, İslamiyete büyük hizmet etmiştir. Bunun için, sahte olan Bektaşi, yani (Hurufi) tarîkatinin müridleri, Timur hanı sevmez, onu hep kötülerler.
Fadlullah öldürülüp, Esterabad yıkılınca, 9 yardımcısı kaçtı. Bunlardan Aliyül-alâ adındaki kimse, Anadolu’da bir Bektaşi tekkesine geldi. (Cavidan)ı gizlice yaymaya, cahilleri aldatmaya başladı. Hacı Bektaş-ı Velî’nin yolu budur dedi. Haramlara mubah, nefsin arzularına, serbesttir dediği için, tarîkati kötü insanlar arasında çabuk yayıldı. Sözlerine (Sır) deyip, çok gizli tutulmasını emrederdi. Sırları yabancılara açanları öldürmek bile vaki olurdu. Sırlara (Cavidan) kitabında a, c, v, z gibi harflerle işaret edilmektedir. Her biri kâfirlik olan bu işaretler, Miftahu’l-hayat adındaki kitapta açıklanmıştı. Bu kitaba da Sır dediler. Elinde Sır kitabı bulunmayan kimse, (Cavidan)ı anlayamaz. [Hicri 800] yılından beri, çok zavallıları aldattılar. Dinden çıkardılar. Aralarına masonlar da karıştı. Yahudi parası ile beslendiler. 1824 senesinde, küfürlerini yaymaya başladılar. Sultan II. Mahmud Han “rahmetullahi teâlâ aleyh” tarafından (Ulu)ları katledildi. Bektaşi tekkeleri dağıtıldı. Yerlerinin Nakşibendîlere verilmesi için ferman buyuruldu. Dağılarak gizli çalıştılar. 1871’de yine ortaya çıktılar. Ferişteh oğlu Abdülmecid’in Işkname risalesini 1871’de bastılar. Yayılmaya başladılar. Bunlara aldananlara (Işık tâifesi) denildiği, Bursalı İsmail Hakkı efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” Huccetü’l-baliğa kitabı başında yazılıdır.
[Maliye mahkemesi azasından, Seyyid Ahmed Rif’at Bey’in 1876’da yazdığı, Mîr’atü’l-mekasıd kitabında diyor ki “Abdülmecidin kardeşi olan Ferişteh oğlu Abdüllatif, Ehl-i sünnet idi. Tasavvuf üzerinde hazırladığı kitaptan, sâlih bir Zât olduğu anlaşılmaktadır. Kardeşi Abdülmecid’in Hurufi tarîkatine kaymasına çok üzülmüştü. Onlara uymadı”. Ferişteh oğlu Abdülmecid, Aşkname’den başka kitaplar da yazdı. Saadetname kitabında, bunu (Cavidan) ve (Aşkname) ve (Muhabbetname)den tercüme ettim ve 1422’de tamam oldu, demektedir. Fadlullahın baş halifesi Mahmud, şeyhinden ayrıldı. (İlm-i nokta) diye (Cavidan-i sagir) adında bir kitap yazdı. Burada, hurufilerin zındık, kâfir ve mel’un olduklarını bildirdi. (Cavidan) okuyanların çoğunun ilhad üzere oldukları, “Kur’an’ın zâhiri murad değildir. Bâtını murad edilmektedir” dedikleri, böylece tekrar dirilmeyi inkâr ederek kâfir oldukları, Bursalı İsmail Hakkı efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” Huccetü’l-baliğa kitabında yazılıdır. Bu kitap, Reşehat kitabının kenarında, 1874’de İstanbul’da bastırılmıştır. Hurufiler, küfür ve ilhatta en ileri gidenlere Seyyid derler. Bunun için, birçokları, Seyyid olduklarını söylemişlerdir. Bektaşi tarîkati adı altında saklanan hurufiler, müslümanları aldatmak için, birkaç yoldan saldırıyorlardı:
1) Fadl-ı Hurufiye, ilah, tanrı diyorlardı. (Cavidan)da diyor ki “Tanrılık, ezelde görünmez bir kuvvet idi. Önce harfler şeklinde, sonra Peygamberler şeklinde, nihâyet Fadlda açığa çıktı. Önce, Adem peygamber şeklinde göründü. Melekler, bunun için Ademe secde etti. Dört kitabının mânâsını Cavidan’da bildirdi”.
2)Hazret-i Ali’nin sözleri diyerek uydurdukları Hutbetü’l beyan ve başka kitaplarında, hadisler düzerek, Ali’yi sevenlere günah zarar vermez diyorlardı. Böylece, ibâdete lüzum yoktur. Haramlar helaldir diyerek, amelsiz, ibâdetsiz Cennete gitmek isteyen cahilleri aldattılar. Bir kimseyi böyle aldatıp, ibâdetten, imandan ayırttıktan sonra, Sır kitabını öğretmeye başlarlardı. Çünkü, (Cavidan)da, Ehl-i beytin ismi bile yoktur. (Hutbetü’l-beyan)ın türkçe şerhi de vardır.
3) Bütün dinlerin bir olduğunu, hepsinin 16 kemerbend içinde toplandığını söylerlerdi. 16 kemerden her biri, bir Peygamberin dini imiş. O kemeri kullanan, o Peygamberin dinini yapmış olurmuş. Mesela Âdem aleyhisselâmın kemerini takan, hep meşin giyermiş. Çünkü, Adem “aleyhisselâm” deri elbise giymiş. Mûsâ aleyhisselâmın kemerini takan, kısrağa binmezmiş. Îsâ aleyhisselâmın kemerini takan, evlenmez imiş. Fakat zina ve livâta yapması mubah imiş. Çünkü, Îsâ “aleyhisselâm” bekar imiş. Hıristiyanların 3 uknumuna, yani 3 tanrı olduğuna inandıkları, Ferişteh oğlunun (Cavidan)ında yazılıdır. Yine orada, Ali denilen Zât, Fadl-ı Hurufi idi diyor. Başka bir sayfasında, Fadl-ı Hurufi, Muhammed aleyhisselâmdan ve Ali’den (haşa) daha üstündür. Onlar, dinin inceliğini Fadl kadar bilmiyorlardı diyor. Yazıları birbirini tutmuyor.
Sahte olan bu Bektaşiler, Şiî de, Alevî de değildir. Müşriktirler. Yahudiler ve masonlar tarafından desteklenerek, câhil müslümanları dinden çıkarmaktadırlar. Yeni aldatılanlara, (Cavidan)ı göstermeyip, kendilerini Alevî olarak tanıtıyorlardı. Halbuki Şiî âlimleri de, bu sahte Bektaşilerin Alevî olmadığını, kâfir olduğunu söylemektedir.
4) Haramlara, yalan söylemeye câiz dedikleri için, (Hamzaname) ve (Battal gâzî) gibi çeşitli kitaplar yazdılar. Baba denilen ulularından uydurma kerâmetler anlattılar. İstanbul’da Merdiven köyündeki tekkelerinin kurucusu olan “Ahmed Baba”, gençleri toplayıp, ismi bilinmeyen babalardan biri şöyle uçmuş, bir ânda Şam’a gitmiş, falan gün, beni falan meyhaneden kaldırın demiş, o gün gitmişler, küpün dibinde ölü bulmuşlar. Başka bir baba, arslana binmiş, okyanusu dolaşıp gelmiş derdi. Bunun hocası olan Halîl Baba da, Samatya’da, bir evde gençleri toplayarak yalanlar söylerdi. [Kaşifü’l-esrar kitabının sâhibi, devam ederek diyor ki] orada bulunarak, babayı rezil ettim. Ev sâhibi de, beni evinden kovdu. Yalanlarından biri de, herkese mal, rütbe, evlat verilmesi, insanların ölmesi, hastaların iyi olması, babaların elindedir derler. Namazı bir kere kılmak farzdır. Oruç da, ömründe bir gün tutmak farzdır. Gusül de, ömründe bir kere farzdır. Gusül edip de, vücudunuzu hırpalamayınız derlerdi. Bunlara inanıp, dinden çıkanlara esrar söylemeye başlarlardı. Muhammed dedikleri (haşa) Ali idi. Allah dedikleri de (haşa) Ali’dir derlerdi. Bir kimse, aklını kaçırıp, buna da inanırsa, bunların hepsi Fadl’dır derler. Her kötülük, fuhuş sana mubah oldu derler. Bunu oturak alemine sokarlardı.
Tarîkat, 12 tanedir derlerdi. Bu nasıl şeydir denilse, sen hacı Bektaş-ı Velî’yi inkâr mı ediyorsun derlerdi. Halbuki hacı Bektaş-ı Velî hazretleri, İslamiyete uyar, sünnet-i seniyyeden ayrılmazdı. Talebesi de böyle idi. Fakat, sonra gelen câhiller, aldatılıp, Bektaşilik adını, bu dinsiz hurufiler, kendilerine mal etti.
Hurufilerin yalanlarından biri de, Bektaşiler içinde bazı azgınları var ise de, bizim babamız öyle değildir, derlerdi. Halbuki sahte Bektaşi, içki içerdi. Hiç namaz kılmazlardı. Böyle kimselere Bektaşi denilir mi? Bunların en meşhurları olan Osmancık’ta (Koyun Baba), Elmalı’da (Abdal Mûsâ), Eskişehir’de (Şücaeddin), Dimetoka’da (Kızıl deli), Kalkandelen’de (Sersem Ali) adındaki babaları, hep (Cavidan) okumakta, kâfirliği yaymakta idiler. [Koyun Baba’nın, sahte Bektaşi tarîkatinin dervişlerinden olduğu, (Müncid) lügatinde de yazılıdır.]
Sahte Bektaşiler bıyıklarını uzatırlar. Bıyık uzatmak hazret-i Ali’nin sünnetidir derlerdi. Bıyık kesmek, Muaviye’nin sünnetidir derlerdi. Halbuki bıyıkları kısaltmak, hadis-i şeriflerle emredildi. Bıyık kısaltmak, sünnet-i müekkededir. Bunlar, seviyoruz dedikleri hazret-i Ali’nin, bu sünneti yapmadığını, düşman oldukları hazret-i Muaviye’nin ise, sünnete uyduğunu söylüyorlar. Bıyıkları kısaltmak için, Buhârî-i şerifde çeşitli hadis-i şerifler var. Hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” bu emirlere uymadığını söylemek, onu sevmek değil, ona düşmanlık etmek olur. Düşmana korkunç görünmek için, bıyıkları, tırnakları muharebede uzatmaya izin verildi. Başka zamanda uzatmak mekruh oldu. Fadlullah-ı Hurufi, kaş, kirpik, bıyık gibi kıllar, bir mukaddes harfin insanda görünüşüdür. Meleklerin Ademe secde etmesine sebep, bu zuhûrattır. Bıyık mukaddestir. Kesmesi, büyük günahtır dedi. Şâh İsmail, bıyığını uzatmayı, hurufilerden aldı. Sünnilere benzememek için, acemlerin bıyıklarını uzatmasını emretti. Gençleri aldatmak için, hazret-i Ali’nin sünnetidir dediler. O büyük imama iftirâ ettiler.
Hurufi tarîkatinin zikirleri, ibâdetleri, okumaları yoktur. Her sabah pirin evinde, meydan odasına toplanırlardı. Birisi, bir elindeki tepsi içinde, adam sayısında şarap kadehi ve birer dilim ekmek, peynir olarak odaya girer. Bunu saygı ile ve bir ağızdan gülbank okuyarak karşılarlardı. Herkesin önüne gelerek birer tane verir. Tazim ile alır, yüzlerine sürer, sonra yerler, içerlerdi. Bütün ibâdetleri bundan ibarettir. Evli olanı, kadınlarını, kızlarını da, toplantıya getirir. İçerler ve dans ederler. Birisi, birinin kadınını veya kızını beğenirse, erkeğe gelip, sizin bahçeden bir gül koparacağım der, izin ister. O da, zevcesini çağırıp, bu canın talebini hak et der. Sonra takbil ederdi. Bu talep karşılıklı olursa, iki adam da babanın önüne gelip, izin isterler. Baba izin verince, ömürleri boyunca, birbirlerinin ayalini istifraş ederlerdi. Şimdi Türkiye’deki Bektaşilerde ve alevilerde böyle kötülükler yoktur.
Hurufi tarîkatinin babaları, papazlar gibi günah çıkartırlardı. Günah sanılan bir şeyi yapınca, babanın önüne gelir. Baba, kulağını çekerek affeder. Günahı büyük ise, al malını gör yolunu der veya yalvarır. Baba da kırklar kurbanı kes, yahut üç yüzler nezri ver der. Birkaç lirasını alıp, affettim derdi. Hurufi tarîkatindeki kadınlardan biri, Hurufi olmayan bir adam ile buluşsa, babaya gelip, üzerimden bir köpek atladı der. Baba, para alır, affolur. Her babanın yolu başka idi. Bir toplantı gecesinde, babanın önüne bir kadın gelip baş eğdi. Baba buna, bukağı çöz dedi. Baba dilediği birine, kalk şu bacıyı tomruğa vur dedi. Adam, kadınla bir odaya çekildiler. Bir derdine derman arayan bir kadın, bir hurufi kadınına sorar. O da, bizim baba iyi büyü yapar diyerek, tekkeye götürür. Soyun! Baba geliyor derler. Kadın olmaz der ise de, sakın ha. Buradan sır çıkmaz, cenazen çıkar diyerek korkuturlar. Kadın teslim olur. Sonra, getiren kadın, buna, babanın işi, kötülük değildi. Hazret-i Ali’nin sünnetini yaptı der. Bunlarda, helal, haram diye bir şey olmadığından, en aşağı kâfirlerin bile yapamayacağı, çirkin, alçak işleri yapmaktan çekinmezler!
Selanik’te, kale dışında (Gül Baba) denilen yerde, Zülfikar adındaki bir sahte Bektaşi babası, Nevruz günü kadın erkek hurufileri toplayıp, içerler. Sarhoş olunca, “Şu dağları ben yarattım, şu çınar ağacına emretsem, bana secde eder, şu ölülere emretsem kalkarlar” gibi sözlerle, her biri tanrılık davasında bulunur. Sonra telgraf memurlarından Ali Rıza isminde bir sahte Bektaşi, ayağa kalkıp, Muhammed’in eşeği kim ise gelsin der. İçlerinden biri gelip, tekbîr ile üzerine biner. Bir eline şarap şişesini, bir eline de kadeh alıp, hurufi tarîkatindeki kadınlar arasına girer. Tekbîr ile şarap dağıtmaya başlar. Bütün kadınlar içtikten sonra, erkekler tarafına gelir. Namaz kılalım diye bağırır. Hepsi kalkar. Kıbleye arkalarını dönüp, babaları imâm olup şöyle kılarlar: “Namaz yalandır. Ben namaza inanmam, ben namaz kılmam” diye bağırdıktan sonra secdeye yatarlar. Babaları, secdede bir ayağı ile bir elini yukarı kaldırıp bağırır. Bu Ali Rıza, iki zevcesini çıplak olarak ellerinden tutup, uzakta bulunan müslümanlardan Sami Bey’in yanına gelir. Gördün mü? Bektaşilik ne güzeldir değil mi? Sen de Bektaşi olsan, çok iyi olur. Uzakta mahrum oturacağına, bizimle birlikte zevk ederdin, der. Kadın erkek sahte Bektaşiler, yürüyüp, tatil günü hava almaya çıkan müslüman aileleri üzerine saldırırlar. Buraları bizimdir. Bizden olmayanların burada ne işi var derler. Çarşaflarını yırtarlar. Zavallı kadınlar, can kurtaran yok mu diye bağırarak kaçar. Erkekleri az olup kadınları kurtaramazlar. Kalede bulunan topcu askerleri feryatı işitip, imdada gelirler. Hurufileri dağıtırlar. Kâfirlerin bile yapamayacağı böyle alçakça bir İslam düşmanlığı, Selanik velâyet mektupcusu vekili bulunan Mustafa Bey de, Bektaşi olduğu için, örtbas edilir. Mason gazetelerinde de, başka şekilde yazılır. 1871 yılında olan bu iğrenç davranışlar, hamiyetli müslüman halk tarafından, büyük bir dilekçe ile İstanbul’da, sadaret-i uzmaya [Başvekilliğe] bildirilir. Cezaları verilir.
Bektaşi mübarek ismi altında gizlenen bu yalancıların kâfir olduklarını gösteren kitaplarından biri de, Hakikatname kitabıdır. (Cavidan)ın şerhlerinden biridir. Bir kitapları da, Emir Ali’nin yazdığı Mahşername’dir. Bir kitapları da, Mukaddemetü’l-hakayık kitabıdır. Aşkname’deki küfürleri tekrarlamaktadır. Bunlara inanmayanlara lanet etmekte, öldürülmelerini emretmektedir. Bir kitapları da Viran Abdal Risalesi’dir. Bu kitap, sırlarından olmayıp, müslümanları aldatıp dinden çıkarmak için okurlar. Hazret-i Aişe’ye “radıyallâhu anha” iftirâ etmekte, İmâm-ı Âzam’a “rahmetullahi teâlâ aleyh” hârici deyip, kötülemektedir. Fadl-ı Hurufi’nin (Cavidan)daki yazılarını, hazret-i Ali’nin sözleri diye yazmaktadır. Birçok uydurma abdest, namaz ve ibâdetler anlatmaktadır. Bir kitapları da, Ahiretname’dir. Aşkname gibi küfür doludur. Fadl-ı Hurufi’nin tanrı olduğunu ispata uğraşmaktadır. Bir kitapları, Risale-i Fadlullah’dır. Bir kitapları da, Tuhfetü’l-Uşşak’dır. Risale-i Bedreddin ve Risale-i nokta kitapları da, hep (Cavidan)ın şerhleridir. Bir kitapları da, Risale-i Huruf’dur. Birisi de, Türabname’dir. Birisi de,Velâyetname’dir. Bunların çoğu fârisîdir.
Bütün kitapları 60 kadardır. Hepsi, Allahü teâlâyı inkâr etmeye ve ahkâm-ı İslamiyyeyi kaldırmaya dayanmakta, Fadl-ı Hurufi’ye tapınmaya sürüklemektedir. Bütün kâfirlerden, bütün fırkalardan daha kötü oldukları, yukarıdaki bilgilerden anlaşılmaktadır. Kaşifu’l-esrar kitabının yazısı burada tamam oldu.
1909 senesinde İstanbul’da basılan A. Rıfkı efendinin (Bektaşi Sırrı) kitabında diyor ki “Bektaşilik, hacı Bektaş-ı Velî ve Lokman Horasani ve Hâce Ahmed Yesevi vasıtaları ile Bâyezîd-i Bistâmî’ye ve Ondan Ebû Bekr-i Sıddîk hazretlerine ulaşır. Ahmed Yesevi’den ayrılan iki koldan Bektaşiler ve Hâcegân hâsıl olmuştur. Hurufilik, dalâlet yoludur. Bektaşilik hidayet yoludur. Hurufilik, İslamiyet ile ve tasavvuf ile ilgisi olmayan İsmailiyenin bir koludur. Kurân-ı Kerîmi keyfe, tarîkatlerine göre te’vil etmişlerdir. Zerre-name, İskender-name, Fadilet-name, Hakikatname ve Risale-i İstiva gibi kitapları, şiîler arasında yaygındır. Bektaşilerin, Velâyetname, Kaygusuz Abdal risalesi, Hutbetülbeyan, Seyyid Nesimi divanı, Küçük velâyetname, Terzi Ali dede risalesi ve Türabi Ali dede risalesi gibi kitaplarının hurufilikle hiç ilgileri yoktur. Varidat-i ilâhiyye kitabının sâhibi, Samavne kadısının oğlu şeyh Bedrüddin ve halveti tarîkatinden Niyazi Mısrî ve Bayrami’den Hamza Bali ve İsmail Maşuki hurufi değildirler”.
Münci baba şeyh Muhammed Süreya da, (Tarîkati aliyyeyi Bektaşiyye) kitabında, “Ehl-i sünnet olanlar, Alinin şiasıdır. Aliyye mensub olan, bizzarur ehli sünnettir. Bektaşilik için, ister şia desinler, ister sünnî desinler, bizce müsavidir. (Cavidan) kitabının hakiki bektaşilikle katiyen bir ilgisi yoktur. O kitap, İslam ahlakını temelinden yıkmaktadır. Hurufilik, İslamiyeti hiçe saymakta, sefaheti, içkiyi ibâdet yerine koymaktadır” diyor.
Görülüyor ki hakiki bektaşiler, şiiliği ve sünniliği, Ehli beyti sevmekte birleştirmektedir. Halbuki şiilik, Ashâb-ı kirâmı sevmemek demektir. Sünnî olmak ise, Ehli beyti de ve Ashâb-ı kirâmın hepsini de çok sevmek demektir. Hakiki bektaşi olduğunu bildiren, yani Hacı Bektaş-ı Velî “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin yolunda olan Bektaşiler, şiî olmayı, bir bakımdan reddetmiyorlar ise de, hurufi tarîkatinin kötülüklerinin bunlarda bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Yavuz Sultan Selim hanın Şâh İsmail ile harp ederek şiîlere büyük darbe indirmesinin mühim bir sebebi de, büyük Ehl-i sünnet alimi Mollâ Arab’ın öğütleridir. Mîr’at-i kainat’da diyor ki “Mollâ Arab’ın ismi, vaiz Muhammed bin Ömer bin Hamza’dır. Babası ile dedesi Mâveraünnehir’den Antakya’ya gelmiştir. Mollâ Arap burada tevellüd etmiştir. Küçük yaşta, Kurân-ı Kerîmi, Kenz ve Şatibi ve bazı metinleri ezberledi. Babasından ve amcaları şeyh Hüseyin ve şeyh Ahmed’den ders aldı. Haleb’de ve Kudüs’te çok şey öğrendi. Hacdan sonra, Mısır’da İmâm-ı Süyuti’den ve Şâbi’den hadis icazeti aldı. Mısır’daki çerkes sultanlarından melik Kaytebay tarafından vaiz ve müftü yapıldı. Sultan için Nihâyetü’l-füru fıkıh kitabını yazdı. 1496’da Sultan vefât edince, Bursa’ya, sonra İstanbul’a geldi. II. Beyazıt Han için yazdığı Tehzibü’ş-şemail ve Hidayetü’l-ibad-ilâ-sebili’r-reşad kitapları şöhretini arttırdı. Yundu seferine katılıp, Meton şehrinin fethine sebep oldu. Sultan Selim hanı şiîlerle cihâda teşvik ve tahrik etti. Bu maksatla Essedâd fi fedâili’l-cihad kitabını yazdı. Çaldıran seferine katılıp, askere vaaz ederek cesaret verirdi. Muharebede duâ eder, Padişah, Âmin derdi. Sarayköy ve Üsküb’de 10 sene vaaz ve nasihat ederek çok kâfirin hidayetine sebep oldu. Sultan Süleyman Han ile de Engürüs seferine katılıp, zafer için yaptığı duâları makbul-i ilâhî oldu. Sonra Bursa’ya gelip çeşitli kitap yazdı. Kimyâ bilgisi de çoktu. 2 mescid, 2 de câmi yaptı. 1532’de vefât etti. Bursada, Mollâ Arap mahallesinde, Mollâ Arap camii yanındaki türbesindedir. Siret-i Nebeviyi bildiren Tehzibü’ş-şemail ve El-mekasid fi fedâili’l-mesacid kitapları meşhurdur. Hâl tercümesi, Şakayık kitabında uzun yazılıdır.”
Evliyâya kim bakarsa, ten gözile serseri,
bi basardır, canı yoktur, ölüdür, değil diri.
Evliyâ candır, gerektir can gözile bakıla,
zira ki canlı kişiler, cana olur müşteri.
Tavsiye Yazı —> Şiiliğe Reddiye Kitaplar